Bu ayki Günlüğümden
sayfalarında, Diş Hekimi Gonca Çağlar Köken’in anılarına yer veriyoruz.
Sizin anılarınızı da bekliyoruz. Kendi sorunlarınızmış gibi görünenlerin
pek çoğu aslında hepimizin sorunu. Çözümleri de paylaşalım.
17 Şubat Perşembe
İlk görev yerim olan Siirt'e geleli daha birkaç gün olmuştu.
Göreve başlamıştım ve gerekli işlemleri tamamlamak için uğraşıyordum. O
koşuşturma içinde bankaya gidip hesap açtırmam gerekiyordu. Bankaya iyice
yaklaştığımda kapısındaki resim sergisi afişini fark ettim. Sergi gezeceğim
düşüncesi içimi coşkuyla doldurmuştu. Hemen koştum. Kapıya varmamla hayallerimin
suya düşmesi bir oldu. Sergi Ankara'daydı. Yüreğim sergide, bana kala
kala afişe bakmak kalmıştı.
18 Şubat
Cuma
Siirt'te görev yapacağım hastaneye gittim. Arkadaşlarla tanıştığım
o ilk gün ayrı bir maceradır.
Hastanede görev yapacak tek bayan hekim olan bana, şöyle bir
baktılar.
"Sen yabancı dil biliyor musun?" diye sordu birisi. "Evet" diye
yanıtladım. "İngilizce ve biraz da Almanca biliyorum". "Yetmez" dedi.
Şaşırmıştım.
"İki dil daha bilmelisin” dedi. "Kürtçe ve Arapça" diye ekledi.
İlerleyen günlerde hastalarla anlaşabilmek için çevirmen kullanmak
zorunda kaldım ve onun ne kadar haklı olduğunu anladım. İngilizce ve Almanca
orada en az işime yarayacak dillerdi.
5 Nisan
Çarşamba
Eruh İlçe’sine rotasyon yapılması gündeme geldi. Dört arkadaştık
ve ayda bir sıra gelecekti. Perşembe günü gidecek, o gece orada kalıp,
Cuma akşamı dönecektik.
Arkadaşlar aralarında Arapça konuşuyorlardı ve bana yalnızca
onlara bakmak düşüyordu. Sonra içlerinden biri: "Biz evliyiz, arkamızda
üzülecek insanlar var. Sen bekarsın, sen git" dedi.
"Bekarsam, bu beni seven insanların olmadığı anlamına gelmez.
Benim de arkamdan ağlayacak insanlar var" dedim.
Ama o sırada görünmeyen yüreğime akıyordu...
20 Nisan Perşembe
Siirt'teki içi neredeyse boş olan evimde tenis topunu duvarlara
vurarak squash oynardım. Sanat içerikli dergilerden resimler keser,
duvarlara yapıştırırdım. Böylelikle dostlarımla paylaşabileceğim sevimli
bir resim sergisi yarattım. Ayrı bir köşede içine renkli sular koyduğum
bardaklarda mumlar yanar, ışıkları duvarlarda titreşirdi.
Ankara'daki bir sinemadan binbir rica ile aldığım Beethoven'in
yaşamını anlatan 'Ölümsüz Sevgili' filminin afişi evin en gözde yerindeydi.
Bu ev, o günlerde içimdeki fırtınanın biraz olsun dindiği tek
yerdi.
10 Mayıs
Çarşamba
Eruh rotasyonunda sıra bana geldi. Güzel bir Mayıs sabahı. Çok
erken saatte Jandarma Tugay'ına gittik (Babamla birlikte). Güvenlik nedeniyle
askeri konvoyla Eruh'a gitmemiz gerekiyordu. Konvoyun ne zaman yola çıkacağı
özellikle gizleniyordu. Bir süre bekledikten sonra yolculuğumuz başladı.
Önümüzde bir BTD-R (bir tür zırhlı tank) ve arkamızda bir sürü askeri araçla
yola koyulduk. Karşımızdan gelmesi gereken BTR gelmiyordu ve biz onu beklemek
için mola verdik. Yolculuk uzun sürmüş ve çok acıkmıştık. Askerler yemek
molası için yakındaki Çırpılı Karakolu'na gideceklerdi. Biz de onlara katılıp
katılamayacağımızı sorduk. Olumlu yanıt üzerine babam, ben ve ambulansın
şoförü onlara katıldık. Hep birlikte yemek yedik, televizyon seyrettik.
Ekranda Mahsun Kırmızıgül "Kardeşlik türküsünü" söylüyordu.
O an içim o kadar dağlandı ki... Hiç beklemediğim bir anda kendi duygularımı
bana söyleyen bu türküyle aramda derin bir bağ oluşmuştu.
Yemekten sonra dışarı çıktım. Karakolun köpeklerini okşadım.
Siirt'liler inançları gereği (şafilik) köpekleri sevmiyorlardı. Ortalıkta
pek köpek göründüğü de yoktu. Karakolda köpekleri görünce bu fırsatı kaçırmadım.
Sonunda yola koyulduk. Eruh'a vardık.
O gün ve ertesi gün çalıştım. Akşam Siirt'e dönmek için gene yollardaydık.
Tüm gerilime karşın tarlalardaki gelinciklerin görüntüsü içimizi
ısıtıyordu. Kısa molaların birinde bir demek gelincik topladım ve dönüşte
sevdiğimin avucuna bıraktım.
25
Aralık Çarşamba
Yılbaşı öncesiydi. Yolum alçı almak için hırdavatçıya düşmüştü.
İçeri girdiğimde terazinin doğru tartıp tartmadığı konusunda satıcı ve
müşteriler arasında bir tartışma vardı. Tartılan mal yandaki kasap dükkanında
da tartılarak aklandı.
Müşteri tam dükkandan çıkacakken satıcı daha yaşlı adama sordu:”Yanındaki
oğlun mu?”
Yaşlı adamın evet yanıtı satıcıyı çok sevindirdi. “Erkek evlat
farklıdır, hali başkadır.”dedi.
Satıcının unuttuğu benim orada olduğumdu. Ama ben ona anımsatmakta
kararlıydım. “Nasıl yani, kız evlatlar hayırsız mıdır?” Sözü üçünün de
beni fark etmelerine yol açtı.
Müşteriler dükkana geri döndüler ve “Bayan haklı!” dediler. Satıcı
can havliyle “Aslında kız evlatlar daha iyidir.” demeye başladı.
Bu yanar dönerlik beni şaşırtmıştı. “Yok o kadar değil. İkisi
de iyidir. Kız-erkek diye ayırmayalım.” diyerek düşüncemi belirttim.
Satıcı, “Aslında ben kimseyi ayırmam, herkesi severim.” diye
raks etmeyi sürdürüyordu.
Baktım, sohbet uzayıp, insanlık ve sevgi temalarının kıyıcığında
dolanmaya başlamıştı. Kapıya doğru yöneldim. Sol kolumu havaya kaldırıp,
üçüne bakarak müzip bir sesle: “Sevelim, sevilelim.” diyerek dışarı çıktım.
İçimden kendi kendime mırıldanıyordum. “Ve perde!”
1968 Afyon doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Bursa'da
tamamladıktan sonra 1992 yılında Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinden
mezun oldum. Siirt ve Uşak'ta çalıştıktan sonra Ankara'da görev yapmaktayım.
Resim, seramik ve heykel ilgili alanlarımdır. İşte size yaşantımdan kimi
acılı, kimi tatlı bir tutam anı. Dostlukla...
|