Van’da yaşanan katliamın sorumluları ortaya çıkarılmalı, göçmenlerin yaşam ve sağlık hakları korunmalıdır  

İnsanlar, silahlı çatışma bölgelerinden daha güvenli bölgelere doğru, ekonomik, politik ve yaşamsal riskler nedeniyle dünyanın pek çok yerinde dış veya iç göçle yaşam alanlarını değiştirmek zorunda kalıyorlar.

2011 yılında Suriye iç savaşının başlaması ile birlikte Türkiye büyük bir göç dalgası ile karşılaşmıştır. Son verilere göre Türkiye’de 3.6 milyon Suriyeli, 170.000 Afgan, 142.000 Irak, 39.000 İran, 5.700 Somali ve 11.700’ü farklı ülkelerden olmak üzere 4 milyon mülteci/sığınmacı/göçmen bulunmaktadır.

Düzensiz göç edenler, bulundukları yerlerden kara veya deniz yolu başka bir ülkeye geçerken insan kaçakçılarının eline düşmekten kurtulamamaktadır. Büyük paralar vererek ve bedeller ödeyerek can güvenliği olmayan yollarla başka ülkelere geçiş yapmak zorunda kalmakta ve çok sayıda göçmen göç yollarında yaşamından olmaktadır. 

Son olarak Van Gölü’nde batan teknede bulunan, 80 ilâ 100 kişi arasında olduğu tahmin edilen mülteci hayatını kaybetmiştir. Van-Hakkâri Tabip Odamızdan aldığımız bilgiye göre;

İran sınırında bulunan Van, mültecilerin önemli geçiş güzergâhları arasındadır.  Jandarma ve polis ekiplerince her yıl binlerce mülteci bu bölgede yakalanmaktadır.

Zor koşullarda ülkelerini tek etmek zorunda kalan mültecilerin bazıları kış aylarında sınırı geçerken donarak yaşamlarını kaybetmektedir. Yaşamını kaybeden mültecilerin cesetleri ise çoğu zaman karların erimeye başladığı dönemde ortaya çıkmaktadır.

Van ve İran sınırından Türkiye’ye Pakistan, Afganistan ve Bangladeş uyruklu göçmenler gelmektedir. İran ile sınırı bulunan Saray, Özalp ve Çaldıran ilçelerinden gelen mülteciler sınır hatlarında bekleyen kaçakçılar tarafından Ağrı’nın Doğu Beyazıt ilçesi ve Van merkeze getirildikten sonra buradan İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropol kentlere gitmeye çalışmaktadırlar. Van’da yol kontrollerine yakalanmak istemeyen mülteciler son yıllarda Van Gölü üzerinden Bitlis’e ulaşmaktadır.

Olayın gerçekleştiği 27.06.2020 tarihinde gece geç saatte, tekne kötü hava koşullarından kaynaklı Çarpanak adası açıklarında alabora olup batmıştır. Kaybolmaları nedeni ile kayıp ihbarında bulunulan tekne çalışanı yüzerek Çarpanak adasına ulaşıp kurtulmuştur. Yapılan soruşturmada ifadesi alınmış, ifadesinde teknede 70-80 civarında mülteci olduğunu söylemesi üzerine arama kurtarma çalışması başlatılmıştır. Yapılan çalışmada teknenin 107 metre derinlikte çöktüğü tespit edilmiştir. Teknenin içinde kapalı bölmedeki mülteciler teknede delik açılarak kanca ile alınmak suretiyle tek tek çıkarılmıştır. 25.07.2020 tarihi itibari ile bulunan cenaze sayısı 61 olmuştur. Cenazeler arasında iki çocuk bulunmaktadır, ancak henüz kadınların cesetleri bulunamamıştır. Mültecilerin İran, Afganistan ve Pakistan vatandaşı oldukları düşünülmektedir. Bugüne değin yalnızca Afganistan Büyükelçiliği konu ile ilgili resmî kurumlarla temasa geçmiş olup 23.07.2020’de edinilen bilgiye göre cenazelerden yirmisi gerek bizzat ailelerinin başvurusu, gerek akraba kanalı, gerekse de büyükelçilik vasıtası ile teslim alınmıştır. Yirmi cenazenin 15 günlük yasal süre içinde kimlik tespiti yapılamadığından, cenazeler kimsesizler mezarlığına defnedilmiştir. Adli Tıp Kurumu tarafından cenazelerin üçünün vücut bütünlüğünün bozulduğu, diğerlerinin ise vücut bütünlüğünün korunduğu tespit edilmiştir. Vücut bütünlüğü bozulmayan cenazelerin tamamı geminin kilitli bölümünden çıkarılmıştır (107 metre derinlikte, +5 derece sıcaklıkta). Soruşturma kapsamındaki dosya hakkında gizlilik kararı alınmıştır.”  

Yaşanan bu olay göstermiştir ki, hangi durumda olursa olsun insan hakları değerlerindeki aşınma, bölgesel veya kıtasal insan hakları mekanizmalarının etkisizleşmesini beraberinde getirmiştir. Barışı koruyamamak, savaşlar, yoksulluk ve insan haklarına dayalı demokratik bir dünya düzeninden hızla uzaklaşılması birçok ülkenin ve halkların aleyhine sonuçlar doğuran politikalar üretmiştir. Bu politikalar sonucunda barış yerine savaş ve çatışma, eşitlik ve refah yerine açlık ve yoksulluk giderek artmıştır.

Bütün bu gelişmeler insanları yoksulluktan ve korkudan kurtulmak için bulundukları yeri, ülkeyi terk etmek zorunda bırakmıştır. Daha iyi bir gelecek arayışıyla çıkılan bu yolculuklar, tehlike ve korku dolu olabilmektedir. Umut yolculukları ölüm ve hatta kitlesel facialarla sona ermektedir.

Bu ölümlerden sorumluluğu olan tüm devletler ülkeye yasal ve güvenli erişim kanallarını açmalı; şeffaf ve erişilebilir sığınma prosedürlerini derhal hayata geçirmeli, hareket halindeki insanların haklarını zayıflatan tüm politikalar ve uygulamalardan vazgeçilmeli ve trajik ölümlerden sorumlu olan göçmen kaçakçıları yargı önüne çıkarılmalıdır. Biliyoruz ki, insan hakları değerlerinin korunması ve geliştirilmesi dünyadaki mülteci/sığınmacı/göçmen sayılarını en aza indirecek ve dünya barışının korunmasına hizmet edecektir.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

 

 

.