e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Mart 2003  Sayı: 100

gündem...

Dr. Füsun Sayek

 

Halk Sağlığına Köprü: Türk Tabipleri Birliği

28 Şubat 1953... Francis Crick İngiltere’de bir kahveye girer ve James Watson’la birlikte “yaşamın sırrını keşfettiklerini” söyler. O gün, erken saatlerde bu ikili dünyanın pek çok bölgesindeki bilim adamlarının çözümünü bulmak için yarıştıkları bir problemin doğru sonucuna ulaşmışlardır.

Watson ve Crick belki de en zeki, en deneyimli, en iyi araç gerece sahip ya da en eğitimli (biyokimyayı pek bilmedikleri söylenirdi) değillerdi ama işte keşfinden bu güne bilimi, tıbbı ve çağdaş yaşamı derinden etkileyen bir keşfe imza atmışlardı. Dahası bu keşfin etkisi önümüzdeki zaman diliminde daha da çok olacaktı. Onların büyük bir tutku ve ısrarla sürdükleri çalışmaları inançlı ve inatçı olmaları, aşırı kararlılıkları ve buna eklenen biraz şansları ile açıklanabilir (1960’lı yılların ortasında, yeni kurulan bir tıp fakültesinin güzel bir amfisinde Watson-Crick halkasıyla bilimadamı Pınar Özand aracılığıyla tanıştırılırken önemini kavramıştık. Ama keşfinden 50 yıl, tanışmamızdan yaklaşık 40 yıl sonra bugün daha çok heyecan duymamıza neden olan bir keşfin yaşamdaki uygulamaları... ve keşif yolundaki macerası). Birisi sonuca, diğeri sonucun nasıl oluşacağına kilitlenmiş muhteşem ikiliden J.Watson yakın zamanda yapılan bir söyleşide başarılarıyla ilgili bazı ipuçları veriyor: “Evet biraz şanslıydık. Ancak bundan öte bazı şeyler de vardı. Başkalarının göremediğini görmüştük. Ayrıca bir ekiptik, ikimiz. Bu, birimiz umutsuzluğa kapıldığında, diğerinin düşünmeyi sürdürmesini sağlıyordu. Bir diğer artımız da rakiplerimizle görüşmeleri sürdürmemizdi. Örneğin Rosalind (DNA konusunda çok yoğun çalışmasına karşın yapısının keşfinde başarısız olan “karanlık kadını” da denen araştırmacı Rosalind Franklin’den sözediyor) öylesine zeki ve parlaktı ki hiç kimseye danışmazdı. Ama tüm bunlar kadar önemli olan bir şey de, kararlı olmak ve hatta “kafayı bozmak”tır. Bu zaman zaman itici bile olabilir, olsun... Başlangıçta büyük bir sessizlikle karşılandık (Nobel’i 9 yıl sonra aldıklarını hatırlatalım). Bu sessizlik çok da kötü olmadı. Böylece, ne kadar önemli bir keşfin gerçekleştiğini gören küçük bir grup bilim adamıyla birlikte RNA gibi, DNA ile ilgili diğer konularla uğraşabildik. Belki RNA da bir ilerleme sağlamadık ama eğitimi öne çıkardık. Hiçbir çalışmasına kendi adımı yazdırmadığım (bunu ilke edindim) pek çok bilim adamı yetiştirdim. İnsan Genom Projesinin ilk yöneticisi olmaktan büyük zevk alıyorum. Hep soran bir çocuktum. Soru sormayı sürdürerek, “bir şey neden öyle oluyor? Nasıl?” sorularına yanıtlar arayarak geçen ömrümün şu günlerinde genomu anlamanın tıbbı tümüyle değiştireceğine olan inancım giderek kuvvetlendi. Bugün daha çok soru var karşımızda, örneğin “akıl nasıl bir şey? nasıl çalışır?” gibi soruların yanıtı, sorgulayıcı, ufuk açıcı zihne sahip bilim adamlarını bekliyor.

İkilinin diğeri, pek de alçakgönüllü olmayan F.Crick DNA’nın keşfinden sonra, genlerin nasıl protein toparladığı konusunda çalıştı. Sonraki yıllarda “bilinç”in araştırılması konularına yöneldi. Rüyaları çalıştı. Rüyaların, beynin geceleri yeni anılara yer açmak için yaptığı ev temizliği olduğunu söyleyerek Freud’cüleri şaşırttı. Yaşamın kökeni konusunda kışkırtıcı teoriler geliştirdi (Başka planetlerden bir medeniyetin roketler aracılığıyla ilkel dünya topraklarını spora benzer organizmalarla tohumladığı savı olan pansperma teorisi gibi). 86 yaşında bugün, Nature’de de yayınlanan “görsel algılamadan yola çıkıp bilinci araştıran” bir araştırmaya imza attı.

Bu iki büyük bilimadamı, kendileri keşfetmezse DNA’yı bir başkasının bulacağına ve bunun da Linus Pauling olacağına inanmışlardı. ( Bugün biz L. Pauling’i de keşfetmeye çalıştığı yaşamın yokedilmesine karşı çıkan günümüzün en büyük savaş karşıtı bilimadamı ve Vit. C’nin yanısıra pek çok önemli konunun araştırmacısı olarak hatırlıyoruz.  Ve savaş karşıtlığının hepimiz için temel bir sorumluluk olduğunu da düşünüyoruz.)

Gelelim TTB’ne;

Kurucu üyelerden Dr.Sırrı Alıçlı’nın sözleriyle “Türk hekimini avucunun içinde tutmak isteyen ve “Çemişkezeğe bir hekim istendiğinde karşısında pek çok hekim olsun diyen” bir Sağlık Bakanlığı olduğu yıllarda 1928’de kurulan eski etibba odaları işlevsizleşmişti. Mesleğin Türkiye’de bir reformu lazımdı, tıp camiası bir şeyler bekliyordu. Eski ve kifayetsiz tüzüğün yerine yeni ve modern telakkileri süresinde toplayacak yeni bir kanun bekleniyordu.

İşte 1953 yılında bir temel atılmıştır. Binanın sağlam, güzel, işe yarar bir şekilde inşası için Birliğe dahil arkadaşlarımızın birlik etrafında toplanmaları ve ona kuvvet vermeleri şarttır. Eğer biz bu topluluğu temin edersek, mesleğimizi kuvvetlenmiş ve yükselmiş olacak ve bunun yarattığı enerji, kanunu istediğimiz şekilde geliştirmemizi sağlayacaktır.

50 yıl sonra bugün Türk Tabipleri Birliği Türkiye’de halk sağlığına bir köprü olmuş, önemli bir meslek örgütüdür. 56 tabip odası, Merkez Konseyi, odalarda ve merkezde onur kurulları, sürekli ve diğer komisyonlarıyla, hekimler ve halk için en iyisini yapma görevini yerine getirmektedir.

İnanıyorum ki doğum tarihleri aynı olan TTB ile  DNA’yı benzetebiliriz. Her ikisi de yaşamsaldırlar. Kuruluş amacı ve hedefini aşan biçimde yeni üretimler içinde yer almaktadır. Ve her ikisinin de istikbali bugününden daha da iyi olacaktır. Hem DNA hem Türk Tabipleri Birliği’nin doğum yıldönümleri kutlu olsun.

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön