Türkiye’nin Politikaları

Gaye Yılmaz

Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu

Başını emekçi yığınlarının çektiği ve içinde köylü, çiftçi, öğrenci ve çevreci hareketlerini barındıran on binlerce, ne istediğini ya da "neyi istemediğini" çok iyi bilen, coşkulu, inançlı insanı Seattle kentinde bir araya getiren süreç kısaca analiz edildiğinde yılların birikimi ile karşılaşılıyor : Yok sayılma, alabildiğine sömürülme, yoksullaşma, gelecek nesillerin tehdit altında bırakılması, ekonomik gerekçelerle toprağından sürülme, kar adına toplum sağlığını yok sayan üretim modellerinin dayatma şeklinde dünya toplumlarına kabul ettirilmesi ve dahası.

Aslında liberal ya da serbest piyasa ekonomisi söylemleriyle dünya ilk kez karşılaşmıyor. Her seferinde çok ağır bedeller ödenerek farklı kapitalist önerme-lerle tansiyon düşürmeye çalışan dünya sermayesi bu kez Meksika, Asya, Rusya ve Latin Amerika krizlerini bile ihtar olarak görmeksizin yoluna devam etmeyi hedefliyor. Çok Taraflı Yatırım Anlaşması - MAI - karşısında oluşan enternasyonal muhalefeti görmezden gelen ulus ötesi şirketler, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) 3. Bakanlar Konferansı için öyle bir gündem hazırlıyor ki MAI bile bu gündemin yanında hafif kalıyor. Gündemi belirlediği yetmezmiş gibi kıtasal lobi grup-ları kurmayı da ihmal etmeyen Şirketler, ABD'de başını Procter & Gamble ve Microsoft'un çektiği bir şemsiye örgüt kurarak Mart-Kasım 1999 sürecinde kuzey ve güney Amerika kıtalarındaki bütün ülkeleri dolaşarak işveren grupları ile istişarelerde bulunuyor ve Millenium Round destekçilerinin kalabalıklaşması için çaba sarf ediyor. Avrupa'da ise bu görev, kapitalist sistemin en eski kurumu olan - Uluslar arası Ticaret Odası -ICC- (Kuruluşu:1918, Merkezi: Paris, bugün itibarıyla sayıları 7000'i aşkın çok uluslu Şirketin üye olduğu) ve AB'nin Hükümeti ko-numunda olan Avrupa Komisyonuna düşüyor.

Millenium Round ismi verilen WTO 3. Bakanlar Konferansı gündemine göz atıldığında ise :

1.Tarıma verilen tüm sübvansi-yonların sıfırlanması, destekleme alımlarından vazgeçilmesi ve ithal tarım ürünlerine uygulanan gümrük vergilerinin kaldırılması. Kısaca açıklamak gerekirse: yüz milyonlarca insanın yaşadığı ve neredeyse tek gelirini tarımdan elde eden az gelişmiş dünyaya "siz artık tahıl da üretmeyin, ne yiyeceğinize de biz karar vereceğiz, hatta gıda ürünlerini size biz satacağız" diyor dünya tarım tekelleri, Cargill'ler, Novartis'ler. Nasıl mı? Genetik değişikliğe uğratılmış, kimyasal yöntemlerle üretilen ve muhtemelen üzerinde sağlık araştırması yapılması ya da yapılmış araştırmaların yayınlanmasını yasakladıkları -sözde- tarım ürünlerini satarak. Hesapları ise, tohumlar üzerinde yıllardan beri yaptırdıkları genetik araştırma ve geliştirme çalışmalarına ayırdıkları muazzam fonları, toplum sağlığı karşılığında finanse edebilmek. Gerçekte, bu girişimin alt yapısı 1986-1994 tarihleri arasında imzalanan Uruguay Round anlaşmaları ile hazırlanmıştı. Türkiye'de de bu süreç dikkatle analiz edildiğinde tarımsal desteklemelerin bilinçli politikalar uygulanarak ve yıllar itibarıyla nasıl geriletildiği net bir şekilde ortaya çıkıyor. Türkiye'nin 57. Hükümeti ise son adımı "Tarımda Reform" adı altında atma hazırlıkları içersinde bu günlerde. Hedef, sadece desteklemeleri kaldırıp, tarımda ithalatın önünü iyice açmakla da kalmıyor, ülkemizde üretilen tarım ürünlerinin dünya fiyatları düzeyine çekilmesini de kapsıyor. Bu gi-rişime en sıcak ve sempatik isimler bulma konusunda da önemli başarıların altına imza atılıyor : Tarımda doğrudan alım desteği : Açıklama olarak ta Türkiye'de plansız ve programsız tarım yapılmasından kaynaklanan ürün stok fazlaları mazeret gibi gösteriliyor ve binlerce ton hububat depolarda bekletilirken aynı ürünlerin dünya piyasalarından ithaline vize veren politikalar hiç tartışılmıyor. "Dünyada tarım bizdekinden daha ucuz mu?" diye bir soru gelebilir akıllara. Evet, AB ülkelerinde tarımın önemli bölümü tekelleşmiş büyük çiftçilerin elinde ve ileri teknoloji kullanıldığı için birim maliyetler az gelişmiş ülkelere oranla daha düşük. Amerika'da ise zaten yığınsal ve kimyevi üretim yapılıyor ve bu nedenle ürün maliyetleri oldukça düşük. Ama dünyada gelişen tekelleşme süreci göz önüne alındığında bu düşük fiyat düzeylerinin bir aldatmacadan ibaret olduğu ve yoksul kitleler tarımdan caydırılıp; piyasalar tümüyle tekellerin eline geçtiğinde ne fiyat, ne ürün kalitesi ve ne de ürün sürekliliği üzerinde toplumların hiçbir kontrolünün kalmayacağını tahmin etmek güç değil.

2.Tarım dışı (sanayii) ürünlerin ithalatında uygulanan gümrük vergilerinin kaldırılması : Özellikle 1973-1979 Tokyo Round sürecinde (Türkiye'de 24 Ocak 1980 kararları olarak tanıdığımız) imzalanan anlaşmalarla atılan adımlar zaten gerileyen sanayii üretimini tümüyle bitirmeyi ya da taşeronlaştırmayı hedefleyen bu girişim sonrasında ithal ürünler yurt içi piyasalara çok daha düşük fiyatlarla girebileceği için yerli sanayiinin ve özellikle KOBİ olarak tanımlanan küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin rekabet gücü zayıflayacak, iflaslar ve Şirket evlilikleri süreci daha da hız kazanacaktır. Kuşkusuz bu sürecin mağdurları da her zaman olduğu gibi emekçiler ve yoksullar olacaktır.

3.Hükümet satın almaları : Devletlerin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya dönük ve çoğunlukla kamu şirketlerinden yapılan satın almalarda yabancı şirketlerin yerli şirketlerle eşit olmasını ve ileriki süreçte bu satın almaların WTO içinde oluşturulacak bir Komisyonca yönlendirilip, denetlenmesini öngören ve "Devlet Mekanizmasında Şeffaflık" kisvesi ardına gizlenen bu madde ile gerçekte özelleştirmelerin hızlanması ve tekellerin ülke piyasalarına egemen hale gelmesinin önü açılmak hedeflenmektedir.

4.Yatırımlar : MAI anlaşmasının OECD'de imzalanamaması sonrasında bu kez de şansını WTO'da denemek isteyen Şirketler, söylemi biraz farklılaştırarak anlaşmayı Millenium Round gündemine aldırtmayı başarmışlardır.

5.Elektronik Ticareti : İnternet üzerinden vergisiz olarak yapılan ticareti geliştirmek ve bu kuralsız işleyişi garanti altına almak isteyen Şirketlerin (özellikle Amerikan Şirketleri) bu maddeyi savunurken en büyük argümanları ürünlerin ucuzlayacak olmasıdır. Oysa tüketici kitle genişlemeyeceği için, normal ticaret yoluyla satılan ürünlerin bu kez vergisiz yoldan satılmasını öngören ve Devletin vergi kazançlarını azaltacak olan bu girişim bile tek başına özelleştirmelere hız kazandıracak bir özelliğe sahiptir.

6.Serbest Orman Kesimi : Dünya Kereste Tekelleri, üretim ve karlılıkları önünde kalan son engelleri de bu anlaşmayla aşmayı planlamaktadır. Bu anlaşmanın imzalanması halinde orman ürünleri ithalatında uygulanan gümrük vergileri kaldırılacak ve doğal orman-milli park gibi korunmak zorunda olan özel alanlar da talana açılacağı için orman ürünü tüketimi hızlanacak ve ekolojik sistem büyük bir risk altına girecektir.

7.Rekabet : Aslında diğer anlaşmalarla rekabet önündeki engelleri zaten kaldıracak olan ulusötesi şirketler bununla yetinmemekte ve garanti olarak (eğer unuttukları bir şey kaldıysa diye düşünerek olsa gerek) böyle bir anlaşmayı da yapma ihtiyacı duymaktadırlar. Böylece bu anlaşmalar arasında olmayan her hangi bir konunun ticaret veya karlılığa engel oluşturması halinde bu anlaşma masaya getirilecek ve zamanında toplum düşünülerek atılmış adımlardan vazgeçilmesi sağlanacaktır.

8.Hizmet Sektörünün Serbest Piyasa Ekonomisine açılması : Uruguay Roundu bitiminde GATS-Hizmet Ticareti Genel Anlaşması adı altında imzalanan ve Kamu kontrolünde olan hizmet sektöründeki korumaları bir takvim dahilinde kaldırmak ve bu alanları özel ticarete konu yapmak yönünde atılan ilk adımın sonlandırılmasını hedefleyen bu anlaşma ile öncelikle Kamu Sektöründeki iş güvencesinin kaldırılması ve Devletin ekonomik addedilebilecek bütün hizmet alanlarından çekilmesi (Eğitim ve Sağlık dahil) öngörülmektedir. Bu bağlamda -söz gelişi- yabancıların doktorluk yapmasını yasaklayan belli yasaların iptali talep edilebilecek, kamudaki iş güvencesi de kaldırılacağı için tıp dalında bile işsizlikle karşı karşıya kalınacaktır. Bu anlaşma en çok ABD tarafından desteklenmektedir.

9.TRIPs-Telif ve Patent Anlaşmasının genişletilmesi : Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin karşı çıkışına karşın, tekelleşme sürecinin olmazsa olmaz koşulu olan fikri mülkiyet hakları anlaşması da ilk adımı Uruguay sürecinde atılmış anlaşmalar arasındadır. Ulusal üretimlerini ve kültürlerini koruma mücadelesi veren bazı ülkeler bu tekelleşme yasasına karşı çıkmakta ve hatta geçmişte imzalanan anlaşmaların bile yeniden ele alınmasını talep etmektedirler. Buna karşın ülkemizde "İlaçta Patent Yasası" adıyla Ocak 1999'da Meclisten geçirilen yasa sonucunda belli adımlar çoktan atılmıştır. Oysa dünyanın diğer az gelişmiş ülkeleri özellikle toplum sağlığını doğrudan ilgilendiren İlaç ve gıda ürünlerinde böylesi bir uygulamanın kabul edilemeyeceğini öne sürerek ve daha önce kendilerine verilen sürelerin de yetersiz olduğu gerekçesiyle bu anlaşma maddesine şiddetle karşı çıkmaktadırlar.

Evet, bu korkunç gündemi Mart 1999 'da ele geçiren demokratik kitle örgütleri tüm dünyada örgütlenmeye çalışarak kendilerini 30 Kasım - 3 Aralık 1999 tarihlerinde Seattle'da yapılacak WTO 3. Bakanlar Konferansını bloke etmeye hazırladılar. Dünyanın çeşitli ülkelerinden yaklaşık 8-10 bin eylemci ile ABD'nin her yerinden akın akın gelen öğrenci, işçi ve çiftçi grupları toplantının birkaç gün öncesinde Seattle'a varmışlardı. Kentin merkezinde daha önceden ve sadece 1-2 ay için kiralanmış NGO-STK büroları bilgisayarlar, duyuru panoları, broşür ve yayınların gün be gün up-date hale getirildiği masalarla donatılmış, WTO'yu ve küresel kapitalizmi protesto eden t-shirt, panço, rozet tarzı çalışmaların ve diğer tanıtım broşürlerinin tanıtıldığı ve cüz i fiyatlarla satıldığı küçük standlar hazırlanmıştı. 27 Kasım günü çeşitli panel ve kapalı salon toplantılarıyla başlayan süreç, ne yazık ki halen sona ermiş değildir (Tutuklananlar mahkemeye çıkarıldığı ve kendilerine işlemedikleri suçlar da yüklenerek uzun süreli hapis cezasına çarptırılmaları olasılığı arttığı ve WTO toplantıları Ocak 2000'den itibaren Cenevre'de yeniden başlayacağı için). 30 Kasım öncesinde yapılan toplantılarda WTO'nun yapısı, işleyişi, 3. Dünya Ülkelerinin bu Örgütte nasıl yok sayıldıkları, Çin'in de Örgüte dahil edilmesi durumunda neler olabileceği, Dünya çapında demokratik bir Halk Parlamentosuna yönelik çalışmalar, küreselleşme ve emekçilerin durumu, küreselleşme ve toplum sağlığı (biotechnology, hormon beef) küreselleşmenin kadınlar üzerindeki etkileri, küreselleşme ve çevre başlığında çeşitli konular tartışıldı.

30 Kasım günü sabahın erken saatlerinde kentin merkezinde toplanan kitlelerin öncelikli hedefi WTO delegelerinin WTO toplantısının yapılacağı merkeze gidişlerine engel olmaktı. Ve hedef saat 15.00'e kadar inanılmaz bir direnç ve başarı ile sürdürüldü. WTO delegelerine hiçbir fiziksel tacizde bulunulmuyor, sadece geçecekleri yollarda etten duvar oluşturuyor ve geçişe izin vermi-yorlardı. WTO delegelerinin bu inanç duvarını yıkmak için zaman zaman şiddete başvurduğu durumlarda bile tahrike kapılmayıp, di-siplinini bozmayan eylemciler amaçlarına ulaştılar ve saat 15.00'e kadar tek bir WTO delegesi bile Convention Center'a ulaşma başarısını gösteremedi. Sayıları 100 bini aşan protestocu gruplar Memmorial Stadium'dan başlattıkları yürüyüşlerini toplantı merkezine doğru sürdürmeyi planlıyorlardı, ancak öğleden sonra tüm çıkışların polis barikatlarıyla kesildiği görülünce plan değiştirildi. Saat 16.00 sıralarında ve tam gruplar dağılmaya başladığı sırada Polisin, üstelik nedensiz bir şe-kilde saldırıya geçmesi ile ortalık karıştı. Atılan göz yaşartıcı bomba ve biber gazı bombalarından ortalık bir anda yangın yerine dönmüştü. Polis tarafından plastik mermilerin de kullanıldığı saldırılarda yaralananlara kent hastanelerinin kapıları kapanırken, varlıklarından kimsenin haberi olmadığı "SINIR TANIMAYAN DOKTORLAR" imdada yetişti ve ilk yardımı, ellerindeki mevcut imkanlar dahilinde sundular. Gönüllü Doktorlardan oluşan grup, gerektiğinde binlerce eylemciye tek tek ulaşarak- biber gazı ve göz yaşartıcı bombalardan et-kilenmeyi en aza indirebilme amacıyla- kağıt mendil veya bir bez parçası üzerine döktükleri solüsyonu koklamalarını ve ağız ve burun bölgelerini kapalı tutmalarını salık verdiler. Olayların başlamasını müteakiben derhal sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve özellikle toplantı merkezine çıkan yollar araç ve insan trafiğine ka-patıldı. Bu arada Polis kuvvetlerinin sabahtan beri yapmış olduğu tespitler çerçevesinde gözaltılar ve belli NGO merkezlerine yöneltilen saldırılar da yoğunlaşmıştı. Hedefler arasında, kent merkezinde bir salon kiralayan ABD'li üniversite öğrencileri tarafından oluşturulan"ALTERNATİF MEDYA" merkezi de bulunuyordu. Adından da anlaşılacağı gibi sistem karşıtı demokratik kitle örgütlerinin Seattle olaylarını sıcağı sıcağına kendi ülkelerine iletebilmeleri için geçici olarak oluşturulan bu büro, tüm olanakları ile yabancı konukların hizmetinde oldu bu süreçte. Amerikan Polis kuvvetlerinin doğrudan hedef aldığı kişi ve grupların da başında geliyordu Alternatif Medya Merkezi. Olaylar süresince 700'ü aşkın eylemci göz altına alınırken, sadece 35-40 kişi kısa sürede salıverildi ve geri kalan eylemcilere işlemedikleri çeşitli suçlar yüklenerek uzun süre ile hapiste kalmalarını sağlayacak adımlar atıldı.

Ve 3 Aralık gece yarısı WTO 3. Bakanlar Konferansının toplandığı Convention Center'dan aslında pek de beklenmeyen bir açıklama geldi: Ortak bir deklarasyon çıkarmayı başaramayan WTO Bakanları toplantıya son verme kararı almışlardı. Onlara göre bu bir başarısızlık değildi, çünkü küresel ticaret müzakereleri bundan önce de çeşitli defalar uzlaşmazlıklar yüzünden kesintiye uğramıştı. Göstermelik suçlamalar gelmeye başladı ardından : AB, tarım desteklemelerinin kaldırılmasına karşı takındığı tutumda bu kadar ısrarcı olmasaydı, ABD elektronik ve Hizmetler ticareti konularının liberalizasyonu başlıklarında bunca dayatmasaydı, az gelişmiş ülkeler toplantıya gelmeden önce kendilerini birazcık eğitselerdi (?) bu toplantı gündeminin kendileri için ne derece yararlı olduğunu anlayacaklardı v.b. Günlerce süren protesto gösterilerinin ise bu fiyasko sonuç üzerinde hiçbir etkisinin olmadığının altı çiziliyordu sürekli olarak.

Oysa en azından , daha 2 Aralık günü ortak bir deklarasyon yayınlayarak yeni bir anlaşmalar turu gündemini imzalamayacaklarını kesin bir dille açıklayan 55 kadar az gelişmiş ülkenin delegasyonları üzerinde ciddi bir baskı unsuru oluşturmayı başaran protesto gösterilerinin sonuçtaki payı görmezden gelinecek gibi değildi.

Ancak, toplantıda üzerinde mutabık kalınan birkaç madde dünya toplumları için mücadele sürecinin henüz başladığının göstergesi olma özelliğini taşıyor: Tarım, Hizmetler ve Hükümet satın almaları ile ilgili üç gündem maddesi Ocak 2000'den itibaren WTO'nun merkezi Cenevre'de tekrar müzakere edilmeye başlanacak.

17 Aralık 1999 tarihinde yapılan (ve her 6 ayda bir kez yapıla gelen) AB-ABD zirvesi tek bir gündem etrafında, "Seattle" konusunu görüşmek için toplandı. Yayınlanan ortak bildiri çelişkilerle doluydu. Birinci paragraf serbest piyasa ekonomisi yolunda atılan ve bundan sonra atılacak adımlardan asla geri dönülmeyeceğini tekrarlarken, son paragraf her zamanki gibi emekçiler ve dünya toplumlarına ayrılıyor "Bundan sonra sivil toplumun da WTO içersinde sesini duyurmasının yollarının aranacağı ve WTO'nun ILO ile ortak projeler çerçevesinde çalışmasının sağlanacağı" belirtilmek suretiyle daha tehlikeli ve dünyada oluşan enternasyonal mücadeleyi kırmaya, parçalamaya yönelik adımların müjdesi veriliyordu.

 

mail9.gif (17469 bytes)                    buton2.jpg (1100 bytes)ANA SAYFAYA DÖNÜŞbuton1.jpg (1100 bytes)