Ana Sayfa | Eski Sayılar

Sağlıkta Ulusal Program

Dr. Kürşat Yıldız,
TTB Büyük Kongre Delegesi

21. yüzyılın başında Türkiye, birçok yaşamsal alanda olduğu gibi bazı temel sağlık sorunları konusunda da hedefsiz, programsız, plansızdır. Üstelik yeni yüzyıl ağır ekonomik, siyasal ve yönetsel krizlerle başladı.

Hükümetler, kendi programlarını zaten ciddiye almayıp bir kenara bıraktılar. Avrupa Birliği’nin verdiği ev ödevlerine göre hazırladıkları “Ulusal Program”ı ve sık aralıklarla verdikleri “iyi niyet mektuplarını” kendi programlarının yerine koydular. Yabancı kuruluşların gözetiminde, batılı devletlerin beğenisi için hazırlanan bu programları “ulusal” saymak, herşeyden önce bir dil yanlışı olacaktır.

TBMM duvarlarında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazmaya devam etse de yasama organımız, çalışma takvimini ve içtüzüğünü bile Uluslararası Para Fonu (IMF) ve batılı devletlerin beklentilerine göre düzenlemektedir. Bazı yasaların tamamen bu kuruluşların uzmanlarınca kaleme alınmış olması, yasama organının yetki devrinin tipik bir örneğidir. Milletvekilleri ulusun özlem ve taleplerini temsil işlevinden uzaktır. Parlamento, ulusun yaşamına, ülkenin gidişine etkisi ve katkısı olmayan bir sahneye dönüştürülerek milletin güvenini yitirmiştir.

Yargı, ulusal çıkarlar, kamu yararı ve hukuk ilkelerini çok yönlü baskılara rağmen savunmaya çalışmaktadır. Yürütme, sürmekte olan davalara ve soruşturmalara müdahale etmekte, yargı kararlarını görmezlikten gelmektedir. Yüksek yargı organlarının başkanları geleneksel törenler dışında da yargının bağımsızlığına yapılan müdahalelerden yakınmaya başlamıştır. Batılı devletlerin ve kuruluşların dayatmalarıyla uluslararası anlaşmalar ulusal hukukun yerine geçirilmektedir. Başta Danıştay olmak üzere yargı kararlarında “ulusal çıkarlar ve kamu yararı” ilkesi ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Ankara’da hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olduğu tek mekan haline gelmiştir.

Birbuçuk yıldır IMF uzmanlarının kontrol ve denetiminde uygulanan ekonomik program, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleriyle iflas etti. Hükümet çare olarak ülke ekonomisini “bir gün bile kamu ve devlet adına çalışmamış” bir Dünya bankası görevlisine teslim etti. Devalüasyon, çığ gibi büyüyen dış borçları artırmış, halkın alım gücüne bir anda büyük darbe vurmuştur. Krizin faturasının bir kez daha emeğiyle geçinen kesimlere yüklenmesi ve borç ödemeleri için özelleştirmelere ağırlık verilmesi seçeneksiz bir program olarak dayatılmaktadır.

Halkın alım gücündeki azalma ve ekonomik krizin sağlık alanında da önemli etkileri olması kaçınılmazdır.

Sağlık hizmetlerinden yararlanma azalacaktır. Kriz dönemlerinde tasarrufa zorlanan ailelerin ilk vazgeçtikleri konulardan biri sağlık harcamalarıdır. Özel muayene, özellikle ilaç ve tetkik ücretleri dar ve orta gelirli kesimler için katlanılabilir olmaktan çıkmaktadır.

Özel hastaneler, özel tanı ve tedavi merkezleri ile özel muayenehaneler krizden etkilenmektedir. Dövizle yatırım yapan, dışa bağımlı cihaz ve sarf malzemesi kullanan sağlık merkezlerinin sorunları daha da büyüktür.

Özel sağlık sektöründe istihdam daralması kaçınılmaz görünmektedir. Son yıllarda ücret ödemelerinde zaten yaşanan sorunlar; haberli-habersiz işten çıkarmalar, tazminat ödenmemesi, ücretlerde sınırlamalar, “sıfır zam” teklifleri ile yaygınlaşmaktadır.

İşyerlerindeki sağlık hizmetleri de krizden etkilenmektedir. İşyerleri kapanmakta, işten çıkarmalarla hekim bulundurma zorunluluğu olan 50 işçi sayısının altına inilmektedir. İşçi sağlığına ayrılan sınırlı kaynaklar iyice kısılmaktadır. İşyeri hekimliği için istihdam kapasitesinde bir daralma olacaktır.

Özel sağlık sigortalarının krizden önce de krizde oldukları bilinmektedir. Bu durumda belki de krize en hazırlıklı kesim oldukları düşünülebilir. Ancak özellikle çalışanlarına özel sağlık sigortası yaptıran şirket ve firmaların bu konuda tasarrufa gitmeleri durumunda, satılan poliçe sayısının daha da azalması sürpriz olmayacaktır.

Bütün bu gelişmeler kamu sağlık hizmetlerine talebi artırmaktadır. Ancak kamu sağlık kuruluşları, kriz politikalarına hazırlıklı değildir. Kendi kaynaklarıyla günlük harcamalarını yapmaya alışan Sağlık Bakanlığı’na bağlı devlet hastaneleri, artan talebe rağmen yeterli girdi sağlayamazlarsa ödeme dengelerinde sorun yaşayabilir. Kamu sağlık kuruluşlarının faturalarına yansıyacak olan bu talep artışı Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK ödemelerini artıracaktır.

Daha önemlisi, hizmet talebindeki artış, sağlık hizmeti sunumu organizasyonunda var olan kronik sorunları derinleştirmektedir. Kamu hastanelerinin tetkik ve teknolojik kapasitesinin sınırlı olması, en temel ilaç ve tıbbi malzeme stoklarının olmayışı, altyapıdaki yetersizlikler kriz döneminde daha da büyük sorunlar yaratacaktır. Bu sorunlar tıbbi kararları etkileyecek boyutta olmakta, tıp fakülteleri dahil olmak üzere yerleşik hastanelerimizde adeta “sahra hekimliği” yapılmaktadır.

Acil sağlık hizmetlerinde ve yoğun bakım birimlerinde yaşanan sorunlar artmaktadır. Yurttaşların acil durumlarda giderek özel kuruluşları daha az tercih edeceğini kabul edebiliriz. Kamu sağlık kuruluşlarımızın acil hizmetlerinde altyapı, insangücü, kaynak ve organizasyon sorunları, artan talep ve azalan kaynaklar karşısında derinleşebilir. Çok küçük bir azınlık son derece pahalı olan yoğun bakım giderlerini karşılayabilir. Yoğun bakım yatak kapasitesi zaten sınırlı olan kamu kuruluşlarımız, artan talebe hiç yanıt veremeyecektir.

Sağlık çalışanlarının mali ve mesleki hoşnutsuzlukları, beklenen çalışma veriminin sağlanamaması ve talebin karşılanamamasında en önemli etkendir.

Hekimler, alımgüçlerinde hızlı bir kayıp ve işsizlik tehdidini daha derinden hissetmektedirler. Aynı zamanda, meslek uygulamalarını doğrudan etkileyen kaynak ve yönetim sorunları ciddi gelecek kaygısı yaratmaktadır.

Halkın alımgücünün ve genel yaşam düzeyinin düşmesi, sağlıklı barınma, ısınma, sağlıklı içme-beslenme olanaklarına olumsuz etki yaparak halk sağlığına darbe vurabilmektedir. Bu durum, dar gelirli kesimlerin sağlığına daha şiddetli zarar vermektedir.

Bu tablo, olumsuzluklarla dolu, bir felaket haberi gibi algılanabilir. Ancak madalyonun öbür yüzü de var.

Kriz dönemleri, insanların ve ulusların kendi güçlerinin sınırlarını zorlayacakları, kullanılmayan potansiyellerini harekete geçirerek başarıya ulaşabilecekleri ve sonuçta özgüvenlerini artıracakları fırsatlar da sunmaktadır. Cumhuriyet tarihimiz bu konuda örneklerle doludur.

Unutmayalım ki, bu tablo, kendi gücüne dayanmak yerine yabancı reçeteleri rehber kabul etme kolaycılığını seçmenin sonucudur. Bu tablo, kendi gereksinimlerine göre üretmek, toplumun üretkenliğini seferber etmek yerine “almak ve tüketmek” miskinliğinin topluma benimsetilmesinin sonucudur.

Bu tablo, kader değildir.

Kaldı ki, batılı devletlerin Türkiye’ye dayattıkları siyasal programların bir ambargoyla devam etmesi güçlü bir olasılıktır. Ekonomik krizin ardından Irak’ı bombalayan uçakların artık davul zurna çalarak İncirlik Üssü’nden kalkabilmesi, yeni siyasi dayatmaların habercisi kabul edilmelidir. Ekonomik kriz nedeniyle gündemden düşmüş görünen “Ermeni soykırımı”, “Ege kıta sahanlığı”, “Kıbrıs’ta taviz”, “Türkiye’de etnik sorunlar” dosyaları, batılı devletlerin ve Avrupa Birliği’nin “Türkiye” masalarının üstünde durmaktadır. Türkiye “ulus-devlet” olarak batının öncelikli ve sürekli ilgi alanındadır, hedef tahtasındadır.

Türkiye’ye karşı uygulanacak siyasal dayatmalar, ekonomi yanında çeşitli alanlardaki kriz ve ambargolarla birlikte gündeme gelebilecektir. Sağlıkta ambargo, devletlere karşı uygulanan etkili baskı yöntemlerinin başında gelmektedir. Irak ve Küba, ABD’nin bu politikalarını yaşayan ve yaşamaya devam eden iki canlı örnektir. İlaç ve aşı ambargosunun, Irak’ta çocuk ölümlerini hızla artırdığı bilinmektedir.

O halde, Türkiye bu kriz döneminde sağlık hizmetlerini yeniden düzenleyerek olumsuzlukları tersine çevirebilir. Gelecekteki daha şiddetli kriz ve dış dayatmalara hazırlanabilir. Kendi gereksinimlerini doğru tespit eden, altyapı-insangücü-teknoloji olanaklarını etkin kullanan, kendi özgücüne dayanmayı temel alan, kamu sağlık hizmetlerini yeniden düzenleyen, kullanılmayan kapasitesini harekete geçiren, kamu ve özel sağlık kuruluşlarının olanaklarını birleştiren, gerçekten ulusal bir program.

Ulusal sağlık programı için ilkeler şunlardır:

Ulusal hedefler için ulusal seferberlik.

Özveride eşitlik; düşük gelirli kesimlere, çocuklar, yaşlılar, doğurganlık dönemindeki kadınlara özel koruma.

Kamusal projelerin temel alınması.

Koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik.

Basamaklandırılmış sağlık hizmeti.

Temel ilaçlar, tıbbi teknoloji ve aşıda ulusal politikalar, ulusal sanayi-yerli üretim.

Kurumlar arası işbirliği.

Sağlık meslek grupları arasında işbirliği.

Herkese sağlık güvencesi.

Kamu sağlık sigorta sistemlerinin eşgüdümü, etkinleştirilmesi.

Halkın sağlık eğitimi ve katılımı.

Yönetimde demokrasi, çalışanların yönetimde temsil edilmesi.

kaynak kullanımında şeffaflık, yolsuzluklarla şiddetli mücadele.

Çalışanların örgütlenmesi, eşit işe eşit ücret.

Türkiye, sağlıkta ulusal bir programın ayrıntılarını hızla oluşturup yürütecek insangücü birikimine ve deneyime sahiptir. Her alanda olduğu gibi sağlıkta da çözüm, ulusun azim ve iradesinde aranmalıdır. Hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarımızın bireysel çabaları da, ancak böyle bir program etrafında seferber olmakla anlam kazanacaktır.

Ana Sayfa | Eski Sayılar