HEKİMLER VE NÜKLEER SAVAŞ
Nükleer silahlar ve
insanlık uzun süreler birlikte ve bir arada varolamazlar...
B.Lown-ABD
Sorunun buraya
kadar ki bölümüyle, nükleer bir savaşta kuşkusuz, hekimlerin hiç de özel bir
konumlarının varlığından söz edilemez. Bu koşullarda, hekimler de diğer tüm
gezegenlilerin yazgılarını ve sorumluluklarını ayrıcalıksız paylaşma
durumundadırlar...
Fakat, sorun
bununla bitmemekte ve özellikle son yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Batı
Avrupa ülkelerinde artan nükleer savaş tehlikesiyle birlikte geniş halk
yığınlarında gittikçe çoğalan korkuları ve direniş hareketlerini bastırmak
amacıyla, büyük girişimlerle, bir tür sivil savunma ya da “Büyük Yıkım
Hekimliği” (Katastrophenmedizin) gibi yeni sağlık örgütlenmeleri oluşturmaya
başlanmıştır.
Kimi hükümet
yetkilileri, buralarda, taşra politikacısı kurnazlığıyla, bir yandan, olası
toplumsal bir paniği önlemek amacıyla, bu yeni sağlık örgütlenmelerinin gerçek
niteliklerini kamuoylarından gizlemeye çalışılırken, öte yandan da, özünde sıradan
bir ilk yardım kuruluşu niteliğini aşmayan bu tür örgütlenmeler aracılığıyla,
olası bir nükleer savaşın bazı “küçük önlemlerle” kolayca atlatılabileceği,
yaralananlara ise en kısa zamanda hemen her türlü büyük sağlık hizmetlerinin
sunulacağı yolunda, her şeyi toz pembe gösteren, yaygın yayınlar üreterek insanların
korkularını bir ölçüde olsun gidermeye çalışmaktadırlar...
Politikacıların,
hekimler adına, nesnel doğruları yansıtmayan bu tür konuşmaları giderek tüm sağlık
emekçileri arasında büyük tepkilere yol açmış ve bunun uzantısında, büyük kitle
iletişim araçları aracılığıyla, sorunların ne denli çarpıtıldığını,
insanların en saygısal korkularının ne denli sömürüldüğünü, geniş halk
yığınlarına anlatmak amacıyla, hekimler, gerek kendi aralarında, gerekse de, diğer
barış kuruluşlarıyla birlikte etkin bir çalışmaya başlamışlardır...
Burada sorun,
hekimler ve diğer tüm sağlık emekçileri için ilk kez, bir insan olarak, gezegenin
tüm biyolojik ve kültürel varlığını tahrip edebilecek böylesi bir nükleer varlığını
tahrip edebilecek böylesi bir nükleer savaş olasılığına karşı tavır almak, öte
yandan, konunun kendi adlarına, kamuoyunun maddi ve manevi sömürü aracı yapılmasına
karşı gerekli somut yanıtları vermek giderek artan bir insanlık, bir meslek ve bir
ahlak zorunluluğuna dönüşmüştür...
Bu amaçla; “Nükleer
Savaşa Karşı Uluslararası Hekimler Birliği” çalışmalarını çok boyutlu
olarak genişletmek kararını almış ve dünyanın hemen her yerinde yeni
örgütlenmeler, eylemler öngörmüştür...
Buralarda, çeşitli
uluslardan gelen hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin, psikologların
oluşturdukları örgütlenmeler, ırk, din, dil, cins, yaş, meslek ayrıcalığı
yapmadan tüm insanlara çağrı yaparak, yürüyüşler düzenleyerek, konferanslar, yayınlar
üreterek, olası bir nükleer savaşın ve bunu izleyen günlerin getireceği sorunları
belgeleriyle dünya kamuoyuna anlatmaya çalışmaktadırlar...
Fransa’da,
Paris’te yapılan, hükümet sorumluları ile hekimler arasındaki bir toplantıda “resim
ağızlar”ca nükleer savaş tehlikesinin ve ardından gelecek sakıncaların hiç de bu
denli korkulacak ve abartılacak şeyler olmadığının söylenmesi üzerine, orada
bulunan nükleer savaş karşıtı bir hekim, “öyleyse bu büyük yıkım hekimliğini
neden örgütlenme gereğini duyuyorsunuz... Yoksa, Eyfel Kulesi’nin yakınlarda bir
yanardağa dönüşüp tüm Paris üzerinde lav kusacağından mı korkuyorsunuz?” diye
sorunca, “resmi ağızlar” bir daha bu tür toplantılara katılmamak üzere, salonu
terk edip gitmek zorunda kalmışlardır...
Bugün, IPPNW
(International Physicians for the Prevention of Nuclear War)- Nükleer Savaşa Karşı
Uluslararası Hekimler Birliği adlı meslek kuruluşunun ortaya çıkış öyküsü,
gerçekte yirmi yıl öncesine kadar uzanmaktadır...
Bu kuruluşun
ilk çekirdeği, 1962 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Boston kentinde, PSR
(Physicians for Social Responsibility) Hekimlerin Toplumsal Sorumluluğu adı altında
örgütlenmiştir. Aynı yıllarda, sonradan IPPNW’nin temelini atacak olan saygın
bilim adamlarından ünlü kalp hastalıkları uzmanı Prof.Dr.Bernard Lown, New England
Journal of Medicine (NEJM) adlı yayın organında, “Termonükleer Bir Savaş Sonrası
Hekimlik” adı altında seri yazılar yayınlamıştır.
Ayrıca, bu
kuruluş, 1964 yılında, nükleer silahların üretimlerinin durdurulması eylemlerinde
de etkin katılımlarda bulunmuştur.
Ancak daha
sonraki yıllarda, bu kuruluş uzun süreler önemli bir etkinlik gösterememiştir.
Daha sonra,
Avusturalya’lı çocuk hastalıkları uzmanı Helen Caldiott. Fransızların Güney
Pasifik Adalarında sürdürdükleri atom bombası denemelerine karşı bir kampanya
başlatmış ve 1979 yılından sonra da PSR nükleer enerji santrallarının ve tüm atom
küllerinin toplum sağlığına getirdiği büyük sakıncalar üzerine önemli kamuoyu
duyuruları yapmıştır...
