SİLAHLI
ÇATIŞMALARDA TIBBİ PERSONELİN HAK VE SORUMLULUKLARI
ATA
SOYER
EVREN BALTA
GİRİŞ:
Hekimler ve sağlık çalışanları açısından günümüzde
en önemli insan hakları ihlallerinden biri çatışma durumlarıdır. Bugün dünyada
varolan çatışmaların büyük çoğunluğu, merkezi hükümet(ler) ile birçok etnik,
dinsel, politik veya milliyetçi inançların yönlendirdiği ayrılıkçı veya devrimci
güçler arasında vukubulmaktadır. Bu çatışmalar, büyük oranda sivil halkın
ortasında yapılmaktadır. Bu tarz çatışmalarda, çatışan taraflar birbirlerine
karşı insan hakları ihlallerinde bulundukları gibi, ne yazık ki, sivil halka verilen
zarar devletlerarası çatışmalarda verilenden daha fazla olabilmektedir. Özellikle
hükümet güçlerinin, gerilla güçlerine verilen desteği boğmak için “balığın
suyunu yoketme” stratejisi denilen, sivil halkı zorla göçettirmeyi, sivil hizmetleri
kasıtlı olarak ihmal etmeyi, kırsal milislerin zorla askere çağırmayı içeren
uygulamalarında insan hakları ihlalleri oldukça yoğun ve yaygındır.
Böylesi çatışmaların, hekimler ve sağlık çalışanları açısından önemi
vardır. Hekimler, yaralı çatışmacılara tedavi sağlayabilme yetenekleri yüzünden,
bu tarz çatışmalarda sık sık hedef olurlar. Gerilla güçleri, yaralı militanlarına
bakım sağlayabilmek için sağlık çalışanlarına gerek duyarlar ve bu bakımı
sağlamak için onları tehdit edip, zarar verebilirler. Hükümet güçleri de, yaralı
muhalif savaşçılara tıbbi bakım vermeyi engellemek isterler. Bu güçler, muhaliflere
yardım edenlere karşı yasaları kullanarak ve hekimlerin tedavi sağlama zorunluluğunu
belirten yasalara aldırmayarak, muhalifleri tedavi eden hekimleri zan altında bırakacak
ve işlerini yapmaktan sık sık alıkoyacaklardır. Bazı hekimler, bu alıkoyma
durumunda işkenceye uğrayabileceklerdir. Bazıları ise öldürülebilecek veya aile
bireyleri öldürülecektir.
Bu tarz çatışmalarda, hükümet güçlerince muhalif güçlere karşı
sistematik olarak uygulanan işkence ve yasal olmayan uygulamaları teşhir etme
becerileri olduğu için de, hekimler temel hedeftir. Birçok ülkede işkence veya keyfi
ölüm mağduru kişilere hukuksal olarak bir hekim tarafından bakılması gerekmektedir,
bu tarz ihlallerin kontrgerilla güçleri tarafından rutin olarak yapılmasına karşın,
bu muayene sık sık yapılmaktadır. Kontrgerilla güçleri sağlık çalışanlarını
susmaya zorlamaktadırlar.
Yine sivil halkın aldığı sağlık hizmetleri, iç çatışma sırasında aksar.
Böyle durumlarda, sivil halkın sağlık bakımı, uluslararası hukuk tarafından
korunur. Halk sağlığındaki bu bozulmanın yan etkisi, gözdağı verilmesi ve moral
bozukluğu sonucu, birçok hekimin bölgeyi terketmesidir. Bu, güvenlik güçlerinin
kasıtlı olarak uyguladığı bir politika da olabilir; sağlık çalışanlarını hedef
alır ve sivil halkın çatışma bölgesini terketmesini sağlamak için yapılır. Bu
hükümet veya muhalif güçlerin, bölgeye tıbbi malzemenin gelmesine engel olmalarıyla
sonuçlanabilir.
CENEVRE BİLDİRGESİ’NİN DOĞUŞU
Silahlı çatışmalarda sağlık/tıbbi personeli(ni)n hak ve
sorumlulukları konusu, savaşların tarihi kadar eskidir. Ancak modern zamanlarda bu
konunun ele alınması, Haziran 1859'da İtalya'da silahlı bir çatışmaya tanık olan
Henry Dunant adlı İsveç'li bir kişinin girişimleri ile başlatılır. Henry Dunant
silahlı çatışmaların kurbanların ve onların bakımından sorumlu sağlık
personelinin korunması ile ilgilenmiş, bu amaçla barış zamanlarında savaşta
yaralılara yardım edebilecek özel yardım örgütlerinin kurulmasının doğru
olacağını düşünmüştür. Bu çerçevede dört Cenevre'li ile işe girişmiştir.
1863'de "Beşler Komitesi" olarak bilinen Henry Dunant, General Dufour, avukat
Gustave Moynier, Dr.Appia ve Dr. Maunoir "Yaralılara Yardım Komitesi"ni
kurdular. Bu komite daha sonra, "Uluslararası Kızılhaç Komitesi" adını
aldı.
