TARİHTEN ÖĞRENECEK ÇOK ŞEY VAR
Dünya'da Aşı Gelişimindeki Kilometre
Taşları
Tarihte aşı konusunda ilk uygulama, M.Ö.
590 yılında Çin'de Sung Hanedanı döneminde çiçek hastalığından korunmak için,
ciltteki iltihaplı maddenin sağlıklı kişilerin burnuna verilmesi olarak
bilinmektedir. Sistematik aşılama ise yine çiçek hastalığına karşı bazı
kaynaklarda 1796, bazılarında ise 1798 yılında Edward Jenner tarafından
başlatılmış ve günümüze kadar dev adımlarla ilerlemiştir. Tablo 1'de
geliştirilen tüm aşıların adları, aşı araştırmalarını yapan ya da aşıyı
geliştiren kişiler ve insanda uygulanma tarihleri verilmiştir.


Osmanlı Döneminde İlk Çiçek Aşısı
Bu topraklarda deneme yanılma yoluyla aşı
uygulamalarının tarihi 1700'lere uzanmaktadır. O zamanlar Edirne'de çiçek
hastalığına tutulmuş biri bulunup, döküntülerindeki irin, çiçek çıkarmamış
çocuklara aşı yapmak üzere toplanırmış. Geleneksel olarak bu işi yapan aşıcı
kadınlar, ceviz kabuklarında ya da incir yapraklarında hastaların döküntülerinden
alınan irini biriktirir, deriyi çizerek bu irini aşılar, sonra yara yerini gül
yapraklarıyla kapatırlarmış. Bu şekilde, variyolasyon ile aşılananların ölüm
oranı % 1 iken, aşısızlarda, çiçek hastalığından ölüm oranı % 17 imiş. Bu
uygulamalar İngiliz sefirinin eşi Lady Montagu tarafından mektupla İngiltere'ye
bildirilmiş ve bu yolla Avrupa'ya yayılmıştır.
Ülkemizde 1800'lerde daha etkili ve daha az
zararlı olan Jenner tipi vaksinasyon uygulamaları başlamıştır. 1840'tan itibaren
başvuran çocuklara çiçek aşısı uygulanmıştır. Yine bu dönemde çiçek aşısı
yapmak üzere aşıcıların yetiştirilmesi gündeme gelmiştir. 1868 yılında çıkan
bir kanunla doğumdan itibaren ilk üç ay içinde çiçek aşısı uygulanması zorunlu
hale getirilmiştir.
Pasteur Devrimi
Hekimlerin ve veteriner hekimlerin 1880'den
1893'e değin gerçekleştirdikleri bir dizi çalışma yeni bir kuramı, hastalıkların
mikrobik bir temele dayandığı kuramını ortaya çıkarmıştır. Bakteriyolojideki
gelişmelerin tıpta başlattığı yenilenme, Avrupa tıp çevrelerinde bir devrim olarak
tanımlanmaktadır. Çağdaşı Koch gibi Pasteur de salgınlara yol açan birçok
hastalık etkenini tanımlamış, bunun yanı sıra aşının da yaratıcısı olmuştur.
Paris'te Pasteur Enstitüsü'nde 1884'te ilk kuduz aşısı geliştirilmiş ve ilk kez bir
insan üzerinde denenmiştir. 1894'te ise Berlin'de Behring, Paris'te Roux ve Grancher
difteri ve tetanoz serumlarını geliştirmiştir.
Batılı ülkelerin kendi aralarında ciddi
bir tıbbi rekabet içine girdiği günlerde, sömürgeler üzerindeki egemenlik
savaşlarında, mücadelenin önemli bir alanını da tıp oluşturmaktaydı. Pasteur
tıbbının ihracı amacıyla Saygon, Tunus, Cezayir gibi birçok yerde Pasteur
Enstitüleri kurulmuştur.
Osmanlı Dönemi Tıp Kurumları
Ondokuzuncu yüzyıl tüm dünya'da
bulaşıcı hastalıkların salgınlara yol açtığı bir dönemdir. İstanbul'da ilk
kolera salgını 1831'de meydana gelmiş ve bu salgında yaklaşık olarak 6000 kişi
yaşamını yitirmiştir. 1865 yılında Asya, Afrika, Avrupa ve Amerika'ya da yayılan
salgında ise bir ay içinde 30 bin İstanbul'lu yaşamını yitirdiği bildirilmektedir.
Bu dönemde Sultan Abdülhamit yabancı hekimlere toplu çağrıda bulunarak, hem
salgınlarla mücadelede destek sağlamış, hem de batılı ülkeler arasında ekonomik
ve siyasal düzeyde süren rekabette yeni bir cephe açılmasına neden olmuştur;
bakteriyoloji üzerinden bilimsel rekabet.
Abdülhamit döneminde Osmanlı
topraklarında, sağlık koşullarının düzeltilmesine
yönelik çalışmalarda, bakteriyoloji koruyucu hekimliğin temeli olarak
görülmektedir. Bu nedenle Avrupa'daki pek
çok gelişme çok kısa zaman aralıklarıyla izlenmeye başlanmıştır ve özüyle
Avrupalı, biçimiyle Osmanlı olan tıp kurumlarının kurulmaları da bu yıllara
rastlamaktadır. 1887'de Dersaadet Daü'l Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi yani kuduz
enstitüsü kurulmuştur. Bu kurum dünyanın üçüncü, doğunun ilk kuduz
enstitüsüdür. Kuduz aşısı, bulunduktan sadece üç yıl sonra bu kurumda
üretilebilmiştir. 1889'da Telkihhane yani çiçek aşısı üretim merkezi, 1893'de ise
Bakteriyolojihane-i Şahane kurulmuştur. Bakteriyolojihane-i Şahane'de başlatılan
çalışmalar sayesinde bulunduktan bir yıl sonra difteri serumu bu topraklarda
üretilmiştir.

Bakteriyolojihane-i Şahane'de o
dönemde tifo, kolera, dizanteri, veba, insan kanında tifüs aşıları ve meningokok
serumu üretilmiştir. Aynı dönemde insan aşıları kadar hayvan aşıları üretmenin
de önemi farkedilmiştir. Şarbon, veba, çiçek gibi hastalıklar hayvanları kırıp
geçirmektedir. Bu dönemde önce Bakteriyolojihane-i Şahane'de, daha sonra ise
Bakteriyolojihane-i Baytari'de sığır
vebası serumu, şarbon serumu ve aşısı, koyun çiçeği aşısı, mallein,
tüberkülin üretilmiştir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda Aşı Üretimi
Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın hemen hemen
hiç bilinmeyen bir boyutudur savaş sırasında aşı üretimi. Osmanlı tıp
kurumlarında çok sayıda yurtsever hekim ve veteriner hekim özveriyle görev
yapmıştır. Günün zor koşullarında,
insan ve hayvan aşı-serumları üretmişler, tıbbi gelişmeleri izlemişler ve on
yıllardır savaşan ülkenin ihtiyacını karşılamaya çalışmışlardır.
Ahmet Refik, Kemal Muhtar, Şerefeddin
Mustafa, Mustafa Hilmi, Ahmet Şefik, Nikolaki Mavriadis, Zekai Muammer, Reşat Rıza,
Muzaffer, Nikolaki Zuhri, Tevfik Salim... Onlar Kurtuluş Savaşı'na destek veren
sayısız özverili hekim ve veteriner hekimden sadece birkaçıdır. Savaş süresince
bazıları işgal altındaki İstanbul'dan, ürettikleri aşı ve serumları gizlice
Anadolu'ya sevk etmişler, bazıları da bu kurumları Eskişehir, Kırşehir, Afyon,
Niğde, Sivas gibi Anadolu'nun farklı kentlerine nakletmiş, kelimenin tam anlamıyla,
hanlarda, hamamlarda, boza şişelerinin içinde aşı ve serum üretmişlerdir.

“Çanakkale Savaşı sırasında
İstanbul'un işgali tehlikesi belirince Bakteriyolojihane-i Baytari'nin Müdürü Ahmet
Şefik Bey ve yardımcısı Nikolaki Mavriadis Bey Aşıhaneyi Anadolu'ya taşımaya karar
verirler, Eskişehir Sıcaksular yöresinde bir handa bir süre hayvan aşı ve serumları
üretirler. Yunan işgali Eskişehir'in kapısına dayandığında, aşıhaneyi
sırtlarına vurup Kırşehir'e taşırlar. Aynı dönemde Şerefeddin Mustafa Afyon'da
çiçek aşısı üretmektedir.”
“Dr. Reşat Rıza ve Dr. Tevfik Salim,
tifüslü hasta kanını alıp bir saat süreyle 60 derecede ısıtırlar. Elde ettikleri
aşıyı şişelere doldururlar. Bu sıvıdan beş santimetreküp deri altına şırınga
ederler. İnsan kanından Tifüs aşısı ilk kez 1915 yılında üretilmiştir. Daha sonra Hamdi Hoca bir kısım ısıtılan hasta
kanı ile iki kısım nekahatteki kişinin serumunu karıştırmış ve enjeksiyon
sayısını üçe çıkarmıştır. Hamdi Metodu adıyla anılan bu yöntem, o zaman Alman
hekimler tarafından örnek alınarak uygulanmıştır.”