Bernard Lown,
1979 yılında, Sovyetler Birliği’nden özel arkadaşı, bir diğer ünlü kalb hastalıkları
uzmanı Jewgeni Tschasow’a gönderdiği mektupta, artan soğuk savaş gelişmeleri ve nükleer
silahların getirdiği tehlike sonucu ulaşılan uluslararası ortamda insanların
geleceği üzerine kaygılarını dile getirmiş ve Nükleer Bir Savaşı Önlemek İçin
Hekimlerin birlikte çalışmalarına katkıda bulunmasını istemiştir...
Bernard Lown,
Jewgeni Tschasow’a yazdığı mektubunda özetle şöyle demiştir: ‘Son birkaç yıldan
beri dünyadaki silahlanma harcamaları görülmemiş düzeylerde artmıştır. İnsanlık
tarihinde, 1978 yılında, bu alanda görülmemiş trajik bir rekor kırıldı. Ancak
yazık ki, insanlar bu durumu çok az önemsiyorlar. Dünyada askeri harcamalar için ayrılan
giderler günde bir milyar doları bulmuştur. Bu gelişmelerin uzantısında, içinde
bulunduğumuz yüzyılın sonuna ulaşmadan, dünya bir termonükleer yıkımla
karşılaşabilir... Buna karşın, hekimler bu konuda yeterli ilgiyi göstermiyorlar. Kanımca,
bu konuda insanları uyarmak da bizim mesleki sorumluluk alanımıza girmektedir...
Hekimlerin, toplumları uyarmada, etkilemede özel ve önemli bir etkinliklerinin bulunduğuna
inanıyorum... Sovyetler Birliği’nden, Amerika Birleşik Devleri’nden, Japonya’dan
gelebilecek hekimlerden oluşturulacak bir konferansın, nükleer silahların getireceği
tehlikeler üzerine dünya kamuoylarını uyarmada oldukça etken olacağı kanısındayım...’
Nükleer Savaşa
Karşı Uluslararası Hekimler Birliği’nin 1980’de Boston’da düzenlediği ve içlerinde
4 Nobel ödülü sahibi hekimin bulunduğu konferansta, 700 kadar sağlık emekçisi,
nükleer savaşın sakıncalarını, ölümcül etkilerini ayrıntıları ile
tartışmış ve sorunun önemini “İnsanlığın Karşılayacağı Son Epidemi-Salgın”
başlığı altında basına, dünya kamuoyuna duyurmuşlardır. (Toplantının kapanış
bildirgesi, zamanın ABD başkanı J.Carter ile SSCB KP.Genel Sekreteri L.Brejnev’e gönderilmiştir).
Başkan Carter,
bu konuda, Beyaz Saray’da bir tartışma açılmasını istemiş, Brejnev, kendisine
gelen mektubun tam metin halinde Pravda’nın birinci sayfasında yayınlanmasını
sağlamıştır...
1980 yılı
Aralık ayında İsviçre’nin Genf kentinde yapılan toplantıda (Nükleer Savaşa
Karşı Uluslararası Hekimler Birliği’nin temeli dünya ölçeğinde genişletilmiş
ve ABD’den B.Lown, J.Muller ve E.Chivian ile SSCB’den J.Tschasow, L.İljin ve M.Kusin
kuruluşun başkan ve başkan yardımcılıklarına getirilmişlerdir...
Buradan, tüm
dünyadaki, 3 milyondan fazla hekime yapılan çağrıda, gezegenimizi bir nükleer savaştan
korumak amacına yönelik çalışmaların salt bir insanlık sorunu değil, mesleki bir
zorunluluk ve görev olduğu anımsatılmıştır.
Bernard Lown,
1981 yılı Mayıs ayında, Jewgeni Tschasow’a gönderdiği yeni bir mektupta, nükleer
savaşa karşı mücadele sürdüren hekimlerin büyük başarılar sağladıklarını
vurgulamış ve ABD’de Nisan 1981’de yapılan bir konferansa 1200 delegenin
katıldığını, benzerlerinin Chicago, Los Angeles ve Cleveland’da da sürdürüleceğini,
ayrıca öğrenciler için de eğitici seminerler düzenlendiğini yazmıştır...
1981 yılında,
Nükleer Savaşa Karşı Uluslararası Hekimler Birliği’nce, ABD’de, Kanada’da,
Japonya’da, İngiltere’de ve Federal Almanya’da 1981 yılı gözünde Hamburg kentinde düzenlenen toplantıya
4000’den çok sağlık emekçisi katılmıştır...
Sovyetler Birliği’nde,
Dünyayı Nükleer Bir Savaştan Koruma Birliği’nin düzenlediği toplantıya 20.000
hekim ve bilim adamı katılmışlardır...
Tüm bu gelişmeler
uzantısında, 1981 yılında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO), konuyu gündemine almış
ve ayrıntılı bir çalışma yapılmasını istemiştir... Sorun ayrıca, yine Dünya Sağlık
Örgütü üzerinden, Birleşmiş Milletler’e iletilmiş ve üzerinde önemle durulmasının
gereği vurgulanmıştır...
Nükleer Savaş
Karşı Uluslararası Hekimler Birliği’nin II.Kongresi 1982 yılı 3-6 Nisan tarihleri
arasında İngiltere’de Cambridge’de yapılmıştır.
1983 yılı
Mayıs ayında, Dünya Sağlık Örgütü sorunu yeniden gündemine getirmiştir...
Nükleer Savaş
Karşı Uluslararası Hekimler Birliği’nin 3.büyük toplantısı Haziran 1983
tarihinde Amsterdam’da toplanmıştır. Bu toplantıya, Dünya Sağlık Örgütünden
Dr.Lambo, Birleşmiş Milletlerden Genel Sekreter Perez de Cuellar, Katolik ve Yunun
Ortodoks kilisesinden temsilciler, ABD ve SSCB’den hükümet sorumluları, İsveç’ten
başbakan Olof Palme, ABD’den emekli amiral D.N.Gayler, Federel Almanya’dan SPD’li
Egon Bahr, gibi uluslararası düzeyde tanınmış kişiler katılmışlardır...
Toplantıda özellikle Batı Avrupa ülkelerine yerleştirilmek istenen ABD Pershing II füzelerinin
getireceği sorunlar tartışılmış ve bunun Avrupa Anakarası için gerçek bir intihar
anlamına geldiği vurgulanmıştır...
