Haziran 2023’te Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), Diyanet İşleri Başkanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında imzalanan ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) projesi ile MEB’in okullardaki öğrencilere; “manevi danışman” olarak atadığı imam, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kuran kursu öğretmenleri aracılığıyla “değerler eğitimi” vermesinin hedeflendiği iddia edilmişti. Ancak proje; kamuoyunda başta eğitimciler, çocuk gelişim uzmanları ve öğrenci velileri olmak üzere farklı çevreler tarafından tepki ile karşılandı.

Diyanet gençlik merkezleri, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı gençlik merkezleri ve MEB’e bağlı okulların proje merkezi olarak konumlandırıldığı ÇEDES Projesi kapsamında okullarda, değerler eğitimi verilmek üzere “değerler kulübü” kurulması planlanıyor. Yürütülecek faaliyetlerde görev alacak personel ve öğrencilerin ise il ve ilçe müftülükleri tarafından belirleneceği belirtiliyor. Laik eğitime aykırı olduğu ortada olduğu görülen bu uygulama, pedagojik formasyonu bulunmayan din görevlilerinin çocuklara, yetkinlikleri dışında eğitim verecek olması açısından da tepki çekmektedir.

Geçtiğimiz haziran ayında Eskişehir, İzmir gibi illerden başlayarak okullara “manevi rehberlik” adı altında vaiz, imamların ve din görevlilerinin atanmasının ardından; projenin Anayasa’nın laiklik ilkesine aykırılık taşıdığı gerekçesiyle Eğitim-Sen Şubeleri ile veli dernekleri tarafından protokolün iptali ve yürütmenin durdurulması istemeyle dava açıldı.

Çocukluk dönemi hem duygusal açıdan hem de dini gelişim açısından son derece kritik bir evredir. Çocukluk döneminde yaşam daha çok duygu boyutuyla yaşandığı için bu dönemde kimlik ve kişiliğin oluşmasında duygu ve modellik çok daha belirleyicidir. Çocuklukta yaşantılanan duygusal gelişimin sağlıklı ya da sağlıksız oluşu yetişkinlikteki inanç, tutum ve davranışların oluşmasında da belirleyici bir özelliğe sahiptir. Çocukluk döneminde, belli ilkeler ve prensipler çerçevesinde, çocuğun gelişim aşamaları göz önünde bulundurularak uygulanacak bilimsel temellere dayanan bir din eğitimi sağlıklı bir duygu ve inanç gelişimine imkân verirken; çocuğun gelişim düzeyine uygun olmayan, baskı ve zorlamaya dayalı bir din eğitimi çocuğu dinden uzaklaştırmakta, hatta bazı ruhsal sorunlara dahi yol açabilmektedir. Bu bakımdan çocukluk döneminde din eğitiminin, ahlaki değerlerin gelişiminin etkili olabilmesi için fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişim alanlarıyla birlikte dini gelişim özelliklerinin de çok iyi bilinmesi gerekir. Psikoloji/pedagoji biliminin de kabul ettiği üzere erken çocukluk döneminde, din, ahlak ya da değerler eğitimi adı altında, bu öğelerin çocuklara tanıtılması ve/veya empoze edilmesi, çocuğun zihninde anlam veremediği düşüncelerin veya karışıklığın, kimi zaman da korkuların oluşmasına yol açabilmektedir.

Sünni İslam temel alınarak yapılan din dersleri veya dinci tarikatçı insanların “manevi rehberlik” adı altında yapacağı uygulamalar; farklı inanca sahip kişiler, farklı mezhepler veya dini azınlıklar üzerinde benlik saygılarını kırıcı ve onları “toplumun geneline asimile olmaya yönelik ayrımcılık, zorbalık, baskı, korku” oluşturmaya da açıktır. Bazı bilimsel çalışmalar, erken yaşlardaki din eğitiminin çocukların hayal güçlerini baskıladığını, bağımsız ve eleştirel düşünebilme becerilerini kısıtladığını ortaya koyuyor. Bununla birlikte 7 yaş altındaki çocuklara verilecek eğitimlerin somut kavramlar üzerinden ve interaktif uygulamalarla gerçekleştirilmesi gerektiği ifade ediliyor.

Mevcut iktidar, herkesin “inancı doğrultusunda” giyinmesine yönelik uygulamaların ardından “cuma gününün resmi tatil ilan edilmesi”, “okullarda din adamı görevlendirilmesi” gibi söylemlerle laik, demokratik ve çağdaş bir Türkiye görünümünden giderek uzaklaşan bir tablo çizmeye devam etmektedir. Manevi danışmanlık projesi (ÇEDES); bilimsel eğitim yerine spiritüalizmin, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” yerine “şeyhliktir”in; okul, öğretmen ve psikolojik rehber öğretmenlik yerine Diyanet’in, tekkenin, tarikatın, şeyhin, şıhın rol model ve taşıyıcı sayılmasıdır. Tüm bunlar dinciliğin, mezhepçiliğin, şeriatçılığın telkinidir; eğitimin, rejimin ve tüm toplumun dinci dönüşüme zorlanmasıdır.