“Erzincan Serum Laboratuvarı Rus
işgalinde Müdürü Muzaffer (Bekman) ve yardımcısı
Nikolaki Zuhri Beyler tarafından 1916 da Halep'e, daha sonra Niğde'ye, oradan Sivas'a taşınır, tekrar Erzincan'a getirilir. Bu laboratuvar 1939'daki büyük depreme
dek hizmet verir.”
“1920, İstanbul işgal altındadır, Zekai Muammer'e Anadolu'dan Kuvvay-ı Milliye'ye
katılması için çağrı gelir. Fırtınalı
bir gecede İstanbul'dan bir gemiye biner, yanında yeni evlendiği eşi, farklı
kurumlardaki yurtseverlerin sağladıkları bol miktarda aşı, serum ve deney hayvanları
vardır. Zorlu bir deniz yolculuğu sonrasında İnebolu'ya varır, oradan Kastamonu'ya
geçer ve Kuvvay-ı Milliye'ye katılır, dört yıl Kastamonu'da aşı ve serum
üretir.”
“1920, Veba salgını sürmektedir, Mustafa
Hilmi Bey Gedikpaşa Hamamı'nda boza şişeleri içinde veba aşısı üretir. Bu
dönemde gelişmeler öyle bir seyir izlemiştir ki 1920-21 yıllarında, İstanbul işgal
altında iken Telkihhane'de üretilen çiçek aşısından Fransız, İngiliz ve
Amerikalılara 220 bin doz çiçek aşısı ihraç edilmiştir.”

“1922, Kemal Muhtar Telkihhane'nin
müdürüdür, Anadolu'da Kurtuluş Savaşı sürmektedir. Anadolu'ya ne kadar çiçek
aşısı hazırlayabileceği sorulur, 'fazla dana verirseniz yılda 5 milyon kadar
yaparım' der, 3,5 milyon doz aşı üretir ve bir
nişanla ödüllendirilir.
Cumhuriyet Dönemi Türkiye'sinde Aşı
Üretimi
Cumhuriyet kurulduktan sonra ülkenin aşı
ve serum üretimini yapanlar aynı özverili kişilerdir. Zekai Muammer Tunçman, Paris
Pasteur Enstitüsünde eğitim almış ve Diyarbakır'da Kuduz Enstitüsünde çalışmaya
başlamıştır. Semple tipi kuduz aşısı 1927 yılında üretilmiştir.
1928 yılında kaydedilen en önemli
gelişmelerden biri, 1267 sayılı yasa ile Ankara'da Merkez Hıfzısıhha
Enstitüsü'nün kurulması, Sivas ve İstanbul'daki bakteriyolojihane ile, Ankara'daki
kimyahanenin bu çatı altında birleştirilmeleridir. Ülkemizde ilk verem aşısı 1931
yılında üretilmiştir. 1934 yılında Telkihhane ve İstanbul'daki Kuduz Enstitüsü de
kapatılmış ve aşı-serum üretimi tek merkezde toplanmıştır. Aşı ve serum
üretiminin kamusal bir görev ve sorumluluk olarak algılandığı bir dönemdir.

1930 yılında 1539 sayılı Umumi
Hıfzısıhha Kanunu çıkarılmış ve aşı-serum üretimi ve dış alımının
denetlenmesi kurallara bağlanmıştır. 1930-40'lar aşı serum üretiminin hızla
arttığı yıllardır. Milyonlarca doz toksoid difteri ve tetanoz aşıları, Semple tipi
kuduz aşısı, çiçek aşısı, kuduz serumu, pnömokok aşısı üretilmekte,
dünyadaki gelişmeler yakından izlenmekte ve yerli yabancı ilaç kontrolleri
yapılmaktadır.

1940'lı yıllarda tifo, Cox tipi
tifüs, tifo-tifüs karma, tifo-difteri karma, intradermal BCG, veba-kolera karma,
veba-kolera-tifüs karma, difteri-tetanoz karma, boğmaca-difteri karma, influenza
tifo-difteri-tetanoz karma aşıları üretilmiştir. Aşı-serum üretiminin gün
geçtikçe kurumsallaştığı izlenmektedir. Aşı ve serum üretimiyle ilgili alt
birimler Dünya Sağlık Örgütü tarafından uluslararası standartlara uygun oldukları
yönünde belgelenmektedir, 1950 yılında Ulusal İnfluenza Merkezi ve BCG Laboratuvarı
Dünya Sağlık Örgütü tarafından tescil edilmiştir. Bu yıllarda
difteri-boğmaca-tetanoz aşısı üretilmiş ve kuduzla ilgili çalışmaları nedeniyle
Dr. Zekai Muammer Tunçman'a Fransız hükümeti tarafından 1959 yılında Légion
d'honneur nişanı verilmiştir.

1960'lı yıllar 224 sayılı Sağlık
Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi yasasının oluşturduğu olumlu ortamda, kamu sağlık
hizmetlerinin geliştiği yıllardır. Bu dönemde aşı üretiminde kazanılan ivme devam
etmiş, 1965'te kuru çiçek aşısı üretilmiş ve ülkemiz, 1960-70'li yıllarda
kendine yetecek düzeyde bakteri aşılarını üretir duruma gelmiştir. 1968 yılında
Serum Çiftliği kurulmuştur. Burada; tetanoz, gazlı gangren ve difteri antitoksik, kuduz antiviral, şarbon
antibakteriyel, akrep antivenom serumları üretilmiştir. Hastalıkların eradike
edilmesi nedeniyle 1971 yılında tifüs ve 1980 yılında çiçek aşılarının
üretimine son verilmiştir.

Son yirmi yıl, dünyada
biyoteknolojinin çok hızlı geliştiği bir dönem olmuştur. Bu gelişmeler aşı
üretimine de yansımış ve bir yandan rutin bağışıklama programında kullanılan
aşılar yeni teknolojiyle üretilirken, diğer yandan yeni aşılar üretilmeye
başlanmıştır. Sağlık politikası açısından bu yıllar aynı zamanda dünyada
sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesini hedefleyen “sağlık reformlarının”
gündeme geldiği dönemdir. Ülkemizde de özellikle 1990'ların başından itibaren
Dünya Bankası destekli sağlık projeleri uygulamaya konulmuştur. Reformlar
çerçevesinde sağlık için kamu maliyetlerinin sınırlanması, yabancı kaynak
desteğinin arttırılması, sağlık sektörünün piyasalaştırılması,
desantralizasyon, hastanelerin işletmeleştirilmesi, kamu hizmetlerinde sözleşme
uygulanması, özel sağlık sigortaları ve toplum finansmanı tekniklerinin
geliştirilmesi gündeme gelmiştir. Kamu sağlık hizmetlerinin zayıf düşürülmesi,
sağlık hizmetlerinin gizli ya da açık biçimde özelleştirilmesi ön plana
çıkmıştır.
Şekil 1'de 1980 sonrasında Türkiye'de
“Sağlık Reformları”nın nasıl uygulandığı hükümet dönemlerine göre
gösterilmiştir.
1990'lı yıllarda aşı ve serum üretimi
konusunda çok sınırlı şeyler yapılabilmiştir. Bunlar arasında 1990-1994
arasındaki dönemde DSÖ'nün önerileri doğrultusunda viral aşıların potens,
identite ve stabilite kontrollarının yapılması, 1992 yılında ilk deneysel adsorbe
tetanoz aşısı üretiminin gerçekleştirilmesi, 1995 yılında yeni aşı üretim
tesisleri master planının hazırlanması ve aynı yıl tetanoz laboratuvarının
modernleştirilmesi, 1999 yılında fermantör teknolojisiyle tetanoz toksoidi üretiminin
gerçekleştirilmesi, 2000 yılında pilot adsorbe tetanoz aşısı üretimi, 2001
yılında adjuvant geliştirme çalışmalarının başlatılması sayılabilir. Aşı
serum üretiminin devlet tarafından kamusal bir sorumluluk olarak görülmemesi,
yapılabilenleri birkaç iyi niyetli çabaya indirgemiştir.
1996 yılında DBT ve Semple tipi kuduz
aşılarının, 1997 yılında ise BCG aşısının üretimi durdurulmuştur.
Biyoteknolojideki gelişmelerin izlenmemesi, Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü Aşı
Serum Üretimi Merkezine yatırım yapılmaması, işgal altındaki İstanbul'da aşı
ihraç eden bir ülkeyi, aşı ithal eden bir noktaya geriletmiştir. Devlet eliyle kamu
kurumlarının zayıflatılması senaryosu, ne yazık ki burada da sahneye konmuş ve
aşıda dışa bağımlılık gündeme gelmiştir.


İthalat mı, Üretim mi?
Türkiye'de bağışıklamada kullanılan
aşıların yaklaşık %60'ı Sağlık Bakanlığı, %30'u özel sektör tarafından ithal
edilmekte, %10'u ise bağış olarak sağlanmaktadır (Ayar, 2000). Tablo 2'de Sağlık
Bakanlığı tarafından ithal edilen aşılara ödenen döviz miktarı belirtilmektedir
(Referans, 2000).

Aşı gereksinimini karşılamak için
Sağlık Bakanlığı her yıl yaklaşık olarak 13 milyon dolar ödemektedir. Türkiye'de
uygulanmakta olan tüm bakteri ve virus aşılarının üretilebileceği bir "Yeni
Aşı Üretim Tesisleri Kurulması Projesi" nin maliyeti ise bir defaya mahsus olmak
üzere 40 milyon dolar olarak hesaplanmıştır (Özcengiz, 2002).

|