.......

.........
 
 
 
Günlüğümden


Bu ayki günlüğümden sayfalarında Ankara 18 No’lu AÇS-AP Merkezi’nden, Dr. Tanju Taşyürek’in anılarına yer veriyoruz. Sizin anılarınızı da bekliyoruz. Kendi sorunlarınızmış gibi görünen pek çok şey hepimizin sorunu. Çözümleri de paylaşalım.

 18 Mayıs Cuma
 O'nu ilk kez tıp fakültesi ikinci sınıftayken gördüm. Belleğimi yokladığımda net olan iki şeyi vardı; beyaz saçları ve elindeki kağıtlarla yaşlıların kendilerine özgü ağır yürüyüşü. TTB'de bir kapının köşesinden dönüyordu. Ben Tıp Öğrencileri Kolu'nun (TurkMSIC) bir  toplantısına katılmak için İzmir'den gelmiştim.  Henüz dönem ikide olan biri için, bende uyandırdığı duygu büyük birinden söz edildiğiydi. 

 14 Mart Çarşamba
 Ertesi yıl onu ikinci ve son kez gördüm. Bir sahnede. Tekerlekli sandalyeyle. Bu kez O'nu daha iyi tanıyorum. 
 Prof. Dr. Nusret Fişek kendisini görmek için sabırsızlıkla ve heyecanla bekleyen biz bir avuç Ege Tıp'lı öğrenci ve bir salon dolusu meslektaşının karşısına alkışlar ve alçılar içinde geldi. Feride Abla (F. Saçaklıoğlu, Halk Sağlığı Profesörü) kemik metastazlarından söz etmişti. Kolu alçılıydı, bedeni hasta idi. Amansız bir hastalığı olan birinin yüzü gibi değildi; apaydınlık ve enerji doluydu, yüzü kalmış aklımda.
 Halk sağlığı, toplum hekimliği, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalizasyonu Yasası, Alma-Ata Bildirgesi, birinci basamak sağlık hizmeti, koruyucu hekimlik... Kafamda oluşan büyük resmin parçaları giderek netleşiyor, renkler canlılığına bürünüyor, ben kimim sorusuna verdiğim yanıtlardan biri 'hekim', ‘nasıl bir hekim’ sorusuna  dönüşüyordu. 
 Tüm bu  kavramlar Nusret Fişek'le birlikte konuşuluyordu. Çok coşkuluydum. O'nu kendi sesiyle ve görüntüsüyle algılayacaktım.
 Uzun alkışlardan sonra, o kısa konuşmada benim yaşantımı etkileyen çok önemli iki şey yaşadım. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesini, koruyucu hekimliği anlatırken kafamdaki kavramlar eksiklerini tamamlıyor, içimdeki pusula yönümü gösteriyordu. Bu ilki idi.
 İkincisi ise Muş'da ilk kurulan sağlık ocağında çalışan hekimlerden birinin söz alıp konuşması idi. Orta yaşını aşmış bu hekim önce kendini tanıttı. Sakindi. Tüm salon ilgiyle söyleyeceklerini bekliyordu. “40 kişi mezun olmuşlardı ve herkes Amerika’ya gitmişti. O ise Muş'a. Bir dağın başına.” Giderek denetimini yitirdi. Elinde mikrofonla, konuşurken dudaklarının kenarından yutamadığı tükrükleri görünen, düşüncelerini aktaran değil kin kusan birisi oluverdi. Film karelerinde güzel yüzlü insanların yavaş yavaş çirkinleşip canavarlaşmalarını yazan senaristlerin gerçek yaşamdan gözleyip ilham aldıkları bir olay gibiydi. Salon alkışlarıyla hem protesto etti, hem bu canavarlaşan bedeni sakinleşmeye zorladı. O anda egosunun sınırlarını geçemeyip büyük resmi göremeyen bir yaşamın zavallılığını gördüm. 
 Bu eleştiriyi salona girdiğindeki bilgece sakinliğiyle ve ağırbaşlılığıyla karşıladı. “Düşünceler topluma yayıldıkça ete kemiğe bürünür ve güç bulurlar.” O'nun düşünceleri de o salonda ete kemiğe bürünmüştü. 
 Bizler, bir grup tıp öğrencisi İzmir'de TEAG'ı (Tıp Eğitimi Araştırma Grubu) kurmuş ve Antalya Tabip Odası'nın açtığı tıp eğitimi konulu yarışmaya katılıp birinci olmuştuk. Ödülümüzü alırken ben de son kez Prof. Dr. Nusret Fişek'i görmüş oldum.
 Bugün, beş yıllık bir hekim olarak o büyük resmi çok daha net görebiliyorum. Çocukluğumda kurduğum hayalim gözümün önüne geliyor. Yatağın içinde yorgan başıma çekiliyken kendi anlamımı düşünürken, insanlığı upuzun bir maraton yarışı yapan bir topluluğa benzetirdim. Kalabalığın en önünde elinde meşalelerle karanlığı aydınlatıp arkasından gelenlere yol açanlar vardı. Bunlar ömürlerini tamamladıklarında meşaleleri geriden gelen alıyor ve o yolda ilerliyordu. Nusret Fişek elinde meşale en önde gidenlerden birisi idi.
 

................................................................