Ankara’da Ulus Meydanı’nda açık havada yapılacak basın açıklamasına hukuka aykırı olarak müdahale edilmesinden sorumlu tutulan kamu görevlileri hakkında yapılan şikayet üzerine, dilekçenin işleme konulmamasına karar verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasıyla yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi, salgın hastalıklar nedeniyle alınabilecek tedbirleri düzenleyen mevzuatı da değerlendirdi.

Anayasa Mahkemesi’ne gönderilen Adalet Bakanlığı görüşünün, karara muhalif kalan üyelerin karşı oylarının, İçişleri Bakanlığı genelgelerinin ve il hıfzıssıhha kurulu kararlarının benzerliğinin dikkat çektiği kararda “Ayrıca anılan kamu makamlarının somut müdahalelere yönelik kanuni yetkisi olup olmadığından bağımsız olarak Anayasa Mahkemesi’ne, salgın hastalık ile mücadelede diğer umumi hıfzıssıhha kurullarına, Sağlık Bakanlığı koordinasyonunda karar alma yetkisini veren başka bir kanun hükmü bulunduğu da gösterilememiştir” denildi.

Genelgelere dayanak gösterilen 7244 sayılı Yeni Koronavirüs (COVID-19) Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunda “Bazı alacakların ertelenmesi, alınmaması veya yapılandırılması”, “Süre uzatımı, toplantı erteleme ve uzaktan çalışma” başlıkları düzenlenmiştir. Kanun metninde Sağlık Bakanlığı ibare olarak bile yer almamıştı. Hatırlanacağı gibi pandemi döneminde teşkilata ilişkin 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde “salgın hastalık” ibaresi geçen tek düzenleme Ticaret Bakanlığı’nın yetkileri arasına “uluslararası ticarete etkilerinin değerlendirilmesi” eklenerek yapılmıştı.

Anayasa Mahkemesi oyçokluğuyla verdiği kararda öncelikle dayanak gösterilen İçişleri Bakanlığı genelgesini değerlendirdi; kararda da İçişleri Bakanlığı’nın genelgesine dair bakanlık basın birimi tarafından hazırlanıp internet sayfasında yayınlanan haber metnine atıf yapıldığı görülüyor. Anayasa Mahkemesi’ne de “genelge” metninin sunulmadığı anlaşılıyor. Kaldı ki pandemi döneminde alınan kararları gösteren genelge metinlerinin hiçbiri aslında Resmî Gazete’de yayımlanmamıştı.

Prof. Dr. Kemal Gözler’in Genelge Devleti-Hukukta Şeklin Önemi Üzerine[1] başlıklı makalesinde de belirtildiği gibi  “…Kısacası ‘genelge’, bir bakanın kendi personeline verdiği bir emirdir. Bakanı ve emrin muhatabı olan personel dışında kimseyi ilgilendirmez. Genelgelere vatandaşların hakları ve ödevleriyle ilgili bir hüküm konulamaz. Zaten genelgeler, vatandaşlara hitaben değil, memurlara hitaben yazılır. Genelgeler, vatandaşların haklarını ve ödevlerini ilgilendirmediği için de Resmî Gazete’de yayımlanmazlar.” Kararda bu husus “İçişleri Bakanlığı’nın genelgesi sonrası Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Meclisi; sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, barolar, meslek odaları, birlikler, kooperatifler ve sendikalar tarafından Ankara'da düzenlenecek tüm etkinlikleri üç ay süreyle ertelemiştir. Somut olayda müdahalede bulunan kamu otoritelerinin bu şekilde karar verme yetkilerinin bulunup bulunmadığı ve müdahalenin kanunilik şartını taşıyıp taşımadığı müdahaleye dayanak düzenlemelerin incelenmesiyle anlaşılabilir. Bununla birlikte gerek idarenin gerekse de müdahaleyi denetleyen Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararlarına dayanak olarak gösterilmemiş ise de Sağlık Bakanlığına, salgın hastalık dönemlerinde toplantılara müdahale yetkisi veren 1593 sayılı kanunun 77. maddesinin de irdelenmesi gerekir” gerekçesiyle değerlendirildi.

