Ana Sayfa | Eski Sayılar

DOKUZ EYLÜL, AKADEMİK ÖZGÜRLÜK VE DAHA
NELER NELER ÜSTÜNE...
Dr. Ata Soyer*


Tıp Dünyasının 1 Eylül 2000 tarihli sayısına "Dokuz Eylül'de Neler Oldu/Neler Oluyor?" başlıklı bir yazı yazmış, özünde son rektörlük seçimi sonrası kamuoyuna da yansıyan etkinliklerin hangi koşullarda yapıldığını, kamuoyunda olumlu etki bırakan bu etkinliklerin hangi dinamiklerle ilişkili olabileceğini tartışmak istemiştim. Yazıma, 15 Kasım tarihli Tıp Dünyası'nda Dr. Faik Sarıalioğlu imzalı oldukça uzun bir yanıt geldi. Şimdi, ben de bu noktada kendi yanıtlarımı sıralamak istiyorum.
1. Herşeyden önce benim yazım  polemik amacı güden bir yazı olmaktan ziyade, bir durum tahlili yapmayı hedefleyen, bu hedef üzerinden üniversitenin bilimselleştirilmesi ve demokratikleştirilmesine katkıda bulunabilecek dinamiklerin ipuçlarını aramaya çalışan bir yazıydı. Oysa, Sayın Sarıalioğlu'nun yazısı, tümüyle bir polemik yazısı ve tüm nezaket cümlelerine karşın, nezaket-dışı ifadelerle bezeli, amacı belirsiz bir yazı olmuş.
2. Benim yazımın tümü incelenmek yerine, her satırı tek tek ele alınarak, hatta bazı sözcükler cımbızlama yöntemi ile yorumlanarak yanıt verilmeye çalışılmış. Oysa, bir metin ile polemik yapılırken, yazının hangi gerekçe ile yazıldığı, daha açık söylemek gerekirse "ana fikrinin ne olduğu" anlaşılmak gerekir. Bu konuda, metin okuma çalışmaları/dersleri var, bilmeyenler için. Yoksa, bir metindeki her cümleyi tek tek yanıtlamaya kalkmak, bozuk bir saatin günde iki kez doğruyu gösterebileceği gerçeği bağlamında, insanı istemediği yanlışları yapmaya sürükleyebilir. Daha kabası, bu tarz, bir polemiği değil, daha çok sözcük yarıştırmayı andırmaktadır.
3. Sayın Sarıalioğlu, 15 Kasım tarihli yazısında, özünde bir fikir öne sürmediği gibi, gerek fakülte ve üniversitenin yöneticilerine yönelik suçlamalar yöneltmiş, gerekse ben ve arkadaşlarımın yaptıkları etkinlikleri oldukça da polisiye bir üslupla-tüm nezaket görüntüsüne karşın-karalamaya çalışmıştır. Doğal ki, 1996-2000 dönemine ilişkin ileri sürdüklerinin muhatabı, dönemin ilgilileridir. Ancak, ben kendi yazdıklarıma ilişkin olanlardan örnek vermek istiyorum. Benzer bir hedefi paylaşan insanların bir araya gelmesini 35 derece sıcakta ve bir Cuma günü bir araya gelmiş eylemciler topluluğu olarak algılamak; İzmir Tabip Odası gibi demokratik bir toplumdan yana bir meslek örgütünün basın toplantısı için bizlere yer açmasını, "eylemcilere kapılarını açma" olarak nitelemek; açıklamayı genç öğretim üyelerinin yapmasının ardında bile bir tezgah aramak; gazetelere ilan verilmesindeki asıl vurguyu, "milyarlarca liralık" diyerek paraya yapmak; tıp fakültesindeki eylemi öğretim üyesi dışında hastane personelinin izlemesini, "Soyer'in de övündüğü gibi öğretim üyesi olmayanlar da katıldı" diye yansıtmak; basit bir randevuyu, üstelik süreci de bilmeden "hatırlı kişiler aracılığı ile kolaylıkla randevu alınması" diye göstermek gerçekten gerçekleri algılama ve yansıtma konusunda hiç de dostça olmayan, oldukça şüpheci bir ruh halinin yansımasıdır. Her olayın arkasında "kötü" ve "yasak" şeyler arayan, olayları çözümlemede ise komplocu ve polisiye bir mantıkla yazıldığı izlenimini uyandırmaktadır.
4. Ben kendi yazımı yazarken, YÖK düzeni ile önemli ölçüde tahrip olmuş üniversite gerçeği içinde, Dokuz Eylül'deki etkinliklerin bir umut filizi olabileceği duygusuna sahiptim. Ve bu duygu, doğal ki, yasalarda yer alsa bile bazı anti-demokratik olguların değiştirilmesinin gerekli ve mümkün olduğu düşüncesi ile elele olmak durumundadır. Dolayısı ile, üniversite seçimlerinde kendi adaylarına oy vermiş insanların, bu adayın en yüksek oy aldığı halde başka yollarla devre dışı bırakılmalarına itiraz etmesinden doğal ne olabilir? Bunun sizce ne sakıncası olabilir, Sayın Sarıalioğlu? Bu yöndeki çabaların, "daha önce yasayı bilmiyorlar mıydı" yollu küçümsenmesi ne anlama gelmektedir ? Gerçi, atanmaların seçimlerden önemli olduğuna inanmış  biri olarak, demokrasilerin, iyi olmayan şeylerin zamanla iyi hale getirilmesi ve de bunun ancak güçlü bir çaba ile olabilmesi gerçeğine yabancı olabilirsiniz ama, yine de, bu yönde çaba gösterenleri yasayı bilmemekle suçlamanız uygun olmamış .
5. Kendi yazımda, rektörlük seçimi sonrası yapılan etkinliklerin önceden planlı ve sistemli olmadığını ifade etmek için, etkinliklere katılan öğretim üyelerinin çoğunun yaşamlarının hiçbir döneminde böylesi etkinliklere katılmadıklarını belirtmiştim. Derdim, olayların kendiliğindenliği ve doğallığına vurgu yapmak ve böyle insanlar bile haklı olduklarını gördükleri durumlarda tepki gösterebilirler mesajını vermekti. Oysa, Sayın Sarıalioğlu, metnin tümünde kendini sıkarak göstermeye çalıştığı nezaketi, burada elinden-iyice- kaçırıyor, "...Doğrudur. Ama, kendisi ve bazıları bu eylemlerde tam bir profesyoneldiler. Dokuz Eylül'ü son dört yılda 'kurtarılmış üniversite' yapmış olmaktan bile söz edenler vardı. Önce şunu hep birlikte görüyoruz; nezaket, nezaketli görünmekle aynı şey değildir! Bu konuda insanın kendisini zorlamasına gerek yok, Sayın Sarıalioğlu. Lütfen, olduğunuz gibi görünün. İnsanlara 12 Eylül öncesini çağrıştıran 'kurtarılmış ...' ifadelerini anımsatıp, bu ifadeyi eylemlerde profesyonel olan (zımnen de bunların üniversitede başka işleri olmadığını kabul eden) kişilerle bütünleyen sözcük oyununuz, çok da ince olmayan  bir ihbarcılıkla bulaşık, bir hakarettir. Kendi adıma söyleyebilirim ki, öğrenciliğimden bu yana, içinde bulunduğum tüm ortamlarda daha toplumsal ve daha demokratik olma hedefli çabalara sıcak bakma ve katılma gibi bir eğilimim olmuştur. Onur duyarım. Ama, bunların sizin dile getirdiğiniz anlamda bir profesyonellikle zerre kadar ilişkisi olmadığını düşünüyorum. Belki, siz kendinizle hesaplaşma fırsatı bulursanız, bana ve bazı arkadaşlarıma yakıştırmaya kalktığınız bu 'profesyonellik'in, başka bir düzlemde sizinle bir ilişkisi olup olmadığını çıkarabilirsiniz. Burada "profesyonel" hakaretinizi size iade ediyorum.
6. Polemiği her sözcüğe bir yanıt bulmak gibi bir yönteme indirgeyen Sayın Sarıalioğlu, söz konusu etkinliklerin hangi ortamda yapıldığını irdelemek amacı ile yazmış olduğum bölümlerin hepsine orjinal yanıtlar bulmaya çalışmış. Sorsaydı, işini kolaylaştırırdım. Özeti şu, Sayın Sarıalioğlu; benim mantığım, komplocu kurgulara göre çalışmadığı için, 'herşeyi biz kurguladık, biz olmasaydık hiçbir şey olmazdı, işi şu düzeyde bu kişiyle bağladık' diye bir düşünme sistematiğim olmadığından, 'bu etkinlikler hangi toplumsal ve siyasal dengeler ortamında olmuştur ki, sonuç böyle olmuştur' sorusuna yanıt aramaya kalktım. Etkinliklerin amacı öyle meşruydu ki, basın, kamuoyu ve kitle örgütleri benimsediler; Sayın Sezer'in Cumhurbaşkanlığı makamında olması bir hukuk devleti güvencesi sağlamıştı-ki o olmasaydı çok etkili etkinlikler de yapılsa başarılı olunmayabilirdi-; ülkenin AB sürecinde olmasının şeklen de olsa, bazı demokratik uygulamalara dikkat edilmesini, bunun da bizim etkinliklerimize katkıda bulunmuş olmasını düşündüm. Hal bundan ibarettir, Sayın Sarıalioğlu. Yoksa, "biz eylem yaptık, ilişkilerimizle destek aldık, istediğimiz sonuca ulaştık" mantığı, en kolayıdır. Doğal olarak, yazımın bütünlüğüne bakmayıp, her paragrafı kendi içinde yanıtlamaya kalkınca, belki de amaçlamadığınız  vargılara varmışsınız. Demokratikleşmenin  bütünsel ve birbiri ile ilgili parçaların tümlüğü olduğunu ihmal ederseniz, basının ve kitle örgütlerinin desteğinin  akademik özgürlükle ne ilişkisi  var diye sorarsınız. Bir düşünün Sayın Sarıalioğlu, 12 Eylül geldi, YÖK geldi! Darbenin, akademik özgürlükle bir ilişkisi oldu! Sonra, bu ilişki öyle kurumsallaştı ki, insanlar hiç bir olumsuz duygu hissetmeden, seçilmeden atanmayla yönetici olabilmeyi benimser hale geldiler. Dolayısı ile, akademik özgürlük diyebilmek için, bu düşünce ile bir hesaplaşmak ve toplumun demokratikleşmesi ile akademik özgürlük arasında yeniden ilişki kurmaya çabalamak gerekiyor.
7. Yine Sayın Sarıalioğlu, yazımda bir itiraf yakaladığını söyleyip, yazısını yine o yüzeyel nezaketinin kabuklarını kırarak bitiriyor. Bu olayların Dokuz Eylül'de olmasında aktif eğitimin yarattığı, yatay ilişki yoğunluklu demokratik ortamın etkisi olduğunu düşünmüş ve bunu yazımda bir cümle olarak ifade etmiştim. Sayın Sarıalioğlu, bu cümleye atlayarak, 'İşte suçun gerçek itirafı burada idi. Aktif eğitimde öğrenciler ve çoğu öğretim üyesi yok sayılmıştı. Plansız ve programsız, alelacele uygulamaya konulan ve hesapsız-kitapsız gerekli öğretim elemanı hesabı yapılmadan uygulamaya başlanılan programın yürütülmesi için Prof. Alıcı 3 yıllık dönemde 29 olan yardımcı doçent sayısını 98'e çıkarmıştı. Yukarıdaki eylemlerde görüldüğü gibi oluşturuldu da. '...çoğunlukla yaşamlarının hiçbir döneminde bu tür eylemlere katılmamış...' insanlardan eylemci bir güç oluşturulmuştu." Hangi birine yanıt vereyim, Sayın Sarıalioğlu? Önce, bu "itiraf" takıntınız nereden geliyor, çok anlamadım. Hani ben, kendimi takıntılı sanırdım, siz beni çok geçtiniz. Bir yazıda, bu kadar çok itiraf lafının geçmesi inanın beni çok üzdü; bu konuyu bir değerlendirseniz. Bir kere ben, bir şey itiraf etmiş değilim; yazıyı kendi rızamla yazdım, saptamalar da bana ait. Öyleyse, bu itiraf sözcüğünün anlamı ne? Neredeyse, kendimi bir akademisyenle değil de, sorguda görevli bir güvenlik görevlisi ile tartışıyor sanacağım. İkincisi, benim cümlemde yakaladığınızı söyleyip "hah işte" dediğiniz şeyle, arkasını getirdiğiniz cümle arasında bir tekabüliyet de yakalayamadım. Buna sanırım gerçeklik ile algının uyuşmazlığı ya da çakışmaması diyorlar. Ben ne demişim; aktif eğitimin yarattığı demokratik iklim. Ben sadece bu kadarcık bir laf etmişken, işte suçlu, işte itiraf belirlemesi ile, aktif eğitimin olumsuzluklarını sıralamış, aktif eğitim sonrası "masum insanların" eylemeci güç haline getirildiğini belirtmişsiniz. Söylenmeyen bir lafı söylenmiş gibi gösterip tartışmak, herşeyden önce ayıptır, Sayın Sarıalioğlu. Algılamadan kaynaklanan bir sorun varsa, o zaman daha mütevazi bir tartışma yürütmeniz gerekirdi.
8. Son olarak, TTB ve bazı Tabip Odalarının, bu süreçte neden "size karşı" ve "bizle birlikte" olduğunu anlayamadığınızı yazmışsınız. Anlayamadığınız sadece bu olsa iyiydi, ama yazınızın bütününe bakıldığında, saptamanızın gerçeğin çok azına denk düştüğünü söyleyebilirim. Ben sizin gibi yazımı teşekkürle bitirmeyeceğim. Çünkü, nezaketin, nazik görünmek olmadığını biliyorum. Bu yanıtımla, sizinle bu çerçevede başka bir tartışma yapmak istemediğimi de belirtmek istiyorum. Eğer üniversitenin daha demokratik olması gibi bir kaygınız varsa, o zaman benim de söyleyecek sözlerim olabilir. Ama, amacı net olmayan laf yarıştırmaları için ne zamanım var, ne de yaşım başım uygun.
* Dokuz Eylül Üniversitesi
Tıp Fakültesi öğretim üyesi