İçinde yaşadığımız
günlerde de,dünyanın hemen tüm demokratik ülkelerinde, bu büyük uluslararası
kuruluş içinde çalışan hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin sayısı giderek
çoğalmakta, etkinliği artmaktadır...
Yazar ve filozof
Günter Anders’in 1982 yılında Viyanada önerdiği kamuoyu açıklaması 6000 hekim
tarafından benimsendi, onaylandı ve imzalandı. Bu açıklamada özetle şöyle
denilmektedir...
Sevgili hastalar,
Bizler açıklarız ki...
Bir atom savaşından sonra,
Hiçbir hekim,
Hiçbir sağlık kuruluşu,
Hiçbir hastane,
Sizlere en küçük bir yardım yapabilme
Yeteneğinde, olamayacaktır...
Bizler de sizler gibi öleceğiz...
Bir atom savaşı,
Atom roketlerini çoğaltarak,
Ve karşı tarafı tahrik ederek başlatılır...
Atom roketlerini yok edelim...
Bu gerçek, sizleri, sizlerin çocuklarını ve sizlerin
Çocuklarının çocuklarını çok yakından
İlgilendirir kanısındayız...
Yurttaş, insan ve ana-baba olarak,
Avrupa topraklarını atom silahlarından
Arındıralım...
Günümüzde
olası bir nükleer savaşın ortaya çıkaracağı büyük yıkım ve sağlık
sorunlarını tüm boyutlarıyla tek
bir çalışmanın sınırları içinde, göreceli de olsa, tartışmak hemen hemen
olanaksızdır...
Sorun çok geniş
kapsamlıdır. Ve bu gerçeğin uzantısında, bu alanda yapılan yayınlar, bilimsel
tartışmalar, konferanslar ya da söyleşiler üzerinde, zorunlu olarak konunun ancak
belli önemli noktaları irdelenebilmektedir...
Ancak sorunlara
değişik açılardan yaklaşan çeşitli araştırmalarla toplanan bilgi birikmelerini
uzantısında, amaçlanan genel bir bütünlüğe ulaşmak mümkün olmaktadır...
Gerçekten,
günümüzde üretilen nükleer silahların etkinlik, tahrip güçleri yanında, Hiroşima
ile Nagazaki’de kullanılanlar bir anlamda ancak folklorik bir değer
taşımaktadırlar. Hiroşima ile Nagazaki örneklerinden devinerek, günümüzde olası
bir nükleer savaşı tartışmak oldukça zordur... Kırk yıl öncesinin verileri
çoktan aşılmış yeterli çıkarsamaları sağlamaktan uzaklaşmıştır...
Günümüzün
ortalama büyüklükteki bir nükleer bombası 1 megaton gücündedir. Bu, Hiroşima’ya
atılan bombadan en az 100 kez daha fazla bir nicel gücü simgelemektedir. Bir nükleer
gücün bu denli artışı, kuşkusuz salt nicel değil, bunun yanında yeni nitel
etkileri de birlikte getirmektedir... Fakat, bizler, bugün, kimi çok genel çıkarsamalarla,
bu yeni nitel etkinlikler üzerinde ancak kaba varsayımlarda bulunabilecek durumdayız.
Bu konularda araştırma
yapan, çalışan hemen tüm uzmanlar, bilim adamları, günümüzde olası bir nükleer
savaşın etkinliklerinin önceden öngörülen en gözüpek öngörülerden de çok daha
değişik boyutlarda olacağının altını çizmektedirler... Özetle, günümüzdeki
gerçek durum, 40 yıl öncesinde de olduğu gibi, bilinenlerden ya da öngörülenlerden
çok daha büyük olumsuzlukları içermektedir...
Günümüzde bu
konularda genel yaklaşımlarda bulunanlar çok kez, çeşitli olasılıkları içeren
senaryolar düşünerek sorunlara yaklaşmayı yeğlemektedirler...
Ancak, bunların
en yalın ve öğretici olanı, bugünün nükleer silahlarının ortalama birimini
oluşturan 1 Megatonluk bir bombanın, 1 milyon nüfuslu bir kentin üzerinde patlaması
durumunda ortaya çıkacak sağlık sorunlarını en genel çizgiler içinde tartışmakla
olasıdır...
1 Megatonluk bir
nükleer bombanın, 1 milyonluk bir nüfus barındıran bir kentin üzerinde patlaması
durumunda, basınç ve ısı dalgası-radyasyonları etkisiyle hemen 350.000 kadar
insanın öleceğine kesin gözüyle bakılmaktadır... Bunun dışında, 200.000
kişinin, yanma, çarpma gibi etkenlerle çok ağır yaralanacağı, ancak görece daha
hafif yaralanmalarla birlikte bu sayının 400.000 dolaylarında olacağı
öngörülmektedir...
Böylece, 1
Megatonluk bir nükleer bombanın, 1 milyon nüfuslu bir kent üzerinde havada patlamasından
sonra salt basınç ve ısı radyasyonu etkisinde kalan 750.000 kişinin hemen öleceği
ya da ağır yaralanacağı hesap edilmektedir...
Kuşkusuz
burada, erken radyoaktif radyasyon etkisiyle de ortalama yüzde 5 ile yüzde 10 kadar
insanın yaralanabilecekleri ya da hemen ölecekleri bilinmektedir. Fakat, bu insanların
asıl ölümcül darbeyi radyoaktif radyasyondan çok, basın ve ısı radyasyonunun
etkisinde alacağı öngörülmektedir...
1 Megatonluk bir
nükleer bombanın, 1 Milyon nüfuslu bir kent üzerinde havada patlamasından sonra
ortaya çıkacak erken radyoaktif radyasyon etkisi, insanların bombanın patladığı
0-Sıfır noktasına olan uzaklıklarına göre değişebilecektir...
Nükleer bombanın
patladığı 0-Sıfır merkez alınırsa, bunun çevresindeki 900 kilometrekarelik bir
alan içinde bulunan insanların hemen hiçbirinin kurtarma olanakları yoktur. Eğer
kentin doğal-coğrafi yapısı engebesiz, görece düz, ova benzeri bir alanı içeriyorsa,
bu 900 km.karelik alanın, 2000 km. kareye kadar uzanabileceği hesaplanmaktadır....
Bu koşullarda,
bir bölümü zaten ilk anda, basınç ve ısı dalgalarının etkisiyle hemen ölmüş ya
da ağır yaralanmış kent nüfusundan geriye kalan en az 70 bin kişinin de bu kez erken
radyoaktif radyasyon etkisiyle koşullu “Radyasyon Hastalığından”en geç bir ay
içinde yaşamlarını yitirecekleri öngörülmektedir... Ancak bu sayı, sonraki aylarda
daha da artacak ve büyük bir olasılıkla yüzbinlere ulaşacaktır...
Bu bölümü bir
kez daha somutlaştırırsak, 1 Megatonluk bir nükleer bombanın patlamasından sonra,
0-Sıfır noktasının çevresindeki ilk 1 Kilometrekarelik alan içinde binlerce rad’lık,
1.700 kilometrekarelik alan içinde en az 600 rad.’lık radyoaktif radyasyon bulunacak
ve buralarda canlı yaşam için hiçbir olanak, şans söz konusu olamayacaktır...
0-Sıfır noktasından sonraki 2.600 kilometrekarelik alanlar içinde ortalama 400 rad.’lık
bir radyasyonun bulunacağı hesaplanmaktadır. Bu orandaki bir radyasyon bile canlı
yaşam için çok kez öldürücü olabilmektedir... 0-Sıfır noktasından 350 kilometre
uzaklıklarda bile bulunabilecek radyasyon ortalaması 300 rad. dolaylarında olacaktır.
Burada aktardığımız
veriler hemen tüm araştırmacılar tarafından benimsenen ortalama bulguları
kapsamaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Kongreye sunulan raporda, 1
Megatonluk bir nükleer bombanın Detroit kentinin üzerinde patlaması durumunda 470.000
hemen ölüm, 630.000 ağır yaralı, San Francisco kentinin üzerinde patlaması
durumunda ise, 624.000 hemen ölüm ve 306.000 ağır yaralının olabileceği
öngörülmüştür... Federal Almanya’daki araştırmacılar da benzer çıkarsamalar
yapmışlar ve Münih ya da Hamburg kentlerinin üzerinde patlayacak 1 Megatonluk bir
nükleer bombadan sonra, ilk anda yarım milyon kadar insanın hemen, yarım milyon kadar
insanın da ağır yaralanmalar sonucu, izleyen günler içinde öleceği ve böylece, ilk
bir aylık bir zaman dilimi içinde yitirilen insan sayısının 1 milyonu bulacağı
hesaplanmıştır....
Bir nükleer
bombanın patlamasından sonra ortaya çıkan erken radyasyon etkileri içinde, yakın
yıllarda toplanan bilgilerle giderek daha çok önemsenen diğer sağlık sorununu, iyod131
radyoaktif izotopu üzerinden olacağı hesaplanmaktadır...
Doğal
koşullarda yeryüzünde pek bulunmayan, ancak nükleer patlamalardan sonra ortaya çıkan
ve ortalama 40-100 qm. büyüklüğünde partiküller-parçacıklar halinde, atom
mantarından veya radyoaktif dolu bulutlardan yeryüzüne düşen İyod131
izotoplarının çok geniş alanlara yayılabildikleri, buralarda otlayan hayvanların
etlerine ve sütlerine karıştıkları saptanmıştır...
Yarılanma süresi
dört hafta kadar olan bu radyoaktif iyod, hayvanların sütleri ve etleri aracılığı
ile kısa zamanda, çok geniş bir tüketici kitleye dağılabilmektedir... Ancak, bu
radyoaktif madde dolu sütleri içenlerde ya da etleri yiyenlerde, bir süre sonra
kanserleşme eğilimi taşıyan hastalıklı dokular ortaya çıkmaktadır... (Bu tür
sütlerin ve etlerin özellikle, küçük çocuklar ve gebe kadınlar için çok büyük
tehlikeler içerdiği kesinlikle bilinmektedir... Bu radyoaktif maddeyi içeren sütlerden
içen kadınlarda, ölüm doğumlar çoğalmakta, normal zamanında doğan çocukların
hemen tümünde, organ bozuklukları-deformasyonlar, beynin normalden küçük gelişmesi-mikrosefali
durumları ve geri zekalılıklar ortaya çıkmaktadır...
Nükleer bir
savaş sonrasının etkileri tüm bu anımsatılanlarla sınırlı kalmamakta, hatta bir
anlamda bazıları ancak bu aşamalardan sonra başlamaktadır...
Hekimleri en
çok ilgilendiren ve de özellikle vurgulamak gereğini duydukları sorunlar genellikle bu
dönemlerde ortaya çıkmaktadır...
Daha önce de değindiğimiz
gibi, gerek Amerika Birleşik Devletleri’nde ve gerekse de pek çok Batı Avrupa
ülkesinde, büyük kitle iletişim araçlarıyla sürdürülen çok yönlü
propagandalarla, oluşturulan yeni sağlık örgütlenmeleri aracılığıyla, nükleer
savaş bölgesinde bulunan insanlara olası en kısa zamanlarda her türlü yardımın
yapılacağı söylenmektedir...
Ancak, bir kez
daha vurgulanması gerekir ki, en gelişmiş sağlık düzenlerini, en kusursuz
biçimlerde kurmuş ülkelerde bile, böyle bir şeyin olasılığı tümüyle gerçek dışıdır...
İlk kez, nükleer
bombanın ya da bombaların patlamasından sonra ortaya çıkan büyük elektromanyetik
dalgaların etkisiyle, o kentteki tüm elektronik aygıtların, haberleşme düzenlerinin
ve bu arada hastane aletlerinin çalışmaları bozulacaktır. (En basit bir aspiratörü
ya da stalizatörü çalıştırmak olanak dışıdır... Günümüzde, bu artık çok
bilinen bir doğrudur. Hatta yine bu süreç içinde tüm bölgede otomobillerin motorları
bile çalışamaz duruma gelmektedir.)
Bu konuda yapılan
bir toplantıda, bir konuşmacı, nükleer savaş sonrası koşullarında, yerlilerin
kullandıkları duman ya da posta güvercinlerinin en güvenceli haberleşme yöntemlerini
oluşturacağını söylemiştir.
Ayrıca,
hastanelerin hemen tümü yıkılacak ya da kullanılamaz konumlara geleceklerdir. Sağlam
kalmış sağlık kuruluşlarındaki çalışma koşulları, birden en aza inecek,
buralardaki hasta-hekim ilişkisi tümüyle olanaksızlaşacaktır...
Bir nükleer
savaştan sonra, çok büyük sayılarda sağlık personeline gereksinim olmasına
karşın, bunların yüzde 80’i ölmüş ya da çalışamaz durumlarda olacaklardır...(Örneğin,
Hiroşima’da nükleer bomba patladıktan sonra, kentte göre yapan 150 hekimden 65’i
ve 1780 hemşireden 1654’ü diğer kentdaşları gibi hemen ölmüşlerdir... Sağlık
kuruluşlarının tümü ya bütünüyle ya da görece, çalışamaz, işlev göremez
düzeyde hasar görmüşlerdir...)
Bu konuda yapılan
genel çıkarsamada, yaşayan bir hekimin, günde yirmi saat çalışması koşulu ve her
bir hastaya ancak 5 ya da 10 dakikalık bir zaman ayırmasıyla haftalar, aylar boyu görev
başında kalması gerekmektedir...
Bu koşullar
altında, nükleer bir savaş geçirmiş bir toplumda, en sık rastgelinen sağlık
sorunları: ağır bulantı, kusma, halsizlik, kanamalar vb. gibi şikayetlerle süren çeşitli
derecelerdeki radyasyon belirtileri, şoklar, vücut, yüz göz yanıkları, geçici ya da
sürekli körlükler, kadınlarda ağır kanamalar, gebelerde düşükler, kafatası
kırıkları, bilinç bozuklukları, sinir kesikleri, felçler, ağrılı şikayetler, ...
ve tüm bunların üstüne üstlük pek çok cerrahi girişim, ameliyat zorunluluğu...
Belki tüm bunlardan da önemli ve zor olanı, bunların ameliyat sonrası bakımları...
Serum, antibiyotik, hatta temiz su bulma zorluğu... ya da olanaksızlığı...
Bir nükleer
bombanın patlamasından sonra ortaya çıkan radyasyonlar, insanların en çok çeşitli
mikroplara karşı dirençlerini, bağışıklıklarını sağlayan ak kan hücrelerini,
trombositlerini ve bunların çoğunun üretim yeri olan kemik iliğini tahrip
ettiklerinden, radyasyon etkisinde kalanlarda, bunlar şayet hemen ölmemiş ve de hala
yaşamayı sürdürüyorlarsa, ağır mikrobik hastalıklar, kanamalar ve bunlarla
koşullu büyük salgınlar ortaya çıkmaktadır...
Amerika Birleşik
Devletleri’nden, iki ünlü araştırmacı, Abrams ve Kaenel, bu dirimsel noktaya
değinmişler ve bir nükleer bomba patlaması sonunda, yaşayabilenlerin en az, yüzde 15
ile 25’inin izleyen günlerde ortaya çıkacak salgın hastalıklardan yitirileceğini
belirtmişlerdir...
Tüm bunlara,
ayrıca, ağır yanıklar sonucu ortaya çıkacak yangılar-iltihaplar-infeksiyonlar ve
şoklar eklenince, genel durum gerçekten de çok daha olumsuz boyutlara ulaşacaktır...
Bu tür salgın
hastalıklara tutulmuş ya da ağır yanıkları olanların kurtulmaları için, bunların
haftalar ve aylar boyu ameliyathane salonlarından bile çok temiz-steril özel bakım
odalarında, sürekli serum ve antibiyotik tedavi altında tutulmaları gerekmektedir...
Ancak, bir nükleer savaş geçirmiş bir ülkede, bir kentte bu tür olanakların
bulunması olasılığı hemen yok denecek düzeyde azdır.
Bu koşullarda,
büyük özen gösterilmesi gerekli yüz binlerce hastanın-yaralının bakımı, en
gelişmiş ülkelerde bile düş olmanın ötesine gidememektedir. Bu açık ve yalın gerçeğin
belleklerden çıkmaması gerekir. Yine Hiroşima ile Nagazaki’yi anımsarsak,
buralarda, pek çok hasta, salt içecek temiz musluk suyu bulamadıkları için yitip
gitmişlerdir... Sorun bu denli çıplaktır...
Buraya değin
anımsatmaya çalıştıklarımıza birinci elden tanık olmuş, içinde yaşamış,
ünlü Japon hekimi Shuntara Hida’nın anıları-gözlemleri; gerçekleri somutlaştırmamıza
biraz daha yardım edebilir...
Günümüzde,
Japonya’daki Atom ve Hidrojen Bombalarına karşı olan barış kuruluşlarının genel
başkanlığını sürdüren ve 1982 yılında Batı Avrupa ve Federal Almanya’da
başlayan büyük barış hareketlerine katılmak için bu yaşlı anakaraya gelip
buradaki barışsever dostlarıyla da kucaklaşan Dr.Shuntara Hida, genç bir askeri hekim
olarak, Hiroşima Asker Hastanesi’nde görevliyken, atom bombasını ve bunun yaptığı
çeşitli etkileri yakından görmüş...
Öykünün
gerisini Dr.Shuntara Hida’nın ağzından dinleyelim:
1945 yılı,
5-6 Ağustos gecesi, görevli bulunduğum Askeri Hastane’nin 3 km.kadar uzağındaki
Hesaka köyünden acil bir olay için çağrıldım. Bu nedenle de hastaneden ayrıldım
ve yakındaki köye gittim. Yoksa, ben de sizlere bu anıları anlatacak durumda
olamayacak, Hiroşima kurbanları arasında bulunacaktım...
6 Ağustos günü,
saat 08.15’te uzakta bir bombanın patladığını gördüm. Bu milyonlarca şimşeğin
bir anda çıkması gibi bir şeydi. Bunu, olağanüstü bir sıcaklık dalgası ve birkaç
saniye sonra da, orkan benzeri ve etkisine dayanılması zor bir basınç dalgası
izledi... Bulunduğum köyün evleri, bu basınç dalgasının etkisiyle ezildiler,
dağıldılar... Hemen önümdeki bir evin damı
havalandı ve 10 metre kadar öteye uçtu...
Bulunduğum
yerden, atom mantarının büyüdüğünü ve yükseldiğini gördüm. Bu büyük mantar,
yükseldi, yükseldi, çeşitli renklere dönüştü, yine yükseldi, tüm Hiroşima’nın
üstüne dağıldı...
Ben bir askeri
hekim olarak, hemen bulunduğum köyden yanan kente doğru koşmaya başladım... En kısa
zamanda, bana, hekime gereksinimi olan insanların yanına koşmak,onlara ulaşmak
istiyordu... Ancak, yarı yola gelmeden ilk kurbanlara rastgelmeye başladım. İlk anda,
bunların korkunç yaratıklar olabileceğini düşündüm... Çünkü bunların, ne
kadın, ne erkek, ne yaşlı, ne genç, ne sivil, ne de asker olduklarını anlamak mümkün
değildi... Bunların tüm bedenleri, derileri yanmış, kavrulmuşlardı. Bunlar,
kanamayan ve kokan bir et yığına dönüşmüşlerdi... Sonra diğer kurbanları,
önceleri tek tek, sonra da yığınlar halinde görmeye başladım... Hemen tüm kent, bu
tür yanmış, kavrulmuş, kömürleşmiş insanlarla doluydu... Bunların kimilerinden
iniltiler, çığlıklar çıkıyordu. Bazıları su... su... diye yalvarıyorlardı...
Yollar cesetlerle doluydu. Yığılmış cesetlerden ve yıkıntılardan yolda yürümek
mümkün değildi. Bu nedenle, ben de hemen Ohta Irmağına atladım ve yüzerek kent
merkezine gelmeye çalıştım... Ancak tüm kent alev denizine dönmüştü. Her taraf
ateş, duman, is içinde yanmış insan eti kokuyor, çığlıklar, iniltiler tüm kenti
kaplıyordu...
Kent merkezinde
yapacak bir iş, barınabilecek bir yer bulamayınca, geldiğim Hesaka köyüne dönüp,
orada bir sahra hastanesi örgütlemeyi kararlaştırdım... Köyün ilkokulunda, böyle
bir sağlık merkezi kurmaya çalışarak, eldeki tüm olanakları kullanıp gece gündüz
yaralılara yardım etmeye, onlara bir şeyler vermeye çalıştık...
On gün sonra
Japonya, koşulsuz teslim oldu... Ve “barış” yapıldı. Ancak, atom bombası
kurbanları için, barış hiçbir zaman gelmedi...
Biz, tüm
olanaklarımızla, yaralılara yardım etmeyi sürdürdük. Bazı yanık vakaları, hatta,
bazı ağır yaralar bile düzelmeye yüz tuttu.
Ancak, başlangıçtaki
bu sevindirici gelişmeler, sonradan hepimizi üzüntülere boğmaya başladı...
Radyoaktivite
etkisinde kalmış insanlar, derilerindeki yaralar düzelmiş olsa da, daha sonra birden
ölüyorlardı...
Hiç unutmayacağım,
genç bir ananın yaraları hemen tümüyle iyileşmişti... Sonradan ne oldu
anlayamadık, birden öldü... Sahra hastanesi konumuna getirdiğimiz ilkokulda yerlerde
yatan insanlar, birbiri ardından ölmeye başladılar...
Başka bir genç
kadın, kucağındaki küçük bir çocuğuyla geldi: “Doktor bey, bana yardım edin...
diğer üç çocuğumu kurtaramadım, öldüler. Ancak bunu kurtarabildim... biraz yaralı
ama yaşıyor.. bunu kurtarın. Bana, çocuğa yardım edin... bu yaşasın doktor bey..
ne olur, doktor bey...” diye durmadan yalvarıyordu...
Ne yapacağımızı
şaşırmıştık. Ne yapabilirdik ki? Elimizden gelenleri ardımıza koymayarak, bir
yapmaya çalıştık. Ancak çocuk, anasının kolları arasında yitip gitti... Ana çok,
ağladı. Çok üzüldü Ancak, o da yapılacak bir şeyin olmadığını anladı. Bize
anlayışlı davranmaya başladı. Onun da yaraları artık düzeliyordu... Bizim yanımızda
kalarak, hastane işlerinde bizlere yardım ediyordu... Ancak, birkaç gün sonra birden
tüm saçlarının, kirpiklerinin dökülüp,ağzından ve burnundan kan boşanarak 15
dakika içinde öldüğünü duydum.. Kimse bir şey yapamamış, birden cansız yere düşüvermişti...
Bu süreç
içinde pek çok benzer olayla karşılaştım. Bir subay arkadaşım, karısı ile
birlikte, bombanın ışığını görmüşler ve görünürde çok yüzeysel yaralarını
göstermek için, bizim sahra hastanesine uğramışlardı... Yaraları ayakta tımar
edildikten sonra, evlerine gittiler... Genel durumları çok iyiydi... Fakat, iki hafta
sonra, ikisinin birden, ağız ve burnundan kan boşanmaya başlamış ve her ikisi de 20
dakika içinde cansız yere düşmüşler...
Klasik savaş
araçları, pek çok insanı, savaşta ya da savaş gerisinde öldürüyor. Ancak, atom
silahları ve bunların getirdiği çok yönlü sağlık bozuklukları, insanları, savaş
sonrasında, “barış” dönemlerinde de öldürmeye devam ediyor...
Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları salt
insanları öldürmekle kalmamış, ölümden kurtulan pek çok insanda büyük
toplumsal-ruhsal sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur...
Bu insanlara
bugün Japon dilinde Hibakusha adı verilmektedir...
Hibakusha, Hiroşima
ve Nagazaki’de atom bombası saldırısından sonra, ölmeyip, aldıkları büyük
bedensel ve ruhsal yaralarla yaşamlarını büyük zorluklar içinde sürdürmeye çalışan
insanlara verilen addır...
Japonya’da
1981 yılında yapılan özel bir sayımda, halen (1981 yılında) yaşayan en az 300.000
kadar Hibakusha’nın bulunduğu saptanmıştır.
Hibakusha’ların
en az yüzde 60 kadarı ağır bedensel hastalıklar göstermekte ve de her yıl bunlardan
2500 kadarı genellikle çeştili organ kanserlerinden ölmektedir.
Hibakusha’lar
bazı törenlerde, “büyük barış kahramanları” olarak tanıtılmış olmalarına
karşın, bunların gerçek yaşamları, bugün bile büyük yoksulluklar, acılar, hatta
açlık içinde geçmektedir.
