e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Nisan 2003  Sayı: 102

gündem...

Dr. Füsun Sayek

 

Kanıta dayalı bütçe

Kanıta dayalı yoksulluk

Kanıta dayalı sağlık

Kanıta Dayalı (Evidence Based) tıp uygulamaları, son yıllarda tıp ortamımızda çok popüler bir konu... Kanıta dayalı tıp eğitimi, kanıta dayalı tıp vb... Bu kavramı yaşamın tüm alanına uyarlayabiliriz. TBMM’de kabul edilen 2003 yılı bütçesine örneğin...

Bu bütçe halk için, onun sağlığı ve eğitimi için, onun mutluluğu için yapıldı diyebilmek halkın durumuna bakmakla mümkün. Bu durum, yani veriler, yani kanıtlar bütçenin kimin için yapıldığını gösterir. Öyleyse kanıtlara bir göz atalım:

Türkiye’de iki milyon aile dünyanın gelişmiş ülkelerinin insanları gibi yaşarken, geriye kalan 13 milyon hane (nüfusun yüzde 95’i) Peru, Bangladeş ve Uganda standardında yaşamaktadır.

DİE, Türk-İş, Dünya Bankası verileri 4 milyon 700 bin ailenin yüzde 54’ünün yoksulluk sınırı altında yaşadığını göstermektedir. Prof. Sencer Ayata’nın çalışması iki gurup yoksuldan söz ediyor:

1. gurup “Derin Yoksullar”. Bu ailelerin hiç geliri yok. Kahveye, camiye bile gidemiyor. Toplam nüfusun yüzde 5-10’unu oluşturuyorlar. Evlerine et ve sebze girmiyor, pazar artıklarıyla yaşıyorlar. Sağlıksız yerlerde oturuyorlar, okula gidemiyorlar, çocuk sayıları fazla ve her evde en az bir çocuk hasta.

2. gurup “Yoksullar”. Toplumun yüzde 10-30’unu oluşturuyor, çocuklar liseye gidebiliyor. Kadın hastalıkları yaygın, hemen tümünde aile içi gerilim ve geçimsizlik var.

“Kimin için bütçe” sorusunu yanıtlayabilmek adına kanıtlara bakmayı sürdürelim:

Türkiye Bankalar Birliği’nin verilerine göre, bankalarda hesabı bulunan küçük mevduat sahiplerinin yüzde 95.6’sı hesapların yalnızca yüzde 12.7’sinin sahibidir. Paranın yüzde 87.2’si, yüzde 4.4’lük bir guruba ait. Bankalardaki hesapların yüzde 93’ü 83 dolarlık değerin altında. İnsanlar yoksullaşmış, eşitsizlikler derinleşmiş ve son yılların kötü yönetiminden orta gelir gurubu en fazla etkilenmiştir. Bu etkilenme örneğin beslenemememizi getirmiştir. Süt tüketimi yüzde 7-10 et tüketimi yüzde 10.7 azalmıştır. İnsanlar icralık olmuştur. 2000 yılında 7 milyon olan icra dosyası sayısı 9.5 milyona, 40 bin  olan boşanma dosyası 96 bine çıkmıştır (Bülent Tanla derlemesi). Yoksul, mutsuz insanlar aynı zamanda sağlıksızdırlar. Çocukları bağışıklanamamış, zatürreeden, ishalden ölmüş, ölmektedir. Doğum öncesi sağlık hizmetlerine ulaşamadığı için her yıl 1500 anne doğum sonrasında ölmektedir.

Bu kanıtlar 2003 yılı bütçesinin bu toplumun bütçesi olmadığını, olamayacağını açık-seçik gösteriyor. Bütçe ne yoksulluğa ne eşitsizliğe umut ışığı yakıyor.

Bütçe yine yoksulları vuruyor. Sağlık bütçesi ise biz sağlıkçılara “Elini kolunu bağladım, sana sağlık hizmeti verdirtmeyeceğim” diyor.

Bütçe “sağlığı olanın umudu, umudu olanın herşeyi vardır” dedirtmiyor. Sağlıksız ve neredeyse umutsuz bırakıyor.

Tüm bu gerçekleri görmek ama kabullenmemek sorumluluğumuz. Bu bütçe bizim bütçemiz değil. Bu bütçe toplumun gereksinimleri düşünülerek hazırlanmamış. Tasarruf adı altında sağlığa, halka vereceğimiz sağlık hizmetine darbe vurulmuş. Savaş bahane edilmiş, itirazımız engellenmeye çalışılmıştır.

Yıllardır mecliste sağlıkla ilgili bütçeleri izleriz. Bu yıl da bir önceki bütçenin yetersizliği nedeniyle verilemeyen hizmetleri anlatmak ve daha çok para talep etmek yerine, nasıl da çalışıldığı (!) masalını dinledik. Sağlık Bakanı bütçede sağlığa az para konulduğunu en utangaç biçimiyle gazetecilere söyledi; asıl söylemesi ve mücadele etmesi gereken yer meclis iken. Sağlık Bakanı böyle kısıtlı bir bütçe ile ülkede sağlık hizmeti verilemeyeceğini en gerçekçi biçimde haykırıp kaynaklardan daha çok pay için mücadele etmedikçe görevi sadece “atama” yapmakla (ve “hekimler hastalara güleryüzlü davranmalılar” genelgeleri çıkarmakla) sınırlı kalır, belki de istenen budur.

Peki bize düşen sorumluluk nedir? Bizler görmemeye çalışılan, görme alanlarındaki kör noktalara itilen gerçekleri göstermekten sorumluyuz; bir de değiştirme iradesini olutşurmaya katkı yapmaktan... 14 Mart’taki düşünme eylemi, 27 Mart’taki bütçe ve savaş karşıtı eylemler bu amaca dönüktü. Öyle anlaşılıyor ki, daha çok gürültü yapmak gerekiyor:

Biraz daha sabır, biraz daha inat

Kapının ardında bekleyen, ölüm değil hayat

Ve M.L. King’in dediği gibi, “Yaşamımız, önem verdiğimiz olaylara karşı sessiz kaldığımız gün son bulmaya başlar.” Önem verelim, sessiz kalmayalım, hem bütçeye hem savaşa...

 

 

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön