Şehir hastaneleri: Nereden baksan tutarsız, nereden baksan saçma!

Ankara Tabip Odası ve TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından düzenlenen Şehir Hastaneleri Sempozyumu 11 Mart 2017 Cumartesi günü Ankara’da, Mimarlar Odası Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.

Bir Dünya Bankası projesi olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “15 yıldır hayallerini süsleyen” şehir hastaneleri,  sağlık, finans, mimari, planlama, çalışanların özlük hakları gibi boyutlarıyla çok yönlü olarak ele alındı.

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Metin Baştuğ ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Muteber Osmanpaşaoğlu’nun açış konuşmalarıyla başlayan sempozyum, “Şehir Hastanelerinin Ekonomi Politiği” başlıklı ilk oturum ile sürdü. Kolaylaştırıcılığını TTB Hukuk Bürosu’ndan Av. Özgür Erbaş’ın yaptığı oturuma Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Sedat Çal ve Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Faruk Ataay konuşmacı olarak katıldılar.

“İmtiyazlar ülkesi olmamamız gerekiyor”

Doç. Dr. Sedat Çal, şehir hastanelerinin yapılma yöntemi olan Kamu Özel Ortaklığı (KÖO) modelini kamu hizmetinin metalaştırılması yönünden değerlendirdi. Yurt dışı örneklerine bakıldığında, KÖO modelinde temel mantığın özel sektörün yapacağı işlerin özel sektöre, devletin yapacağı işlerin de devlete bırakılması üzerine kurulu olduğunu anlatan Çal, “Asıl amaç riskin en büyüğü olan talep riskini mümkün mertebe özele bırakmaktır. Ama bizdeki uygulama böyle değil. Devlet talep riskini üstleniyor. Bunu izah etmek kolay değil” dedi.

Türkiye’de uygulanan haliyle KÖO’nun liberal ekonomi modeline de uygun olmadığının altını çizen Çal, “Dünyanın 17. büyük ekonomisiyiz deyip 3 hastaneyi yapamamakta büyük bir mantık hatası var” diye konuştu.  Çal, devletin KÖO ile hizmet alımına gerekçe olarak “yüksek maddi tutar” ve “ileri teknoloji” unsurlarının gösterildiğini belirterek, bunda da tutarlı olunmadığını kaydetti. Çal, “Köprüden ne kadar araç geçeceğini taahhüt etmek devletin sorumluluğunda değildir. Devlet köprüden araç geçişini bozacak olağandışılıkları önlemekten sorumludur sadece” örneğini verdi.

KÖO sözleşmelerinin “ticari sır” gerekçesiyle açıklanmadığına işaret eden Çal, “Devletin ticari sırrı olamaz” diye konuştu. Tüm bunların “ayrıcalıklı rejim” olduğunu, buna da “imtiyaz” denildiğini kaydeden Çal, “İmtiyazlar ülkesi olmamamız gerekiyor” vurgusuyla konuşmasını tamamladı.

“Tutarsız ve saçma”

“Devletin Yeniden Yapılandırılmasında Kamu Özel Ortaklığı’nın Rolü” başlıklı bir konuşma yapan Prof. Dr. Faruk Ataay da, kamudaki dönüşümün “Devlet hantaldır, yavaştır. Özel sektör girişimcidir, rekabetçidir. Rekabet iyidir. Özelleştirirsek teknoloji gelişir, verimlilik artar” gerekçeleriyle gerçekleştirildiğini, ancak KÖO modelinde çok paradoksal bir şekilde işletmeyi özel sektörün değil, devletin üstlendiğini anlattı. “Hani devlet hantaldı?” diyen Ataay, bunun neoliberalizm açısından büyük bir tutarsızlık olduğuna dikkat çekti. Ataay, “Özel sektöre ait bir işletmeyi devlet işletiyor, böylece özel sektörün işletmecilik yeteneğinden faydalanılıyor! Tutarsız ve saçma” diye konuştu.

KÖO projelerinin arkasında uluslararası finans kapitalin olduğunu belirten Ataay, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, OECD gibi uluslararası finans kuruluşlarının Türkiye’ye bu projeleri önerdiğini vurgulayarak, “Türkiye uluslararası finans kapitale garantili bir yatırım alanı olarak açılıyor” tespitini yaptı.

Wallerstein’ın, “Sermayenin her yerde tekel olmaya çalışır. Sermayenin amacı rekabet değildir. Bu da tekel ile sağlanabilir” tespitine atıfta bulunan Ataay, KÖO’nun sermayeye bunu sağladığını söyledi.

 

“Bir ulaşım canavarı yaratılıyor”

İlk oturumun ardından, “Şehir Hastanelerinin Kent Planlamasındaki Yeri ve Mekansallığı” başlıklı ikinci oturuma geçildi. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Bülent Batuman’ın kolaylaştırıcılığını üstlendiği oturuma, Şehir Yüksek Plancısı Erhan Öncü ve ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi öğretim üyesi Prof. Dr. Tarık Şengül konuşmacı olarak katıldılar.

“Şehir Hastanelerinin Kent İçi Ulaşıma Etkileri”ni anlatan Erhan Öncü, Ankara’da Etlik ve Bilkent Şehir Hastaneleri dolayısıyla yeni ve çok büyük iki yolculuk odağı yaratıldığını belirterek, “Bir ulaşım canavarı yaratıyoruz. Zaman, yakıt, para vs.’ye malolacak bir canavar. Bununla insanların sağlığı ile oynuyoruz” diye konuştu.

Bir hastaneye ulaşımın, yeni bir sıkışıklık yaratmaması ve var olan sıkışıklığı artırmaması gerektiğini belirten Öncü, Etlik Şehir Hastanesi için verdiği örnekte, her gün tahmini olarak 83 bin kişinin hastaneye gelişinin söz konusu olacağını, bunun her gün bir stadyum dolusu insanın bu tesise giriş-çıkış yapacağı anlamına geldiğini belirtti. Öncü, zirve saatte ise en az 27 bin kişinin hastaneye giriş yapacağının hesaplandığını kaydetti.

Ulaşım güçlüğüne çözüm olarak bugüne kadar tünel, teleferik, monoray gibi proje önerilerinin ortaya atıldığını belirten Öncü, bunların hiçbirinin gerçek anlamıyla çözüm olamayacağını söyledi. Öncü, söz konusu projeler ile de yeni rant alanları yaratılacağına dikkat çekti.

“Bir ulus-devletin Duyun-i Umumiye’ye gidişi”

Prof. Dr. Tarık Şengül de konuyu planlama yönünden değerlendirdi. Şehir hastaneleri projesinin yaşama geçmesiyle birlikte Ankara’da 13 hastanenin kapatılacağına dikkat çeken Şengül, bu hastanelerin kapatılmasına yönelik sosyal etki analizinin bulunmadığını kaydetti. Şengül, Türkiye çapında 29 şehir hastanesi kurulmasının beklendiğini belirterek, “81 ili 29 bölgeye çekmeye çalışıyorsunuz. Aslında bu bir merkezileştirme meselesidir. Konu tekelci kapitalizm boyutuna gelmiştir. Zaman içerisinde göçü, benzeri sorunları artıracak bir meseledir” diye konuştu.

Osmanlı Devleti’nin 19. yy’ın sonunda yaptığı demiryolu projesi sonucunda Duyun-i Umumiye’ye gittiğini hatırlatan Şengül, “Bir ulus devletin Duyun-i Umumiye’ye gidişi gibi bir durum” benzetmesini yaptı.

 

“Ne şehir, ne hastane!”

Sempozyumun “Şehir Hastaneleri ve Sağlık” başlıklı üçüncü oturumunu ise önceki dönem TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan yönetti. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala ve Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz konuşmacı olarak katıldılar.

Prof. Dr. Kayıhan Pala, “Ortada ne şehir var, ne hastane… Kamu kaynaklarını sermayeye aktarmanın yeni aracı” diye başladığı konuşmasında, “Kamu kaynaklarıyla yapılan bu projelerin özelliklerini biz niye bilmiyoruz?” sorusunu yöneltti. Şehir hastanelerinin planlandığı bütün yerlerde, şehrin dışına yapıldığını belirten Pala, “Şehrin dışı hastanesi” ifadesini kullandı.

Pala, şehir hastaneleri projesi ile;

-          Var olan devlet hastanelerinin taşındığını,

-          İhaleyi alan firmalara yüzde 70 doluluk garantisi verildiğini,

-          Devletin kamu arazisine yapılan hastane için 25 yıl boyunca firmaya kira ödeyeceğini

-          Ticari alan gelirlerinin firmaya bırakıldığını,

-          Güvenlik, temizlik vb. gibi çekirdek hizmet dışındaki hizmetlerin ihaleyi alan firmalar tarafından gördürüleceğini

anlattı.

Şehir hastanelerinin, dünya hastane standartlarının son derece üstünde büyüklüklerde inşa edildiğine dikkat çeken Pala, “Bunun sadece inşaatı değil, temizliği, güvenliği de mesele” diye konuştu. Yine uluslararası standartlara göre hastanelerde ideal yatak sayısının 100 ile 650 arasında olması gerektiğini belirten Pala, bunun dışında planlanan yatak sayılarının verimsiz olarak değerlendirildiğine dikkat çekti.

Pala, şehir hastanelerinin çok yüksek ve şişirilmiş maliyetlerle karşımıza çıktığını belirtirken, “Maliyetler şimdiden başlangıçta öngörülenin üzerine çıkıyor. Döviz kur farkı da eklenince zarar daha da büyüyor” diye konuştu.

“Sağlık çalışanları işini kaybedecek!”

Şehir hastanelerini sağlık çalışanlarının özlük hakları yönünden değerlendiren Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz da, sağlık çalışanlarını bekleyen en büyük sıkıntılardan birinin, düşecek olan döner sermaye ödemeleri dolayısıyla, gelir kaybı olduğunu vurguladı. Şehir hastaneleri ile pek çok sağlık çalışanının işsiz kalacağını kaydeden Yavuz, “Sadece personel çıkartmakla kalınmayacak. Ek hizmetler için personel takviyesi yapılması da mümkün değil” diye konuştu.

Şehir hastanelerinin sağlık çalışanlarını “serbestleştirme”, “esnekleştirme”, “kuralsızlaştırma” biçiminde çalışmaya ittiğini anlatan Yavuz, 2013 yılında aramızdan ayrılan Dr. Ata Soyer’in “Şehir hastanesi fabrikaları” benzetmesini hatırlattı. Yavuz, bununla birlikte, tüm bu koşulların örgütlenme adına yeni bir olanak yaratabileceğini belirterek, bunun zeminini şimdiden aramak gerektiğini kaydetti.

Sempozyum, farklı kurumlardan ve mesleklerden temsilcilerin görüş ve katkılarını aktardığı forumun ardından sona erdi.