Bunlardan
büyük bir bölümü, ömürleri boyunca hemen hiçbir yerden, hiçbir yardım
alamamışlar, hiçbir iş bulamamışlardır... (Hekim, hastane giderlerini bile çok kez
kendileri karşılamak zorunda kalan Hibakusha’ların hemen tüm geçim olanağı
dilencilik ve “bir türlü iyileşmemiş yaralalarının” resimlerin çektirerek ABD’li
turistlerden topladıkları bahşişler olmuştur.
Amerika Birleşik
Devletleri’yle 1951 yılında yaptığı ek bir barış anlaşmasıyla, ABD’deki tüm
yaralıların acı ve tedavi gidelerini ödemekle yükümlenen Japonya hükümeti
sorumluları, Hibakusha’ların bu anlaşma hükümleri kapsamında girmedikleri gereçesiyle,
bundan böyle, bunların ne sağlık, ne de bakım giderlerini üstlenme gereğini
duymuştur. Bu koşullarda, Hibakusha’lara devlet eliyle yapılan hemen tüm yardımlar
kesilmiştir...
Ancak demokrat,
barışsever Hiroşima’lı doktorların, 1955 yılından sonra kurdukları, “Hiroshima
City Council” sağlık örgütü, olanakları ölçüsünde, az sayıdaki hastaların
bakımlarını üstlenmeye çalışmıştır... Ayrıca, bizzat Hibakusha’lardan K.
Yoshuka ile yazar S. Toge ve T. Tamashira’nın birlite örgütledikleri, kimi küçük
çaplı yardım kuruluşları, bunlara birazcık olsun inasan onuruna yakışan
yaklaşımlarda buhunmaya başlamışlardır...
Günümüzde
bile, Hibakusha’ların yaşam koşulları ve çektikleri maddi-manevi acılar, “Japon
mucise”sinin ardında saklanmaya, unutturulmaya çalışılan, insanlık tarihinin en
acı bölümlerinden birini oluşturumaktadır.
Ancak, bir
nükleer savaş sonrası ortaya çıkan sağlık sorunları yine de bitip tükenmemektedir.
Örneğin, böylesi bir yıkımdan sonra ağır ya da hafif bedensel yara almış ya da hiç
yaralanmadan kurtulabilen pek çok insanda izyelen aylar ve yıllarda çeşitli ruhsal
aksaklıklar, davranış bozuklukları ortaya çıkmaktadır... (Böylesine bir yıkımı
yakından görenler, bu olağanüstü boyutlardaki yaşantıyı çok kez ömürleri
boyunca unutamamaktadırlar.
Bu koşullar
altında, insanlada pek çok değer ölçüsü yitirilmekte, önceden büyük anlamları
olan kişisel, toplumsal, kültürel öğeler yitip gitmektedir. Gerçekten, günümüzde
bile, sürekli bir nükleer savaş tehlikesi altında yaşamanın getirdiği belki de en büyük
sakıncalardan biri, insanların toplumsal değer ölçülerine olan güvenlerinin sarsılmasından
kaynaklanmaktadır. Diğer bir demeyle, bu koşullarda, insanlar, tarihe, insan
toplumlarına kültüre olan güvenlerini yitirmektedirler.
Nükleer savaş
sonrası görülen en önemli davranış bozuklukları, çok kez ömür boyu süren
nörotik şikayetler, duygusal küntlükler, unutkanlıklar, uykusuzluklar, kimi zamanlar
intihar girişimlerine kadar uzanan ağır korku ve depresyonlar, yeni yeni yıkımların
gelmesini bekleme biçiminden ortaya çıkan sancılar, hezeyanlar, paranoid yanılsamalı
düşünceler, ağır psikoz durumlarıdır...
Ayrıca,
bunlara, kendilerinde ve yakınlarındaki ağır bedensel yaralanmalar, kusurlar,
deformasyonlar olan insanların ruhsal durumları da eklendiğinde, genel durum daha da açık
somutlaşabilmektedir.
Yakınlarını
yitirmiş, çocuklarının kömürleşmiş cesetlerini günlerce kucaklarında taşımış
anaların içinde bulundukları suçluluk duyguları, ruhsal bunalımları bugüne değin
hemen hiç düzelmeden süregelmiştir...
1977 yılında
Japonya’da yapılan bir uluslararası Kongrede daha önce sürdürülen ayrıntılı
araştırmalara ek olarak içinde bulundukları bedensel-ruhsal durumları “yaşam ve
ölüm” arasında gidip gelme olarak nitelendiren 470 hastanın şikayetleri yeniden
saptanmış ve tüm bedensel, ruhsal belirtilerin 62 temel grup altında toplanmasına
karar verilmiştir.
1- Sürekli hafif üşümeler, sıklıkla nezle benzeri hastalanmalar
2- Burun akması, burun tıkanıklığı, hapşırmak
3- Öksürük, kanlı salgılar, kanlı balgam
4- Gırtlakta ağrı ve şişkinlik duygusu
5- Ses kısıklığı
6- Astım kirizlerine benzer soluk alıp verme yakınmaları
7- Yüzde, bacaklarda şişkinlikler, ödemler (ellerde)
8- Kalp çarpıntısı, aritmi, ekstrasistol...
9- Solup alıp verme, merdiven çıkma, koşma zorluğu
10- Göğüste ağrılar...
11- Ellerin, ayakların, parmakların, burnun, vücudun sivri
yerlerinin morarması, üşümesi, hissizleşmesi
12- Bacakların, ellerin birden kızarması, şişmesi, morarması,
beyazlaşması
13- Tüm bedenin birden titremesi-terlemesi... Yüzde ve göğüste
yanma, ya da ateş basması duygusu
14- Sıklıkla ağır baş dönmeleri
15- Başdönmesi sonucu yere düşmeler, bayılmalar
16- Baş ağrıları
17- Başta ağırlık duygusu...
18- Bedende, bacaklarda güçsüzlük, kuvvetsizlik
19- Berceri, yetenek yitimi. Bunlar kimi zaman gelip geçici, kimi
zaman sürekli ve kalıcı olabilmektedir...
20- Sabahları yataktan kalkmama, kendini yorgun hissetme, ya da
zorlukla kalkma...
21- Gözlerin ışığa karşı aşırı duyarlı duruma gelmesi...
Kimi zamanlar parlak ışığa hiç bakamama... gözlerin çabuk yorulması
22- Görme gücünün azalması...
23- Gözlerin önünde sürekli ya da geçici sinek uçar gibi
şeyler gösterme...
24- Sıklıkla çift görme...
25- Sıklıkla işitme zorluğu... kulakların işitme gücünün
azalması... uğultu duyma
26- Kulak yollarında tıkanıklık duygusu... Ya da sıklıkla
kulak yollarının fazla akıntı ile tıkanması
27- Ense sertliği... omuzlarda sertlik... ağrı...
28- Kolların, bacak kemiklerinin, eklemlerin ağrılı şişliği
29- Bilinç bulanıklığı... Bayılma duygusu... ya da gerçekten
bayılmalar
30- Kekemelik ve benzeri konuşma bozuklukları
31- Bedenin ve ellerin titremesi
32- El ve ayak kaslarında kasılmalar, ağrılar...
33- Sıklıkla idrar etme duygusu... Normal idrar etmede artış
34- Ağrılı idrar etme...idrar ederken ağrı duygusu...
35- Sıklıkla susama duygusu... Çok su içilmesine karşın
dindirilemeyen bir susuzluk
36- Diş etlerinde, burunda, deri ve mukozadan, dışkı kan gelmesi
37- Çeşitli deri döküntüleri... İltihaplar, kaşınmalar,
ağrılar
38- İlaçlara, kokulara, güneş ışığına.. vb. gibi hemen her
türlü dış uyaranlara karşı aşırı duyarlılık
39- Diş etlerinde
şişme ve ağrılar... kanamalar
40- Ağız boşluğunda, ağız mukozasında ağrı, yangı, iltihap
41- Bulantı, kusma ile birlikte ya da tek başına güneş
yansımasına benzer deri döküntüleri...
42- Karın ağrıları...
43- Karnın yukarı kısımlarında aşırı ağrı...
44- Karında, barsaklarda şişkinlik, gaz.
45- Sarılık
46- Aşırı zayıflık yada şişmanlık...
47- Cinsel güçsüzlük.... Cinsel istemde küntleşme...
48- Unutkanlık...
49- Kan-damar dolaşım bozuklukları... Beceri yitimi..
İrade-istem azalma ve zayıflaması...
50- Çabuk heyecanlanmalar, kızgınlık nöbetleri...
51- Depresyonlar...
52- Korku, sıkıntı, huzursuzluk
53- Mide-barsak, kalp-damar sistemlerinden nörotik yakınmalar
54- Dürtü yitimi, ilgisizlik, unutkanlık...
55- İlgisizlik, gerçek yaşamdan kopukluk
56- Diğer insanlara karşı aşırı bir kuşku, huzursuzluk,
korku...
57- Uykusuzluk...
58- Diğer insanlara güven yitimi
59- Yaşamı hep olumsuz yönlerinden görme, toplumsal değer
ölçülerinin yitimi... umutsuzluk
60- Yalnızlık duygusu, depresyonlar
61- Çeşitli psikozlar, hezeyanlar, davranış bozuklukları
Günümüzde bile bazı politikacılar, nükleer bombanın
patladığı yerlerden biraz uzaklarda, küçük bir sığınakta kapalı kalan
insanların birkaç haftalık bir dönemden sonra yeniden normal yaşam koşullarında dönebileceklerini
ve bunun için de, evlerinin altında, bahçelerine küçük sığınaklar yapmalarını
öğütlemektedirler.
Bu savlar, kuşkusuz çok yönlü yanlışlıklar içermektedir.
Ancak bunların bir kısmı, yazık ki yaşanarak sınandı ve gerçeklerin ne denli kıyıcı
olduğunu görmek isteyen tüm dünyalıların gözleri önüne sergilendi.
Amerika Birleşik Devletleri, 1954 yılında Pasifik Okyanus’unda
yeni bir nükleer bomba denemesi yapmış ve bunun, söylencelere göre rüzgarların aniden yön değiştirmesi gibi
bazı “küçük” beklenmeyen ya da sorunları daha yakından inceleyebilmek için
bilerek göz ardı edilen etkileri Bikini-Marshall adaları yerlerinde görülmeye başlanmıştır.
Ada yerlilerinde ilk kez deri-cilt, mukoza yaraları, saç
dökülmeleri, kemik ve tiroid bezi büyümeleri, deformasyonları ve de bunları izleyen
çok sayıda kanser olaylarına rastgelinmeye başlanmıştır.
Ada yerlileri
hemen başka yerlere taşınımış ve iki yıl kadar sonra, Ada’da en duyarlı
aygıtlarla yapılan tüm araştırmalarda hiçbir radyoaktif maddenin kalmadığı
saptandıktan sonra yine de bir süre daha beklenmiş ve sonunda 1958 yılında yerliler
yeniden eski adalarına geri getirilmişlerdir.
Fakat oldukça kısa bir süre sonra ada yerlilerinin yeniden
hastalandıkları ve bunların dışkı ve idrarlarında yoğun bir düzeyde Zelsium ve
Strencium radyoaktif maddelerinin bulunduğu saptanmıştır. Yerlilerde yenden deri,
mukoza bozuklukları, saç dökülmeleri ve başta tiroid olmak üzere çeşitli organ
kanserleri görülmeye başlamıştır.
Araştırmacılar, bu yeniden radyoaktif yüklenmenin, yarılanma
süreleri ortalama 29-30 yıl kadar olan bu maddelerin yeşil bitkiler tarafından
topraktan alındıkları ve meyvaları aracılığıyla yeniden insanlara geçtikleri
şeklinde yorumlar getirmişlerdir.
Ancak, gerçek çok açıktır. Görece küçük çaplı bir nükleer
bombanın patlamasından sonra, oldukça uzaklardaki bir adaya düşen radyoaktif
serpintiler bile, buraları uzun yıllar yaşanamaz hale getirmektedir. Bugün yapılan
yaklaşımlarda, bu adaların en az 30 yıl insan ve hayvan yaşamı için büyük
tehlikeler içereceği yolundadır.
Bu olguyu, başka bir araştırmacının bulgularıyla dünya
ölçeğinde somutlaştırırsak... Örneğin, İngiliz röntgen uzmanı Goggle-Lindop,
bir nükleer savaştan sonra yeryüzünde yaşama olanağı bulabilen insanlardan en az 13
milyon kadar insanın ömür boyu kısır kalacağını ve böylesi bir savaşı izleyen
100 yıl içinde de doğacak çocuklardan en az 6,4 ile 16,3 milyon kadarının sakat ve
eksik organlı olacaklarını söylemiştir.
|