Çernobil faciasının yıldönümünde TTB’den açıklama
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, Çernobil faciasının yıldönümü dolayısıyla basın açıklaması yaptı. Açıklamada, 33 yıl önce meydana gelen facianın olumsuz etkilerinin halen sürdüğüne dikkat çekildi.
Çernobil nükleer faciası sonrasında tüm dünyada nükleer santral yapımının büyük oranda azaldığına yer verilen açıklamada, Türkiye’de ise bunun aksi yönde gelişmeler olduğu belirtildi. Mersin’de Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapımının halen sürdürüldüğüne dikkat çekilen açıklamada, nükleer santrallerin sağlık ve çevreye yönelik olumsuz etkilerinin sadece nükleer kazalarla sınırlı olmadığı vurgulandı. Açıklamada, “Uyarmaktan vazgeçmeyeceğiz; Mersin Akkuyu’daki nükleer santral yapımı derhal durdurulmalıdır” denildi.
Açıklama şöyle:
BASIN AÇIKLAMASI
UYARMAKTAN VAZGEÇMEYECEĞİZ!
MERSİN AKKUYU’DAKİ NÜKLEER SANTRAL YAPIMI DERHAL DURDURULMALIDIR
33 yıl önce, 26 Nisan 1986 günü Ukrayna’nın başkenti Kiev yakınlarındaki Pripyat kasabasında kurulu olan Çernobil Nükleer Santralinin dört numaralı reaktöründe bir patlama meydana gelmiş ve bu patlama sonucu ortaya çıkan radyasyon serpintisinden başta Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya olmak üzere içinde ülkemizin de olduğu 14 Avrupa ülkesi etkilenmişti. Kaza anında 30 işçi yaşamını yitirirken 335.000’den fazla insan bölgeden boşaltılmıştı. Kazanın üzerinden 33 yıl geçmesine karşın bu insanların veya çocuklarının hala bölgeye dönmesine izin verilmiyor. Birleşmiş Milletler Atomik Radyasyonun Etkilerini Araştırma Bilimsel Komitesi (UNSCEAR) raporlarına göre kazadan sonra bölgede yaşayan yaklaşık 500.000 insan yüksek radyasyondan etkilenmiştir. Bu etkilenme sonucu Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da binlerce çocukta tiroid kanseri rapor edilmiştir. Aynı örgüte göre önümüzdeki yıllarda yeni tiroid kanseri vakalarının görülebileceği tahmin edilmektedir. Aynı örgütün raporlarına göre Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da bu kaza nedeni ile izleri günümüze kadar uzanan büyük sosyal çöküntü ve ekonomik kayıplar yaşanmıştır. Dünya Sağlık Örgütüne göre ise Çernobil Nükleer Santralinin daha fazla radyasyon yaymaması için lahit içine alınması sırasında bu çalışmalarda görev alan 240.000 kişi yüksek radyasyona maruz kalmıştır ve bu kişilerin yakından izlenmesi gerekmektedir. Kazanın üzerinden 33 yıl geçmesine rağmen her üç ülke de geniş bir alan hala yerleşime kapalı ve daha geniş bir alanda radyoaktif kirlenme nedeni ile tarım ve hayvansal üretim yapılmasına izin verilmiyor.
- Ülkemizde de yapılmak istenen; Mersin Akkuyu’da da inşaatına başlanan nükleer santrallerin sağlık ve çevre üzerine olumsuz etkileri sadece kazalarla sınırlı değildir.
1950’li yıllardan bu yana elektrik üretiminde kullanılan nükleer santrallerden günümüzde yaklaşık 450 tanesi çalışmaktadır ve çalışan bu santraller dünya enerji talebinin yaklaşık %6,8’ini sağlamaktadır. 1986 yılında meydana gelen Çernobil nükleer kazası sonrası, tüm dünyada nükleer santral yapımı büyük oranda azalmış, başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere birçok gelişmiş ülke yapımı tamamlanan nükleer santrallerini dahi üretime almayarak alternatif enerji kaynaklarına yönelmiştir. Bu ülkeler ayrıca çalışan santrallerini de belli bir program içinde kapatmaya başlamışlardır. Üstelik 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Tohoku Depremi sonucu oluşan tsunaminin neden olduğu Fukuşima Nükleer Santrali kazası bu eğilimi hızlandırmıştır.
