Bilindiği gibi Türk Tabipleri Birliği (TTB), AKP Hükümeti tarafından ilk kez gündeme getirildiği 2003 yılından bu yana Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın Türkiye için uygun bir program olmadığını birçok kez dile getirdi.

Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) için finansman yöntemi başta olmak itirazlarımızı sunarken, sağlık hizmetlerinin örgütlenmesiyle ilgili yaklaşımına vurgu yaparak; kamusal birinci basamağın tasfiye edilmesinin diğer pek çok soruna yol açmasının yanı sıra, salgınları zamanında fark edebilme de dahil önleme ve etkin mücadelede ciddi sorunlar oluşturabileceğine dikkat çektik.

AKP Hükümetleri bu itirazlara rağmen, Türkiye’nin göz bebeği sağlık ocaklarını kapattı ve yerine ‘liste’ temelli bir aile hekimliği modeli getirdi. Aynı aile içerisindeki bireylerin bile farklı aile hekimlerinin listesinde yer alabilmesi yüzünden, sağlık sisteminin bir salgın durumunda aynı sokakta hatta aynı apartmanda yaşayan hastalardan bile habersiz kalabileceği göz ardı edilerek, SDP ile getirilen model topluma ‘hekim seçme özgürlüğü’ adı altında sunuldu.

Sağlıkta Dönüşüm Programı ‘sağlık ocağı’ ile simgeleşmiş 224 sayılı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine İlişkin Yasa” ile getirilmiş olan ve çağdaş sağlık hizmet sunumunda önemli bir ilke olarak kabul edilen, coğrafi bölge ve nüfus temelli örgütlenme yapısını ortadan kaldırdı.  Onyıllardır gerek altyapı ve donanım gerekse hekim motivasyonu ve sağlık insan gücü bakımından kasıtlı olarak ihmal edilen sağlık ocakları “işlevsiz” bir sağlık siteminin simgeleri olarak lanse edildi. Devamında, kişiye ve çevreye yönelik koruyucu ve birinci basamak iyileştirici hizmetlerin bütünsel bir yapıda sunulması üzerine planlanmış hizmet birimi olan ‘sağlık ocakları” kapatılarak, bunların yerine ‘aile sağlığı merkezi’ ve ‘toplum sağlığı merkezi’ adıyla iki kurum ortaya çıkartıldı. Kişiye ve topluma yönelik sağlık hizmetleri ile kişiye ve çevreye yönelik sağlık hizmetleri birbirinden ayrıldı. SDP ile birinci basamak sağlık hizmetlerinin temel özellikleri olan erişilebilirlik, kapsayıcılık, eşgüdüm ve süreklilik sistemsel olarak zayıflamış, coğrafi bilgi sistemi yok edildi.

TTB’nin sağlık hizmetlerinin örgütlenmesinde coğrafi-bölge temelli sistemden uzaklaşılmasının özellikle salgın hastalıklara karşı etkin mücadelede yol açabileceği sorunları dile getirmesine karşın, Hükümet, Sağlık Bakanlığı bünyesinde bir erken uyarı sistemi kurulduğunu ve herhangi bir sorun yaşanmayacağını açıklamıştı.

Bakanlık tarafından dile getirilen ‘Sağlık Tehditleri Erken Uyarı ve Cevap Dairesi’ kurulmuş olmasına karşın, güçlü bir birinci basamak sağlık örgütlenmesi olmadan tek başına bu dairenin kurulmuş olmasının bulaşıcı hastalık salgınına karşı mücadelede yeterli olmadığı COVID-19 pandemisi sırasında maalesef bütün açıklığıyla ortaya çıkmış durumda.

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın uygulanmasıyla birlikte, sağlık hizmetlerinin örgütlenmesinde yaşanan sorunlara, AKP Hükümetleri tarafından liyakat gözetilmeden yapılan atamalar da eklenince salgının yönetimi sırasında, özellikle hastalığın daha fazla yayılmasının önlenmesi ve kontrol önlemlerinin etkisinin değerlendirilmesi beklenen başarıyla yürütülemediği görülmektedir.*

Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte kurulan birinci basamak örgütlenme modelinde önce toplum sağlığı merkezi (TSM) olarak adlandırılan birimler daha sonra İlçe Sağlık Müdürlükleri (İSM)’ne dönüştürüldü. COVİD-19 salgının ülkemizde yayılmasından haftalar sonra İSM’ler eliyle ve Aile Sağlığı Merkezleriyle herhangi bir işbirliği ve koordinasyon sağlanmadan başlatılan ‘filyasyon’ çalışmaları yeterince yapılamamakta, yapılanlar ise olması gereken niteliğe ulaşamamaktadır. Salgınla mücadelede büyük önem taşıyan ‘temaslı belirlenmesi ve kontrolü’ aile hekimlerinin katkısı alınamadan sürdürüldüğü için, temaslıların belirlenmesi ve izolasyonu gecikmektedir. Ülkemizde Şubat ayı ve Mart ayı başında yapılması gereken bu konudaki hazırlıklar ne yazık ki yetersiz hatta başarısızdır.

