Uz.; Ankara Numune Eğitim
ve Araştırma Hastanesi, Nefroloji Kliniği
Bu ayki günlüğümden sayfalarında, Dr. Ayşegül
Örs Zümrütdal’ın anılarına yer veriyoruz. Sizin anılarınızı da bekliyoruz.
Kendi sorunlarınızmış gibi görünen pek çok şey hepimizin sorunu. Çözümleri
de paylaşalım.
Burcu, Cüneyt, Evren... Crush Sendromu* ve Enkaz Altında Yürekler
17 Ağustos 1999 Salı
Memleketten kilometrelerce uzaktayım. Kötü bir düşün ardından,
yeni doğan güne yoğun bir iç sıkıntısı ile başlayış, ardından televizyon
haberleri: "Marmara yerle bir. Ölü sayısı on binleri aşacak." Ağlayan
insanlar, kanayan yürekler, enkaz yığınları ve en kötüsü; çaresizlik! Televizyonun
başında çakılıp kalıyorum, zaman geçtikçe olayın boyutları büyüyor, gözyaşlarımı
durduramıyorum.
20 Ağustos 1999 Cuma
İznimin bitmesine daha 12 gün var. Artık beklemenin bir anlamı
yok. Dönmeli ve bir şeyler yapmalıyım. Bizim hastaneye de yüzlerce yaralı
gelmiş, eminim çoğunda böbrek yetmezliği çıkacaktır. Ne tuhaf! Kendi adıma
yaşamın anlamsızlığı derinleşirken, başkaları adına yaşamları geri
vermeye çalışmak! Bu bir çelişki mi? Bilemiyorum. Ama kararım (eğer
sorulursa!), göçük altında saatlerce, hatta günlerce yaşam için beklemektense,
hemen ölmek! Ama bunu en azından, şimdi yüksek sesle söylememem gerekiyor.
21 Ağustos 1999 Cumartesi
Döndüm! Hastaneye giderken, üzerimde tanımlayamadığım bir
ağırlık var. Bu ağırlık Crush Sendrom'lu hastaların viziti sırasında
giderek artıyor. Yüzler yorgun, yüzler solgun, bakışlar donuk, anlamsız,
çaresiz. Bedenlerde yüzlerce ton ağırlıktaki enkazın, alıp götürdüklerinin
izleri. Hiçbir şey soramıyorum, hiçbir şey anlatamıyorlar! Derin
sessizlikte paylaşılanlar aslında aynı, ama sözcüklere dökülemiyorlar...
24 Ağustos 1999 Salı
Diyaliz ünitemiz 24 saat açık. Hastalarımızın neredeyse hiçbirisi,
idrar çıkarmıyor. Depremden kurtulmuşlar ama acaba kronik böbrek
hastası olarak mı kalacaklar? Düşünmek bile istemiyorum.
26 Ağustos 1999 Perşembe
Emin olduğum tek şey, hekimlik hizmetimizden ayrı, insan olarak
da bize ve paylaşmaya gereksinimlerinin olduğu. Bu nedenle boş zamanlarımın
çoğunu hastalarla konuşmaya ayırıyorum. Ama ilk deneme hüsranla sonuçlanıyor.
Necmettin Bey, daha ikinci cümlesinde başını öne eğip, "kızlarım"
diyebiliyor, ardından mavi gözlerinden yaşlar boşanıyor. Ne
söyleyebilirim, nasıl toparlayabilirim diye bir süre bocalıyorum.
Sonuç; hiçbir şey beceremeyip ağlayarak odayı terk ediyorum. Kendime
kızıyorum.
28 Ağustos
1999 Cumartesi
Artık hepsini isimleriyle, öyküleriyle tanıyoruz.
Burcu 17 yaşında. İdrar çıkarmaya başladı, yaraları düzelmekte. Artık sürekli
çadırkente gitmek istiyor, hatta bazen onu taburcu etmediğimiz için, bize
küsüp yorganı başına çekerek, hıçkıra hıçkıra ağlıyor. "Göreceğin birisi
mi var?" takılmalarına annesi yanıt veriyor. "O daha küçük, öyle şey olmaz."
Kim bilir? Nasıl bilebilir?
Cüneyt 23 yaşında. Depremde bütün ailesini yitirmiş. Bunun farkında,
belki bu yüzden, o günden bu yana hiç onları sormamış. Diğerlerine
göre daha içe kapanmış durumda ama artık bana açılabiliyor. "Biliyor
musun abla, bu hafta sonu düğünüm olacaktı" diyor. Boğazıma bir şey düğümleniyor.
Konuşamıyorum. Nişanlısının sağ olduğunu sonradan öğreniyorum, yeniden
yanına gidip "6 ay sonra turp gibi olacaksın, bir yıl sonra da düğün
var. Ama bizi çağırmazsan bozuşuruz" diyorum. "Söz" diyor.
Ama ertesi gün ARDS gelişiyor ve yoğun bakıma alınıyor. Ne olur diren Cüneyt,
ne olur! Yaşam buna değer mi, ben de emin değilim, ama en azından
bir dene! Yaşam kendisini affedesin diye, senden aldıklarından daha çok
şey getirecektir sana.
30 Ağustos 1999 Pazartesi
Evren, Adapazarı`na iş için gitmiş, göçük altında kalmış. Ailesi
hep yanında, bir dediği iki olmuyor. Bu yüzden o en şanslılardan.
Odaya giriyoruz. Balonlar asılmış, üzerinde "Yırttık be" yazıyor. "Hayırdır"
diyoruz. Yanıt mükemmel! "6 litre idrar çıkardım da..." Bütün hastalarımız
idrar çıkarmaya başladı.
4 Eylül 1999 Cumartesi
Onun adı Akut. Gerçekten de serviste AKUT gibi çalışıyor. Aslında
Nihat'ın refakatçısı, ama bütün hastalara gücü yettiğince, bazen de gücünü
aşacak kadar yardıma koşuyor. Bu bizim gördüğümüz kadarı. Geceleri diğer
hastaların iç çamaşırına kadar yıkadığını öğreniyoruz. Bir tuhaf oluyorum.
Nihat taburcu olurken "Akut giderse, burası ne olur?" diyorum, yeni yatan
bir hastanın minik refakatçısı "Abla, ben ne güne duruyorum, yeni
Akut benim" diyor. İyi ki varsın Akut!
8 Eylül 1999 Çarşamba
Hastalarımızı hızla taburcu ediyoruz. Giderken "nereye?" sorusunu
sormak da yürek istiyor. Yanıt ne olursa olsun biliyorum ki
gidiş "bilinmezliğe, belirsizliğe" Yüreğim Marmara'da yağan yağmurla Ankara'da
ıslanıyor. Çadırkentin soğuğu evimde. Anlıyorum ki ne yaparsak yapalım,
asıl yüreklerimiz enkaz altında. Sanıyorum en zoru da ulusça bunu
kaldırmak olacak. Kolay gele!
|