Kadınların Sağlık İhtiyacı Görmezden Gelinemez, Ertelenemez
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu, 5 Ocak 2020 tarihinde gerçekleştirdiği toplantısında, kadın sağlığı konusunda değerlendirmelerde bulunmuş ve aşağıdaki açıklamada görüşlerini bildirmiştir:
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği giderek derinleşiyor; Kadınların çalışma yaşamına katılması, eğitim, karar verici mekanizmalarda temsiliyeti ve sağlığı gibi dört ana gruptaki belli göstergelerden oluşan kompozit bir indeks ile değerlendirildiği dünya toplumsal cinsiyet eşitsizliği raporunda Türkiye 2020 yılında 153 ülke sıralamasında 130. sıradadır.
Üreme sağlığı ve üreme haklarında durum ne? Kahire’de 1994 yılında yapılan Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı (ICPD); üreme sağlığı ve üreme hakları kavramını ilk kez dünya gündemine getirirken, kadın-erkek herkesin yaşamı boyunca normal büyüme ve gelişme sürecinden kaynaklanan üreme ve cinsel sağlık ile ilgili ihtiyaçları olduğuna, tüm bireylerin yaşamının doğumdan ölüme kadar bir bütün olarak ele alınması gerektiğine dikkat çekmiştir. Konferansta, aynı zamanda kadın-erkek eşitliğine, kız çocuklarının eğitimine ve gençlerin üreme sağlığı ve haklarına vurgu yapılmıştır. Bu konferanstan 25 yıl sonra “Bitmeyen Gündemi Tamamlamak” vurgusuyla geçtiğimiz Kasım ayında Nairobi’de ICPD+25 Dünya Zirvesi yapılmış ve dünya ülkeleri için 2030’a kadar ulaşılması gereken “Dönüştürücü Üç Sıfır” hedefini tanımlamıştır. Bunlar; önlenebilir nedenlere bağlı anne ölümlerinin sıfıra indirilmesi, aile planlamasında karşılanamayan gereksinimin sıfıra indirilmesi ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin (çocuk yaşta evlilikler ve zarar veren geleneksel uygulamalar dahil) sıfıra indirilmesi. Zirve, özellikle cinsel sağlık ve üreme sağlığına öncelik vermek üzere, gençlere haklar bağlamında önem verilmesini vurgulamıştır.
Bu kapsamda, Türkiye’de 25 yıllık süreçten sonra, şu andaki durumun değerlendirilmesi ve önümüzdeki dönem için önerilerde bulunmak açısından son derece önemlidir. Bunun için Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından her beş yılda bir periyodik olarak yapılan 2018 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması sonuçlarında öne çıkan önemli başlıklar şunlardır:
Eğitimde cinsiyet eşitsizliği devam etmektedir: Eğitim düzeyinde kadın ve erkek arasındaki fark lise ve üzeri eğitimde ve kırsal yerleşim yerlerinde devam etmektedir. 6 yaş üzerindeki nüfus içinde kadınların %25’inin, erkeklerin ise %14’ünün ya hiç okula gitmediği ya da ilkokulu bitirmediği saptanmıştır.
Her dört evlilikten biri akraba evliliğidir: TNSA 2018’de, 20-24 yaşlarındaki evlenmiş kadınların %24’ü eşleriyle akraba olduklarını beyan etmişlerdir. Bu durum, çocuk sağlığına yönelik önemli bir risk oluşturmaktadır.
Toplam doğurganlık hızı: Türkiye için toplam doğurganlık hızı, kadın başına 2,3 çocuktur. Doğurganlık düzeyinde bölgesel farklılık azalarak devam etmekte; kadın başına düşen ortalama çocuk sayısı Kuzey Anadolu Bölgesi'nde 1,6 çocuk iken, Doğu Anadolu Bölgesi'nde 3,2 çocuktur. Kent ve kır farkı sürmektedir (kentsel alanda 2,2 çocuk, kırsal alanda 2,8 çocuk). 2008 ve 2013 TNSA sonuçları da dikkate alındığında, son 15 yılda Türkiye’de toplam doğurganlık hızının neredeyse hiç değişmediği ve benzerlik gösterdiği ve söylenenin aksine nüfusun azalmadığı anlaşılmaktadır.
Kadınların yarısından fazlası başka çocuk sahibi olmak istemiyor: Araştırma sonuçlarına göre, kadınların %53’ü, şu anda sahip olduğundan daha fazla çocuk sahibi olmak istemediğini belirtmiştir. Buna %14’lük “daha sonra gebelik isteyenleri” de eklediğimizde, kadınların yaklaşık %70’inin gebelik istemediği görülmektedir.
Doğum öncesi bakım ve sağlık kuruluşunda doğumlar konusunda eşitsizlik devam etmektedir: Araştırma sonuçlarına göre, gebelerin %96’sı doğum öncesi bakım hizmeti almakta, (bunların %90’ı dört ve daha fazla sayıda bakım olmak üzere) %99’u ise doğumlarını bir sağlık kuruluşunda yapmaktadır. Ancak, bu oranlarda kır-kent ve doğu-batı bölgeleri arasında farklılık büyüktür.
Sezaryen doğumlar artmaktadır: Araştırma sonuçlarına göre hastane doğumları yıllar itibarıyla artış gösterirken, sezaryen doğumların artması son derece dikkat çekicidir. 2018 TNSA sonuçlarına göre doğumların yarısından fazlası (%52) sezaryen doğumlardır. Bu doğumların yaklaşık üçte ikisi (%68’i) özel hastanelerde olmuştur. Araştırmada hane halkı refahı ve kadınların eğitim seviyesi yükseldikçe sezaryen ile yapılan doğumların yüzdesi de artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü endikasyon (bebeğin ve annenin sağlığını tehdit eden durum varlığında mutlaka sezaryen yapılması gereken) varsa sezaryen yapılmasını önermektedir. Farklı araştırmalarda da bunun %10’lar civarında olabileceği belirtilmektedir. DSÖ, sezaryen operasyonunun yan etkilerini de dikkate alarak endikasyon yoksa (yani, mutlaka yapılması gerekmiyorsa) normal doğumu önermektedir. 2018 yılında her iki doğumdan birinin sezaryen doğum olması nedeniyle bu konu dikkatle incelenmeli ve nedenleri ve çözüm yolları üzerinde durulmalıdır.
Çocuk yaşta ve erken evlilikler, adölesan gebelikler devam etmektedir: Adölesan gebeliklerin anne ve çocuk sağlığına olumsuz etkilerinin yanı sıra bu kadınların eğitim ve iş olanaklarına erişimlerinin sorun olması bilinen bir gerçektir. 2018 TNSA’da 15-19 yaş grubundaki kadınların %4’ünün çocuk doğurmaya başlamış olduğu saptanmıştır.
Riskli gebelikler hala çok yüksektir: Anne ve çocuk sağlığına olumsuz etkileri ve ölümlülük açısından yüksek riskli gebelikler hala yaygın olarak görülmektedir. Son beş yılda doğum yapan kadınların %27’si tekli yüksek risk kategorisinde, %9’u ise daha da riskli olan çoklu yüksek risk kategorisindedir.
İsteyerek ve kendiliğinden düşükler önceki yıllara benzer düzeydedir: Araştırmaya göre, kendiliğinden düşükler yüz gebelikte 13, isteyerek düşükler ise yüz gebelikte 6’dır. On beş yılda isteyerek düşüklerin yarısı (%49) özel sektörde yapılmıştır. Hizmete erişim olanakları ile ilgili bağlantılı bir şekilde kentsel bölgede kırsal bölgeye göre isteyerek düşük hızı daha yüksektir.
