e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

15 Mayıs 2003  Sayı: 105

 

dışarıdangöz...

 

Celal Başlangıç*

“Doktor” denilince aklınıza kim gelir?

Helikopter Dicle nehri üzerinden Diyarbakır’a yöneldi.

Öyle alışmıştı ki kent halkı helikopter seslerine, eminim biri bile kafasını kaldırıp bakmamıştır.

Helikopterin indiği askeri birlikte, bir cankurtaran hazır bekliyordu. Askerler alışkın devinimlerle sedyeyi indirip araca bindirdiler.

Askerler, kim bilir kaçıncı kez bir yaralıyı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne taşıyorlardı.

Beni getirip acil servisin girişinde bıraktılar. Sedyenin üzerinde gökyüzünü seyrediyordum.

Ağır bir trafik kazası geçirmiştim Suruç’ta. Helikopterlerle ancak Diyarbakır’a kadar taşıyabilmişlerdi.

Bir doktor geldi başıma. “Her bölümden bir uzman bekliyoruz” dedi.

Biraz sonra geldiler.

Başımda beş altı doktor vardı.

“Beyinde birşey yok”, “Ortopediyi ilgilendirmiyor”, “Gözde birşey yok”, “Kaburgalar kırık. Ciğerlere saplanmış olabilir...”

Doktorların “toplu muayenesi” bitince, Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Bölümü’nde ameliyata alınmam kararlaştırıldı.

Yani Doktor Nesimi Eren’in “eline düşmüş”tüm. Elleri de pek küçük sayılmazdı hani. Altı saat süren çok başarılı bir ameliyattan sonra, sol elini şöyle bir açıp “Seni bir karışcık kestim Celalciğim” deyince ilk gösterdiğim tepkiyi hatırlıyorum:

“Eyvah doktor! Sen beni boydan boya açmışsın.”

Yıl 1988’di ve ben o zamana kadar olan 32 yıllık yaşamımda ilk defa hasta olarak bir gecemi hastanede geçiriyordum.

40 günü aşkın süre yattım Diyarbakır’da. O zamana dek çok sayıda doktor arkadaşım olmasına rağmen ilk kez bu süreçte öğrendim doktor-hasta ilişkisinin ne demek olduğunu.

Anahtar bir sözcük vardı bu ilişkide; “güven”.

Diyarbakır’daki hastanede yattığım süre içerisinde, yoksul bir yörede doktorluk yapmanın ne denli zor, nasıl yürek incitici, insanı nasıl çaresizliğe iten bir süreç olduğunu gördüm.

Hele bu yoksulluğa eklenen eğitimsizliğin, bilgisizliğin doktorları ne denli güç durumda bıraktığına tanık oldum.

Örneğin, bir aşiret mensubu hastaneye getirildiğinde ölmüştü. Yakınları kapıda birikmiş, içeride doktor son çare olarak sunni teneffüs yaptırıyordu. Aşiretin önde gelenleri kapı aralığından odayı gözlüyordu.

Sonunda doktor kan ter içerisinde çıktı odadan. “Maalesef” dedi, “Hayata döndüremedik.”

İçeriyi gözetleyenlerden biri sunni teneffüsü yanlış anlamış olmalı ki başladı bağırmaya:

“Yalan söylüyor. Boğazını sıka sıka öldürdü.”

Bir anda ortalık savaş alanına döndü. Hastanenin o bölümünde ne cam kaldı, ne çerçeve. Doktor da hayli hırpalanmış olarak kurdardı canını.

Güvenle güvensizlik, eğitimle eğitimsizlik elbette doktor-hasta ilişkisinin can alıcı noktasıydı.

Bu açıdan, “doktor” denilince aklıma Diyarbakır’da tüm olanaksızlıklara, çaresizliklere karşın çaba gösteren insanlar, dilini bilmedikleri hastaya teşhis koymak için hizmetlilerin peşinden koşan insanlar gelir.

“Doktor” denilince aklıma kendisine gelen hastanın basuruna bakınca hangi örgütten olduğunu anlayamadığı için gözaltına alınan, tutuklananlar gelir. Örneğin Seyfettin Kızılkan gibi...

“Doktor” denilince aklıma jandarmalar tarafından işkence yapıldıktan sonra getirilmiş zanlıya “cebir ve darp izi” yoktur diye rapor vermediği için suçlu olarak mahkemeye çıkartılanlar gelir. Örneğin Eda Güven gibi...

“Doktor” denilince aklıma, hastasına “Neren ağrıyor, ne zamandır ağrıyor”dan başka “Nerede oturuyorsun? Kira mı, kendi evin mi? Ne iş yapıyorsun? İşsiz misin?  Sigortan var mı? Kaç çocuğun var? Buraya nasıl geldin? Otobüsle mi? Yaya mı? Bu ilaçları alabilecek misin?” Diye sorma zorunluluğu hisseden insanlar gelir. Örneğin Ercan Kesal gibi...

“Doktor” denilince benim aklıma bu örneklerdeki gibi insanlar gelir. Elbette başka doktorlar da vardır ama her nedense “doktor” denilince onlar benim aklıma hiç gelmez!

 

* Gazeteci, yazar

 

 

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön