Mirabel Kardeşlerden Aynur Dağdemir’e; Erkinize Şiddetinize Boyun Eğmeyeceğiz

Şiddet toplumsaldır, çok boyutludur ancak özellikle toplumsal cinsiyet temelli şiddet olmak üzere şiddetin kaynakları birdir. Bugün için ataerkil küresel kapitalizm ve onun devamlılığını sağlayan baskı ve zor aygıtları tarafından şiddet üretilir; bu şiddet potansiyel bir toplumsal denetim aygıtı olarak süregiden iktidarları besler. Öte yandan dünyanın kurgusunu özel mülkiyetin doğuşundan bu güne erkekler yapmıştır; silüeti erkektir. Erkek aklın tahakkümü altında dünya kadın için şiddetli bir savaş alanıdır. Binlerce yıldır kadınlar bu savaşın orta yerinde eşitsizliği yaşamayı tercih etmemiş bunu yaşamak zorunda kalmıştır.

25 Kasım 1960 tarihi tam olarak kadına yönelik şiddetin nasıl sistematik olarak örgütlendiğini gösteren bir tarihtir: Karayipler’de bir ada ülkesi olan Dominik Cumhuriyeti, sömürgecilerin Amerika’ya geldiklerinde ilk sömürge başkenti yaptıkları yerdir. Uzun süre İspanya ve Fransa’nın sömürgesi olarak kalan ülke, bir süre ise Haiti’nin işgali altına girmiştir. İki ülke arasında süren savaşı bahane eden ABD ise 1900’lü yılların başında ülkeyi işgal etmiştir. ABD’nin 1924’de geri çekilmesiyle ülke 1961 yılına kadar diktatör Raphael Leonidas Trujillo’un eline teslim edilmiştir. İşte 25 Kasım Dominik Cumhuriyeti'nde Trujillo diktatörlüğüne karşı siyasal özgürlük için mücadele eden Clandestina Hareketi'nin öncülerinden olan Patria, Minerva ve Maria Mirabel kardeşlerin diktatörlük askerleri  tarafından arabalarından zorla indirilerek tecavüz ve işkenceyle katledildikleri tarihtir. Mirabel kardeşlerin ölümünün ardından, o dönem zaten toplumun her kesiminden yükselen diktatörlük karşıtı hareketler çoğalmaya başlamıştır. Diktatör Trujillo’nun 1961 yılında öldürülmesiyle diktatörlük sona ermiştir. Mirabel kardeşlerin katledilmesine dair kanıtlar,  30 yıldan uzun süren kanlı diktatörlüğe açılan ‘Latin Nürnberg Mahkemesi’ olarak bir dönemin yargılanmasında etkili olmuştur. 1981'de Dominik'te toplanan Latin Amerika Kadın kurultayında; 25 Kasım , "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü" olarak kabul edilmiştir. Daha sonra 1985 yılında, Birleşmiş Milletler tarafından "Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi İçin Uluslararası Mücadele" günü ilan edilmiştir.  

Samsun’da özel bir hastanede kadın doğum uzmanı olarak çalışan meslektaşımız Dr. Aynur Dağdemir’in, 19 Kasım 2015 tarihinde sekreterinin eski eşi tarafından bıçaklanarak vahşice öldürülmesi, biz kadın hekimler için cinayetin 25 Kasım’ın hemen arifesinde gerçekleşmiş olması nedeniyle her yıl “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü”nün sembolü haline gelmiştir.  Hekime yönelik şiddetin kamusal-toplumsal alanda çokça gündemde olduğu bu günlerde Aynur arkadaşımızın öldürülmesinin öncelikle bir kadın cinayeti olduğunu yeniden hatırlatmak isteriz. Ancak söz konusu olayın yalnızca bir kadın cinayeti olarak değerlendirilmesi yeterli olmayacaktır; cinayetin hastanede, meslektaşımızın görevi başında olduğu sırada işlenmiş olması, hekim-hasta ilişkisine ve hekimlik uygulamasına bağlı olmasa bile olayın bir “hekime yönelik şiddet- hekim cinayeti ” olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmamaktadır. Bizler Aynur arkadaşımızın öldürülmesini ayrımcılığın ve şiddetin toplumsal olarak normalleştiği, kadın cinayetlerinde faillere tahrik ve haksız ceza indiriminin neredeyse şiddeti uygulayana bir ödül gibi verildiği  egemen ataerkil sistemin bir sonucu olarak görüyoruz.

Türkiye’nin imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetin kadınlar ile erkekler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinden, toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıktan kaynaklandığını söylemektedir. Bu anlayışla yaklaşıldığında kadına yönelik şiddetin önlenmesi için en başta kadınlar ile erkekler arasındaki eşitsizliğin, bu eşitsizliği besleyen toplumsal cinsiyet rollerinin ve önyargıların ortadan kaldırılmasına yönelik politikaların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu konuda politika geliştirmek öncelikle hükümetin ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yetkililerinin sorumluluğundadır. Ancak Türkiye İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülke olmasına rağmen Kasım 2014’te Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı bir açıklamada açıkça kadınlarla erkeklerin eşit olmadığını ve fıtratları gereği eşit olmayacağını açıklamıştır. Bu açıklamalar İstanbul Sözleşmesini onaylayan ilk ülkenin cumhurbaşkanının yaptığı ve kadın politikalarından sorumlu dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının da desteklediği açıklamalar olmakla hükümetin kadına yönelik şiddete yaklaşımını ilk elden ortaya koymaktadır. Sonuçlar da bunu göstermektedir: Türkiye’de son 7 yılda en az 1964 kadın katledildi. Öldürülen her 4 kadından biri boşanmak istediği için öldürülürken 2016’da bu ülkede boşanmayı önleme komisyonu kuruldu.

Kadına yönelik şiddete karşı politika geliştirmek konusunda en sorumlu devlet görevlilerinden birinin kadınlara yönelik şiddetin kadınlar bir hata yaptıkları için değil toplumsal cinsiyet rolleri, eşitsizlik ve etkin mücadele mekanizmaları ve politikaları geliştirilemediği için var olduğunu görmezden gelen açıklamalarda bulunması mevcut hükümetin şiddete karşı bütünlüklü politikalar geliştirmek konusunda son derece geri bir noktada olduğunu göstermektedir. AKP Hükümeti kadınların mümkün olduğunca erken bir yaşta evlenmesi ve mümkünse hiçbir şekilde ayrılmaması için boşanmaların önlenmesi için çaba göstermektedir. Bu ülkede 2015 yılında Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun “Anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir.” dediğini duyduk. Hükümet 16 yıllık iktidarında kadını korumak ve güçlendirmek yerine kadının en çok eşitsizliğe, şiddete, sömürüye maruz kaldığı aileyi korumakla meşgul olmuştur.

TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu olarak bizler;

  • Kadın düşmanı ve erkek egemen gerici zihniyete dayalı devlet politikalarına,
  • AKP hükümetleri döneminde hızla artan kadın katliamlarına ve kadına yönelik her türlü şiddete,
  • Haksız tahrik indirimlerine ve her türden cezasızlık pratiklerine

 HAYIR diyoruz.

  • Tüm sağlık kurumlarında şiddetin önlenmesi ve sağlık çalışanlarının şiddetten korunmasına yönelik olarak sağlıkta şiddet yasasının bugün gündemde olan torba yasa içinde olmadığını söylüyoruz. KHK rejimi ve güvenlik soruşturmaları adı altında hekimliği  engellemek yerine hükümetin hekime ve sağlık çalışanlarına şiddetin temel nedeni olan ve performansa dayalı ödeme, katkı payı, esnek çalışma düzeni, kışkırtılmış hasta istekleri ve sağlık çalışanlarını aşağılayıcı siyasi söylemlerle sürdürülen sağlık politikalarına son vermesini

              TALEP EDİYORUZ.  

  • Savaşın ve şiddetin olmadığı; şiddet görmediğimiz, kadına yönelik şiddetin daha gerçekleşmeden, tehdit ve fiziki şiddete yeltenme aşamasında ciddi bir suç sayılıp, ağır şekilde cezalandırıldığı; şiddet uygulayanları tahrik indirimsiz yargılayan mahkemelerin olduğu
  • Hiçbir yerde tacize-tecavüze uğramadığımız, sokaklarda özgürce dolaşabildiğimiz; çocuk doğurup doğurmayacağımıza, kaç çocuk doğuracağımıza, ne zaman evlenip ne zaman boşanacağımıza kendimizin karar verdiği

              BİR ÜLKE İSTİYORUZ.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, ataerkil toplumsal şiddete, aile içi şiddete, savaşa, ırkçılığa karşı; kadın dayanışmasını örüyoruz.