Modern aile planlaması yöntem kullanımı çok az artmıştır: 2018 TNSA sonuçlarına göre, 15-49 yaş arasındaki evli kadınlardan %70’i herhangi bir yöntem (%49’u modern, % 21’i geleneksel yöntem) kullanmaktadır. Daha önceki yıllar ile karşılaştırıldığında, modern yöntem kullanımı 2013’de %47 iken son beş yılda %49 olmuş, en fazla kullanılan gebeliği önleyici yöntem olan “geri çekme” yöntemi %26’dan %20’ye düşmüştür. Önceki yıllarda en fazla kullanılan modern gebeliği önleme yöntemi olan rahim içi araç (RİA) kullanımı son beş yılda %20’den %14’e düşmüştür. Bu düşüşe paralel olarak kondom kullanımı %16’dan %19’a yükselerek Türkiye’de en fazla kullanılan modern yöntem olmuştur. Uzun yıllardır %5 düzeyinde gerçekleşen gebeliği önleyici hap kullanımı 2018 yılında da %5 olarak devam etmektedir. Tüp ligasyonu (bağlanması) kullanımı ise %10 düzeyindedir. Modern yöntemlerin %52’si kamu sektöründen, %36’sı özel sektörden, kalan %12’si ise ağırlıklı olarak üniversite hastaneleri ve eczanelerden temin edilmektedir. 2013 TNSA’nda kadınların yaklaşık %37’si’ RİA’ı birinci basamak kuruluşlardan temin ederken, 2018 TNSA’da bu % 27’e düşmüştür. Bir temel sağlık hizmeti olan aile planlaması hizmetlerine birinci basamakta erişimin azaldığını görülmektedir.
Karşılanamayan aile planlaması ihtiyacı iki katına çıkmıştır: 2013 TNSA’da %6 olarak gerçekleşen karşılanamayan aile planlaması ihtiyacının (halen sahip olduğundan başka çocuk sahibi olmak istemediği halde hiçbir yöntem ile de korunmayan kadınların yüzdesi) 2018 sonuçlarında ikiye katlayarak %12’ye çıktığı görülmüştür. Oldukça önemli olan bu artışın nedenleri; son yıllarda birinci basamakta Aile Planlaması hizmetlerine erişimin azalmış olmasıdır. Karar vericiler tarafından doğurganlığı teşvik edici söylemlerin yanı sıra, birinci basamakta aile planlamasıyla ilgili hizmet sunan birim sayısının azalması ve doğum kontrol yöntemleri ile ilgili lojistik sorunlar buna neden olmuştur.
TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu tarafından bazı illerde (İstanbul, Ankara, Antalya, Balıkesir, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, Manisa, Mersin ve Tekirdağ) doğum kontrol yöntemlerinin halen birinci basamak kuruluşlarda bulunup bulunmadığına ilişkin mevcut durumu saptamak amacıyla bir çalışma yürütmüştür. Bu çalışma sonuçlarına göre; bu illerin hemen hemen hepsinde mesigyna (aylık iğne) ve depoprovera (üç aylık iğne) bulunmadığı, kondomun ise bazı illerde bulunup bazı illerde bulunmadığı saptanmıştır.
Türkiye’de son beş yılda Aile Planlamasında karşılanamayan gereksinim düzeyinin iki katına çıkması ve doğum yapan kadınların üçte birinin yüksek riskli gebelikler grubunda olması birlikte değerlendirildiğinde; özellikle yoksul ve sağlık hizmetlerine erişimde dezavantajlı kadınların ve çocukların sağlığının olumsuz etkileneceği, anne ve bebek ölümlerinin artacağı açıkça ortadadır. Bu nedenle acilen bir “Temel Sağlık Hizmeti” de olan “Aile Planlaması” hizmetlerinin ülkenin her yerinde birinci basamak hizmetler içerisinde yaygın bir şekilde var olması ve erişilebilir olması şarttır.
Kadınlar arasında obezite (şişmanlık) artmaya devam etmektedir: Araştırma sonuçlarına göre, Beden Kitle İndeksine göre kadınların %29’u kilolu; %30’u ise obezdir. Bir başka ifade ile Türkiye’de her 10 kadından 6’sı aşırı kilolu ya da şişmandır. Obezitenin neden olduğu hastalıklar düşünüldüğünde önümüzdeki dönemlerde bu konunun da üzerinde dikkatle durulması gerektiği ortadadır.
Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri devam ediyor: Ülkemizde hala her üç kadından biri (%36), eşi ya da birlikte olduğu erkek tarafından fiziksel şiddete uğramakta ve hemen hemen her gün bir kadın hayatını kaybetmektedir. Temelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği yatan kadına yönelik şiddet acil önlemlerin alınması gereken ciddi bir halk sağlığı sorunudur.
TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu