Ana Sayfa | Eski Sayılar

Dokuz Eylül'de neler oldu/neler oluyor?
Dr. Ata Soyer

1. Tarih 7 Temmuz. Cumhurbaşkanına gidecek rektör adayları listesi öğrenilmiş. Dokuz Eylül'deki öğretim üyelerinin önemli bölümü "şok"ta. Bir kısmı şimdiden yapacağı dönüşün eğimini hesaplamış gibi. Kimi de, her zamanki temkinliliği ile "araziye" uymuş...
2. Şok kısa sürdü. Önce, Cumhurbaşkanlığı faks numarası ve "e-posta" adresi öğrenildi. Taslak bir mesaj metni hazırlandı. Hatta, ilk aşamada, bazı fakslar, Ankara'ya ulaşmıştı bile.
3. Aynı akşam, Güzelbahçe'de yaklaşık 70 öğretim üyesi bir araya geldi. Ne yapacaklarını tartıştılar. Tepkilerini ifade etme kararı aldılar. Üstelik, bir şey değişmese bile. Değişik fakültelerden oluşan bir koordinasyon kurulu belirlendi. İlk aşamada, bir basın toplantısı ile tepkilerin kamuoyuna açıklanması kararlaştırıldı. O gece, basın toplantısı metni kaleme alındı. Aynı içerikte bir de faks metni hazırlandı.
4. Ertesi gün, 8 Temmuz Cumartesi günü, sabah 9.00'da çok sayıda öğretim üyesi, İzmir Tabip Odası'ndaydı. Bir önceki gün alınan kararlar ve yapılanlar, o gün gelenlerle paylaşıldı. Metinler, son kez gözden geçirilip, çoğaltıldı. Yaklaşık 100-150 kişinin katıldığı basın toplantısında ortak metinler, kamuoyuna açıklandı. İzmir Tabip Odası ve ÖES İzmir Şubesi'nin de katkıları ile.
5. Basın toplantısı sonrası, önceden alınan karar doğrultusunda, Cumhuriyet Meydanı'ndaki PTT binasına hep beraber yüründü. PTT'den Cumhurbaşkanı'na faks çekildi.
6. Etkinliklerden sonra, koordinasyon kurulu bir değerlendirme yaptı. Etkinliklerin devam ettirilmesi kararı verildi. Daha geniş bir öğretim üyesi çoğunluğuna ulaşma konusu tartışıldı. Bu arada, gazeteye ilan verilmesi kararı uyarınca, bir metin hazırlandı.
7. 10 Temmuz Pazartesi günü, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlük binası önünde yaklaşık 200-250 öğretim üyesi cüppeleri ile bir araya geldi. Rektörlüğün önünden Cumhuriyet Meydanı'na kadar cüppeleri ile yürüyen öğretim üyelerine meslek örgütleri temsilcileri ve basın mensupları eşlik ettiler.
8. Cumhuriyet Meydanı'nda bir öğretim üyesinin yaptığı konuşmadan sonra, öğretim üyeleri cüppelerini Atatürk Anıtı'nın önüne bıraktıktan sonra, alkışlı protestoda bulundular.
9. Ertesi gün, 11 Temmuz'da üniversite öğretim üyeleri, Tıp Fakültesi'ni ziyaret etti. Öğretim üyelerinin dışındaki çalışanların da katıldığı bir forum düzenlendi. Forumda dört öğretim üyesi konuşma yaptı. Ve tepkilerin ifade edilmesi için Ankara'ya gidilmesi kararlaştırıldı.
10. Aynı gün forumdan sonra Ankara'ya gidiş konusu değerlendirildi (Gidişin otobüsle ve kitlesel olması ile uçakla ve sadece görüşmeci öğretim üyelerinin gitmesi tartışıldı). Bu arada, Cumhurbaşkanı'ndan randevu istenmişti (Hatta, aceleyle randevu için gün ve saat te belirtilmişti, ki son anda F.Sayek'in düzeltmesi ile saat, talep metninden çıkarıldı). O gün, randevuya olumlu yanıt geldi. Cumhurbaşkanı ile görüşmeye gidecek 10 öğretim üyesi, değişik fakültelerden belirlendi. Görüşme, 13 Temmuz günü yapılacaktı. Araya, "sıcak tatil"i girdi.
11. Perşembe günü, 10 öğretim üyesi Cumhurbaşkanı ile görüştüler. Sonra döndüler. Olumlu bir izlenimle...
12. Sonrası, sonrasını basından izlediniz, biliyorsunuz. YÖK listesi, iade, YÖK'ün ısrarı, tekrar iade ve "mutlu son"!

Peki, bunların anlamı ne? Ne oldu şimdi, Dokuz Eylül'(DE)de?
1. Herşeyden önce, DE'deki öğretim üyeleri, oylarına sahip çıktılar. 19 Haziran günü bir seçim yapılmıştı. Bu seçimde Prof.Dr.Emin Alıcı 449, Prof.Dr.Fethi İdiman 389 oy almışlardı, ve listede yoktular. Onlara oy veren insanlar, yani üniversite öğretim üyelerinin % 85'i, oylarına sahip çıktılar. Temel çıkış noktası, öğretim üyelerinin kendi rektörlerini seçme hakkıydı.
2. Yukarıdaki etkinliklere katılanlar, çoğunlukla yaşamlarının hiçbir döneminde bu tür etkinliklere katılmamışlardı. Ve bu etkinliklere katılım, kendiliğinden bir tepkinin ürünüydü. Çoğu, seçim olacak bitecek, yine işlerinin başına dönecekler diye düşünüyorlardı. Böyle bir engellemeyi hiç akıllarına getirmemişlerdi.
3. YÖK'ün tavrı, eylemlere tüm kamuoyundan meşru ve güçlü bir destek sağlanmasına yol açtı. Kişiliği ve kimliği ne olursa olsun, 1 oy alan insanların, -üstelik liste doldurma amaçlı- seçime katılanların % 85'ini almış iki adayın konulmadığı listede, "kör gözüm parmağına" biçiminde yer alması, kamu vicdanını zedeledi. Basından ve kamuoyundan gelen olağanüstü destekte, bu pervasız ve insanı hiçe saydığı açıkça belli tutumun önemli etkisi oldu. Sıradan vatandaşın, konu ile ilgilenmesi de bu sayede oldu denilebilir.
4. Meslek örgütlerinin, öğretim üyesi örgütlerinin, siyasi partilerin, tek tek milletvekillerinin, kamu çalışanları sendikalarının katkılarının inkar edilmez katkısı oldu. Özellikle TTB, İzmir ve Ankara Tabip Odası ile ÖES'i burada anmak gerekiyor.
5. Bu durum, yıllardır YÖK'e karşı oluşmuş haklı ve meşru destek ile buluştu. Bardak taştı! Öğretim Üyesi Dernekleri'nin, Sendikası'nın, hatta öğrencilerin yıllardır oluşturdukları tepkilerin birikimleri, DE olayı ile patladı.
6. Cumhurbaşkanlığı değişikliği, bir diğer avantajdı. Hukuk devleti noktasından çıkış yaparak, "herşey kuralı ile" diyen bir Cumhurbaşkanı, selefinin döneminde yaşanabilecek bir "kaza"dan DE'ü kurtarmış oldu!
7. Bu arada, AB süreci, Türkiye'nin yeniden yapılanması,vb. gibi bahaneleri de "uzaktan" sıralamakta yarar var, gibi...
8. Burada, hepsinin dışında bir nokta daha var, belirtilmesi gereken. "Neden, Dokuz Eylül", değil mi? Bunda, son üç-dört yılda üniversitede, özellikle de tıp fakültesinde oluşturulmuş olan "demokratik iklim"in çok katkısı var. DE'de öğretim üyeleri, ilk kez, "para" ve "yurt dışı yayın" dışında, kendilerini  heyecanlandıran yeni bir olgu ile tanışmışlardı: "Aktif eğitim" ile. Aktif eğitim, öğretim üyelerinin, eğitim sürecine kendi ürünleri gibi sarılmalarını, bu süreçte ortak üretim yapmalarını, demokratik ilişkiler içine girmelerini sağlamıştı. Bu süreç yaşanmasaydı, yukarıdaki "kolaylaştırıcı" faktörlere rağmen, tepkiler yaşanmayabilirdi, ya da aynı şiddette yaşanmayabilirdi.
9. DE'deki öğretim üyeleri ne yaptılar? Kendi sorunlarına sahip çıktılar. Kendi sorunlarını, yine kendi etkinlikleri, kamuoyunun da desteğini alarak ifade ettiler. Yıllardır, yönetenlerin toplumda, ve doğal olarak öğretim üyelerinde oluşturduğu "acz duygusu"nu, birlikte ve inandıkları bir konuda, yine inandıkları biçimlerde şekillenen etkinliklerle kırdılar. Sadece, bu kadar. Ne fazlası, ne eksiği.
10. Pekiyi, şimdi YÖK ile ilgili her konuda, "nerede Dokuz Eylül'lüler" beklentisi nereden kaynaklandı? Örneğin, "Ondokuz Mayıs" ve "Dicle" olaylarında ? Bu konuda da, şunları söylemek mümkün. DE'de kamuoyu destekli ve haklı mücadele, yıllardır birikmiş mücadele birikimi ile birleşti ve kendi haklılığı ile bu sürece özel bir katkıda bulundu. Kamuoyundaki beklentiyi artırdı. Bu noktada, iki temel tepki oluştu. Birincisi, "daha önceleri nerelerdeydiniz?" makamında, tutarsızlık sezdirmeleri. Buna yanıt olarak, şu söylenebilir. Evet, daha önce DE'de böyle bir tepki yoktu. Daha önce böyle bir tepkinin yokluğu ölçüt olarak alınırsa, sadece eskiden beri bu tepkileri verenlerin tekeline devredilmiş olabilir, sosyal mücadele. Yeni katkılar olmaz. Dolayısı ile, DE'de yeni başlamış tepkilere olumlu bakıp, sonrası için bir sorumluluk anlamına geldiği, onlara sık sık anımsatılabilir, hatta zorlanabilir. İkincisi, diğer üniversitelerde yaşananlarla ilgili sessizlik konusunda gelen eleştirler. Bu noktada, en fazla kendi görüşlerimi söyleyebilirim, onun için böylesi bir yazıda anlamı olmadığını düşünüyorum. Ama, DE olayı, yıllardır eleştirilen YÖK olgusunun tartışılır kılınmasına önemli bir katkı sağlamıştır. Bu vesile ile, hep beraber YÖK'ü tartışalım. Diğer üniversiteleri de, seçimleri de, katılım mekanizmalarını da...
11. Aslında her şey yeni başlıyor. DE öğretim üyeleri seçim sürecinde gösterdikleri performansı, bakalım eğitimlerinin içeriğini geliştirmede ve demokratikleştirmede gösterebilecekler mi?