Sted’den

      Merhaba,

      "Siz, bir uçağın düşeceğini önceden bilseniz, ne yaparsınız?

image004.gif (60279 bytes)      Ya da toplum olarak hepimiz bir uçağın, diyelim ki falan ayın falan günün de düşeceğini bilsek... Diyelim ki devlet, devlet adamları, polis, yetkililer, herkes o uçağın o gün düşeceğini biliyorlar...

      Bizler biliyoruz...

      Tabi ki onca insanın ölmemesi, yaşaması için yer yerinden oynar...

       Kıyametler kopar...

      Ama her bayram öncesi bizler en az üç uçak dolusu insanın karayollarında öleceğini biliyoruz...

      Ama kılımız kıpırdamıyor..." diye yazdı kurban bayramında, 7 Mart 2001 tarihli köşe yazısında Bekir Coşkun.

      Biz Türkiye'de falan ayın falan gününde değil, yılın her günü, evet 365 gün boyunca her gün içinde en az 160 yolcusu bulunan bir uçağın düştüğü Türkiye tıp ortamının mensuplarıyız. Hem de bu yolcuların tamamı henüz birinci yaş gününü bile kutlayamamış, görememiş bebeklerden oluşuyor. Bir başka ifade ile Türkiye'nin bebek ölüm hızı binde 40. Her gün içinde 160 bebek olan bir uçak Türkiye tıp ortamına düşüyor.

      Bizler, yani hekimler, tıp fakültesi dekanları, sağlık müdürleri, binlerce profesör, şef, şef yardımcısı, doçent yani Türkiye'de hekim ve uzman hekim yetiştirenler, sağlık bakanı, hükümet bunu biliyor ve yaşıyoruz; hem de her gün!

      Bu uçak nasıl bir Türkiye tıp ortamında düşüyor?

      47 tıp fakültesinin olduğu,

      fakültelerinde eğitim araştırmanın ikinci-üçüncü plana itildiği, binlerce doçent ve profesörün Türkiye ihtiyaçlarına uygun hekim yetiştirmekteki becerilerinden çok başarılarının Tıpta Uzmanlık Sınavına endekslendiği, üniversite hastanelerinin döner sermaye kazancı baskısıyla birinci basamak kurumlara dönüştüğü, birinci basamakta çalışanlara koruyucu hizmetlere yönelik  çalışmalarından ödenmesi gereken geçmiş yıl borçlarının beş tirilyonu bulduğu, uzman hekim olmanın bir kurtuluş olarak algılandığı, doçent ve profesörlüğün bir piyasa titrine dönüştüğü,

hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının ikinci üçüncü işlerde çalışarak belli bir yaşam standardını korumaya çalıştığı, tek bir işte tam gün çalışarak geçinebilmenin olanaksızlaştığı, hekim işsizliğinin yaşanan bir olgu olduğu, onlarca Manyetik Rezonans (Emar), yüzlerce tomografi, binin üzerinde ultrasonun ülkeye yığıldığı, "Artık sağlık sorun değil" sloganı ile özel hastanelerin sağlık dağıttığı, vatandaşın "muayenehane-hastane" arasında daha iyi hizmet alma umudunu aradığı ve bunun bir kural olarak kanıksandığı, her gün bir hekimin fiziki saldırıya uğradığı, hastanın müşteri olarak düşünülüp sağlıklı yaşam hakkının da bir tüketici hakkına indirgendiği, medyanın sıklıkla hekim hataları üzerinden ormanı değil, ağacı görüp, gösterdiği, hekimlerin çoğunun ülkenin batısında toplandığı, düşen 160 bebekli uçaktakilerin yarısından çoğunun ise ülkenin doğusunda yaşama başlayıp orada öldüğü, sağlığın önce sağlığı koruyup geliştirmekten başladığının unutulduğu...

      Bilimsel ve dostça kalın.

 

.......