Ana Sayfa | Eski Sayılar

YÜKSEK SAĞLIK ŞURASININ 10285 SAYILI ÖLÜM ORUÇLARINDA HEKİM MÜDAHALESİNE İLİŞKİN TAVSİYE KARARININ HUKUKİ DEĞERLENDİRMESİ
"Hastanın kendi aldığı karara saygı göstermek hekimin görevidir."

Av. Ziynet Özçelik

Yüksek Sağlık Şurası 20-21 Aralık 2000 tarihinde toplanmış ve 10285 sayılı bir tavsiye kararı almıştır. Kararın konusu ölüm oruçlarından dolayı hastaneye yatırılan kişilere hekimlerin müdahalesine ilişkindir. Kararda; " ...ölüm oruçlarından dolayı hastaneye yatırılan kişilerin, ölüm orucunu eylem olarak kullanabileceğini, ancak devletin olduğu gibi hekimlik mesleğininde ana amacı herşeyden önce insan yaşamının korunması ve en iyi biçimde sürdürülmesinin sağlanması olduğundan, bu eylemlerin kişilerin ruhsal ve bedensel sağlığında gerek geri dönüşsüz, gerekse ölümcül zararlar vermeye başladığı andan itibaren Türk Anayasasının 5. ve 56. maddeleri gereği ve ayrıca tıbbi etik kuralları uyarınca müdahale edilmesi gerektiğine, kişinin yaşamını tehdit ettiği andan itibaren müdahale etmeyen hekiminde, meslek etiğine uygun davranmamış olacağının belirtilmesine.." denilmiştir. Bu kararın birkaç açıdan hukuka aykırı olduğu kanısındayım.

1. Yüksek Sağlık Şurası , Sağlık Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında 181 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 30 ve devam maddeleri ile oluşturulmuş ve görevi tanımlanmıştır. 31. maddeye göre Şura; "... Bakanlıkça verilecek önemli sağlık konuları hakkında görüş bildirmek ve tababet şubeleri sanatlarını ifadan doğan adli konularda görüş vermek üzere ..." oluşturulmuştur. 16 üyeli Şuranın 5 doğal üyesi bakanlık bürokratlarından oluşmakta geriye kalan 11 üyesi ise Bakan tarafından belirlenmektedir.

Şura yukarıda yer verilen kararında özetle; devletin ve hekimlerin amacı insan yaşamını korumaktır ve hekimler ölüm orucundaki kişilere (onlar tedaviyi reddetse de) Anayasanın 5 ve 56. maddeleri ve tıbbi etik kurallar gereği müdahale etmelidirler, aksi davranış hekimlik meslek etiğine aykırı olacaktır demektedir. Böylece hekimlerin mesleki olarak hastaları ile olan ilişkileri hakkında bir karar ihdas etmektedir.

Türkçe Sözlükte deontoloji (ödevbilgisi); herhangi bir uğraş dalında bulunan kimselerin birbirleriyle ve başkalarıyla olan işlerinde tutmaları gereken yolları ve yerine getirmek zorunda bulundukları ödevleri konu alan bilim dalı olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım uyarınca Yüksek Sağlık Şurasının kararının Tıbbi Deontoloji alanında yer aldığını söyleyebiliriz. Var olan hukuksal düzenlemelere göre  Şuranın tıbbi deontoloji alanında kural belirleme yetkisi bulunmamaktadır. Olsa olsa hekimlerin tutumlarının mevcut tıbbi deontoloji kurallarına uygun olup olmadığını değerlendirme yetkisinin varlığından sözedebiliriz.

6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Yasasının 1. maddesinde belirtildiği üzere Türk Tabipleri Birliği mesleki deontolojiyi korumak ve geliştirmek, bu mesleğin kamu ve kişi yararına uygulanmasını sağlamakla yetkili kılınmıştır. 59. maddenin g bendi ile de Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyine  "Meslektaşların birbiri ile ve hastaları ile münasebetlerini düzenleyen deontoloji nizamnameleri hazırlamak" ödev  ve yetkisi verilmiştir. Türk Tabipleri Birliği Büyük Kongresi tarafından hazırlanarak yürürlüğe giren Hekimlik Meslek Etiği Kuralları, Tıbbi Deontoloji Tüzüğü ve Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanıp yürürlüğe giren Hasta Hakları Yönetmeliğinin bir çok maddesinde tıbbi girişimde bulunurken, hastanın aydınlatılmış onamının alınması, hastanın rızasının olması zorunluluklarından, hastanın tedaviyi reddetme hakkının bulunduğundan ve yine hastanın aydınlatılmış onamını geri alabileceğinden sözedilmektedir.

Bütün bu düzenlemeler tıbbi deontolojiye ait olup hekimlerin etik olarak uymaları gereken kuralları içermektedir. Ulusal düzeydeki bu hukuksal düzenlemelerin yanı sıra Dünya Tabipler Birliğinin hazırladığı uluslar arası bildirgelerde de konuya ilişkin etik ilkeler yer almaktadır. Bilindiği üzere Dünya Tabipler Birliği  özgün, alanında tek, ulusal Tabip Birliklerinin uluslararası kuruluşudur. DTB'nin tanımladığı hedefi; tıp eğitimi, tıp bilimi, tıp sanatı ve tıp etiğinde en yüksek uluslararası standartları saptayarak insanlığa hizmet etmek ve tüm dünyadaki insanların sağlık hizmeti almalarına katkıda bulunmaktır. Bu hedefler çerçevesinde konuya ilişkin olarak hazırlanan bildirgelerde yer alan bazı ilkelere aşağıda yer verilmiştir;

"Bir hekim açlık grevcisinin bakımını üstlendiği andan itibaren o kişi hekimin hastası olur. Bu durumda hasta-hekim ilişkisindeki tüm uygulama ve sorumluluklar, karşılıklı güven ve gizlilik de dahil olmak üzere geçerlidir".

"Hastanın kendi aldığı karara saygı göstermek hekimin görevidir."

"Son karar temel çıkarları hastanın iyiliği olmayan üçüncü tarafların müdahalesine bırakılmadan hekimin bireysel insiyatifine terkedilmelidir. ... Eğer doktor hastanın tedaviyi reddetme kararını kabul etmeyecekse, hastanın başka bir doktora yetki vermesine olanak tanınmalıdır."

"Eğer hastanın bilinci bulanır ya da komaya girip kendi başına karar alamayacak durumda olursa, hekim hastanın açlık grevi sırasında aldığı kararı daima dikkate alarak ve bu bildirgenin 4. maddesini (bir üst paragraf) göz önünde bulundurarak hastanın çıkarı için en iyi olan bundan sonraki tedavi konusunda serbest olacaktır." (Dünya Tabipler Birliği-Açlık Grevcileri konusunda Malta Bildirgesi, 1991)

"Hastanın tedaviyi reddetmesi temel bir haktır ve hekimin hastanın bu arzusuna hürmet etmesi(ölümüne neden olsa bile) etik olmayan bir davranış sayılmaz."(Dünya Tabipler Birliği, 1992)

Görüldüğü üzere ne ulusal düzeydeki hukuksal düzenlemeler, ne de Dünya Tabipler Birliğinin alana ilişkin uluslararası bildirge ve kararları uyarınca açlık grevindeki bir hastaya tedaviyi reddetmesine rağmen zorla tıbbi müdahalede bulunmak  etik bir yükümlülüktür. Yüksek Sağlık Şurasının tıbbi deontoloji alanında yeni bir kural belirleme yetkisinin olmadığı gözönüne alındığında, varolan etik ilkeleri tamamen yanlış yorumlayarak hukuka aykırı bir karar aldığı açıktır. Doğaldır ki hekimler, hukuka aykırı kararlara göre değil, insan yaşamının ve onurunun herşeyin üstünde olduğunun bilinciyle tıbbi etik ilkelere göre hareket edeceklerdir.

2.Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 5. ve 56. maddelerinin ilgili bölümlerinde "...

kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır...

...Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.

Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir..." denilmektedir. Bu anayasa hükümlerinden yola çıkarak  hekimlerin hastalara zorla "tıbbi" girişimde bulunmaları gerektiği  sonucuna ulaşmak hiç mümkün değildir. Ancak Yüksek Sağlık Şurasının kararında sözü edilen "Türk Anayasası" hükümleri Türkiye Cumhuriyeti  Anayasası hükümlerinden farklı ise bu konu değerlendirmemiz dışındadır.