Uluslararası Kızıl Haç Komitesi (ICRC), aynı yılın Ekim ayında çeşitli
ülkelerden gelen delegelerle Cenevre'de toplandı. Bu toplantıda, tüm ülkelerde
gönüllü yardım kuruluşlarının kurulmasına karar verildi. Bu kuruluşlar, daha
sonra Ulusal Kızıl Haç Cemiyetleri adını aldı. Uluslararası Komite, çatışmalara
katılmayan yaralılar ve onlara yardım eden sağlık personelinin korunması için
tarafsız bir statüye ihtiyaç olduğunu belirledi. Bu yaklaşımın yaşama
geçirilebilmesi için farklı hükümetlerle işbirliği gereğinin kaçınılmazlığı
ortaya çıktı. İlk olarak, Kızıl Haç'ın beş kurucusu İsveç Hükümeti'ni
diplomatik görüşmelere başlaması için ikna etti. Ağustos 1864'de Cenevre'de
toplanan Diplomatik Konferans'a katılan 12 hükümet sözcüsü, yalnızca on ilkeden
oluşan kısa, "22 Ağustos 1864 Cenevre Sözleşmesi" başlıklı,
"Karadaki Silahlı Kuvvetlere Mensup Yaralıların Durumunun İyileştirilmesi"
sözleşmesini imzaladılar. Bu sözleşme, bir yanı ile de Uluslararası İnsancıl
Hukuk'un oluşturulmasının başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Kızıl Haç ile
Ulusalararası İnsancıl Hukuk arasında yakın bir bağlantı söz konusudur. “Kızıl
Haç"ın kuruluşunun ilk on yılında 22 kuruluş oluşturuldu. Bugün tüm dünyada
yaklaşık 128 Ulusal Kızıl Haç kuruluşu
vardır. Birinci Dünya Savaşı sonunda ABD'li Henry P. David, çeşitli ülkelerdeki
Kızıl Haç kuruluşlarını bir federasyon çatısı altında toplama fikrini
geliştirdi. Bu fikir, 1919, 5 Mayıs'ında Paris'te toplanan, daha sonra 1939'da
Cenevre'ye aktarılan toplantılara öncülük etti ve Kızıl Haç Kuruluşları Birliği
kuruldu.
22 Ağustos 1864'de imzalanan ilk Cenevre Konvansiyonu ile uluslararası insancıl
hukuk, uluslararası kamu hukukunun yeni bir adı oldu. Uluslararası insancıl hukuk
silahlı çatışmalardaki kurbanları ve onlara bakmakla yükümlü personelin
korunmasıyla ilgilidir ve o günden bugüne büyük gelişmeler göstermiştir.
Bu amaçla birçok konferans, savaş deneyimlerinin ışığı altında toplandı.
Yeni teknikler (deniz savaşları, yeni savunma araçlarının kullanımı, yeni silahlar)
ve bu değişiklikler ve teknolojik gelişmelerle yüz yüze gelen kurbanlara daha iyi bir
koruma sağlama isteği, bu düşüncenin oluşumuna yolaçtı.
Herşeyden önce, 1864 Cenevre Konvansiyonu ile Yaralı ve Hasta Silahlı Güçlere
sağlanan koruma 1906 ve 1929 Konvansiyonları ile geliştirildi. Aynı zamanda 1899'da
Hague'de imzalanan bir konvansiyonla koruma alanı deniz savaşlarına kadar
genişletildi, aynı konuda 1907'de yapılan bir başka konvansiyonla ilki yürürlükten
kalktı. Bu Konvansiyonlar savaşla ilgili olan, bütün sorunlara karşı evrensel bir
düzen oluşturmak için yapılan Barış Konferanslarına uyarlandı.
1. Dünya Savaşı deneyiminden hemen sonra, savaş tutsaklarına yönelik tehditi
önlemeye yönelik bir Konvansiyon Cenevre’de 1929'da imzalandı. Barış
Konferansları’nda bu konvansiyon 1899 ve 1907'de sağlanmış olan yükümlülükleri
genişletip, tamamladı.
Daha sonra, 2. Dünya Savaşından sonra, sivil halka yönelik zalimliklere karşı
sivilleri, işgal edilmiş bölgelerde korumak amacıyla 1949'da 4. Cenevre Konvansiyonu
imzalandı.
4. Cenevre Konvansiyonu da 1949'daki Diplomatik Konferans’ta kabul edilerek, 12
Ağustos 1949'dan sonra yürürlüğe girdi ve bugün genel olarak "Cenevre
Konvansiyonları Bildirgeleri" diye bilinmektedir.
a)İlk Konvansiyon:Yaralı ya da Hasta Silahlı Kuvvetlerin Durumunun İyileşmesi
İçin Cenevre Konvansiyonu:
Bu Konvansiyon 4. versiyondur, 1864'deki Konvansiyon’la kazanılan deneyimin
ışığı altında genişletilmiş ve düzeltilmiştir. Kızıl Haç'ın da temel
kuruluş ilkelerinden olan silahlı kuvvetlere mensup hasta ve yararılara özellikle
milliyet gözetmeden eşit muamele edilmesini, ayrıca askeri ambulans, hastane ve tıbbi
personelin korunmasını içerir.
b)Deniz Kuvvetleri Mensubu Hasta ve Yaralıların Durumunun İyileşmesi İçin
Cenevre Konvansiyonu:
Bu Konvansiyon, ilk Konvansiyon’un deniz savaşı koşullarına uygulanmış
biçimidir. Farklı koşullarda aynı amacı içerir ve aynı kişileri korumayı
hedefler.
c)Savaş Esirlerinin Bakımıyla İlişkili Cenevre Konvansiyonu:
Bu Konvansiyon, düşmanlar tarafından yakalanarak savaş esiri haline gelen
silahlı kuvvetlerin hak ve sorumluluklarını tanımlar.
d)Savaş Sırasında Sivil Halkın Korunmasıyla İlgili Konvansiyon(Dördüncü
Konvansiyon)
Bu Konvansiyon özellikle savaş sırasında sivil halkın korunmasıyla ilgilidir.
İşgal edilmiş bölgelerdeki halkı veya düşman devletin topraklarında bulunan
kişileri kapsar.
Cenevre Konvansiyonları bugün 164 devleti bağlamaktadır ki, bunun anlamı, tüm
uluslararası ilişkileri kapsamasıdır. Bu Konvansiyonların herbirinin
farklılaştığı içerikler olsa da, genel olarak aynı ilkelere, aynı uygulama
kapsamına, aynı önermelere yaslanırlar. Hepsinin yöneldiği amaç; ayırım
yapmaksızın tüm halkın korunmasıdır.
