KİMYASAL, NÜKLEER, BİYOLOJİK
SAVAŞ VE HEKİMLİK

 

HEKİMLER VE NÜKLEER SAVAŞ*

Nükleer silahlar ve insanlık uzun süreler birlikte ve bir arada varolamazlar...

B.Lown-ABD

            Sorunun buraya kadar ki bölümüyle, nükleer bir savaşta kuşkusuz, hekimlerin hiç de özel bir konumlarının varlığından söz edilemez. Bu koşullarda, hekimler de diğer tüm gezegenlilerin yazgılarını ve sorumluluklarını ayrıcalıksız paylaşma durumundadırlar...

            Fakat, sorun bununla bitmemekte ve özellikle son yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Batı Avrupa ülkelerinde artan nükleer savaş tehlikesiyle birlikte geniş halk yığınlarında gittikçe çoğalan korkuları ve direniş hareketlerini bastırmak amacıyla, büyük girişimlerle, bir tür sivil savunma ya da “Büyük Yıkım Hekimliği” (Katastrophenmedizin) gibi yeni sağlık örgütlenmeleri oluşturmaya başlanmıştır.

            Kimi hükümet yetkilileri, buralarda, taşra politikacısı kurnazlığıyla, bir yandan, olası toplumsal bir paniği önlemek amacıyla, bu yeni sağlık örgütlenmelerinin gerçek niteliklerini kamuoylarından gizlemeye çalışılırken, öte yandan da, özünde sıradan bir ilk yardım kuruluşu niteliğini aşmayan bu tür örgütlenmeler aracılığıyla, olası bir nükleer savaşın bazı “küçük önlemlerle” kolayca atlatılabileceği, yaralananlara ise en kısa zamanda hemen her türlü büyük sağlık hizmetlerinin sunulacağı yolunda, her şeyi toz pembe gösteren, yaygın yayınlar üreterek insanların korkularını bir ölçüde olsun gidermeye çalışmaktadırlar...

            Politikacıların, hekimler adına, nesnel doğruları yansıtmayan bu tür konuşmaları giderek tüm sağlık emekçileri arasında büyük tepkilere yol açmış ve bunun uzantısında, büyük kitle iletişim araçları aracılığıyla, sorunların ne denli çarpıtıldığını, insanların en saygısal korkularının ne denli sömürüldüğünü, geniş halk yığınlarına anlatmak amacıyla, hekimler, gerek kendi aralarında, gerekse de, diğer barış kuruluşlarıyla birlikte etkin bir çalışmaya başlamışlardır...

            Burada sorun, hekimler ve diğer tüm sağlık emekçileri için ilk kez, bir insan olarak, gezegenin tüm biyolojik ve kültürel varlığını tahrip edebilecek böylesi bir nükleer varlığını tahrip edebilecek böylesi bir nükleer savaş olasılığına karşı tavır almak, öte yandan, konunun kendi adlarına, kamuoyunun maddi ve manevi sömürü aracı yapılmasına karşı gerekli somut yanıtları vermek giderek artan bir insanlık, bir meslek ve bir ahlak zorunluluğuna dönüşmüştür...

            Bu amaçla; “Nükleer Savaşa Karşı Uluslararası Hekimler Birliği” çalışmalarını çok boyutlu olarak genişletmek kararını almış ve dünyanın hemen her yerinde yeni örgütlenmeler, eylemler öngörmüştür...

            Buralarda, çeşitli uluslardan gelen hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin, psikologların oluşturdukları örgütlenmeler, ırk, din, dil, cins, yaş, meslek ayrıcalığı yapmadan tüm insanlara çağrı yaparak, yürüyüşler düzenleyerek, konferanslar, yayınlar üreterek, olası bir nükleer savaşın ve bunu izleyen günlerin getireceği sorunları belgeleriyle dünya kamuoyuna anlatmaya çalışmaktadırlar...

            Fransa’da, Paris’te yapılan, hükümet sorumluları ile hekimler arasındaki bir toplantıda “resim ağızlar”ca nükleer savaş tehlikesinin ve ardından gelecek sakıncaların hiç de bu denli korkulacak ve abartılacak şeyler olmadığının söylenmesi üzerine, orada bulunan nükleer savaş karşıtı bir hekim, “öyleyse bu büyük yıkım hekimliğini neden örgütlenme gereğini duyuyorsunuz... Yoksa, Eyfel Kulesi’nin yakınlarda bir yanardağa dönüşüp tüm Paris üzerinde lav kusacağından mı korkuyorsunuz?” diye sorunca, “resmi ağızlar” bir daha bu tür toplantılara katılmamak üzere, salonu terk edip gitmek zorunda kalmışlardır...

            Bugün, IPPNW (International Physicians for the Prevention of Nuclear War)- Nükleer Savaşa Karşı Uluslararası Hekimler Birliği adlı meslek kuruluşunun ortaya çıkış öyküsü, gerçekte yirmi yıl öncesine kadar uzanmaktadır...

            Bu kuruluşun ilk çekirdeği, 1962 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Boston kentinde, PSR (Physicians for Social Responsibility) Hekimlerin Toplumsal Sorumluluğu adı altında örgütlenmiştir. Aynı yıllarda, sonradan IPPNW’nin temelini atacak olan saygın bilim adamlarından ünlü kalp hastalıkları uzmanı Prof.Dr.Bernard Lown, New England Journal of Medicine (NEJM) adlı yayın organında, “Termonükleer Bir Savaş Sonrası Hekimlik” adı altında seri yazılar yayınlamıştır.

            Ayrıca, bu kuruluş, 1964 yılında, nükleer silahların üretimlerinin durdurulması eylemlerinde de etkin katılımlarda bulunmuştur.

            Ancak daha sonraki yıllarda, bu kuruluş uzun süreler önemli bir etkinlik gösterememiştir.

            Daha sonra, Avusturalya’lı çocuk hastalıkları uzmanı Helen Caldiott. Fransızların Güney Pasifik Adalarında sürdürdükleri atom bombası denemelerine karşı bir kampanya başlatmış ve 1979 yılından sonra da PSR nükleer enerji santrallarının ve tüm atom küllerinin toplum sağlığına getirdiği büyük sakıncalar üzerine önemli kamuoyu duyuruları yapmıştır...

            Bernard Lown, 1979 yılında, Sovyetler Birliği’nden özel arkadaşı, bir diğer ünlü kalb hastalıkları uzmanı Jewgeni Tschasow’a gönderdiği mektupta, artan soğuk savaş gelişmeleri ve nükleer silahların getirdiği tehlike sonucu ulaşılan uluslararası ortamda insanların geleceği üzerine kaygılarını dile getirmiş ve Nükleer Bir Savaşı Önlemek İçin Hekimlerin birlikte çalışmalarına katkıda bulunmasını istemiştir...

            Bernard Lown, Jewgeni Tschasow’a yazdığı mektubunda özetle şöyle demiştir: ‘Son birkaç yıldan beri dünyadaki silahlanma harcamaları görülmemiş düzeylerde artmıştır. İnsanlık tarihinde, 1978 yılında, bu alanda görülmemiş trajik bir rekor kırıldı. Ancak yazık ki, insanlar bu durumu çok az önemsiyorlar. Dünyada askeri harcamalar için ayrılan giderler günde bir milyar doları bulmuştur. Bu gelişmelerin uzantısında, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna ulaşmadan, dünya bir termonükleer yıkımla karşılaşabilir... Buna karşın, hekimler bu konuda yeterli ilgiyi göstermiyorlar. Kanımca, bu konuda insanları uyarmak da bizim mesleki sorumluluk alanımıza girmektedir... Hekimlerin, toplumları uyarmada, etkilemede özel ve önemli bir etkinliklerinin bulunduğuna inanıyorum... Sovyetler Birliği’nden, Amerika Birleşik Devleri’nden, Japonya’dan gelebilecek hekimlerden oluşturulacak bir konferansın, nükleer silahların getireceği tehlikeler üzerine dünya kamuoylarını uyarmada oldukça etken olacağı  kanısındayım...’

            Nükleer Savaşa Karşı Uluslararası Hekimler Birliği’nin 1980’de Boston’da düzenlediği ve içlerinde 4 Nobel ödülü sahibi hekimin bulunduğu konferansta, 700 kadar sağlık emekçisi, nükleer savaşın sakıncalarını, ölümcül etkilerini ayrıntıları ile tartışmış ve sorunun önemini “İnsanlığın Karşılayacağı Son Epidemi-Salgın” başlığı altında basına, dünya kamuoyuna duyurmuşlardır. (Toplantının kapanış bildirgesi, zamanın ABD başkanı J.Carter ile SSCB KP.Genel Sekreteri L.Brejnev’e gönderilmiştir).

            Başkan Carter, bu konuda, Beyaz Saray’da bir tartışma açılmasını istemiş, Brejnev, kendisine gelen mektubun tam metin halinde Pravda’nın birinci sayfasında yayınlanmasını sağlamıştır...

            1980 yılı Aralık ayında İsviçre’nin Genf kentinde yapılan toplantıda (Nükleer Savaşa Karşı Uluslararası Hekimler Birliği’nin temeli dünya ölçeğinde genişletilmiş ve ABD’den B.Lown, J.Muller ve E.Chivian ile SSCB’den J.Tschasow, L.İljin ve M.Kusin kuruluşun başkan ve başkan yardımcılıklarına getirilmişlerdir...

            Buradan, tüm dünyadaki, 3 milyondan fazla hekime yapılan çağrıda, gezegenimizi bir nükleer savaştan korumak amacına yönelik çalışmaların salt bir insanlık sorunu değil, mesleki bir zorunluluk ve görev olduğu anımsatılmıştır.

            Bernard Lown, 1981 yılı Mayıs ayında, Jewgeni Tschasow’a gönderdiği yeni bir mektupta, nükleer savaşa karşı mücadele sürdüren hekimlerin büyük başarılar sağladıklarını vurgulamış ve ABD’de Nisan 1981’de yapılan bir konferansa 1200 delegenin katıldığını, benzerlerinin Chicago, Los Angeles ve Cleveland’da da sürdürüleceğini, ayrıca öğrenciler için de eğitici seminerler düzenlendiğini yazmıştır...

            1981 yılında, Nükleer Savaşa Karşı Uluslararası Hekimler Birliği’nce, ABD’de, Kanada’da, Japonya’da, İngiltere’de ve Federal Almanya’da 1981 yılı  gözünde Hamburg kentinde düzenlenen toplantıya 4000’den çok sağlık emekçisi katılmıştır...

            Sovyetler Birliği’nde, Dünyayı Nükleer Bir Savaştan Koruma Birliği’nin düzenlediği toplantıya 20.000 hekim ve bilim adamı katılmışlardır...

            Tüm bu gelişmeler uzantısında, 1981 yılında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO), konuyu gündemine almış ve ayrıntılı bir çalışma yapılmasını istemiştir... Sorun ayrıca, yine Dünya Sağlık Örgütü üzerinden, Birleşmiş Milletler’e iletilmiş ve üzerinde önemle durulmasının gereği vurgulanmıştır...

            Nükleer Savaş Karşı Uluslararası Hekimler Birliği’nin II.Kongresi 1982 yılı 3-6 Nisan tarihleri arasında İngiltere’de Cambridge’de yapılmıştır.

            1983 yılı Mayıs ayında, Dünya Sağlık Örgütü sorunu yeniden gündemine getirmiştir...

            Nükleer Savaş Karşı Uluslararası Hekimler Birliği’nin 3.büyük toplantısı Haziran 1983 tarihinde Amsterdam’da toplanmıştır. Bu toplantıya, Dünya Sağlık Örgütünden Dr.Lambo, Birleşmiş Milletlerden Genel Sekreter Perez de Cuellar, Katolik ve Yunun Ortodoks kilisesinden temsilciler, ABD ve SSCB’den hükümet sorumluları, İsveç’ten başbakan Olof Palme, ABD’den emekli amiral D.N.Gayler, Federel Almanya’dan SPD’li Egon Bahr, gibi uluslararası düzeyde tanınmış kişiler katılmışlardır... Toplantıda özellikle Batı Avrupa ülkelerine yerleştirilmek istenen ABD Pershing II füzelerinin getireceği sorunlar tartışılmış ve bunun Avrupa Anakarası için gerçek bir intihar anlamına geldiği vurgulanmıştır...

            İçinde yaşadığımız günlerde de,dünyanın hemen tüm demokratik ülkelerinde, bu büyük uluslararası kuruluş içinde çalışan hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin sayısı giderek çoğalmakta, etkinliği artmaktadır...

            Yazar ve filozof Günter Anders’in 1982 yılında Viyanada önerdiği kamuoyu açıklaması 6000 hekim tarafından benimsendi, onaylandı ve imzalandı. Bu açıklamada özetle şöyle denilmektedir...

Sevgili hastalar,
Bizler açıklarız ki...
Bir atom savaşından sonra,
Hiçbir hekim,
Hiçbir sağlık kuruluşu,
Hiçbir hastane,
Sizlere en küçük bir yardım yapabilme
Yeteneğinde, olamayacaktır...
Bizler de sizler gibi öleceğiz...
Bir atom savaşı,
Atom roketlerini çoğaltarak,
Ve karşı tarafı tahrik ederek başlatılır...
Atom roketlerini yok edelim...
Bu gerçek, sizleri, sizlerin çocuklarını ve sizlerin
Çocuklarının çocuklarını çok yakından
İlgilendirir kanısındayız...
Yurttaş, insan ve ana-baba olarak,
Avrupa topraklarını atom silahlarından
Arındıralım...

            Günümüzde olası bir nükleer savaşın ortaya çıkaracağı büyük yıkım ve sağlık sorunlarını tüm boyutlarıyla  tek bir çalışmanın sınırları içinde, göreceli de olsa, tartışmak hemen hemen olanaksızdır...

            Sorun çok geniş kapsamlıdır. Ve bu gerçeğin uzantısında, bu alanda yapılan yayınlar, bilimsel tartışmalar, konferanslar ya da söyleşiler üzerinde, zorunlu olarak konunun ancak belli önemli noktaları irdelenebilmektedir...

            Ancak sorunlara değişik açılardan yaklaşan çeşitli araştırmalarla toplanan bilgi birikmelerini uzantısında, amaçlanan genel bir bütünlüğe ulaşmak mümkün olmaktadır...

            Gerçekten, günümüzde üretilen nükleer silahların etkinlik, tahrip güçleri yanında, Hiroşima ile Nagazaki’de kullanılanlar bir anlamda ancak folklorik bir değer taşımaktadırlar. Hiroşima ile Nagazaki örneklerinden devinerek, günümüzde olası bir nükleer savaşı tartışmak oldukça zordur... Kırk yıl öncesinin verileri çoktan aşılmış yeterli çıkarsamaları sağlamaktan uzaklaşmıştır...

            Günümüzün ortalama büyüklükteki bir nükleer bombası 1 megaton gücündedir. Bu, Hiroşima’ya atılan bombadan en az 100 kez daha fazla bir nicel gücü simgelemektedir. Bir nükleer gücün bu denli artışı, kuşkusuz salt nicel değil, bunun yanında yeni nitel etkileri de birlikte getirmektedir... Fakat, bizler, bugün, kimi çok genel çıkarsamalarla, bu yeni nitel etkinlikler üzerinde ancak kaba varsayımlarda bulunabilecek durumdayız.

            Bu konularda araştırma yapan, çalışan hemen tüm uzmanlar, bilim adamları, günümüzde olası bir nükleer savaşın etkinliklerinin önceden öngörülen en gözüpek öngörülerden de çok daha değişik boyutlarda olacağının altını çizmektedirler... Özetle, günümüzdeki gerçek durum, 40 yıl öncesinde de olduğu gibi, bilinenlerden ya da öngörülenlerden çok daha büyük olumsuzlukları içermektedir...

            Günümüzde bu konularda genel yaklaşımlarda bulunanlar çok kez, çeşitli olasılıkları içeren senaryolar düşünerek sorunlara yaklaşmayı yeğlemektedirler...

            Ancak, bunların en yalın ve öğretici olanı, bugünün nükleer silahlarının ortalama birimini oluşturan 1 Megatonluk bir bombanın, 1 milyon nüfuslu bir kentin üzerinde patlaması durumunda ortaya çıkacak sağlık sorunlarını en genel çizgiler içinde tartışmakla olasıdır...

            1 Megatonluk bir nükleer bombanın, 1 milyonluk bir nüfus barındıran bir kentin üzerinde patlaması durumunda, basınç ve ısı dalgası-radyasyonları etkisiyle hemen 350.000 kadar insanın öleceğine kesin gözüyle bakılmaktadır... Bunun dışında, 200.000 kişinin, yanma, çarpma gibi etkenlerle çok ağır yaralanacağı, ancak görece daha hafif yaralanmalarla birlikte bu sayının 400.000 dolaylarında olacağı öngörülmektedir...

            Böylece, 1 Megatonluk bir nükleer bombanın, 1 milyon nüfuslu bir kent üzerinde havada patlamasından sonra salt basınç ve ısı radyasyonu etkisinde kalan 750.000 kişinin hemen öleceği ya da ağır yaralanacağı hesap edilmektedir...

            Kuşkusuz burada, erken radyoaktif radyasyon etkisiyle de ortalama yüzde 5 ile yüzde 10 kadar insanın yaralanabilecekleri ya da hemen ölecekleri bilinmektedir. Fakat, bu insanların asıl ölümcül darbeyi radyoaktif radyasyondan çok, basın ve ısı radyasyonunun etkisinde alacağı öngörülmektedir...

            1 Megatonluk bir nükleer bombanın, 1 Milyon nüfuslu bir kent üzerinde havada patlamasından sonra ortaya çıkacak erken radyoaktif radyasyon etkisi, insanların bombanın patladığı 0-Sıfır noktasına olan uzaklıklarına göre değişebilecektir...

            Nükleer bombanın patladığı 0-Sıfır merkez alınırsa, bunun çevresindeki 900 kilometrekarelik bir alan içinde bulunan insanların hemen hiçbirinin kurtarma olanakları yoktur. Eğer kentin doğal-coğrafi yapısı engebesiz, görece düz, ova benzeri bir alanı içeriyorsa, bu 900 km.karelik alanın, 2000 km. kareye kadar uzanabileceği hesaplanmaktadır....

            Bu koşullarda, bir bölümü zaten ilk anda, basınç ve ısı dalgalarının etkisiyle hemen ölmüş ya da ağır yaralanmış kent nüfusundan geriye kalan en az 70 bin kişinin de bu kez erken radyoaktif radyasyon etkisiyle koşullu “Radyasyon Hastalığından”en geç bir ay içinde yaşamlarını yitirecekleri öngörülmektedir... Ancak bu sayı, sonraki aylarda daha da artacak ve büyük bir olasılıkla yüzbinlere ulaşacaktır...

            Bu bölümü bir kez daha somutlaştırırsak, 1 Megatonluk bir nükleer bombanın patlamasından sonra, 0-Sıfır noktasının çevresindeki ilk 1 Kilometrekarelik alan içinde binlerce rad’lık, 1.700 kilometrekarelik alan içinde en az 600 rad.’lık radyoaktif radyasyon bulunacak ve buralarda canlı yaşam için hiçbir olanak, şans söz konusu olamayacaktır... 0-Sıfır noktasından sonraki 2.600 kilometrekarelik alanlar içinde ortalama 400 rad.’lık bir radyasyonun bulunacağı hesaplanmaktadır. Bu orandaki bir radyasyon bile canlı yaşam için çok kez öldürücü olabilmektedir... 0-Sıfır noktasından 350 kilometre uzaklıklarda bile bulunabilecek radyasyon ortalaması 300 rad. dolaylarında olacaktır.

            Burada aktardığımız veriler hemen tüm araştırmacılar tarafından benimsenen ortalama bulguları kapsamaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Kongreye sunulan raporda, 1 Megatonluk bir nükleer bombanın Detroit kentinin üzerinde patlaması durumunda 470.000 hemen ölüm, 630.000 ağır yaralı, San Francisco kentinin üzerinde patlaması durumunda ise, 624.000 hemen ölüm ve 306.000 ağır yaralının olabileceği öngörülmüştür... Federal Almanya’daki araştırmacılar da benzer çıkarsamalar yapmışlar ve Münih ya da Hamburg kentlerinin üzerinde patlayacak 1 Megatonluk bir nükleer bombadan sonra, ilk anda yarım milyon kadar insanın hemen, yarım milyon kadar insanın da ağır yaralanmalar sonucu, izleyen günler içinde öleceği ve böylece, ilk bir aylık bir zaman dilimi içinde yitirilen insan sayısının 1 milyonu bulacağı hesaplanmıştır....

            Bir nükleer bombanın patlamasından sonra ortaya çıkan erken radyasyon etkileri içinde, yakın yıllarda toplanan bilgilerle giderek daha çok önemsenen diğer sağlık sorununu, iyod131 radyoaktif izotopu üzerinden olacağı hesaplanmaktadır...

            Doğal koşullarda yeryüzünde pek bulunmayan, ancak nükleer patlamalardan sonra ortaya çıkan ve ortalama 40-100 qm. büyüklüğünde partiküller-parçacıklar halinde, atom mantarından veya radyoaktif dolu bulutlardan yeryüzüne düşen İyod131 izotoplarının çok geniş alanlara yayılabildikleri, buralarda otlayan hayvanların etlerine ve sütlerine karıştıkları saptanmıştır...

            Yarılanma süresi dört hafta kadar olan bu radyoaktif iyod, hayvanların sütleri ve etleri aracılığı ile kısa zamanda, çok geniş bir tüketici kitleye dağılabilmektedir... Ancak, bu radyoaktif madde dolu sütleri içenlerde ya da etleri yiyenlerde, bir süre sonra kanserleşme eğilimi taşıyan hastalıklı dokular ortaya çıkmaktadır... (Bu tür sütlerin ve etlerin özellikle, küçük çocuklar ve gebe kadınlar için çok büyük tehlikeler içerdiği kesinlikle bilinmektedir... Bu radyoaktif maddeyi içeren sütlerden içen kadınlarda, ölüm doğumlar çoğalmakta, normal zamanında doğan çocukların hemen tümünde, organ bozuklukları-deformasyonlar, beynin normalden küçük gelişmesi-mikrosefali durumları ve geri zekalılıklar ortaya çıkmaktadır...

            Nükleer bir savaş sonrasının etkileri tüm bu anımsatılanlarla sınırlı kalmamakta, hatta bir anlamda bazıları ancak bu aşamalardan sonra başlamaktadır...

            Hekimleri en çok ilgilendiren ve de özellikle vurgulamak gereğini duydukları sorunlar genellikle bu dönemlerde ortaya çıkmaktadır...

            Daha önce de değindiğimiz gibi, gerek Amerika Birleşik Devletleri’nde ve gerekse de pek çok Batı Avrupa ülkesinde, büyük kitle iletişim araçlarıyla sürdürülen çok yönlü propagandalarla, oluşturulan yeni sağlık örgütlenmeleri aracılığıyla, nükleer savaş bölgesinde bulunan insanlara olası en kısa zamanlarda her türlü yardımın yapılacağı söylenmektedir...

            Ancak, bir kez daha vurgulanması gerekir ki, en gelişmiş sağlık düzenlerini, en kusursuz biçimlerde kurmuş ülkelerde bile, böyle bir şeyin olasılığı tümüyle gerçek dışıdır...

            İlk kez, nükleer bombanın ya da bombaların patlamasından sonra ortaya çıkan büyük elektromanyetik dalgaların etkisiyle, o kentteki tüm elektronik aygıtların, haberleşme düzenlerinin ve bu arada hastane aletlerinin çalışmaları bozulacaktır. (En basit bir aspiratörü ya da stalizatörü çalıştırmak olanak dışıdır... Günümüzde, bu artık çok bilinen bir doğrudur. Hatta yine bu süreç içinde tüm bölgede otomobillerin motorları bile çalışamaz duruma gelmektedir.)

            Bu konuda yapılan bir toplantıda, bir konuşmacı, nükleer savaş sonrası koşullarında, yerlilerin kullandıkları duman ya da posta güvercinlerinin en güvenceli haberleşme yöntemlerini oluşturacağını söylemiştir.

            Ayrıca, hastanelerin hemen tümü yıkılacak ya da kullanılamaz konumlara geleceklerdir. Sağlam kalmış sağlık kuruluşlarındaki çalışma koşulları, birden en aza inecek, buralardaki hasta-hekim ilişkisi tümüyle olanaksızlaşacaktır...

            Bir nükleer savaştan sonra, çok büyük sayılarda sağlık personeline gereksinim olmasına karşın, bunların yüzde 80’i ölmüş ya da çalışamaz durumlarda olacaklardır...(Örneğin, Hiroşima’da nükleer bomba patladıktan sonra, kentte göre yapan 150 hekimden 65’i ve 1780 hemşireden 1654’ü diğer kentdaşları gibi hemen ölmüşlerdir... Sağlık kuruluşlarının tümü ya bütünüyle ya da görece, çalışamaz, işlev göremez düzeyde hasar görmüşlerdir...)

            Bu konuda yapılan genel çıkarsamada, yaşayan bir hekimin, günde yirmi saat çalışması koşulu ve her bir hastaya ancak 5 ya da 10 dakikalık bir zaman ayırmasıyla haftalar, aylar boyu görev başında kalması gerekmektedir...

            Bu koşullar altında, nükleer bir savaş geçirmiş bir toplumda, en sık rastgelinen sağlık sorunları: ağır bulantı, kusma, halsizlik, kanamalar vb. gibi şikayetlerle süren çeşitli derecelerdeki radyasyon belirtileri, şoklar, vücut, yüz göz yanıkları, geçici ya da sürekli körlükler, kadınlarda ağır kanamalar, gebelerde düşükler, kafatası kırıkları, bilinç bozuklukları, sinir kesikleri, felçler, ağrılı şikayetler, ... ve tüm bunların üstüne üstlük pek çok cerrahi girişim, ameliyat zorunluluğu... Belki tüm bunlardan da önemli ve zor olanı, bunların ameliyat sonrası bakımları... Serum, antibiyotik, hatta temiz su bulma zorluğu... ya da olanaksızlığı...

            Bir nükleer bombanın patlamasından sonra ortaya çıkan radyasyonlar, insanların en çok çeşitli mikroplara karşı dirençlerini, bağışıklıklarını sağlayan ak kan hücrelerini, trombositlerini ve bunların çoğunun üretim yeri olan kemik iliğini tahrip ettiklerinden, radyasyon etkisinde kalanlarda, bunlar şayet hemen ölmemiş ve de hala yaşamayı sürdürüyorlarsa, ağır mikrobik hastalıklar, kanamalar ve bunlarla koşullu büyük salgınlar ortaya çıkmaktadır...

            Amerika Birleşik Devletleri’nden, iki ünlü araştırmacı, Abrams ve Kaenel, bu dirimsel noktaya değinmişler ve bir nükleer bomba patlaması sonunda, yaşayabilenlerin en az, yüzde 15 ile 25’inin izleyen günlerde ortaya çıkacak salgın hastalıklardan yitirileceğini belirtmişlerdir...

            Tüm bunlara, ayrıca, ağır yanıklar sonucu ortaya çıkacak yangılar-iltihaplar-infeksiyonlar ve şoklar eklenince, genel durum gerçekten de çok daha olumsuz boyutlara ulaşacaktır...

            Bu tür salgın hastalıklara tutulmuş ya da ağır yanıkları olanların kurtulmaları için, bunların haftalar ve aylar boyu ameliyathane salonlarından bile çok temiz-steril özel bakım odalarında, sürekli serum ve antibiyotik tedavi altında tutulmaları gerekmektedir... Ancak, bir nükleer savaş geçirmiş bir ülkede, bir kentte bu tür olanakların bulunması olasılığı hemen yok denecek düzeyde azdır.

            Bu koşullarda, büyük özen gösterilmesi gerekli yüz binlerce hastanın-yaralının bakımı, en gelişmiş ülkelerde bile düş olmanın ötesine gidememektedir. Bu açık ve yalın gerçeğin belleklerden çıkmaması gerekir. Yine Hiroşima ile Nagazaki’yi anımsarsak, buralarda, pek çok hasta, salt içecek temiz musluk suyu bulamadıkları için yitip gitmişlerdir... Sorun bu denli çıplaktır...

            Buraya değin anımsatmaya çalıştıklarımıza birinci elden tanık olmuş, içinde yaşamış, ünlü Japon hekimi Shuntara Hida’nın anıları-gözlemleri; gerçekleri somutlaştırmamıza biraz daha yardım edebilir...

            Günümüzde, Japonya’daki Atom ve Hidrojen Bombalarına karşı olan barış kuruluşlarının genel başkanlığını sürdüren ve 1982 yılında Batı Avrupa ve Federal Almanya’da başlayan büyük barış hareketlerine katılmak için bu yaşlı anakaraya gelip buradaki barışsever dostlarıyla da kucaklaşan Dr.Shuntara Hida, genç bir askeri hekim olarak, Hiroşima Asker Hastanesi’nde görevliyken, atom bombasını ve bunun yaptığı çeşitli etkileri yakından görmüş...

            Öykünün gerisini Dr.Shuntara Hida’nın ağzından dinleyelim:

            1945 yılı, 5-6 Ağustos gecesi, görevli bulunduğum Askeri Hastane’nin 3 km.kadar uzağındaki Hesaka köyünden acil bir olay için çağrıldım. Bu nedenle de hastaneden ayrıldım ve yakındaki köye gittim. Yoksa, ben de sizlere bu anıları anlatacak durumda olamayacak, Hiroşima kurbanları arasında bulunacaktım...

            6 Ağustos günü, saat 08.15’te uzakta bir bombanın patladığını gördüm. Bu milyonlarca şimşeğin bir anda çıkması gibi bir şeydi. Bunu, olağanüstü bir sıcaklık dalgası ve birkaç saniye sonra da, orkan benzeri ve etkisine dayanılması zor bir basınç dalgası izledi... Bulunduğum köyün evleri, bu basınç dalgasının etkisiyle ezildiler, dağıldılar... Hemen önümdeki bir  evin damı havalandı ve 10 metre kadar öteye uçtu...

            Bulunduğum yerden, atom mantarının büyüdüğünü ve yükseldiğini gördüm. Bu büyük mantar, yükseldi, yükseldi, çeşitli renklere dönüştü, yine yükseldi, tüm Hiroşima’nın üstüne dağıldı...

            Ben bir askeri hekim olarak, hemen bulunduğum köyden yanan kente doğru koşmaya başladım... En kısa zamanda, bana, hekime gereksinimi olan insanların yanına koşmak,onlara ulaşmak istiyordu... Ancak, yarı yola gelmeden ilk kurbanlara rastgelmeye başladım. İlk anda, bunların korkunç yaratıklar olabileceğini düşündüm... Çünkü bunların, ne kadın, ne erkek, ne yaşlı, ne genç, ne sivil, ne de asker olduklarını anlamak mümkün değildi... Bunların tüm bedenleri, derileri yanmış, kavrulmuşlardı. Bunlar, kanamayan ve kokan bir et yığına dönüşmüşlerdi... Sonra diğer kurbanları, önceleri tek tek, sonra da yığınlar halinde görmeye başladım... Hemen tüm kent, bu tür yanmış, kavrulmuş, kömürleşmiş insanlarla doluydu... Bunların kimilerinden iniltiler, çığlıklar çıkıyordu. Bazıları su... su... diye yalvarıyorlardı... Yollar cesetlerle doluydu. Yığılmış cesetlerden ve yıkıntılardan yolda yürümek mümkün değildi. Bu nedenle, ben de hemen Ohta Irmağına atladım ve yüzerek kent merkezine gelmeye çalıştım... Ancak tüm kent alev denizine dönmüştü. Her taraf ateş, duman, is içinde yanmış insan eti kokuyor, çığlıklar, iniltiler tüm kenti kaplıyordu...

            Kent merkezinde yapacak bir iş, barınabilecek bir yer bulamayınca, geldiğim Hesaka köyüne dönüp, orada bir sahra hastanesi örgütlemeyi kararlaştırdım... Köyün ilkokulunda, böyle bir sağlık merkezi kurmaya çalışarak, eldeki tüm olanakları kullanıp gece gündüz yaralılara yardım etmeye, onlara bir şeyler vermeye çalıştık...

            On gün sonra Japonya, koşulsuz teslim oldu... Ve “barış” yapıldı. Ancak, atom bombası kurbanları için, barış hiçbir zaman gelmedi...

            Biz, tüm olanaklarımızla, yaralılara yardım etmeyi sürdürdük. Bazı yanık vakaları, hatta, bazı ağır yaralar bile düzelmeye yüz tuttu.

            Ancak, başlangıçtaki bu sevindirici gelişmeler, sonradan hepimizi üzüntülere boğmaya başladı...

            Radyoaktivite etkisinde kalmış insanlar, derilerindeki yaralar düzelmiş olsa da, daha sonra birden ölüyorlardı...

            Hiç unutmayacağım, genç bir ananın yaraları hemen tümüyle iyileşmişti... Sonradan ne oldu anlayamadık, birden öldü... Sahra hastanesi konumuna getirdiğimiz ilkokulda yerlerde yatan insanlar, birbiri ardından ölmeye başladılar...

            Başka bir genç kadın, kucağındaki küçük bir çocuğuyla geldi: “Doktor bey, bana yardım edin... diğer üç çocuğumu kurtaramadım, öldüler. Ancak bunu kurtarabildim... biraz yaralı ama yaşıyor.. bunu kurtarın. Bana, çocuğa yardım edin... bu yaşasın doktor bey.. ne olur, doktor bey...” diye durmadan yalvarıyordu...

            Ne yapacağımızı şaşırmıştık. Ne yapabilirdik ki? Elimizden gelenleri ardımıza koymayarak, bir yapmaya çalıştık. Ancak çocuk, anasının kolları arasında yitip gitti... Ana çok, ağladı. Çok üzüldü Ancak, o da yapılacak bir şeyin olmadığını anladı. Bize anlayışlı davranmaya başladı. Onun da yaraları artık düzeliyordu... Bizim yanımızda kalarak, hastane işlerinde bizlere yardım ediyordu... Ancak, birkaç gün sonra birden tüm saçlarının, kirpiklerinin dökülüp,ağzından ve burnundan kan boşanarak 15 dakika içinde öldüğünü duydum.. Kimse bir şey yapamamış, birden cansız yere düşüvermişti...

            Bu süreç içinde pek çok benzer olayla karşılaştım. Bir subay arkadaşım, karısı ile birlikte, bombanın ışığını görmüşler ve görünürde çok yüzeysel yaralarını göstermek için, bizim sahra hastanesine uğramışlardı... Yaraları ayakta tımar edildikten sonra, evlerine gittiler... Genel durumları çok iyiydi... Fakat, iki hafta sonra, ikisinin birden, ağız ve burnundan kan boşanmaya başlamış ve her ikisi de 20 dakika içinde cansız yere düşmüşler...

            Klasik savaş araçları, pek çok insanı, savaşta ya da savaş gerisinde öldürüyor. Ancak, atom silahları ve bunların getirdiği çok yönlü sağlık bozuklukları, insanları, savaş sonrasında, “barış” dönemlerinde de öldürmeye devam ediyor...

            Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları salt insanları öldürmekle kalmamış, ölümden kurtulan pek çok insanda büyük toplumsal-ruhsal sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur...

            Bu insanlara bugün Japon dilinde Hibakusha adı verilmektedir...

            Hibakusha, Hiroşima ve Nagazaki’de atom bombası saldırısından sonra, ölmeyip, aldıkları büyük bedensel ve ruhsal yaralarla yaşamlarını büyük zorluklar içinde sürdürmeye çalışan insanlara verilen addır...

            Japonya’da 1981 yılında yapılan özel bir sayımda, halen (1981 yılında) yaşayan en az 300.000 kadar Hibakusha’nın bulunduğu saptanmıştır.

Hibakusha’ların en az yüzde 60 kadarı ağır bedensel hastalıklar göstermekte ve de her yıl bunlardan 2500 kadarı genellikle çeştili organ kanserlerinden ölmektedir.

            Hibakusha’lar bazı törenlerde, “büyük barış kahramanları” olarak tanıtılmış olmalarına karşın, bunların gerçek yaşamları, bugün bile büyük yoksulluklar, acılar, hatta açlık içinde geçmektedir.

            Bunlardan büyük bir bölümü, ömürleri boyunca hemen hiçbir yerden, hiçbir yardım alamamışlar, hiçbir iş bulamamışlardır... (Hekim, hastane giderlerini bile çok kez kendileri karşılamak zorunda kalan Hibakusha’ların hemen tüm geçim olanağı dilencilik ve “bir türlü iyileşmemiş yaralalarının” resimlerin çektirerek ABD’li turistlerden topladıkları bahşişler olmuştur.

            Amerika Birleşik Devletleri’yle 1951 yılında yaptığı ek bir barış anlaşmasıyla, ABD’deki tüm yaralıların acı ve tedavi gidelerini ödemekle yükümlenen Japonya hükümeti sorumluları, Hibakusha’ların bu anlaşma hükümleri kapsamında girmedikleri gereçesiyle, bundan böyle, bunların ne sağlık, ne de bakım giderlerini üstlenme gereğini duymuştur. Bu koşullarda, Hibakusha’lara devlet eliyle yapılan hemen tüm yardımlar kesilmiştir...

            Ancak demokrat, barışsever Hiroşima’lı doktorların, 1955 yılından sonra kurdukları, “Hiroshima City Council” sağlık örgütü, olanakları ölçüsünde, az sayıdaki hastaların bakımlarını üstlenmeye çalışmıştır... Ayrıca, bizzat Hibakusha’lardan K. Yoshuka ile yazar S. Toge ve T. Tamashira’nın birlite örgütledikleri, kimi küçük çaplı yardım kuruluşları, bunlara birazcık olsun inasan onuruna yakışan yaklaşımlarda buhunmaya başlamışlardır...

            Günümüzde bile, Hibakusha’ların yaşam koşulları ve çektikleri maddi-manevi acılar, “Japon mucise”sinin ardında saklanmaya, unutturulmaya çalışılan, insanlık tarihinin en acı bölümlerinden birini oluşturumaktadır.

            Ancak, bir nükleer savaş sonrası ortaya çıkan sağlık sorunları yine de bitip tükenmemektedir. Örneğin, böylesi bir yıkımdan sonra ağır ya da hafif bedensel yara almış ya da hiç yaralanmadan kurtulabilen pek çok insanda izyelen aylar ve yıllarda çeşitli ruhsal aksaklıklar, davranış bozuklukları ortaya çıkmaktadır... (Böylesine bir yıkımı yakından görenler, bu olağanüstü boyutlardaki yaşantıyı çok kez ömürleri boyunca unutamamaktadırlar.

            Bu koşullar altında, insanlada pek çok değer ölçüsü yitirilmekte, önceden büyük anlamları olan kişisel, toplumsal, kültürel öğeler yitip gitmektedir. Gerçekten, günümüzde bile, sürekli bir nükleer savaş tehlikesi altında yaşamanın getirdiği belki de en büyük sakıncalardan biri, insanların toplumsal değer ölçülerine olan güvenlerinin sarsılmasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir demeyle, bu koşullarda, insanlar, tarihe, insan toplumlarına kültüre olan güvenlerini yitirmektedirler.

            Nükleer savaş sonrası görülen en önemli davranış bozuklukları, çok kez ömür boyu süren nörotik şikayetler, duygusal küntlükler, unutkanlıklar, uykusuzluklar, kimi zamanlar intihar girişimlerine kadar uzanan ağır korku ve depresyonlar, yeni yeni yıkımların gelmesini bekleme biçiminden ortaya çıkan sancılar, hezeyanlar, paranoid yanılsamalı düşünceler, ağır psikoz durumlarıdır...

            Ayrıca, bunlara, kendilerinde ve yakınlarındaki ağır bedensel yaralanmalar, kusurlar, deformasyonlar olan insanların ruhsal durumları da eklendiğinde, genel durum daha da açık somutlaşabilmektedir.

            Yakınlarını yitirmiş, çocuklarının kömürleşmiş cesetlerini günlerce kucaklarında taşımış anaların içinde bulundukları suçluluk duyguları, ruhsal bunalımları bugüne değin hemen hiç düzelmeden süregelmiştir...

            1977 yılında Japonya’da yapılan bir uluslararası Kongrede daha önce sürdürülen ayrıntılı araştırmalara ek olarak içinde bulundukları bedensel-ruhsal durumları “yaşam ve ölüm” arasında gidip gelme olarak nitelendiren 470 hastanın şikayetleri yeniden saptanmış ve tüm bedensel, ruhsal belirtilerin 62 temel grup altında toplanmasına karar verilmiştir.

1-     Sürekli hafif üşümeler, sıklıkla  nezle benzeri hastalanmalar

2-     Burun akması, burun tıkanıklığı, hapşırmak

3-     Öksürük, kanlı salgılar, kanlı balgam

4-     Gırtlakta ağrı ve şişkinlik duygusu

5-     Ses kısıklığı

6-     Astım kirizlerine benzer soluk alıp verme yakınmaları

7-     Yüzde, bacaklarda şişkinlikler, ödemler (ellerde)

8-     Kalp çarpıntısı, aritmi, ekstrasistol...

9-     Solup alıp verme, merdiven çıkma, koşma zorluğu

10- Göğüste ağrılar...

11- Ellerin, ayakların, parmakların, burnun, vücudun sivri yerlerinin morarması, üşümesi, hissizleşmesi

12- Bacakların, ellerin birden kızarması, şişmesi, morarması, beyazlaşması

13- Tüm bedenin birden titremesi-terlemesi... Yüzde ve göğüste yanma, ya da ateş basması duygusu

14- Sıklıkla ağır baş dönmeleri

15- Başdönmesi sonucu yere düşmeler, bayılmalar

16- Baş ağrıları

17- Başta ağırlık duygusu...

18- Bedende, bacaklarda güçsüzlük, kuvvetsizlik

19- Berceri, yetenek yitimi. Bunlar kimi zaman gelip geçici, kimi zaman sürekli ve kalıcı olabilmektedir...

20- Sabahları yataktan kalkmama, kendini yorgun hissetme, ya da zorlukla kalkma...

21- Gözlerin ışığa karşı aşırı duyarlı duruma gelmesi... Kimi zamanlar parlak ışığa hiç bakamama... gözlerin çabuk yorulması

22- Görme gücünün azalması...

23- Gözlerin önünde sürekli ya da geçici sinek uçar gibi şeyler gösterme...

24- Sıklıkla çift görme...

25- Sıklıkla işitme zorluğu... kulakların işitme gücünün azalması... uğultu duyma

26- Kulak yollarında tıkanıklık duygusu... Ya da sıklıkla kulak yollarının fazla akıntı ile tıkanması

27- Ense sertliği... omuzlarda sertlik... ağrı...

28- Kolların, bacak kemiklerinin, eklemlerin ağrılı şişliği

29- Bilinç bulanıklığı... Bayılma duygusu... ya da gerçekten bayılmalar

30- Kekemelik ve benzeri konuşma bozuklukları

31- Bedenin ve ellerin titremesi

32- El ve ayak kaslarında kasılmalar, ağrılar...

33- Sıklıkla idrar etme duygusu... Normal idrar etmede artış

34- Ağrılı idrar etme...idrar ederken ağrı duygusu...

35- Sıklıkla susama duygusu... Çok su içilmesine karşın dindirilemeyen bir susuzluk

36- Diş etlerinde, burunda, deri ve mukozadan, dışkı kan gelmesi

37- Çeşitli deri döküntüleri... İltihaplar, kaşınmalar, ağrılar

38- İlaçlara, kokulara, güneş ışığına.. vb. gibi hemen her türlü dış uyaranlara karşı aşırı duyarlılık

39-  Diş etlerinde şişme ve ağrılar... kanamalar

40- Ağız boşluğunda, ağız mukozasında ağrı, yangı, iltihap

41- Bulantı, kusma ile birlikte ya da tek başına güneş yansımasına benzer deri döküntüleri...

42- Karın ağrıları...

43- Karnın yukarı kısımlarında aşırı ağrı...

44- Karında, barsaklarda şişkinlik, gaz.

45- Sarılık

46- Aşırı zayıflık yada şişmanlık...

47- Cinsel güçsüzlük.... Cinsel istemde küntleşme...

48- Unutkanlık...

49- Kan-damar dolaşım bozuklukları... Beceri yitimi.. İrade-istem azalma ve zayıflaması...

50- Çabuk heyecanlanmalar, kızgınlık nöbetleri...

51- Depresyonlar...

52- Korku, sıkıntı, huzursuzluk

53- Mide-barsak, kalp-damar sistemlerinden nörotik yakınmalar

54- Dürtü yitimi, ilgisizlik, unutkanlık...

55- İlgisizlik, gerçek yaşamdan kopukluk

56- Diğer insanlara karşı aşırı bir kuşku, huzursuzluk, korku...

57- Uykusuzluk...

58- Diğer insanlara güven yitimi

59- Yaşamı hep olumsuz yönlerinden görme, toplumsal değer ölçülerinin yitimi... umutsuzluk

60- Yalnızlık duygusu, depresyonlar

61- Çeşitli psikozlar, hezeyanlar, davranış bozuklukları

Günümüzde bile bazı politikacılar, nükleer bombanın patladığı yerlerden biraz uzaklarda, küçük bir sığınakta kapalı kalan insanların birkaç haftalık bir dönemden sonra yeniden normal yaşam koşullarında dönebileceklerini ve bunun için de, evlerinin altında, bahçelerine küçük sığınaklar yapmalarını öğütlemektedirler.

Bu savlar, kuşkusuz çok yönlü yanlışlıklar içermektedir. Ancak bunların bir kısmı, yazık ki yaşanarak sınandı ve gerçeklerin ne denli kıyıcı olduğunu görmek isteyen tüm dünyalıların gözleri önüne sergilendi.

Amerika Birleşik Devletleri, 1954 yılında Pasifik Okyanus’unda yeni bir nükleer bomba denemesi yapmış ve bunun, söylencelere  göre rüzgarların aniden yön değiştirmesi gibi bazı “küçük” beklenmeyen ya da sorunları daha yakından inceleyebilmek için bilerek göz ardı edilen etkileri Bikini-Marshall adaları yerlerinde görülmeye başlanmıştır.

Ada yerlilerinde ilk kez deri-cilt, mukoza yaraları, saç dökülmeleri, kemik ve tiroid bezi büyümeleri, deformasyonları ve de bunları izleyen çok sayıda kanser olaylarına rastgelinmeye başlanmıştır.

            Ada yerlileri hemen başka yerlere taşınımış ve iki yıl kadar sonra, Ada’da en duyarlı aygıtlarla yapılan tüm araştırmalarda hiçbir radyoaktif maddenin kalmadığı saptandıktan sonra yine de bir süre daha beklenmiş ve sonunda 1958 yılında yerliler yeniden eski adalarına geri getirilmişlerdir.

Fakat oldukça kısa bir süre sonra ada yerlilerinin yeniden hastalandıkları ve bunların dışkı ve idrarlarında yoğun bir düzeyde Zelsium ve Strencium radyoaktif maddelerinin bulunduğu saptanmıştır. Yerlilerde yenden deri, mukoza bozuklukları, saç dökülmeleri ve başta tiroid olmak üzere çeşitli organ kanserleri görülmeye başlamıştır.

Araştırmacılar, bu yeniden radyoaktif yüklenmenin, yarılanma süreleri ortalama 29-30 yıl kadar olan bu maddelerin yeşil bitkiler tarafından topraktan alındıkları ve meyvaları aracılığıyla yeniden insanlara geçtikleri şeklinde yorumlar getirmişlerdir.

Ancak, gerçek çok açıktır. Görece küçük çaplı bir nükleer bombanın patlamasından sonra, oldukça uzaklardaki bir adaya düşen radyoaktif serpintiler bile, buraları uzun yıllar yaşanamaz hale getirmektedir. Bugün yapılan yaklaşımlarda, bu adaların en az 30 yıl insan ve hayvan yaşamı için büyük tehlikeler içereceği yolundadır.

Bu olguyu, başka bir araştırmacının bulgularıyla dünya ölçeğinde somutlaştırırsak... Örneğin, İngiliz röntgen uzmanı Goggle-Lindop, bir nükleer savaştan sonra yeryüzünde yaşama olanağı bulabilen insanlardan en az 13 milyon kadar insanın ömür boyu kısır kalacağını ve böylesi bir savaşı izleyen 100 yıl içinde de doğacak çocuklardan en az 6,4 ile 16,3 milyon kadarının sakat ve eksik organlı olacaklarını söylemiştir.



* Dr.Serol Teber’in Nükleer Savaş Kitabının 3. bölümüdür.

 

BAŞA DÖN.....ANA SAYFA.....SAYFA BAŞI