Oysa tarihin hangi dönemi olursa olsun çocuklar için oluşturulan temel ve zorunlu eğitimin ana amacı çok değişmemiştir: Çocukların bilgili, becerikli, kendine ve topluma yararlı kişiler olarak yetiştirilmesi… Bu amaç bağlamında öğrencilerle birebir ilgilenecek kişilerin pedagojik formasyondan geçmeleri gerekirken bu projede görevlendirilen din insanlarının pedagojik formasyonunun olmayışı, öğretmenlik mesleki kanununda belirtilen bilgi ve becerileri taşıma, çevre duyarlılığı ve değerlere sahip çıkma konusundaki yetkinliklerinin de tartışmaya açık olması projenin gerçek amacı konusunda tereddütler oluşturmuştur.

MEB’in bu tür projelere ayırdığı kaynaklarla birlikte kamu kaynaklarının heba edilmesi de ayrı bir tepki nedeni olarak karşımızda durmaktadır. Okulların açılmasına az süre kala birçok ilde derslik ihtiyacı varken, daha inşaatı tamamlanmamış, deprem sonrası yıkılmış ya da yıkılma kararı olan okullar tamamlanmamışken, atama bekleyen öğretmenlere kaynak azlığı bahane gösterilirken ciddi bir meblağın bu protokollerle heba edilmesi milli eğitim politikalarının din görevlilerini okullarda görevlendirerek belli bir inanç sisteminin de siyasallaşmasına yönelik olduğunu ortaya koymaktadır. Kuran kursları ile sübyan mektepleri ile korunmaya muhtaç çocukların tarikat yurtlarına teslim edilmesi ile çocukluk yaşlarından itibaren bireyleri cemaat-tarikat ağları içine çeken zihniyet gerici politikalarını örümcek ağı gibi örmekte.

Kaldı ki okullarda “din adamı” görevlendirilmesi Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan bir dizi hakkın ihlali anlamına gelecektir. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (ÇHS) çocuğun dinini veya inancını açıklamaya zorlanmamasını güvence altına alır. Din ve inanç özgürlüğünü güvence altına alan ve eğitime erişim hakkını düzenleyen sözleşmeler; bu hakların ayrımcılık yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirir. Din insanlarının “manevi rehberlik” adı altında yapacağı eğitim ve uygulamaların Türkiye’de yalnızca ya da ağırlıklı olarak Sünni İslam temel alınarak sunulması ile dini azınlıkları okulda “toplumun geneline asimile olmaya sevk etme niyetiyle yapılan ayrımcılık, zorbalık ve baskıdan” korkabileceklerdir. Erken çocukluk döneminde çocuklar bahsi geçen olası baskının zararlı etkileri karşısında özellikle kırılgandırlar. Bu nedenle okullarda başlatılan manevi rehberlik başlıklı faaliyetler uygulamaya geçirilmeden önce bilimsel araştırmaların gösterdiği kanıtlar çerçevesinde ve çocuk hakları norm ve standartları ile ulusal mevzuat doğrultusunda değerlendirilmelidir.

Devlet ve toplum düzeninin akıl ve bilime dayandırılmasını temel alan laiklik; özünde aklın sorgulanmasıdır. Bu sorgulamayı yapmadan alınan siyasi amaçlı kararlar; ahlakı dindarlığa, dini de tek bir egemen inanca indirgeyen eğitim programları ile çocukların “kendi kültürel kimliklerine tamamen saygılı, kaliteli eğitim alma” haklarını ihlal etmektedir. Yapılan eğitim öğretim değil telkin ve ideoloji aşılamadır, çocuklar ve toplum üzerinde korku ve baskıya; en genel anlamda din, mezhep ve ideoloji dayatmasına dönüşmektedir.

Laik ve bilimsel eğitimin ortadan kaldırılmasına hizmet etmesinin yanı sıra okul çağı çocuklarının duygusal gelişimini etkileyerek erişkin döneme taşınacak korkulara, zihinsel karışıklıklara yol açacak bu projeden bir an önce vazgeçilmelidir. Çocuğun üstün yararının, insan, toplum ve doğa yararının esas alındığı bilimsel nitelikli eğitim sistemi talebimizdir.

Türk Tabipleri Birliği Okul Sağlığı Çalışma Grubu

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi