Güncel başlıklarla Türkiye’de tıp eğitimi ortamı

DÜZELTMEK ELİMİZDE!

 

Sağlık Bakanlığı tıp fakültesi kuruyor!

 

Bir süredir “arayışlarından” haberdar olunan konu, Ocak ayı içerisinde medyaya yansıdı; arayışlar “ürün” verdi: Sağlık Bakanlığı Üniversite kuracak. Medyadan anlaşıldığı kadarıyla en temel gerekçe, üniversite tıp fakülteleri dışındaki eğitim hastanelerinde yer alan doktorların “ancak doçentliğe kadar yükselebildikleri, üniversitede çalışmadıkları için profesör olamadıkları”!.

Elbette başka nedenlerde var; “bu kadar imkan varken niye üniversite açmayalım?”; kurulacak üniversite ile doktorların özlük haklarının temin edileceği, kaliteli hekim yetiştirileceği de diğer gerekçeleri oluşturuyor.

1.gif (52618 bytes)             

Türkiye’de doktorların özlük hakları sorunları olduğu bilinen bir gerçek,tıp fakülteleri dışındaki eğitim hastanelerinde yer alan eğitim kadrolarının özlük hakları sorunlarının olduğu da aynı şekilde biliniyor. Bu sorunların çözülebilmesi için bütünlüklü bir bakışa ve ilgili taraflarla paylaşılan adımlara gerek varken Sağlık Bakanlığı sorunlara parça parça “çözümler” keşfedip, iyice bütünlükten uzaklaşarak bir kaos ortamının tetikleyicisi olmak üzere yürümeye/koşmaya devam ediyor.

Bugün Türkiye’de, sonuncusu 18.12.1999 tarihinde 4488 sayılı kanun ile kurulan Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi dahil olmak üzere 46 tıp fakültesi “bulunuyor”Ülke ölçeğinde sağlık ortamını düzenlemek gibi bir sorumluluğu olan ve yeni tıp fakülteleri açılmaması yönünde -geçmiş dönemlerde- bir eğilime sahip olduğunu bildiğimiz Sağlık Bakanlığı “imkanımız var” (gerek var mı?) diyerek doçentleri profesör yapmak ve özlük haklarını iyileştirmek için üniversite kuracak, tıp fakültesi açaca; böyle bir tıp fakültesi açma gerekçesi “bize mahsus” olsa gerek. Sorun çözmedeki bu mantık yürütme vardiyadan şef-şef yardımcılığı sınavlarına kadar geçtiğimiz 6 aylık sürede izlenmişti. Günübirlik “çözüm”lerin köklü katkısının olmayacağı çok açık, üzüntü veren buna alet olunması ancak şimdiden bununda bir tür kadrolaşma çalışması olabileceği konuşulmaya ve tedirginlik yaratmaya başladı. Tek tek anlık çıkarlar için ses çıkartmamanın Türkiye tıp ortamına olumlu bir katkısının olamayacağını herkes bilmeli. Sağlık Bakanlığı da bütünlüklü, olumlu bir projeye sahip değilse, hiç olmazsa “önce zarar verme” ilkesi ile davranarak mevcut kapasitesiyle bu ortama en büyük katkıyı yapacaktır.

Tababet Uzmanlık Tüzüğü Tasarısı ‘nın başına gelenler

Yıllara önce TTB’nin girişimleriyle Türkiye’nin/Dünya’nın ve gelişen tıp biliminin dinamiklerine uygun ama “mutlaka” tarafların katılımı ile ve sürecin asıl sahibi olması gereken uzmanlık derneklerinin/alanlarının katkıları ile bir tababet uzmanlık tüzüğü tasarısı hazırlanmaya başlanmıştı. TTB’nin temel iddiası ve arzusu sürecin asıl sahiplerinin konuyu tartışmaları, dahil olmaları ve düzenlemede yer almalarıydı. Türkiye için zor olan ama bir ısrar ile sürdürülen süreç ürün vermiş, hazırlanan taslak Danıştay’a bile gitmişti. Elbette gitti-geldi ve birden fazla kez bu süreç yaşandı. Ancak bir biçimde belli bir noktaya gelinerek Tüzüğün çıkma aşamasına ulaşılmıştı. Sağlık Bakanı Osman Durmuş 16 Haziran 1999’da yaptığı 1999 yılı bütçe sunusunda “Tababet Uzmanlık Tüzüğü’nde günümüz koşullarına göre gerekli değişiklik çalışmaları sonuçlandırılmış olup, Danıştay Başkanlığı’nca incelenmek üzere Başbakanlığa gönderilecektir” demiş, 17 Kasım 1999’da yapılan 2000 yılı Sağlık Bakanlığı bütçe sunusunda ise 4-5 ay önce gündeme gelen Başbakanlık’a gönderme fikrinden vazgeçerek “... Tababet Uzmanlık Tüzüğünde günümüz şartlarına ve modern tıbbın gereklerine uygun hale getirilmesi amacıyla başlatılan değişiklik çalışmaları sonuçlandırılma aşamasına gelmiştir.” diyerek bugün ortaya çıkan tasarıyı “müjdelemişti”. Yeni hazırlanan tasarıda yapılan en önemli değişiklik Tababet Uzmanlık Kurulu’nun bileşimine yönelik. En son, 1999 yılında Kızılcahamam’da Sağlık Bakanlığı’nca yapılan toplantıda Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürü’nün dışında Sağlık Bakanlığı (biri SSK’dan olmak üzere), YÖK (biri GATA’dan olmak üzere) ve Türk Tabipleri Birliği 6’şar üye ile temsil ediliyordu. Yeni taslak Sağlık Bakanlığı Müsteşarı’nın yanı sıra Sağlık Bakanlığı’ndan 6, SSK’dan 1, YÖK’den 2, GATA’dan 1 ve TTB’den 1 olmak üzere toplam 12 kişiye indirilerek yeni bir içeriğe kavuşturuluyordu. Anlaşıldığı kadarıyla Sağlık Bakanlığı bu düzenlemeyi yapmakla, bir biçimde eski düzenlemedeki -Bakanlık Genel Müdürü sayılmazsa- 18 kişiden oluşan bileşime “güvenememiş” ve “tehlikeli” bulmuştu. Yeni önerdiği bileşim Bakanlık eğitim hastanelerinde yer alacak 6 kişinin “kendi hiyerarşisi içerisinde olması güvencesine kavuşturulmuştu”. Bilindiği gibi Türk Tabipleri Birliği 6 temsilcisini uzmanlık dernekleri üzerinden belirleyerek sürece dahil olacaktı. Sağlık Bakanlığı’nın mevcut anlayışında, sıkça yinelenen “sivil toplum örgütlerine” yaklaşımı da bu kadardı. 15 Ocak 2000’de toplanan TTB-Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu konuyu değerlendirerek önümüzdeki günlerde tepkilerini dile getirecek.

TIP DÜNYASI’NDAN

9 Ocak 1999 tarihinde başlayan sıkıntılı süreç Aralık ayının son günlerinde sonuçlandı: Dr. Cumhur Akpınar beraat etti. Hiç olmaması/yaşanmaması gereken bir dava böylece sonuçlandı. Ama yine 1999 yılı içerisinde İzmir’de Dr. Zeki Uzun da hekimlik uygulamaları nedeniyle gözaltına alındı ve 19 Ocak 2000’de duruşması yapılıyor. Hemen ertesi gün ise İzmir Türkiye İnsan Hakları Vakfı temsilciliğinde çalışan Dr. Alp Ayan’ın duruşması var. Alp Ayan’ın karşılaştığı uygulamayla ilgili durumu tespit eden bir değerlendirmeyi kamuoyuna aktaran Prof. Dr. Veli Lök hakkında da Şubat ayı içerisinde benzeri bir süreç yaşanacak. Benzer biçimde iyi hekimlik uygulaması yapan, bu süreçlerde yer alanları destekleyenlere yönelik uygulamalar sürüyor. Anlaşıldığı kadarıyla “2000’li yıllarda da “ devam etmesi için çaba harcanıyor.

Tıp Dünyasının bu sayının ilk sayfasında yer alacak başlıklar Dr. Cumhur Akpınar’ın beraati, İzmir’deki duruşma süreçleri, Adli Tıp Kurumu’nun açtığı asistan alma sınavına yönelik hukuki girişim ve önümüzdeki günlerde kamuoyuyla paylaşılacak olan (yine iyi hekimlik uygulamasında bulunan) bir meslektaşımıza yönelik süreci içeren bir biçimde oluşturulabilirdi. Ne kadar farklı –değerlendirmeye açık- bilmiyoruz ama bu sayının ilk sayfasında yer alan başlıklar Sağlık Bakanlığı’nın Tıp Fakültesi kurması, Tababet Uzmanlık Tüzüğü Tasarısı’ndaki değişiklik, TTB’ce kredilendirilen etkinliklere verilen 5 günlük idari iznin hukuki süreç sonucunda –yeniden- “kazanılması” ve şef-şef yardımcılığı sürecinde gelinen hukuki aşamadan oluşuyor. Kısacası yetkililerce ortaya çıkartılan olumsuzlukların düzeltilmesi, aslında doğal olarak/hiç çaba harcanmaksızın oluşturulması gereken düzenlemelerin mahkemelerde “aranmasını” zorunlu kılıyor.

Türkiye’nin bu anlayışlarla zor bir süreçten geçtiği ortadadır, bizlere düşen rol bu olumsuzlukları yaratanlara destek olmamak ve bütünlüklü çözümler için olumlu katkılarımızı ve ortak anlayışlarımızı geliştirerek, günlük değil köklü çözümlerin gerçekleşmesini sağlamaktadır. Bu anlamda, Türk Tabipleri Birliği olarak Aralık ayı sonunda yapılan Başkanlar toplantısından sonra, Ocak ayı içerisinde belirlenen hekimlerle paylaşma ve kamuoyu oluşturma adımları umut veriyor. Ocak ayının 3. haftası içerisinde Güney İllerinde yapılan toplantıları, 4.ve 5. haftalarda Ege ve Marmara bölge toplantıları izleyecek; katılımınız ve katkınızla.

 

              mail9.gif (17469 bytes)                buton2.jpg (1100 bytes)ANA SAYFAYA DÖNÜŞbuton1.jpg (1100 bytes)