Anayasa Mahkemesi kararında “Bu kapsamda 1593 sayılı Kanun'un 72. maddesinde sınırlı olarak sayılan tedbirler arasında, tüzel kişiliğe sahip olan kurum ve kuruluşlarca yapılmak istenen tüm etkinliklerin iki ay boyunca ertelemesine imkân verecek bir yetki bulunmadığı anlaşılmıştır” denildi.

Gerekçenin ilgili bölümü şöyle:

“1593 sayılı Kanunun salgın döneminde alınacak tedbirler bakımından toplanmaların şekli ve süresine dair hüküm içermediği, bununla birlikte kanun koyucu anılan geniş takdir yetkisinin kullanımını "Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin tasvibi[yle]" şartına bağlı kıldığı, somut olayda ise genel nitelikte sınırlandırıcı tedbirin 1593 sayılı Kanun kapsamında olmasına karşın sadece Sağlık Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığı genelgesiyle önerildiği ve il umumi hıfzıssıhha meclisi kararlarıyla alındığı anlaşılmıştır. Anayasa'nın 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, ancak kanunla sınırlanabilir. Bu nedenle idarenin temel hak ve hürriyetleri sınırlandıran bir tedbire karar verebilmesi için zikredilen yetkinin ayrıca ve açıkça bir kanunla öngörülmüş olması gerekmektedir. Ancak yukarıda açıklandığı üzere (bkz. § 45) 1593 sayılı Kanun'un 27. maddesinde düzenlen il umumi hıfzıssıhha meclisinin görevleri arasında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını sınırlandırmaya imkân tanıyan bir yetki bulunmamaktadır. Bununla birlikte 77. maddesi de il umumi hıfzıssıhha meclisine toplanmaların sınırlandırılmasına ilişkin açık bir yetki vermemektedir. Bu kapsamda somut başvuru açısından 1593 sayılı Kanun’un ilgili hükümlerinin başvuruya konu müdahalenin kanuni temelinin ihtiva etmesi gereken unsurlardan olan öngörülebilirlik niteliğini taşımadığı anlaşılmıştır.

Diğer yandan 1593 sayılı Kanun'un 64. maddesinde "bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır" şeklindeki ifadeyle 1593 sayılı Kanun'da zikredilen tedbirlerin hepsini veya bir kısmını almaya Sağlık Bakanlığının yetkili kılındığı anlaşılmıştır. O hâlde 1593 sayılı Kanun'un 77. maddesi ile idarece dayanılan diğer düzenlemelerin, il umumi hıfzıssıhha meclisinin il genelinde yapılacak tüm etkinlikleri ertelemesi şeklindeki müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğunun kabulü mümkün görülmemiştir.”
 

Aynı usulle yürütülen “tam kapanmanın” kırktan fazla istisnası vardı ve bunlar fabrikalar, inşaatlar kısacası sermaye lehineydi. Ancak özellikle siyasi haklar pandeminin kötüye kullanımıyla mutlak olarak engellendi. Uygulamanın açık tercihinin yarattığı sonuç ise pandeminin “bir işçi hastalığına” dönüşmesi oldu. Neticede iki yıla yakın saklanmasına karşın pandemide 300 bine ulaşan fazladan ölüm olduğu ortaya çıktı.

Türk Tabipleri Birliği’nin İHD, TİHV ve SES ile birlikte yaptığı suç duyurularında, yasaklamalara getirilen istisnaların ve sosyal haklar temin edilmeksizin getirilen yasakların yaşam hakkının ihlaline neden olduğu belirtilmişti. Salgının Sağlık Bakanlığı eliyle değil yetkisiz İçişleri Bakanlığı tarafından “genelgelerle” yönetilmesinin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı teftiş kurulunun görevini yapmamasının, Cumhurbaşkanlığı Gıda ve Sağlık Politikaları Kurulu’nun pandeminin yönetiminde görevlerini ihmal etmelerinin görev suçu olması nedeniyle ilgililer hakkında yapılan suç duyuruları da işleme konulmamıştı.

Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuruda ise “Başvuruda, ihlale neden olduğu ileri sürülen kamusal işlem veya eylemden kişisel olarak ve doğrudan etkilenilmediği anlaşılmaktadır” gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı verildi.

 

[1] https://www.anayasa.gen.tr/genelge-devleti.htm