Ancak buna karşın son yıllarda ülkemizin de içinde olduğu bazı gelişmekte olan ülkelerde yeni nükleer santraller kurulmaya çalışılmakta; nükleer teknolojiye sahip gelişmiş ülkelerin şirketleri insan sağlığı ve çevre üzerine olumsuz etkilerine rağmen; salt para kazanmak için ‘nükleer santral ihalesi’ peşinde koşmaktadır. Oysa nükleer santrallerin sağlık ve çevre üzerine olumsuz etkileri sadece kazalarla sınırlı değildir. Üstelik nükleer kazaların sonucunda sadece santralin çevresi değil küresel ölçekte olumsuz sağlık etkileri ve çevre yıkımı ortaya çıkmaktadır. Bunun en tipik örneği Çernobil Nükleer Santral kazasıdır.
Kazalar dışındaki nükleer santrallerin sağlık ve çevre üzerine olumsuz etkilerinin bazıları ise şunlardır:
-
- Uranyum madenlerinde çalışanlarda ve yakınlarında yaşayanlarda çok sayıda yapılmış bilimsel çalışmada artmış kanser riski gösterilmiş,
- Ayrıca başta Almanya’da devlet destekli bilimsel çalışmalarda olmak üzere normal çalışan nükleer santrallerin çevresinde yaşayanlarda sağlık sorunları olabileceği ispatlanmıştır. Bu çalışmalarda 16 nükleer santrale 5 km yakınında yaşayan 5 yaş altı çocuklarda lösemi riskinin 2.2 kat daha fazla olduğunu saptamışlardır.
- Nükleer santraller sabotaj, savaş gibi insan kaynaklı, Fukuşima Nükleer Santrali örneğinde olduğu gibi deprem, tsunami gibi doğal nedenlerden dolayı kazalar meydana gelebilmekte ve bu risklere karşı önlem alabilmenin olanağı da yoktur.
- Ayrıca hepimizin bildiği gibi radyoaktif atıkların bertarafı sorunu çözülememiştir; üstelik nükleer santrallerden çıkan radyoaktif atıkların yarılanma ömrü çok uzundur.
- Nükleer santral olmadan nükleer kazalar yaşanan ülke: Türkiye
Ülkemizde yapılması planlanan AKKUYU, SİNOP ve İĞNEADA nükleer santralleri ileride geri dönüşümü olmayacak insan ve çevre sağlığı sorunlarına yol açması olasıdır. Üstelik bu nükleer santrallerden ilkinin inşaatına tüm bilimsel ve hukuksal itirazlar hiçe sayılarak başlanmıştır. Dünyanın teknoloji açısından en gelişmiş ülkelerinde bile çok sayıda nükleer santral kazası olması bize bu enerji biçiminin hiçbir zaman tam güvenlik sağlanamayacağını göstermektedir. Üstelik ülkemiz nükleer santrali olmadan nükleer kaza (!) yapabilmiş bir ülkedir. 1999’da meydana gelen ve tıbbi atıklardan kaynaklanan ve 13 kişilik bir aileyi etkileyen İkitelli kazası, 2012’de İzmir-Gaziemir’de ortaya çıkan kaynağı bilinmeyen radyoaktif atıklar ve son olarak 2016’da Sakarya’da bir baraj inşaatında meydana gelen ve bir işçiyi etkileyen radyoaktif bir malzeme ile oluşan kaza ülkemizin nükleer santrali olmadan dünyada nükleer kazalara sahne olmuş ‘tek ülke’ durumuna düşürmüştür. Ayrıca ülkemizin deprem açısından riskli, terör ve savaş odaklarına yakın olması yapılacak olan santralin hedef haline gelmesi olasıdır. Üstelik nükleer enerji üretiminin hiçbir safhasında; yer ve kısıtlı olarak inşaat işleri dışında ülke kaynakları ve işgücü kullanılmayacaktır. Nükleer enerji yakıtlarını üreten ülke sayısı çok azdır ve yenilerine izin verilmemektedir; bu nedenlerden dolayı da tamamen dışa bağımlı bir enerji türüdür. Nükleer Santral savunucularının diğer bir iddiası da teknoloji transferidir. Ancak bu hedef de gerçek değildir; basına da yansıyan yapılan sözleşmelere göre; santral işletmesi ihaleyi alan ülkelerce yapılacaktır.
Sonuç olarak daha önceki açıklamalarımızda da belirttiğimiz gibi; herhangi bir nükleer santralin yakın ve uzak çevresinde yaşayanlar açısından sağlık riskleri her zaman var olacaktır. Bu nedenle ülkemizdeki nükleer santral planlarından derhal vazgeçilmelidir. Ülkemiz için ‘yerli kaynak’ kesinlikle nükleer enerji değildir ve ülkemiz açısından asıl öncelik verilmesi gereken teknoloji gerçek ‘yerli kaynak’ olan güneş, rüzgar, jeotermal enerji gibi yenilenebilir enerji türleri olmalıdır.
Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi