Ana Sayfa | Eski Sayılar

Artık bambaşkayız
Dr. Füsun Sayek

"
Bana tuhaf gelecek sayıda çok kişi, ilk sarsıntıdan hemen önce, uyumuyordu, evlerinin, apartmanlarının bir köşesinde ayaktaydı."1
Daha da tuhafı deprem bölgesinden kilometrelerce uzaktaki pek çok kişi de o gece saat 03:00'de ayaktaydı. Doğu Akdeniz'deydik, her yaz olduğu gibi- Hem Akdeniz, hem Doğu-Arsuz'da. Emek Platformu'nun kalbimizi umutla çarptıran yaz etkinliklerinin küçük molasında. Akdeniz inciri(yemişi), Akdeniz güneşi,  biraz esinti, çokca okuma, sevdikler... olağan bir günün, olağanüstü sıcak bir geceye dönüşümü. Gece 03:00'de yalnızca ev halkımız değil, köy halkımızı da uyandıran yaprak kımıldatmayan bir iklim ve karanlığa tanıklık-iç sıkıntısı-uyuyakalabilmek.
Sabaha çıktık. Deprem olmuş - fısıltılar - İzmir mi? İzmit mi? Çok yaralı varmış. Üzüntü. İlk duygular. Depremin birkaç kez yok ettiği (MÖ 69, 115, 245... 1951 vb.) bu bölgede deprem konuşmaları. Korku. O sırada henüz
"ölenlere ve ölmekte olanlara yakın olma ve mutlu küçük adadan dehşete gitme içgüdüsü"1 yok hiçbirimizde. Bu içgüdü gün ilerleyip elektrik "gelince", daha da doğrusu TV kanalları arasında dolaşıp felaketin boyutunu hissettiğimde oluşuyor. İşte "boyut" ortaya çıktıkça "... çarşısında sessizlik, korku ve suçluluk duygusu hakimdi-gün boyunca"1 Evet sessiz ve şaşkındık, korkuyorduk (kendimiz için, uzaktakiler için, dostlar için) suçluluk duyuyorduk (cehennemi yaşamadığımız için-Bu duygu depremi yerinde yaşamamış olan bizlere sonraları zaman zaman daha çok hatırlatıldı).
"... kırkbeş saniyelik öldürücü ilk darbesi sırasında ne yaptıklarını pek çok kişiden dinledim, öğrendim. Bu darbenin korkunçluğunu hissetmiş, yeraltından gelen sesleri işitmiş yirmi milyon kişi ilk bir hafta boyunca birbirlerini görünce zaten ilk ölülerden değil, bu andan bahsediyor, o kırkbeş saniyede yaşadıklarını paylaşmak istiyordu. Bu konuda en çok söylenen söz;'yaşamadan anlaşılmaz'dı"1
Aslında herkes depremi yaşamıştı ama bir yıl sonra bir kez daha değerlendiriyor ve "yaşamadan anlaşılmaz" diyenlere katılıyorum.
İlk günler
"siste bir şey görünmez
yalnızca aydınlanır yüreğin derinliği"2

dedirten cinstendi.
Tozdan dumandan tüm gerçek görünmüyordu ama herkesin yüreğinin derinliği aydınlanmıştı. Herkes elinden geleni yapmak istiyordu. Sonraki günlerde kahramanlıklarına bir kez daha tanık olduğum sağlık çalışanları -bende enkaz altındaki yakınlarını bırakıp hastaneye koşan hemşireler, çocuğunu yitirmiş ama şifa dağıtmaya çalışan doktorla simgeleşen- dahil herkes elinden ne geliyorsa yapmaya çalıştı.
"azımız çoğumuz
ne kadar sevsek o kadarız"2

evet sevgiyle çoğaldık. O ilk günlerin dayanışma duygusu yoğunluğu müthişti.
"Ruhumun bir yanı, bütün bunlar hiç olmamış gibi davranabilmek, gördüklerini unutmak istiyor, bir başka yanı ise herşeyi görüp anlatmak"1.
Unutmak için erkense de herşeyi görüp anlamak, anlatmak, yardım etmek duygusuyla aylarca çabalandı. Sonuçta,
"ölümlere ve kayıplara rağmen felaketten sağ çıkmanın heyecanını yaşayanlarla;"1 suçluluk duygusunu atabilenler elele verdiler.
"yaşamadan anlaşılmazdı" ama "yaşanarak acılar azaltılabilir"di. Önce ölüler vardı-
"gökyüzünün karanlık kefeniyle
örttük adsız ölülerinizi
adları bir coğrafya ile yanyana yazılan
gövdelerinizi unuttuk, unutmadık hiçbirinizi"2


"Yıllardır yakındığımız bütün o berbat müteahitler, rüşvete batmış belediyeler, kural tanımaz inşaatçılar ve yalancı siyasetçiler bizim aramızdan, içimizden çıkmıştı ve şikayetlerimiz bizi onların kötülüklerinden hiç korumamıştı".1
O halde şikayet etmeyecek, etkin olacaktık deprem felaketi umudu da taşımış mıydı yoksa?
Ölüler çoktu. Bir genç doktor kendini ölüleri kaydetmeye adadı. Yaptığı işin ne denli önemli olduğunun bilinciyle. Kamyonlarla taşınan ölüleri kaydediyor, buz pistine yatırıyordu.
Ötede yaşam yeni şekliyle sürüyordu.
"Şaşkın şaşkın adres soran, kaybolan yakınlarını arayan, felaketin sorumlularını suçlayan, çadır kurma yeri için birbirleriyle kavga edenleri gördük"
Nazlı nazlı salınan tül perdeleri, yağma edilmesin diye kapısına kilitler vurulan Migrosları, kutu gibi yıkılmış binaları, onların arasında kitapları gördüm. Kocaeli Tabip Odası Başkanımız Dr. Can Çabukaş'la ilk anların çaresizliğini hissettim.
(Onunla birlikte, rehabilitasyonun sıkıntılarını da sonraki aylarda öğrendim).
Evet;
"geçmiş bizi bırakıp gitti.
o kadar çok şey öğrendik ki"1
Hepimiz depremi bir biçimde yaşadık. İlk kırkbeş saniyeyi yaşanlara hürmet ederek söylüyorum, hep birlikte çok şey öğrendik.
Bir gece
"uyuduk uyandık
uyuduk uyandık
orada değildik artık son uyandığımızda
ve bambaşkaydık."2

Artık bambaşkayız.


1: Orhan Pamuk, Öteki Renkler
2: Murathan Mungan, Doğduğum Yüzyıla Veda