NÜKLEER
SİLAH:NİTELİKLERİ VE TEHDİT GÜCÜ
Derleyen:Dr.Ata Soyer
Nükleer
Silahın Fiziksel Özellikleri
Nükleer
patlama, belirli tipte nükleer tepkimelerin bir sonucu olarak, çok büyük miktarda
enerjinin bir anlık süre içinde ve sınırlı bir alanda salıverilmesidir.
Konvansiyonel (Nükleer olmayan) bir silahın kullanılması halinde ortaya çıkan
patlama enerjisi; “intraatomik (atomlar arası)” düzeyde değil, atomik düzeyde
meydana gelen kimyasal tepkimelerin bir sonucudur. Başka deyişle, konvansiyonel
patlamada atom çekirdekleri arasında bir etkileşim sözkonusu değildir. Bu tür
kimyasal tepkimelerde salıverilen enerji, nükleer tepkime sonucu ortaya çıkan
enerjinin milyonda birinden daha azdır.
Nükleer
silahların temel prensibini oluşturan “fizyon (bölünme)” ve “füzyon (birleşme)”
tepkimeleri, “kütle-enerji” denkliğini somutlayan klasik örneklerdir. Nükleer değişmelerde,
maddenin kütlesi azalma gösterir (madde kaybı adı verilen olay) ve kütledeki bu
azalmaya denk miktarda enerji salıverilir. Kütledeki bu değişim, farklı atom
çekirdeklerindeki nötron ve protonlar arasındaki bağlama enerjisinin farklılığını
yansıtır.
Nükleer bir
silahta çekirdekler birbirinden nötronların etkinliği sonucu ayrılmaktadır. (Nötronlar,
hiçbir elektrik yükü olmayan ve kütle bakımından 1,838 elektrona eşit olan
taneciklerdir) Bu ayrılmanın sonucu, atom çekirdeği de iki parçaya bölünür ve çok
büyük miktarda enerji ortaya çıkar. Bu enerji, her fizyon tepkimesi başına 200 mev
(milyon elektron volt) kadardır. Böyle bir değişmeler dizisi sonucunda, ayrışan her
parça durgun (radyoaktif olmayan) atom halini alır.
Önemli bir
nokta: Nötronun yakalanması sonucu ağır bir çekirdek bölünmeye uğradığında,
yalnızca intranükleer (çekirdeklerarası) enerji açığa çıkmakla kalmaz, iki-üç
nötron başka çekirdeklerin bölünmesine de neden olabilir. Bu durum, çığ gibi büyüyen
ve genellikle “zincirleme fizyon tepkimesi” olarak adlandırılan bir süreci başlatır.
Ağır elementlerin “bölünebilir” atom
çekirdekleri vardır, özellikle uranyum ve plütonyumun. Bu elementlerin izotopları
arasında, U235 ile Pu239 özellikle önemlidir. Bir kilogram U235
ya da Pu239’un tüm atom çekirdeklerinin fizyona uğraması sonucu ortaya çıkan
enerji, 18.000 ton TNT’nin patlaması sonucu elde edilen enerjiye denktir. Bir kilo
tonluk patlamada 57 gram bölünebilir madde kullanıldığı hesaplanmıştır. Bu da,
yaklaşık olarak, 1023 adet atomun bölünerek 1012 kalori açığa
çıkarması demektir.
Fizyon
tepkimesinden farklı olarak, füzyon tepkimesi yalnızca hafif çekirdeklerde oluşur; döteryum
“H2 (D)” ile trityum “H3 (T)” gibi hidrojen izotopları buna
örnektir. Böyle bir tepkimede, iki hafif çekirdek, daha ağır bir atomun çekirdeğini
oluşturmak üzere birleşir. Bu sürece, büyük bir bölümü yüksek-enerjili
nötronların kinetik enerjisi biçimini alacak olan bir miktar enerjisinin salıverilmesi
eşlik eder. Bu enerjinin miktarı 14 mev’e kadar çıkabilir.
Füzyon
tepkimesinin, aynı miktardaki fizyon tepkimesinden on kat fazla çekirdek ürettiği
belirlenmiştir. Fizyonda, nötronların yüklendiği enerjinin füzyondakinin yedide biri
kadar olduğu ve bunun da 2 mev’e yaklaştığı unutulmamalıdır.
Tepkimeye giren
maddelerin (örneğin trityum ve döteryumun hafif çekirdekleriyle uranyum ve
plütonyumun ağır çekirdeklerinin) ağırlıkları birbirine eşit olduğunda, bir füzyon
tepkimesi fizyon tepkimesinden üç kat fazla enerji ortaya çıkarır. Örnek olarak, bir
kilogram ağırlığında döteryumun tüm çekirdeklerinin füzyonu sonucu salıverilen
enerji, 57 kiloton TNT’nin patlaması sonucu ortaya çıkana eşittir. Füzyon tepkimesi
on milyonlarca Kelvin derece ısıda meydana gelir. Nükleer bir silahta, termonükleer
füzyon tepkimesini, fizyon tepkimesinin sonucu olan bir nükleer patlama önceler ve
gerekli ısıyı sağlar.
Nükleer
silahlarda hem fizyon, hem de füzyon tepkimelerinin kullanıldığı yukarıda
belirtilmişti. Literatürde ise, “atom silahı” (fizyon tepkimesine dayanan silah)
ile “hidrojen (termonükleer) silah” (termonükleer füzyon tepkimesine dayanan silah)
deyimleri sık sık kullanılır. Burada vurgulanması gereken şey, her iki durumda da,
patlama enerjisinin nükleer tepkimeler ya da değişimler sonucu ortaya çıkıyor
olmasıdır. Bu nedenle, bu türden tüm silahlar, nötron bombası da içinde olmak
üzere, nükleer silah olarak adlandırılmalıdır. Dahası, süper güçlü
termonükleer silahlarda nükleer tepkimeler şöyle bir sıra izlemektedir: fizyon-füzyon-fizyon.
(bölünme-birleşme-bölünme) Bu durumda, enerjinin önemli bir bölümü, Uranyum-238
fizyonundan elde edilmektedir. Doğal uranyumun içinde yoksanabilir miktarda bulunan U235
ile yapay biçimde oluşturulan Pu239’dan farklı olarak, uranyum-238
atomları doğal uranyum içinde yüzde 99.3 gibi büyük bir oranda bulunmaktadır.
Ayrıca, sözkonusu edilen üç izotopun çekirdeği de herhangi bir enerji düzeyindeki
nötronları yakalamak yoluyla fizyon gerçekleştirebilirler. U238 ise ancak
çok çekirdekleri yüksek enerji yüklü nötronların etkisine girmeleri halinde bölünürler.
Uranyum-238’in fizyon tepkimesi temeli üzerine kurulmuş bir nükleer silahın
bileşkesi olamayacağını belirtmek gerek. Çünkü yüksek enerji yüklü nötronlar
ancak füzyon tepkimesi sonucu ortaya çıkarlar. Bu da demektir ki, termonükleer yükün
çevresi doğal uranyum örtüsüyle kaplandığında, uranyum-238 atomlarını kullanarak
bir fizyon tepkimesi gerçekleştirilebilir. Böyle bir tepkime, çok büyük miktarda
enerjinin anlık bir süre içinde açığa çıkmasını sağlayacaktır. Böylelikle de,
fizyon-füzyon-fizyon prensibiyle çalışan birleşik bir silahın patlayıcı gücü
artmış olacaktır.
Nükleer Patlamanın
Etkilerinin Genel Özellikleri
Nükleer patlamalar-hava, yüzey ve sualtı
patlamaları-patlamanın merkezinin yerin yüzeyine göre konumuna bağlı olarak
sınıflandırılırlar. Her patlama türünün kendine özgü bir dış gelişmesi ve
etkileri vardır. Patlayıcıların kimyasal tepkimesine dayanan konvansiyonel bir
silahın tersine, nükleer patlamalar çok değişik etkiler oluşturur. Dört ana etkiyi
şöyle sıralayabiliriz:
- patlama, özel olarak sarsıntı
cephesindeki basınçla meydana gelen infilak;
- termal radyasyon, büyük bölümü
gözle görünür bir ışık halini alır,
- ilk ve anlık nükleer radyasyon,
- kalıcı nükleer radyasyon.
Nükleer patlamanın enerjisi bu dört etki arasında
şu şekilde dağılmıştır: patlama-yaklaşık yüzde 50, termal (ışıklı)
radyasyon-yüzde 30-35, ilk nükleer radyasyon-yüzde 5, kalıcı radyasyon yüzde 10. (Bu
tahminler, havada meydana gelen patlamalar için geçerlidir) Öteki patlamalarda ise
oranlar değişmektedir. Örneğin yüzey patlamasında, termal radyasyona giden enerji
miktarı, hava patlamasındakine oranla yüzde 25 ila yüzde 50 oranında azalmaktadır.
20 km.’den yüksekte meydana gelen bir patlamada, havanın yoğunluğu azaldığı için
hemen hemen hiç infilak olmaz) Sonuç olarak, patlamanın tüm enerjisi, nükleer ve
termal radyasyon şeklini alır.
Nükleer bir
patlama çok yüksek derecede ısıya yol açar, bu da ionize olmuş sıcak havanın çok
parlak bir şimşek gibi, bir ateştopu gibi görünmesine yol açar. Bir megatonluk bir
hava patlamasından 0,0001 saniye sonra oluşan ateştopunun açık havada yüz kilometre
öteden görülen parlaklığı, tropik bölgelerde güneşin tam öğle saatinde
eriştiği parlaklığın otuz katıdır. Termal etki, ışık hızıyla hareket eden görünür
ve kırmızı ötesi ışınlarda meydana gelen bir dizi radyasyondan oluşur. Parlak
ışığın ve ısının insanları ve çevreyi patlamadan daha önce etkilemesinin nedeni
budur. Termal radyasyonun etkisi ateştopunun korlaştığı saniyelerde devam eder. (20
kilotonluk bir hava patlamasında üç saniye, 10 megatonluk bir patlamada on saniye kadar
sürer.) Işıklı bölgeden yayılan radyasyon ısısı 6000 ile 8000 Kelvin derece
arasında değişir. Işık, derinin havayla temas eden bölümünde yanıklara ve ışık
körlüğüne yolaçar (çoğu durumda gözün retinası bu ışıktan etkilenir). Patlama
yönüne bakan insanlar, geçici olarak körleşeceklerdir. Örneğin, 15 km yüksekte
patlayan 10 megatonluk bir bomba, 200 km öteden bakan insanlarda ani körlüğe yolaçar.
Birinci derece yanıklara, 3 Cal/cm2 yoğunluğundaki termal/radyasyon
akışı, üçüncü derece yanıklara ise 10 Cal/cm2 yoğunluğundaki akış
neden olur. 1 megatonluk bir silahın hava patlaması, 11-16 km uzaklıktaki insanlarda 1’den
3.dereceye kadar vücut yanıklarına sebep olabilir.
Işıklı
radyasyonun insanlar üzerindeki doğrudan etkisinin yanısıra, ateşin ya da darbesel
dalgaların yolaçacağı yangınlar da yeni kayıplara neden olabilir.
Belirli
hallerde, böylesi yangınlar çok tehlikeli boyutlara ulaşabilir, özellikle de ateş
fırtınası denilen durumda. Böyle bir ateş fırtınası
çok sayıda küçük yangının birleşerek ısısı 1000 santigrad
dereceyi aşan bir kızgın, hareketli ateş sütunu oluşturmaları sonucu meydana gelir.
Ateş fırtınasının yaladığı bölgelerde, patlamanın etkisinden korunabilmiş olan
evlerdeki insanlar bile oksijen yetmezliğinden boğularak ölebilirler. Ancak, şunu da
belirtmek gerek ki, bazı yazarlar, modern yapılarla dolu kentlerde ateş
fırtınalarının meydana gelemeyeceği inancındadırlar.
Yangın
sırasında ateş, merkezden dışarıya doğru hareket edecektir ve yakıt görevi
görecek malzeme bulduğu sürece yeni yeni alanlara yayılacaktır. Böyle yangınların
neden olduğu zararın büyüklüğü ve yayıldığı alan, nükleer bir patlamanın
çevreye yaydığı ısının verdiği doğrudan zararı bile geçebilir.
İnfilak
dediğimiz olay ise, ateştopu içindeki gazların hızla genleşmeleri sonucu meydana
gelir ki, bu gazların basınca 1 milyon kg/cm2’ye ulaşabilir. Bu enerji de
atmosfere güçlü bir darbe “şok” halinde aktarılır. Patlama oluşmasıyla aynı
anda, yer yüzeyi boyunca ses hızını aşan bir hızda yayılır. Patlayıcıların
infilakının etkileri genellikle darbe cephesinin yüksek basıncına bağlı olarak açıklanır,
oysa çoğunlukla zarara, yaralanmalara neden olan faktör dinamik ya da kinetik
enerjidir.
Eğer darbe
cephesinin basıncı 0.2 kg/cm2 veya daha fazla ise, patlama açık yerlerde
bulunan insanların yaralanmasına yolaçar. 0.5 kg/cm2 basınçlı bir
patlama, insana 2500 kg ağırlığında bir darbe indirir. 1 megatonluk bir hava
patlaması gerçekleştiğinde, beş-yedi kilometre uzaklıkta ve açık yerlerde bulunan
insanlar ciddi derin/yaralar alırlar.
Patlama sonucu
meydana gelen yaralanmalar, genellikle patlamanın fırlatma özelliğine bağlıdır.
Patlamanın enerjisi ile fırlatılan kişi, sert yüzeylere çarpması sonucu mekanik
olarak yaralanır. Ancak bununla birlikte, hava akımı çevredeki cisimleri de büyük
bir şiddetle sürükler, çarpışmalara neden olur ve insanların ciddi biçimde
yaralanmaları sonucunu doğurur. Ölümler de meydana gelir.
Patlamanın
fırlatma ya da cisimleri sürükleme etkisiyle meydana gelen yaralanmaların yanında,
basıncın insan vücudu üzerindeki doğrudan etkisinin neden olduğu yaralanmalar
önemsiz sayıdadır. Şunu belirtmek gerekir ki, nükleer patlamanın gücü ile etkileri
arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Burada “kübik kural”ı uygulayabiliriz, yani
darbe cephesinin yüksek basıncının oluştuğu yüzeyden uzaklık, patlamanın gücünün
küp kökü ile orantılıdır, gücünün tümüyle değil. Dolayısıyla, patlamanın gücü
1000 kat arttırıldığında, yani 1 kilotondan 1 megatona çıkarıldığında, aynı
basıncın etkileyeceği uzaklık sadece on kat artmış olacaktır. Nitekim, bir şehrin
üzerine atılan bir megatonluk bombanın neden olacağı zarar ve can kaybıyla, beş
tana 200 kilotonluk bombanın vereceği zarar ve cankaybı aynı olmayacaktır. Beş
bombanın atılması halinde etkilenecek olan alan, bir adet bir megatonluk bombanın
etkileyeceği alanın iki katı kadardır.
Nükleer
patlamaların tipik bir özelliği olan, iyonlaşma radyasyonu, nötron akışı, gama
radyasyonu, beta tanecikleri ve görece az miktarda alfa taneciklerinden oluşur. Bu
tanecikler de, fizyondan kaçan uranyum ve plütonyum ya da füzyon tepkimesinde oluşan
helyum çekirdekleri tarafından üretilmişlerdir. Nükleer patlama sırasında nötronlar
ile gama radyasyonunun bir bölümü aynı anda dışarı salınır. Bunlar, ilk nükleer
radyasyon denilen şeyi oluştururlar. Gamma-nötron radyasyonunun en etkili olduğu sürenin
bir saniyeden kısa olduğu kabul edilmektedir. Bu ilk nükleer radyasyonun etki alanı içindeki
insanlar, herhangi bir koruyucu önlem alamayacak duruma gelirler. Örneğin artık
sığınaklara gitmeleri vs. olanaksızdır. Gama radyasyonunun geri kalan bölümü ile
Beta tanecikleri, nükleer patlama ürünlerinin radyoaktif bozulmasının ürünleridir.
Bu, yarı-yaşamları saniyenin altındaki birimlerden milyonlarca yıla kadar değişen
36 elementin 200 radyoaktif izotopunun bir karışımı olarak kendini gösteren kalıca
radyasyondur.
İlk radyasyonun
büyük nüfuz edici gücü ve nötronlarla gama radyasyonunun biyolojik etkinliği, nükleer
silahların en sert etkisini oluşturur. Şunu belirtmek gerekiyor ki, nötronlarla gama
fotonlarının havada izledikleri yollar arasındaki farkdan ötürü, yerden uzaklık
arttıkça, nötron yoğunluğu ve buna bağlı olarak, saçılan ışının dozu da gama
radyasyonun da olduğundan daha büyük bir hızla düşecektir. Genelde, ilk radyasyonun
ışın salma/aydınlatma dozu birkaç unsura bağlıdır, bu unsurlardan en önemlisi de
silahın türü, gücü ve patlamanın çeşididir. Bu konudaki genel kural, silahın gücü
azaldıkça, nükleer patlamanın tüm etkileri arasında ilk radyasyonun payının göreceli
olarak büyüyeceğidir. Bu kural, düşük ölçekli/gücü az olan patlamalarda açıklık
kazanmıştır. Bir örnek verelim. Nükleer bir bombanın gücü binde bir oranında
azaltıldığında, yani 1 megatondan bir kilotona düşürüldüğünde, infilak ve
termal radyasyon etkilerinin geçerliği olduğu uzaklık yirmibeşte bir ve onda bir
oranında azalırken, ilk radyasyonun etki uzaklığı yalnızca 1/3 oranında düşer. Bu
da demektir ki, nükleer silahın gücü arttıkça patlamanın tüm etkileri arasında
ilk radyasyonunun pay oranı göreceli olarak azalacaktır. Çünkü ilk radyasyonun etki
uzaklığı, infilak ve termal radyasyonun öldürücü etkilerini yaydıkları
uzaklığın çok gerisinde kalacaktır.
Nükleer
patlamanın bir başka etkisi de kalıcı radyasyondur. Genel olarak, ağır
çekirdeklerin fizyonu sonucu meydana gelir. Radyoaktif tozdan oluşan nükleer bulut yere
çöktüğünde, bu fizyon sonucu elde edilen ürün, insanlar, bitkiler ve hayvanları
etkileyen bir ışık salar. Bir kilotonluk bir patlamada, yalnızca 57 gram fizyon
ürünü oluşur. Ancak patlamadan bir dakika sonra, bu ürünlerin radyoaktivitesi 30,000
tonluk radyumunkine denk olur.
Hızlı
bozulmaya karşın (patlamadan 12 saat sonra, radyoaktivite üçbinde bir oranında
azalır), nükleer patlama ürünleri yeryüzünden veya su altında çok büyük bir
tehlike oluştururlar. Radyoaktif artıklar, ikiye ayrılır: Birincisi erken (yerel),
ikincisi geç (global) artık olarak adlandırılabilir. Yerel artık, patlamadan 24 saat
sonra yerin yüzeyini kaplayan nükleer tozdur. Terimden de anlaşılabileceği gibi,
global artık ise, tüm gezegeni saran radyoaktif maddedir.
Eğer bir nükleer
silah, ateş topunun yere değmediği bir yükseklikte patlamışsa, böyle patlamalara hava
patlaması denir. Bu durumda, patlamanın tüm ürünleri hava akımları tarafından
atmosferin üst tabakalarına ve sonra bir bölümü de stratosfere taşınır. Ortalama
yedi gün sonra, bu ürünler bölüm bölüm yeryüzüne inip, toprağı kaplamaya
başlar. Stratosferik yarı-kalış süresi 12-18 ay arasında değişir. Troposfere
bırakılan radyoaktif tanecikler ise, yeryüzeyine daha çabuk inerler, çünkü onları
yarı-kalış süreleri hemen hemen bir ay kadardır. Kuzey Yarıküre’de bir hava
patlaması gerçekleşirse, artığın yüzde 70’lik bölümü bu yarıkürenin
topraklarına iner, üçte biri ise stratosferik transferle güney yarı küreye taşınır.
Bir hava patlaması sonucu oluşan radyoaktif ürünlerin yükseklerdeki rüzgarlar tarafından
önemli ölçüde dağıtılması, kısa ömürlü radyonüklidlerin hızla bozulması ve
uzun ömürlü ürünlerin de görece olarak biraz daha uzun dayanması, böylesi
patlamalardan kalan radyoaktif artığın, insanlar üzerinde çok tehlikeli bir radyasyon
etkisi göstermesini önler. Ancak, global artığın içindeki ürünler, insanların
dışsal ve içsel olarak ışınlarla temasını sağlarlar, bu da aşağıda
ayrıntılı biçimde tartışacağımız bir olaya, küçük radyasyon dozlarının
birikerek geç radyasyon etkilerini gündeme getirmesi tehlikesine yolaçar.
Yüzeyde ya da
yüzeye yakın meydana gelen bir patlamanın biçimi ise değişiktir. Bu durumda, nükleer
silah ya doğrudan doğruya yerde konumlandırılmıştır, ya da yere öylesine yakındır
ki, oluşan ateştopu yere değer. Patlamanın ürünleriyle birlikte, büyük bölümü
yüksek ısı nedeniyle buharlaşan toprakta ateştopuna karışır ve bir dizi evrim geçirdikten
sonra, patlama bulutu hava kütleleriyle birlikte hareket ettikçe, ondan ayrılarak,
farklı yerlere dağılan radyoaktif tanecikler biçimini alır. Bir megatonluk bir
bombanın yerde patlaması halinde salıverilen enerjinin, yüzde 5’inin her yüzeyini
ısıtmak için kullanılması halinde, 20 bin tonluk toprağın buharlaşarak, ateş
topuna karışacağı hesaplanmıştır. Böyle patlamalarda, radyoaktif ürünün yüzde
60’ı yerel artık olarak yüzeyi kaplar. Bu artıktan etkilenen alan, radyoaktif plume
olarak adlandırılır. Dağılan radyoaktif ürünlerin diğer bölümü, atmosferin üst
tabakalarına taşınarak patlamanın gerçekleştiği yerden binlerce kilometre ötede
yere inerler (global artık). Örneğin, ABD’nin 1 Mart 1954 günü, Bikini Adası’nda
gerçekleştirdiği 15 megatonluk patlama, Pasifik Okyanusu’nda 18 bin kilometrekarelik
bir alanın radyoaktif üründen etkilenmesine yol açmıştı.
Bir yüzey
patlamasının radyoaktif “plume”ü içindeki insanlar patlamadan sonraki birkaç gün
üç tür tehlikeyle karşı karşıyadırlar: gama ve beta ışınlarından dışsal
etkilenme, temas, radyasyonun içsel nüfuzu. Her koşulda, insan yaşamının kaybına
yolaçan ana tehlike, patlamadan sonraki ilk dönemde, gama radyasyonundan dışsal
etkilenimdir. Bu radyasyonun kaynağı, bozulmakta olan radyoaktif ürünlerin yayıldığı
alandır. Kısa ömürlü radynüklidlerin bozulması sonucu, patlamadan bir hafta sonra,
toplam gama radyasyonunun yüzde ellisi ortaya çıkmıştır bile. Bu dönemde beta
radyasyonuyla temas da olmasıdır. Bu temas, özellikle derinin açıkta kalan yerlerini
etkileyecektir. Bazı tahminlere göre, dışsal gama radyasyonunun etkin dozunun
yalnızca 20 rad olduğu radyoaktif “plume” sınırları içinde, insan derisini
etkileyen nükleer ürünün etkin dozu 1000 rad’a ulaşır. Yani radyoaktif “plume”
içindeki insanlar, radyasyon yanıklarına maruz kalabilirler. Son olarak, üçüncü
tehlike ise, ağır çekirdeklerin “genç” fizyon ürünleri arasında yeralan iyotun,
özellikle de iyot-131’in radyoaktif izotoplarının içsel nüfuzudur. Bu açıdan
tehlikeli dönem, patlamadan sonra en az üç hafta devam eder. Bu radyonüklid vücuda,
radyoaktif artıkların yayıldığı alanlarda otlayan hayvanlardan sağılan sütün
aracılığıyla girer. Bu durumda, radyasyon en çok hamile bayanların karınlarında
taşıdıkları bebekler ile çocukların yaşamını tehdit etmektedir. Çünkü onlar,
tiroit bezine yerleşecek olan tehlikeli miktarlardaki iyot-131’i içeren tam yağlı sütü
en çok tüketenler olacaklardır.
Belirli bir
dönem süresince (patlamadan sonraki aylar, hatta yıllar boyunca) görece düşük
dozlarda devam edecek olan içsel radyasyonun ana kaynakları, radyoaktivite açısından
uzun ömürlü olan stronsiyum ve sezyum izotopları olacaktır. (90Sr ve 137Cs)
Bu radyoaktif izotoplar, insan vücuduna, süt, etmek gibi radyasyona maruz kalan
yiyecekler yoluyla girerler.
Nükleer Silahın Etkisini
Belirleyen Bazı Unsur ve Koşullar
Nükleer silahın
insanlar ve çevre üzerindeki etkileri birçok unsura dayanır. Bazılarından yukarıda
sözettik. Bu konudaki bilgimizi sistemli bir şekilde yeniden ortaya koyalım.
Nükleer
silahların etkisinin düzeyi ve özellikleri şu unsurlar tarafından belirlenmektedir:
-kullanılan nükleer
silahların birer birer ve toplam olarak güçleri;
-nükleer silahın
türü;
-nükleer
patlamanın türü;
-hedefin niteliği
(kent mi kırsal alan mı olduğu);
-yer şekilleri
(dağlık mı, düz arazi mi olduğu);
-nüfus yoğunluğu
ve patlama alanında ya da yerel artık bölgesindeki dağılımı;
-nükleer saldırı
sırasında ve sonrasında insanların yararlanabileceği sığnakların niteliği ve
niceliği ile o anda insanların davranış biçimi;
-patlamanın günün
hangi saatinde, haftanın hangi gününde ve yılın hangi mevisiminde meydana geldiği;
-hava koşulları.
Diğer tüm koşulların
eşit olduğu varsayılırsa, infilakın, termal radyasyonun ve ilk radyasyonun etkisi, düzlük
bir alana kurulu yerleşim biriminde, dağlık bir alana kurulu olandan çok daha fazladır.
Bu, Nagazaki ve Hiroşima’nın acı örneğinde somutlanmıştır. Hiroşima’ya
atılan bombanın gücü, Nagazaki’ye atılan gücünün yarısından biraz daha fazla
olmasına karşın, Hiroşima’da ölen ve yaralananların sayısı çok daha fazla olmuştur.
Çünkü Hiroşima düz bir alanda kuruludur. Nagazaki ise limana inen bir tepenin
eteklerindedir. Nükleer bir saldırı sırasında, yaşam kaybı büyük oranda yaşanan
paniğe ve saldırın günün hangi saatinde meydana geldiğine bağlı olacaktır. Bu
nedenle, işe gidiş ve dönüş saatlerinde, insanların büyük bölümü sokaktayken,
özellikle de ince giysilerin giyildiği yaz günlerinde yani nükleer patlamanın
etkilerine karşı en az korunaklı olunduğu bir anda, gece ve herkes evindeyken meydana
gelen bir patlamada olduğundan çok daha fazla insan ölecektir. Yerel artığın
yoğunluğu ve buna bağlı olarak, radyasyon dozu da, büyük ölçüde hava koşulları
tarafından, özellikle de yükseklerdeki rüzgarların hızına göre belirlenecektir.
Nükleer infilakın etkilerini belirleyen diğer unsurları da sıralamak mümkündür.
Ancak, en iyi koşullarda, nükleer patlamanın zararlarını en aza indiren durumda bile,
nükleer silahların konumlandırılmasının hem insanlar, hem çevre açısından
felaketli sonuç taşıdığı unutulmamalıdır.
IV
Nükleer
Savaşın Başlıca Tıbbi ve Biyolojik Etkileri, Bunların Sınıflandırılması ve
Tahminlerin Gösterdikleri
Nükleer
silahların kullanılmasının başlıca tıbbi ve biyolojik etkilerinin düzeyi ve niteliğine
ilişkin somut bir fikrimiz olabilmesi için, bu silahların daha da ayrıntılı
incelenmesi gerekmektedir.
Nükleer savaşın
sonuçlarının tahmini ve bunların nitel olarak araştırılması, herşeyden önce
nükleer saldırı çeşit ve modellerinin analizi üzerine kurulmalıdır.
Bu konuda yayımlanmış
olan bilgiler, üç hipotez oluşturmaya yöneltmektedir. Bu noktada, tekil, çok aşamalı
ve yoğun olmak üzere yüksek güçlü üç nükleer saldırı türü örneğin, bazı
yazarlar, yoğun saldırının bir türü olarak, karşılıklı olarak yapılan ve toplam
güçleri 10-20bin megatona ulaşan nükleer vuruşları incelemişlerdir.
Bu türleri
incelerken, kolaylık sağlamak için yerel, bölgesel ve global etkileri de birbirinden
ayrılabilir.
Eldeki
kaynaklara dayanarak söylenebilir ki, bu silahların etkileri ancak ölen ya da yaralanan
insanların sayısıyla anlaşılabilmektedir ve bu sayılar da yüzlerden, binlere,
milyonlara, hatta on milyonlara, yüz milyonlara ulaşabilmektedir.
İnsanlar,
hayvanlar ve bitkiler üzerindeki doğrudan etkiler, nükleer patlamanın, infilak, termal
radyasyon, ilk nükleer radyasyon ve yerel radyoaktif birikme olarak kendini gösteren kalıcı
radyasyon gibi aşamalarının sonucudur.
Bu doğrudan
etkiler, mekanik yollarla insanların ölümü ya da yaralanmasına yolaçarlar. Ayrıca vücudun
ve gözlerin yanması, akut radyasyon hastalığı ve radyasyon sendromları da söz
konusudur.
Bu yaralanmaların
çeşitli bileşik biçimleri nükleer patlama bölgelerinde gözlemlenebilmektedir. Bu
etkiler, aynı zamanda, radyasyonun sonraki tesirlerini de kapsamaktadır. Kötü huylu
tümörler, genetik bozukluklar vb. radyoaktif artığın uzun süre etkisinde kalınması
sonucu ortaya çıkmaktadır.
Dolaylı etkiler
ise, maddi ve teknik zarar, ekonominin tümden sarsılması ve toplumsal yaşamın tüm
unsurlarının aldığı darbedir.
Bu dolaylı
etkiler, açlığı, salgın hastalıkların yayılmasını, genel somatik patolojinin
keskin bir artış göstermesi (özellikle tüberküloz, dizanteri, hepatit gibi
enfeksiyonlara dayanan hastalıklar), hem nükleer saldırıya maruz kalan insanlar
arasında hem de nükleer bir çelişki yaşayan halklarda çeşitlik psikolojik ve
fiziksel aksaklıkların hastalıkların artması gibi olayları da içeriyor. Şu da
oldukça açıktır ki, bir nükleer savaş durumunda, bu savaşla doğrudan ilgili
olmayan ülkelerin insanları da bu sonuçlardan az ya da çok etkilenecektir.
Dolaylı etkiler
arasında, büyük güçte nükleer silahların yoğun kullanımı sonucu ortaya çıkacak
etki-tepki prensibi de yeralacaktır. Stratosferdeki ozon tabakasının bozulması
sonucunda dünya yüzeyindeki morötesi radyasyonun 290-300 nanometrelik güce ulaşarak,
insan, hayvan ve bitki alemleri üzerinde sakat bırakıcı etkiler yarattığını
biliyoruz.
Bu konu
çerçevesinde, nükleer savaşın erken (ivedi) ve geç (uzun dönemli) tıbbi-biyolojik
etkilerinin birbirinden ayrılarak ele alınması önem taşıyor.
Erken etkiler,
nükleer patlamaların doğrudan etkilerinin ve görece kısa bir süre sonra kendilerini
gösterirler. Erken etkilerin nükleer bir saldırıdan sonraki iki-dört ay içinde
ortaya çıktığı kabul edilebilir. Geç etkiler ise, daha sonra belirginleşirler pekçok
ay ya da yıllar sonra.
Geç etkiler
arasında sayılan genetik etkiler, onyıllarca süren bir dönem boyunca, radyasyona
maruz kalan insanların ailelerinin yeni yeni kuşakları üzerinde gözlenebilir.
Tablo
1:
HİROŞİMA VE NAGAZAKİ’DE YARALANMA VE ÖLÜMLER
TANIM |
İNSAN SAYISI |
TOPLAM YARALANMA YÜZDESİ |
TOPLAM ÖLÜM YÜZDESİ |
HİROŞİMA
|
Toplam yaralı sayısı |
136.000 |
100.0 |
- |
İlk gün ölenler |
45.000 |
33.1 |
70.3 |
İlk günden sonra ölenler |
19.000 |
14.0 |
29.7 |
İlk dört ay içinde ölenler |
64.000 |
47.1 |
100.0 |
İlk gün yaşayan yaralılar |
91.000 |
66.9 |
- |
Kurtulan yaralılar |
72.000 |
52.9 |
|
NAGAZAKİ
|
Toplam yaralı sayısı |
64.000 |
100.0 |
- |
İlk gün ölenler |
22.000 |
34.4 |
56.4 |
İlk günden sonra ölenler |
17.000 |
26.5 |
43.6 |
İlk dört ay içinde ölenler |
39.000 |
60.9 |
100.0 |
İlk gün yaşayan yaralılar |
42.000 |
65.6 |
- |
Kurtulan yaralılar |
25.000 |
39.1 |
- |
Tablo I, nükleer
patlamanın erken etkilerinin yapısı ve nitelikleri üzerinde yapılmış nicel bir
analiz örneğidir. Hiroşima ve Nagazaki halklarının uğradığı kayıplara ilişkin
özet verileri yansıtmaktadır. Bu bilgiler, Atom Bombası Yaralıları Komisyonu’nun
raporundan alınmıştır.
Bu tablodaki veriler
incelendiğinde, Hiroşima ve Nagazaki’de bombanın atıldığı ilk gün ölenlerin sayısının
bu kentlerde saldırı sırasında bulunan nüfusun üçte birine ulaştığı görülür.
İlk dört ay içinde ölüm oranı yüzde 47-61’e yükselmiştir. Bu dönemdeki tüm
ölümler içinde, ilk gün ölenlerin oranı yüzde 70.3 ile 56.4’tür. Yanıklar,
yaralanmalar ya da radyasyondan etkilenen, ancak ilk gün kurtulan insanların sayısı,
iki kentte toplam kurban sayısının üçte ikisini bulmaktadır.
Dört ayın sonunda,
kurutulan yaralıların yüzdesi Hiroşima’da yüzde 52.9’a, Nagasaki’de yüzde 39.1’e
ulaşmıştır.
Bu da şu anlama
geliyor: Nükleer saldırının ivedi sonuçları, insanların kitleleri halinde anlık
ölümleri ve çok sayıda insanın da yaralanması; yaralıların ise bir süre sonra,
genellikle tıbbi yardım ve tedavi yetersizliği nedeniyle yaşamlarını yitirmeleridir.
Geç etkiler listesinin
başında ise, radyasyon sonucu meydana gelen ve öldürücü düzeylere varabildiği
gibi, küçük dozlarda da kalabilen somatik bozukluklar yer alıyor.
Bu etkiler, aynı
zamanda, radyasyona bağlı olmayan sonuçları da kapsıyor. Bunlar yanıklar, yaralar ve
mekanik darbelerin neden olduğu, ölümle ya da sakatlıkla sonuçlanabilen hastalıklardır.
Mor ötesi radyasyonun
yol açtığı deri kanserleri de geç etkiler arasında sayılabilir.
Uzun dönemli radyasyon
etkileri, birbirinden ayrı ve farklı büyüklüklerde iki grup insan üzerinde açıkça
görülebilir:
a)nükleer patlama alanı
içinde ya da radyasyon “plume”ünde bulunan insanlar,
b)doğrudan etki
uzaklığının ötesinde bulunan ve global radyoaktif artıklar sonucu düşük dozlarda
radyasyona maruz kalan insanlar.
Hiroşima ve Nagazaki’ye
atılan nükleer bombaların geç etkileri konusunda WHO uzmanları tarafından yapılan
ayrıntılı bir inceleme, tüm radyasyon etkilerinin üçe ayrılabileceğini göstermiştir:
1)radyasyona maruz
kalma ile somut bir ilgisi saptanan etkiler,
2)radyasyona maruz
kalma ile olası bir ilgisi olan etkiler,
3)radyasyona maruz
kalma ile hiçbir ilgisi görülmeyen etkiler.
Özel olarak,
radyasyona bağlantılı, hızlı yaşlanma, bağışıklık sisteminin ya da
doğurganlığın aksaması ya da genetik bozukluklar WHO tarafından gözlenmemiştir.
Ama bu durum, böyle etkilerin hiç varolmadığını göstermez. Uzmanlara göre, bu
aksaklıkların gözlenmemesinin nedeni, numune alınan kitlenin yeterince büyük olmayışı
ile Japonya’daki radyasyon indislerinin gerektiği gibi duyarlı olmayışı olabilir.
Geç etkiler arasında,
katarakt, erken bunama sendromu, iyi ve kötü huylu tümörler ve genetik bozukluklar da
yeralmaktadır. Bunların içinde kötü huylu tümörlere özel bir dikkatle eğilinmektedir.
Bir de radyasyona maruz kalan insanların çocuklarının genetik bozukluklarına...
Son bulgulara göre, bu
tür etkilere doğrudan doğruya radyasyona maruz kalma dozu yol açmaktadır, yoksa
iyonlaşma radyasyonunun böylesi etkileri yarattığı bir eşik doz yoktur.
Son olarak, yoğun bir
nükleer saldırının ekolojik etkileri de geç etkiler arasında sayılmalıdır. |