1949'da bu Konvansiyonların uygulanmaya başlamasından sonra, silahlı
mücadelelerin sayısı da, bundan etkilenen sivil halkın sayısı da artmıştır.
Bundan öte, artık savaşlar iki ya da üç ülke arasında değil, ülkenin kendi
içinde de yaşanmaya başlanmıştır.
Bu durum ışığında, 1949 Cenevre Konvansiyonu'na iki Protokol daha eklendi.(8
Haziran 1977). Bu iki Ek Protokol, diğer dört protokolün tamamlayıcısıdır.
Bu Protokollerin temel amacı, silahlı çatışmalar boyunca tüm sivil halkın
korunmasıdır. Henüz bu Protokoller oldukça sınırlı ülkeyi kapsamaktadır. Bu ek
protokollerden ilki uluslararası çatışmalara ilişkindir(Uluslararası Silahlı
Çatışmaların Kurbanlarının Korunmasına İlişkin 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre
Konvansiyonu’na Ek Protokol). İkincisi ise, uluslararası karakterde olmayan
çatışmalara ilişkindir(Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmaların Kurbanlarının
Korunmasına İlişkin 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Konvansiyonu’na Ek Protokol)
Burada Konvansiyonun sağlık personeli ile ilgili bazı
yönlerini özetlemeye çalışacağız
Silahlı Çatışmalarda Tıbbi Personelin Etkinliği
Hasta ve yaralılara yardım ederek ve onları tedavi ederek acılarını azaltmak,
tıbbi personelin de temel amacıdır.
Cenevre Konvansiyonları ve Ek Protokoller de bu çabaların bir sonucudur. Bu
Konvansiyonların temel dayanağı ve dolayısıyla uygulayıcısı da tıbbi personeldir.
Silahlı çatışmalar boyunca hizmetlerine ihtiyaç duyulan tıbbi personelin
korunması konusundaki uluslararası insancıl hukuk şu koşullar altında uygulanır:
-eğer çatışma ülkenin kendi sınırları içinde vuku buluyorsa, ya da
-kendi ülkeleri bir diğer ülkeyle silahlı çatışmaya girmişse,
-kendi ülkeleri bir diğer ülke tarafından (tamamen veya bir kısmı) işgal
edilmişse.
Tıbbi Personelin Tanımı
1977'deki I. Protokol tıbbi personel hakkında aşağıdaki tanımı
geliştirmiştir:
"Tıbbi personel alt paragrafta sayılan görevleri ifşa etmek, tıbbi
birimleri yönetmek veya tıbbi ulaşımı sağlamak ya da yönetmek için atanan
kişilerdir. Bu atamalar geçici ya da sürekli olabilir".
Tıbbi personel asker ya da sivil olabilir, ancak sivil tıbbi personelin,
uluslararası insancıl hukuktan yararlanabilmeleri için, çatışmanın taraflarından o
çatışmada görev yaptıklarına ilişkin atama kağıtlarının bulunması gerekir.
"Tıbbi Personel" kavramı,
kısıtlı bir anlamda kullanılmamıştır. Yaralı ve hastalara tedavi sağlamak
amacıyla, tıbbi servisin bir parçası oldukları sürece bütün personel tıbbi
personele sağlanan korumanın şemsiyesi altındadır. Bu kavram aynı zamanda hastane
aşçısını, tıbbi araçların bakımını yapanları ve yöneticileri de kapsar. Ancak
elbette, kavramın doğrudan bağladığı insanlar doktorlar ve tıbbi personeldir.
Bazı Önemli Noktalar
Çatışma çıktığında göreve çağrılan tıbbi personel aşağıdaki
noktaları aklında tutmalıdır:
Konvansiyonlar ve ek protokollerle ortaya konulan yükümlülüklere devletlerin ve
vatandaşların uyma ve onları uygulamaya koyma yükümlülüğü vardır. Kendi ulusal
hukuklarında yer alsın ya da almasın konvansiyonlarla bağlı bir devletin vatandaşı
olarak, tıbbi personelin de bu yükümlülüklere uyması beklenir.
Bu haklar ve ödevler, onlara emanet edilen insancıl görevleri uygulama yetkisi
olarak tanımlanır. Bu görev, çatışma durumlarında çatışmanın kurbanlarına
yardım etmektir.
Tıbbi personelin üzerindeki görevler doğrudan “bakımları altında bulunan
korunması gereken kişilerin haklarıyla” bağlantılıdır. İnsani tedavi verme
ödevi, yaralı bir kişinin insani tedavi talep edebilme hakkıyla bağlantılıdır;
herhangi bir savaş mahkumunun sağlık durumuna zarar verebilecek tıbbi prosedüre tabi
tutulmaması ödevi, mahkumun fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne saygı gösterilmesini
talep etme hakkıyla bağlantılıdır.
Konvansiyonlar ve protokollerle tıbbi personele verilen haklar, onların insancıl
görevlerini yerine getirmesini sağlamak içindir. Bu tarz personel, eğer doğrudan
söylenirse, yaralı ve hastaların korunması için gereken bir araçtır ve onlara
verilen özel haklar bu sebeple kabul edilmiştir. Bu haklar bundan da fazla olarak
“tıbbi personelin bağlı bulunduğu devletin ve çatışmanın tarafların üstüne
düşen yükümlülüklerle” doğrudan
bağlantılıdır. Böylece tıbbi personelin korunma hakkı, örneğin, “düşman”
tarafın üstüne düşen bu tarz personele saygı gösterme hakkıyla bağlantılıdır.
Benzer bir şekilde hizmetlerin gerekli olduğu bölgelerde hizmet talep etme hakkı
doğrudan tarafların bu tarz bölgelerde hizmet sunulmasına izin verme göreviyle
bağlantılıdır.
Tıbbi personelin üstüne düşen ödevlerin yanısıra, bir eylem
gerektirenlerle, bir eylemden sakınmayı gerektiren ödevlerin arasında bir farklılık
tanımı da yapılabilir. Örneğin, yaralı ve hasta bir kişi tedavi talep ettiğinde,
bir yükümlülük söz konusudur, fakat aynı zamanda bazı belirli eylemleri yapmamak da
bir yükümlülüktür.
Tıbbi personelin tanınan haklarının içinde de çatışmanın tarafları
tarafından bir eylemin yapılmasını gerektirenlerle, örneğin tıbbi personele
ihtiyaç duydukları şeyleri tedarik etmek gibi, bir eylemin yapılmasından
kaçınılması gereken durumlar arasında, örneğin tıbbi personele karşı misilleme
kabilinde önlemlerin alınmaması gibi, bir farklılık tanımı yapılabilir.
Sonuç olarak, tıbbi personele bazı özel haklar veren konvansiyonlar ve
protokoller yalnızca çatışma durumlarında geçerlidir. Böylece tıbbi personel
yaralı ve hastalara bakmak gibi son derece zorunlu bir görevi yerine getirebilecektir.
Bu sebeple, her ne zaman tıbbi personel kendisine tanınmış bir hakkı talep
ederse, bu hakkın içerdiği ödevlerin neler olduğuna da dikkat etmek zorundadır.
Tıbbi Personelin Görev ve Sorumlulukları
Yaralı ve hasta insanlar, savaş esirleri ve silahlı çatışmadan zarar gören
siviller, yani çatışmanın dışında kalan ya da doğrudan katılmayan tüm insanlar,
her koşulda insanca tedavi altına alınmalıdır.
Bu insanlarla ilgilenmekle sorumlu tıbbi personel, sorumluluklarının
gerektirdiği en iyi şekilde görevini yerine getirmelidir.
Tıbbi personelin korunması, onlara verilmiş kişisel bir öncelikten değil,
silahlı çatışma kurbanlarının korunması ve güvenliğinin sağlanması
gerekliliğinin doğal sonuçlarından kaynaklanır.
Tıbbi personelin korunması, onların insanlara karşı sorumluluklarını yerine
getirebilmesi için gerekli olduğu ölçüde sağlanır.
Tıbbi personel her türlü muhalif hareketten uzak durmalıdır.
Tıbbi personelin 'tarafsızlığı' onları herhangi bir aktiviteden ve askeri
operasyonlara müdahaleden uzak tutmaya yöneliktir. Ve onlara sağlanan özel korumanın
koşulu budur.
Tıbbi personel yalnızca hafif silahlar taşıyabilir ve bunları ancak
kendilerini ya da sorumlu oldukları hasta ve yaralıları korumak için kullanabilirler
1977'deki 1. Protokol, sivil savunma örgütlerinde çalışan personel için yeni
bir koruma işaretini uygulamaya koymuştur. Turuncu zemin üzerine mavi eşkenar üçgen.
Tıbbi personel hem sivil savunma personelinin kullandığı işareti hem de diğerini
kullanabilir. İşaretlerin görülebilirliği, onların etkinliliğinin gerekli
koşuludur.
Tıbbi Üniteler
Tanımlamalar
"Tıbbi üniteler" yaralı ve hastaların bakımından, naklinden,
teşhis ve tedavisinden -ilk yardımdan da- sorumlu askeri ya da sivil tüm kuruluşları
ve diğer birimleri içeren bir kavramdır. Örneğin, hastaneler ve buna benzer birimler,
kan merkezleri, ilaç merkezleri ve kuruluşları, tıbbi malzeme depoları bu tıbbi
ünitelerdendir.
Koruma ve Saygı
Tıbbi üniteler ne olursa olsun korunması gereken yerlerdir. Bunun anlamı
oralara saldırmamak ve zarar vermemekten öte, işlevlerini yerine getirebilmeleri için
gereken şeyleri yapmaktır ve onları eşkiyalık eylemlerinden korumaktır.
Diğer yandan, bir düşman güç tarafından servisin bulunduğu toprakların
işgal edilmesi durumunda tıbbi ünite kendini savunmamalıdır. Bu tarz bir savunma
ünitenin korunma hakkını kaybetmesine yol açabilecek düşmanca tavırlar içerebilir.
Bu durumda, düşman için üniteye “saygı” gösterme yükümlülüğü, onu işgal
etmeme yükümlülüğü değildir; fakat hastane personeline olduğu kadar hasta ve
yaralılara da aynı biçimde saygıyla davranılması gerekliliğidir.
Yaralı ve Hastaların Düşmana Terkedilmesi
Bu, taraflardan biri hızla geri çekilmeye zorlandığında vukubulabilir. Böyle durumlarda, Birinci
Konvansiyon terkedilen yaralı ve hastalarla birlikte, onların bakımını sağlamak
üzere bir kısım tıbbi personelin ve ekipmanın da kalabileceğini öngörür. Bu
sorumluluk 'mutlak' değildir, ancak 'ahlaki bir zorunluluktur'. Bu noktada tıbbi
personelden, 'gemiyi son terkeden kaptanlar' olmaları beklenir.
Yaralıların ve hastaların düşmana terkedilmesi, aynı zamanda ICRC tarafından
yönetilen bir tıbbi ünitenin kendini karşıt taraf tarafından işgal edilmek üzere
olan çatışmanın taraflarından birinin topraklarında olduğu zamanlarda ortaya
çıkabilir.
Böyle durumlarda, tıbbi personelin yaralı ve hastalara karşı büyük bir
sorumluluğu vardır. Her durumda ellerindeki bütün imkanları yaralı ve hastaların en
iyi koşullarda yaşamasını sağlamak, onlara yiyecek ve tıbbi malzeme tanzim etmek
için kullanmalıdırlar. Eğer tıbbi ünite bunu açıkca yaparsa, karşı taraf da
farkedecektir. Unutulmamalıdır ki, tarafların yaralı ve hastaları koruma ve saygı
gösterme ve onlara insanca davranma yükümlülüğü vardır.
Askeri bir gereklilik olmadığı sürece, çatışmanın tarafları tıbbi
personelinin bir kısmını bırakma yükümlülüğü altındadır. Bu nedenle,
çatışmanın taraflarından birinin askeri tıbbi personeline geride kalma emri
verdiğinde, bu personelin başka şansı
yoktur.
Başka durumlarda bu daha da
hassastır. Tıbbi ünitenin başı geminin kaptanına ve personel de tayfalara
benzetilir. Bir deniz kazasında kaptandan gemiyi en son terkeden olması ve yolcuları
bırakmaması -bu durumda hasta ve yaralılar- beklenir. Fakat büyük tehlikelerin
olduğu durumlarda bu reddedilebilir. Bu nedenle, orada kalması istenen askeri tıbbi
personel ve hizmet ettikleri taraftan açık bir emir alan tıbbi personel dışında
hasta ve yaralılarla birlikte kalma kararının tıbbi personele bırakılması eğilimi
vardır.
Yaralı ve hastalarla kalan tıbbi personel, kolayca tanınabilir olmalıdır ve
hastaneyi işgal edebilecek askerlere karşı taşıyabilecekleri silahları hiçbir
durumda kullanmamalıdırlar(hasta ve yaralılara karşı kötü muamelede
bulunulmadığı sürece). Hastaların sağlığını korumak için işgalci güçlerle
tartışma ve onları ikna yöntemini denemeleri gerekir. Gerekirse, yeni vakalara da
tıbbi bakım sağlamalıdırlar. Herhangi bir dokunma durumunda yetkililerle hemen
bağlantı kurmalı ve durumu anlatmalı ve onlara yükümlülüklerini
hatırlatmalıdırlar. Doktorların görevi hasta ve yaralılar için en tatmin edici
sonuca ulaşmaktır.
Savaş Esirleri ve Sivil Mahkumlar
Aşağıda tanımlanan tıbbi personel, savaş esirleri ve sivil mahkumların
bakımından sorumludur:
-Karşıt taraflardan birinin savaş esirlerinin bakımını sağlamak üzere
alıkoyduğu diğer tarafın tıbbi personeli.
-Taraflardan herbirinin savaş esirlerine bakmakla yükümlü kıldığı askeri ya
da sivil tıbbi personel,
-ICRC'nin tıbbi personeli.
-Vatandaşı esirlerin bakımı için gerekli esir tıbbi personel.
Bu Personelin Rolü:
Her durumda, bu personel, yukarda
belirtilen genel ilkeler çerçevesinde davranmalıdır. Ancak tıbbi personel savaş
esirlerinin ve sivil mahkumların tıbbi konulardaki haklarını da bilmeli, bu haklardan
yararlandırılmadıklarında ise, yetkililerden bunu talep etmelidir.
Savaş esirlerinin sağlığı konusunda tıbbi personelin sorumlulukları
şunlardır
-esirlere insanca davranılmalı, sağlıkları tehlikeye atılmamalıdır.
-kampların sağlıklı ve temiz olması için gerekli tüm önlemler
alınmalıdır.
-mahkumlara yeterli yemek ve uygun tıbbi bakım sağlanmalıdır.
-mahkumların sağlıklı olmalarını sağlamak için gerekli alış-verişi
yapmalarına izin verilmelidir(diş fırçası, sabun v.).
-sağlık durumu ciddi olan ya da ameliyat gerektiren mahkumlar daha teçhizatlı
kuruluşlara sevkedilmelidir.
-mahkumların doktorlara muayene olma istekleri geri çevrilmemelidir.
-en az ayda bir olmak üzere mahkumlar sağlık kontrolünden geçirilmelidir.
-bu mahkumların çalışmasının sakıncalı olup olmadığı konusunda düzenli
kontroller yapılmalıdır.
-mahkum özellikle nöbetçiler, diğer savaş esirleri ya da diğer herhangi biri
tarafından belirli koşullar altında öldürülür ya da yaralanırsa resmi soruşturma
açılmalıdır.
(Sivil mahkumlar için de yukarıdaki koşullar geçerlidir.)
İzlenecek Prosedür
Alıkonulan tıbbi personel, bulundukları kampın koşullarına uygun
davranmalıdır. Kamp yetkililerine kamptaki sağlık koşullarına ilişkin yapacakları
açıklamalar, eğer olasıysa, Konvansiyonlar çerçevesinde olmalıdır. Örneğin;
-tutuklu kamplarında sorumlu olan tıbbi personel, yetkililerle bağlantı
kurmalıdır(genel olarak, yaşça ve rütbece büyük olanlar)
-toplama kamplarında, mahkumları temsil eden komite, ICRC ve diğer koruyucu
yetkililerle bağlantı kurmalıdır.
Eğer bu prosedür işlemezse, tıbbi personel bu durumu eğer imkanları olursa
Koruyucu Devletin veya ICRC’nin temsilcilerine bildirmelidir.
Savaş tutsakları veya sivil esirlere tıbbi bakım sağlamak üzere
çatışmanın taraflarından biri tarafından görevlendirilen tıbbi personel de, benzer
bir şekilde yukarıda belirtilen yükümlülüklerin uygulanması ve eğer bu mümkün
olmazsa kendi yetkililerini durumu yoluna koymaları için uyarmak durumundadır.
ICRC’nın tıbbi personeli ICRC’e rapor gönderme yükümlüdür. Bununla
birlikte kamp komutanının sorumluluğunda olan bütün konularda tıbbi personel
olabildiğince komutanla birlikte karar almalıdır.
Yaralı mahkumların iadesi ya da tarafsız bir ülkede hastaneye yatırılması
Eğer sağlık koşulları elveriyorsa ve buna rıza gösteriyorlarsa, aşağıda
tanımlanan kişiler iade edilmelidir:
-ruhsal ve fiziksel sağlığı ciddi
bir biçimde tehlikede olan yaralılar,
-tıbbi olarak tedavisi bir yıldan fazla sürecek olan yaralılar,
-tedavisi tamamlanmış olmakla birlikte hayati tehlikesi devam eden yaralılar.
Aşağıdaki kişiler, çatışmaya taraf olmayan bir ülkeye yerleştirilebilir:
-yaşlı veya hasta olan kişilerin hastalığının ya da yaralanmasının
üstünden bir yıldan fazla zaman geçmişse veya tarafsız bir ülkede
gerçekleştirilecek tedavi daha kesin ve hızlı olacaksa,
-eğer sürekli bir sürgün durumu savaş esirinin sağlığını ciddi bir
biçimde tehdit ediyorsa ve tarafsız bir ülkede bu tehdit ortadan kalkacaksa.
Devlet tarafından korunan savaş esirleri daha sonra çatışma tarafları ve
tarafsız devlet arasında yapılacak anlaşmalarla iade edilebilir.
Genel olarak, iade edilebilecek
olanlar:
-doğrudan iade koşullarını yerine getiren, yani sağlık durumu gittikçe
kötüleşen savaş esirleri,
-tedavisi bitmiş olmasına rağmen ruhsal ve fiziksel gücü açıkca bozuk olan
kişiler.
Eğer bu konularda özel bir anlaşma yapılmadıysa, 3. Konvansiyonda öngörülen
maddeler doğrultusunda iade işlemi yapılmalıdır. Unutulmaması gerekir ki, iade
edilen kişi yeniden aktif askeri görev almamalıdır.
Bütün bu durumlarda, sorumluluklarına bağlı olarak tıbbi personelin de
yaralı ve hastalarla ilgili olan doğrudan görevinin yanısıra başka bazı görevleri
vardır. İade veya tarafsız bir ülkede hastaneye yatırılmaya ilişkin kriterlerin
yerine getirilip getirilmediğini saptama görevi doktorlara aittir ve gerektiği zaman bu
koşulların yerine getirildiğini yetkililere bildirebilir. Aynı zamanda yaralı ve
hastaların taşınıp taşınamayacağı ve onları taşımak için gereken önlemler
konusunda fikir vermeleri beklenir.
Çatışmanın tarafı olmayan bir ülkeye hasta ve yaralıların yerleştirilmesi
durumunda en azından bu ülke, yaralı ve hastalara çatışmanın taraflarının bağlı
bulunduğu konvansiyonların sağladığı güvenceler doğrultusunda davranmak
zorundadır. Bu tarz bir ülkede çalışmaya gönderilen tıbbi personel yaralı ve
hastalara insanca davranıldığından ve sağlık durumlarının gerektirdiği tedaviyi
aldıklarından emin olmalıdır.
Mahkumların Tarafsız Bir Ülkede Gözaltında Tutulması
Devlet ve çatışan taraflar arasında yapılan anlaşmalara göre, sağlığı
iyi olan mahkumlar çatışmalar bitene kadar, tarafsız bir devletin topraklarında
yaşayabilir. Bu durumda da, mahkumlara insanca davranmak ve sağlıklarına özel itina
göstermek gerektiği açıktır. Tıbbi personel, bu bakımın yapılmasından
sorumludur.
Mahkumların Vatana İadesi Ya da Tarafsız Bir Ülkeye Gönderilmesi
Çatışan taraflar, çocuklar, hamile kadınlar ya da çocuklu kadınlar, hasta ve
yaralılar gibi kimi mahkumların iadesi,
serbest bırakılması, yerleşim yerlerine geri gönderilmesi konusunda anlaşmaya
varabilir.
Bu noktada tıbbi personel, gerekçeli raporlar yazmak konusunda rol oynar.
İşgal Altındaki Bölgeler
Aşağıda tanımlanan tıbbi personel, işgal altındaki bölgelerde
çalışabilir:
-işgal altındaki bölgede yaşayan tıbbi personel,
-işgalci gücün emrindeki tıbbi personel,
-ICRC personeli.
Tıbbi Personelin Rolü
Tüm koşullarda, tıbbi personel daha önce incelenen ilkeler çerçevesinde
davranmalıdır. Ama aynı zamanda tıbbi personel, işgalci güçlerin işgal altındaki
bölge üzerinde sorumluluklarını da bilmelidir. Gerektiğinde bunlara uygun
davranmalarını talep edebilmesi için.
İşgalci Güçlerin Genel Sorumlulukları
-eğer yerel kaynaklar yetersizse, dışarıdan temin edilebilecek olan yiyecek ve
tıbbi ürünlerin halka ulaşmasını sağlamak,
-İşgalci güçlerin ya da yöneticilerin kullandığının haricinde yiyecek ve
ilaç yardımı talep etmemek,
-bulaşıcı hastalıkların ve diğer hastalıkların yayılmasını önlemek
doğrultusunda koruyucu önlemler almak ve uygulamak, halk sağlığı ve hijyenini
sağlamak ve bu konudaki yerel ve ulusal yetkililerle işbirliği yapmak,
-tüm bu önlemleri alırken, işgal edilen bölgedeki halkın etik ve moral
hassasiyetlerini gözönünde bulundurmak,
-işgal edilen bölgedeki tüm kategorilerdeki tıbbi personelin görevini
yapmasına engel olmamak,
-tıbbi servislerin, hastanelerin çalışmasını sağlamak ve bunu sürdürmek,
bu amaçla yerel ve bölgesel yetkililerle işbirliği yapmak,
-işgal altındaki bölgelerde yeni tıbbi ünitelerin kurulmasını sağlamak ve
bunların amaçları doğrultusunda işleyip işlemediğini denetlemek.
Hastane Talebinin Sınırları
İşgalci güçlerin hastane talep etme hakkı sınırlandırılmıştır. Bu talep
için üç koşul sağlanmış olmalıdır:
-acil ihtiyaç olmalıdır,
-yaralı ve hasta askerlere bakım yapılacak hastaneler kurulabilir,
-hastaneye yatacak insanlara eşit muamele edileceği ve sivil halkın da
ihtiyaçlarının karşılanacağı düzenlemeler yapılmalıdır.
Talep, acil dönemler sona erene ve başka önlemler alınıncaya kadar, geçici
olarak öne sürülebilir. Son olarak, sivil halk için gerekli olmadığı sürece sıvı
materyal ve depolar talep edilmeyebilir.
İzlenecek Prosedür:
Eğer işgalci güçlerin tıbbi personeli, yukardaki koşulların işgalci
güçler tarafından yerine getirilmediğini gözlüyorsa, bunu doğru kanallardan kendi
yetkililerine rapor etmelidir.
Eğer işgal altındaki bölgede ikamet eden tıbbi personel aynı durumu
gözlüyorsa, bunu koruyucu güçlere ya da ICRC temsilcilerine bildirmelidir.
Aynı durumda ICRC'nin tıbbi personeli ise, alandaki delegasyonun başı ya da bu
misyonda bir yetkili aracılığıyla bu konuyu ICRC'ye iletmelidir.
Tıbbi Personelin Hakları
Genel İlkeler
Saygı ve Koruma
Uluslararası insancıl hukuk, silahlı çatışma olaylarında görev alan tıbbi
personele yönelik saygı ve korumayı güvence altına alır. Bunun anlamı, onların
esirgenmesi ve yardım ve destek verilmesidir. Bu hak bütün koşullarda geçerlidir ve
bu yükümlülük herkese uygulanabilir, fakat özellikle ne tarafa ait olurlarsa olsunlar
askerler için geçerlidir.
Hakların inkar edilemezliği
Tıbbi personele uluslararası insancıl hukuk tarafından verilen hiçbir hak
hiçbir durumda yok sayılamaz. Daha önce belirtildiği gibi, bu yükümlülüğün
amacı bu hukuka tabi olan bütün kişileri bütünüyle korumaktır. Bu kategorik men,
tıbbi personelinin haklarına sahip çıkmaması yolunda uygulanan baskıları
engellemeyi amaçlar.
Özel Antlaşmalar
Taraflar Cenevre Konvansiyonu'na dayanarak bazı özel konulara ilişkin özel
anlaşmalar yapabilirler. Fakat bu antlaşmalar hiçbir zaman korunan kişilerin
haklarını kısıtlayıcı veya ortadan kaldırıcı yükümlülükler içeremez.
Misilleme Yasağı
Devletlerin korunan kişilere karşı misilleme yapması yasaklanmıştır.
Sonuç olarak, tıbbi personel kendilerine veya yaralı ya da hasta (kendi
bakımları altındaki) kişilere yapılacak herhangi bir misillemeye karşı hukuksal
yolları kullanabilirler.
Tıbbi Sorumlulukların Korunması
Tıbbi personel için görevlerinin yürütülmesi yalnızca bir yükümlülük
değil, aynı zamanda bir haktır
Silahlı çatışmanın kurbanlarına bakım sağlamak, tıbbi personelin
göreviyken aynı zamanda bu bakımın en iyi şekilde olmasını sağlamak da taraf
devletlerin sorumluluğundadır.
Tıbbi personel, yetkililerden sağlayabilecekleri en iyi araç ve olanakları
talep edebilir.
Bu yükümlülüğe tarafların saygı göstermesini, uluslararası insancıl hukuk
özellikle iki alanda önemli bulur:
-Silahlı çatışmanın bir sonucu olarak sivil tıbbi hizmetlerin
yürütülemediği bölgelerde,
-İşgal edilmiş bölgelerde.
Talep Hakkı:
Yaralı ve hastalara etkili olarak yardım edebilmek için tıbbi personel hizmetin
gerektiği her yerde bulunmalıdır. Bu hak insancıl hukukta tarafların sorumluluğu
olarak özel olarak düzenlenmiştir. Çatışmanın tarafları savaş alanındaki
yaralıların bakımı, onların geri yollanması ve hasta ve yaralıların savaş
alanlarından çıkarılıp tıbbi personelin bu alana ulaşmasının sağlanması gibi
konularda antlaşmaya varmalıdır.
Savaş tutsakları kamplarında bulundurulan tıbbi personel periyodik olarak
savaş tutsaklarını, hastanelerde veya kamp dışındaki çalışma birimlerinde ziyaret
edebilir. Bunun için ulaşım araçları sağlanmalıdır.
Tıbbi etikle uyum içinde tıbbi görevlerini yerine getiren personel bunun için
cezalandırılamaz, alıkonulamaz.
Bu, tıbbi yükümlülükleri yerine getirenlerin korunması
için önemlidir.
Esir Alınamama
Alıkonulmaktan Muafiyet
Buradaki haklar, tıbbi personel için şu kategorilerle ilgilidir.
