|
TTB'nin, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinin ikinci yılında, GEÇİCİ YERLEŞİM ALANLARINDA YAŞAYANLARIN SAĞLIK HİZMETLERİNİ KULLANIMININ DEĞERLENDİRİLMESİ raporu, deprem bölgesinde yaşayan insanların büyük bir bölümünün sağlık hizmetlerine ulaşamadığı gerçeğini ortaya çıkardı. TTB raporu, Prof. Dr. Feride Saçaklıoğlu'nun şu önsözü ile başlıyor: "Sakarya nehrinin suladığı bu yemyeşil ovanın bir kıyısında, bunca çorak bir mekan insanda şaşkınlık yaratıyor. Sanki dünyada renkler paylaşılırken Japon Türk köyünün payına gri, boz ve kahverengi düşmüş gibi... Sırt sırta vermiş bir göz odadan ibaret yaşam alanları, mıcır dökülmüş sokaklara açılıyor. Kendi çabalarıyla barınağın girişine bir sundurma yapmışlar kimi evlerde, kışın yağmurdan, yazın güneşten koruyor. Nereden, hangi yönden geldiğini çıkartamadığım bir rüzgar, sokaklarda toz bulutları yaratıyor, okul çocuklarının dağılma saati, çocuklar toza bulanıyor. Geçmişi ve geleceği olmayan bu köyün meydanına kocaman mavi dolmuşlar geliyor, tozu dumana katarak. Bir köşede minicik bir bakkal dükkanı yok satıyor. Adı Mukadder, sokak başındaki evlerden birinin sundurmasının altında yere yayılı bır kilimin üzerinde oturan kadınlardan biri. Bezelye ayıklıyor bir yandan, bir yandan uzaklara bakıyor. Uzaklarda özlem duyulan geçmiş mi, bilinmeyen gelecek mi var? Bilmiyorum, belki de sadece bugünün belirsizliği gözlerindeki... On sekiz aydır, üç çocuğu ve kocasıyla bu bir göz odada geçiyor yaşam. Dile kolay, on sekiz ay. Gecesi, gündüzü, coşkusu, sevinci, kavgası, gürültüsüyle on sekiz ay. Yaşadıkları olağanüstü acının, zamanın öğütmesiyle, gündelik yaşama yenik düşmesi, olağanlaşması, sıradanlaşması belki de esas ürkütücü olan, kim bilir? Deprem öncesinde kiracı olanlardan Mukadder ve ailesi. Yani mülk sahibi olmayıp, hak sahibi de olmayanlardan... Dilinde, yüreğinde geleceğe dair bir umut yok. "Cinnet geçireceğim" diyor, söz bitiyor dilimde susuyorum. Aslında belki de en çarpıcı olan bugünün tükenmiş olması. Geçmişsiz ve geleceksiz bu köyde, yön duygumu yitirmiş gibi, başkalarının yaşamlarındakı acıya tanıklık eder, renklerin solmasını ve içine kapanmasını izlerken, duyduğum tek şey yok olma isteğiydi.'' Raporun içeriğinde yer alan veriler aşağıdaki başlıklarda toparlanıyor ve rapor bir "sonsözle" bitiyor: Çalışmanın amacı geçici yerleşim alanlarında yaşayanların gereksindikleri sağlık hizmetlerine ne kadar ulaştıklarını ölçmektı. Bu amaçla sağlık hizmetlerinin elde edilebilirlik düzeyini belirlemek için dört temel ölçüt seçilmiştir. Bunlara ilişkin veriler çok çarpıcıdir. 1.Son on beş günde bir sağlık kurumuna başvurması gerekenlerin %28'i başvurmamıştır. Başvurmama nedenleri içinde ilk sırayı % 58 ile maddi yetersizlikler almaktadır. 2.Yatarak tedavi görmesi gereken insanların üçte biri maddi yetersizlik nedeniyle bu hizmete ulaşamamış, bir anlamda ölüme terk edilmişlerdir. Hastaneye yatanların da yaklaşık yarısının, yine maddi yetersizlik nedeniyle sorunlarının çözülmediği dikkate alınırsa sorunun çok daha kapsamlı olduğu, araştırma yapılan kentlerde yaşayanların yaklaşık yarısının yatarak tedavi hizmetlerine ulaşamadıkları ortaya çıkmaktadır. 3.Araştırma bölgesinde yaşayan insanların önemli bir bölümü reçete edilen ilaçları hiç alamamakta ya da kısmen alabilmektedir. Bu ise tedavi edici sağlık hizmetlerine ulaşılamadığını göstermektedir. 4.Bebeklerin %42.1'i bir kez bile izlenmemiştir. Ayrıca, bebeklerin ancak %13.7'sinin ayına göre yeterli sayıda izlendiği, gebelerin ise %40'i hiç izlenmediği, sadece %23.3'ün ayına göre yeterli sayıda izlendiği ortaya çıkmıştır. Tüm bunlar koruyucu sağlık hizmetlerine yeterince ulaşılamadığını ortaya koymaktadır. Bu araştırmayla, deprem bölgesinde yaşayanların önemli bir bölümünün sağlık hizmetlerine ulaşamadığı ortaya çıkarılmıştir. Yapımı süren ve biten kalıcı konutların sayısının gereksinimi karşılamaktan uzak olması, yaşanan ekonomik kriz ve sağlık alanında da kendişini hissettiren tasarruf uygulamaları, sorunların daha da büyüyeceğini göstermektedir. Son söz yerine... ÇINAR AĞACI Ferizli'nin dışında, bir tepenin yamacında kurulmuş bir prefabrik yerleşim yeri. Diğerlerinde olduğu gibi sokaklar micır kaplı, evler nohut oda, bakla sofa dedikleri cinsten. Kimi evlerin girişine bir sundurma yapılmış, yağmuru, güneşi engelleyen. Yamacın en tepeşindeki sırada, köşe başında bir evdi onlarınki. Ağaçların ince dallarından yapılmış bir çitle çevrilmiş, ufacık bir bahçesi vardı. Dağın eteğindeki kıraç toprakta bahçe yapabilmek için toprak taşımışlardı kim bilir nereden? Sundurmanın altında bir tahta kerevet, bahçeye bakan. Beni oraya buyur ettiler. Güler yüzlü, aydınlık bakışlı iki yaşlı insan, iki işçi emeklisi... Depremde evleri yıkılmıştı, kim bilir ne zaman, nerede bir evleri olacaktı yeniden? Burası, bu otuz beş metrekarelik barınak onların mekanı olmuştu bir buçuk yıldır. Kışın soğuğa, yazın sıcağa, yıl boyunca ıssızlığa, kimsesizliğe yenik düşmeden, yaşama sahip çıkmışlardı. Bu iki yaşlı insan, ama asla ihtiyar değil, burada, bu yamacın eteklerinde bir dünya kurmuşlardı kendilerine. Toprağı taşıyıp, çitle çevirip, nane, maydanoz, fasulye, soğan, kabak ekmişlerdi, domates ve biber bir de... Ortancalar çiçek açmıştı, kocaman, teneke içinde gül fidanları, bir kenarda hanımeli... Henüz kendine bile gölge vermeyen selvi, gencecik bir delikanlı gibi yaşam dolu bir minicik çınar... Yeni kaynamış bir bardak sütü içirdiler zorla, sırtımı okşayarak, tenekedeki gülü almadığım için gücenmemeleri zaman aldı... Geçmişi olmayan bir yamaçta, geçmişlerini aynı sokakta geçirmemiş, acılı ortak paydaları dışında hiçbir ortak anıları olmayan, ilk kez burada komşuluk etmeye başlamış insanların içindeki yalnızlığı üretmeden, yaşamın yıllarla sinirli olduğunu bilerek, ama hızla geçen zamanı umursamadan, bugünü geleceğe ertelemeyen, burada kendilerine bir yaşam kuran, bugünlerini kuran bu iki yaşlı insan, hiç fark etmeden sevgiye ve hayata dair bir ders verdiler. Yetmişine merdiven dayamışken çınar dikmeye, başkalarına dağıtmak için fasulye yetiştirmeye, mülkiyet duygusundan öte yaşamı ve doğayı dönüştürmeye dair bir felsefe dersi..."
|
|