Sağlık Bakanlığı 26 Mart 2020 tarihli yazısıyla laboratuvar sonucu pozitif gelen, doğrulanmış olguların temaslılarına yönelik çalışmaların yapılması için il/ilçe sağlık müdürlükleri aracılığıyla bir doktor ve bir ya da iki sağlık personeli (İlgi yazıda Sağlık Bakanlığı tarafından hemşire, ebe, sağlık memuru vb. sağlık çalışanlarının ‘yardımcı sağlık personeli’ olarak adlandırılmasını doğru bulmuyoruz; bunlar sağlık meslekleridir ve sağlık hizmeti bir ekip anlayışı içerisinde yürütülür) ile ekipler kurmaya çalışmaktadır. Oysa bölge tabanlı sağlık ocağı sistemi yok edilmemiş ve sağlık ocakları her açıdan desteklenmiş olsaydı, daha önceki pek çok salgında deneyimlendiği gibi, yeni ekipler kurmaya gerek olmaksızın zaman yitirmeden temaslı takibi ve kontrolü yapılması mümkün olabilirdi.

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın başarısızlığı bunlarla sınırlı da değildir. Çünkü, SDP mevcut pandemi planlarının uygulanması için uygun ve yeterli bir program da değildir.

Çok sayıda bilim insanının katkısıyla hazırlanan ‘Pandemik İnfluenza Ulusal Hazırlık Planı’ 2019 yılının Aralık ayında yayınlanmış olmasına karşın, COVID-19 pandemisine karşı alınan önlemler, bu Planda yer alan izdüşümden uzak biçimde, yetersiz ve gecikmeli olarak alınabilmiştir. Oysa influenza yerine COVID-19 hastalığına karşı bilimsel hesaplar ve tahminler yapılarak, Plan kısa zamanda güncellenebilir ve gecikmeksizin etkili önlemler alınabilirdi. Örneğin, Planda ‘Halka açık alanlarda hastalık belirtileri olan kişilere cerrahi maske dağıtılması’ yer almaktayken, Hükümet, maskelerin önce kolay ulaşılabilir yerlerde satışa çıkarılacağına ilişkin bir düzenleme, ertesi gün maske satanlara yasal işlem yapılacağına dair açıklama yaptı. Gerçek hayatta ise yasağa rağmen maske temini bir bilinmezlik halinde devam ediyor. Planda yer almasına karşın, bulaşma riskini azaltmak için ayrı girişi olan polikliniklerin kurulmasında ve pandemiden etkilenen bölgelere giriş çıkışların kısıtlanmasında geç kalındı. Pandemi ile ilgili tüm verileri (temaslı takibi, pandemiye yönelik vaka, ölüm, sağlık kurumu başvurusu, hastane süreç takibi vb.) toplayıp, analiz edecek, değerlendirecek ve ihtiyaçları saptayarak müdahalelere (ilaç kullanımı, KKE kullanımı, maske dağıtımı vb.) yönelik öneriler sunacak ‘Sürveyans Birimi’ etkin olarak işlev üstlenemedi. İl düzeyinde, İstanbul örneğinde olduğu gibi, hazırlıklar yeterli olmadı, gerekli durumlara müdahalede geç kalındı.

Gelinen aşamada, olgu sayısı ve ölümler hızla artış gösterirken; SDP’den ivedi olarak vaz geçilmesini,  “kamu-özel ortaklığı” adı altında milyarlarca dolar maliyetli işletmelerin hızla kamu hastanelerine dönüştürülmesini, sağlık hizmetlerinin finansmanının genel bütçeden sağlanmasını ve zaman geçirmeden bölge tabanlı aile hekimliği sistemine geçilerek kişiye, topluma ve çevreye yönelik hizmetlerin, ekip tarafından bütünleşik biçimde sunulmasının sağlanmasını öneriyoruz.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

*Örneğin 2017’de İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğüne 2012 yılında tıp fakültesinden mezun olan ve saha deneyimi olmayan bir  hekim atanması. İstanbul Halk Sağlığı Müdürü’nün ilk icraat olarak İstanbul’da halk sağlığı müdür yardımcısı olarak çalışan tek Halk Sağlığı Uzmanının görevine son vermesi,  Mimarlık Fakültesi mezunu olup “Bulaşıcı Hastalıklar Şube Müdürlüğü”, Açık Öğretim Fakültesi önlisans mezunu olup “Çalışan Sağlığı Şube Müdürlüğü” görevini yürüten sağlık yöneticilerinin atanması liyakat konusunda gösterilen liyakatsizliğin boyutunu anlatmaya yeter.