-çatışmada taraf olmayan bir devletin sorumluluğundaki tıbbi personel,
-ICRC sorumluluğu altında çalışan tıbbi personel,
-hastane gemilerinde ve sahil güvenlik gemilerinde çalışan tıbbi personel.
Bu kategorilerden ilkine giren kişiler, bir tarafın ordusunun eline geçtiğinde
kendi ülkelerine veya en azından tıbbi aktivitelerini yürüttükleri servislerine geri
gönderilmelidir.
İkinci kategorideki kişiler de yakalandıklarında işlerine geri
gönderilmelidir(yapılan antlaşmalara uygun olarak)
Alıkonulmaktan Muaf Olmama
Bu kategorideki tıbbi personel tutsak edilemez, fakat belirli şartlar altında
alıkonulabilinir.
-sabit askeri tıbbi personel
-çatışmada taraf olan bir devletin sorumluluğundaki yardım kuruluşlarına ait
tıbbi personel,
-çatışmada taraf olan devletlerden birinin sivil tıbbi personeli.
Bu kategorideki kişiler de ilke olarak geri gönderilmelidir.
İlk iki kategorideki kişiler, savaş esirlerinin bakımını yapmak için
alıkonulabilir. Bu durumda yalnızca sağlık durumuna ve tutsak sayısına bağlı
olarak gereken sayıdaki kişi alıkonulacaktır. Kişilerin seçiminde ayrım
yapılmamalı, tercihen yakalanmalarındaki kronolojik sıra ve sağlık durumu dikkate
alınmalıdır.
Sınırda çalışan doktorlar, eğer burası bir ordu tarafından işgal edilirse
güvenlik nedeniyle alıkonulabilirler. Bu durumda bu kişiler, o taraf devletin
ülkesinde yaşayan siviller gibi korunmalıdır.
İlke olarak, vatanlarına iade edilmeleri benimsenir fakat topraklarında
bulundukları ülke tarafından vatanlarına iadeleri “devletin ulusal çıkarlarına”
aykırı bulunursa, bu durum vatana iadenin istisnasını oluşturabilir. Böyle
durumlarda gözaltına alan taraf kontrol altında tutmayı gerekli görürse, ev hapsinde
tutulabilir ya da toplama kampına gönderilebilirler.
İkamet ettikleri topraklar düşman tarafından işgal edilen tıbbi personelin,
aksine bir antlaşma olmadığı sürece, orada kalmasına izin verilir ve işgal edilmiş
bölgede yaşayan diğer sakinler gibi korunur.
Tutsaklıktan Muaf Olmayan Personel
Geçici askeri tıbbi personel yakalandıklarında savaş (eğer çatışan
taraflardan birinin personeliyse) tutsağı statüsündedir.
Alıkonulan Tıbbi Personelin Hakları
Geri dönmeleri geciktirilen, karşı tarafın elindeki tıbbi personel özellikle
yaralıların ve hastalar üstündeki tıbbi sorumluluklarını yerine getirme konusunda
tam yetkili olmalıdır(Mad.30, CK I).
“Alıkonulmaktan muaf” diye belirtilen kişiler alıkonulabilir, fakat daha
önce belirtileceği gibi yalnızca savaş tutsaklarına bakmaları gerektiği zaman, bu
kişiler savaş tutsağı olarak değerlendirilecek ve savaş tutsaklarının sahip
olduğu tüm hak ve korumalara sahip olacaktır. Tıbbi bakım için gerekli tüm
malzemeler onlara sağlanacaktır. Çalışma birimlerini ve kamp dışındaki
hastanelerdeki savaş tutsaklarını ziyaret edebilirler. Tıbbi görevler dışında
hiçbir iş verilemez
Çatışmada taraf olan devletlerden birinin sivil tıbbi personeli, eğer düşman
tarafından alıkonulursa, diğer sivil tutsaklarla aynı haklara sahip
olacaktır(örneğin, uygun tıbbi bakım, dini yükümlülüklerini yerine getirme,
savaşın tehlikelerinden korunma gibi). İlke olarak tıbbi görevlerini devam
ettirebilirler.
Eğer karşıt tarafın eline geçerlerse savaş tutsağı statüsü kazanacak olan
kişilerin, ihtiyaç oldukça tıbbi sorumluluklarını yerine getirmeleri
sağlanmalıdır
Karşı tarafın elindeki tıbbi personelin tümü, kendilerine ait kişisel
eşyalarını, nesneleri ve araçları kendileriyle birlikte geri götürmek hakkına
sahiptir.
İşgal Bölgeleri:
Tıbbi Heyetlerin Korunması
İşgal edilen bölgede ikamet eden sivil tıbbi personel ve tıbbi personel
statüsü olmayan tıbbi memurlar görevlerini devam ettirme hakkına sahiptir.
Hijyen ve Halk Sağlığı
İşgalci kuvvet tıbbi ve hastane hizmetlerini ve halk sağlığı ile hijyeni
sağlamakla yükümlüdür. Bu nedenle, işgal edilen bölgedeki bu işlerin
yürütülmesine yardım eden tıbbi personele görevlerini devam ettirmeleri için
gereken olanaklar sağlanmalıdır. Özelde uygun tıbbi kaynaklar ve araçlar
bulunmalıdır.
Tıbbi Bakım
Eğer işgal edilen bölgede tıbbi olanaklar yetersizse, işgalci kuvvet
Devletlere veya ICRC'ye burada bakım yapmak için izin vermelidir. Bu tarz bir bakım
yiyecek sağlanmasını, giyinme, barınma ihtiyaçlarını da içermelidir.
Hastane Kurulmasını Talep Etmek
Hastaneler talep edilebilir ve tıbbi personel özellikle işgalci gücün yaralı
ve hastalara uygun bir tıbbi bakım sağlama olanaklarını yaratmasında ısrar
edebilir.
|