Bu bütçeyi kabul etmiyoruz

4 Aralık 1999'da yapılan Genel Yönetim Kurulu toplantısının kararları çerçevesinde TTB Tabip Odaları Başkanları Toplantısı 26 Aralık 1999'da Ankara'da yapıldı. Tabip Odası Başkanları, Sağlık Bakanlığı bütçesinin TBMM'de görüşüleceği 20 Aralık 1999 Pazartesi günü Ankara'ya davet edildiler. Ancak TBMM 2000 yılı bütçesini Türk Tabipleri Birliği kadar ciddiye almıyordu! Çünkü daha önceden belirlenen tarih değiştirilmiş ve TBMM'de Sağlık Bakanlığı bütçesinin görüşülmesi 26 Aralık'a ertelenmişti. Meclis bütçe görüşmelerini bir hafta erteleyerek araya daha önemli gündemleri almıştı. Bu gündemler arasında kamuoyuna yansıyan "Kıyak Emeklilik", kısaca "Tahkim" diye bilinen süreçle ilgili uyum yasaları ve diğerleri bulunuyordu. İşin doğrusu IMF'nin yönlendirdiği bir süreç adım adım yürütülüyordu. Ama lafta da olsa, bütçe görüşülecekti ve 26'sında görüşüldü.

İzmir, İstanbul, Antalya, Amasya, Ordu, Edirne, Niğde, Nevşehir, Diyarbakır, Kastamonu, Aydın, Manisa, Van, Hatay, Muğla, Sivas, Kocaeli, Mardin, Ankara, İçel, Zonguldak, Bursa, Uşak, Sakarya, Kırıkkale, Kahramanmaraş, Çorum, Afyon, Eskişehir, Erzurum, Elazığ, Malatya, Denizli Tabip Odalarının katıldığı toplantı sabah 09:30-10:30 arasında yapılan değerlendirmeden sonra, 11:00'de Basın Toplantısı ile devam etti. Hemen birçok görsel ve yazılı basının ilgi gösterdiği basın toplantısı, birçok TV kanalında da yer aldı. Öğleden sonra Meclis'te grubu bulunan siyasi partilerin grup başkan vekilleri ziyaret edildi. Değerlendirmelerin dile getirilerek taleplerin iletildiği randevular, sadece DSP ile gerçekleştirilemedi. Görüşmelerden sonra, önümüzdeki dönemde yürütülecek olan çalışmalara ilişkin bir değerlendirme yapıldı. Basın toplantısında sunulan metin aşağıdadır.

KAMUOYUNA AÇIK

MEKTUP

1999'un son günlerindeyiz; Türk Tabipleri Birliği/Tabip Odaları olarak aşağıdaki başlıkları kamuoyuna hatırlatmak, uyarıda bulunmak ve gereği için harekete geçmek/ geçilmesini sağlamak için aktarmayı sorumluluğumuz olarak görüyoruz.

Anlamak isteyene...

Türkiye'de yaşayanların %20'si yoksulluk sınırındadır ve buradaki yoksulluk ifadesi de günde 1 dolardan az geliri olmayı anlatmaktadır. Türkiye'de asgari ücret brüt 100 milyon civarındadır ve ticarileşmiş bir sağlık ortamında insanlar bu gelirleriyle sağlık hakkına da ulaşmak durumundadırlar.

Türkiye'de insanlar sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için giderek ceplerinden daha fazla para harcamak zorunda kalmaktadırlar. Elbette ulaşamadıkları için, bebek ölüm hızımız binde 42.7; hamileliklerinde ve doğum esnasında tıbbi bakım alamayanların oranı Doğu Anadolu'da %61, Batı'da %14'tür. Tıbbi bakım alamayan annelerden doğan bebeklerin binde 58'i, alanların ise binde 5'i ilk bir yılda kaybedilmektedir. Aradaki fark 11 kattır. Bu tablo verilerle zenginleştirilmeye gerek duyulmayacak kadar açıktır. Yeter ki gözler görsün, yürekler hissetsin. Bu tablo, hiç tartışmasız son 20 yıldır dünyada ve Türkiye'de izlenen politikaların ürünüdür.

Sağlık alanında 20 yıl önceye göre daha da artmış sorunların nedeni sosyal devlet uygulamaları ve kamu ağırlıklı bir sağlık sisteminden uzaklaşmayı hedef alan politikalardır.

Türkiye'nin yakın tarihinde (en azından son 20 yıldır) hemen hiç kesintiye uğramaksızın aynı sağlık politikaları yürütülmektedir; ana hedefi bellidir: Sağlığın artarak ticarileştirilmesi/ özelleştirilmesi. Hemen bütün uygulamalar son 20 yıldır bu amaçla yapılmıştır: kamu kaynaklarının ve kamu sağlık yatırımlarının azaltılması, kamunun özel sektörden hizmet satın alarak özel sektöre kaynak aktarımı, birinci basamak sağlık kurumlarının ve sağlık çalışanlarının işlevsizleştirimesi, varolan sağlık sisteminin sekteye uğratılması, kötü yönetim ve sağlık çalışanlarının plansız programsız sayısının arttırılması/niteliksiz-leştirilmesi. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, son 20 yıldır izlenen politikalardan amaç bir insan hakkı olan sağlığın bütünüyle bir ticari meta haline getirilerek devletin sosyal/ kamusal sorumluluklarının terkedilmesidir.

57. Hükümet ve Sağlık

Türkiye 2000 yılına yukarıda aktarılan politikaların uygulayıcısı olma kararlılığını ifade eden bir hükümet ve Sağlık Bakanı ile girmektedir. Söz konusu politikaların sağlık alanındaki uygulayıcısı olarak Sağlık Bakanı,

agerek 1999 ve gerekse de 2000 yılı bütçesi sürecinde, yukarıda aktarılan politikaların devamı olarak ısrarla çözüm diye dile getirdiği Sağlık Sandığı Kurumu Kanunu tasarısıyla,

avardiya uygulamasıyla,

aşef/şef yardımcılığı atamaları alanında belgelenen keyfi yönetim tarzıyla,

agerek deprem sürecinde gerekse onun ötesinde sağlık çalışanlarına ve kamuoyuna yönelik üslup ve tarzıyla,

aSağlık Bakanlığı'nı kendi siyasi partisinin il başkanlarının tayin ve atamaları yönlendirmesine olanak sunmasıyla, parti içi çekişme ve çatışmaların Bakanlık koridorlarından hastane başhekimliklerine kadar yer yer fiili saldırılara varana dek yaşandığı bir arenaya çevirmesiyle,

aÖzlük hakları alanında 1998 Eylül’ündeki Sağlık Bakanı'nın Maliyeye verdiği "sağlık perso-nelinin özlük haklarının iyileştirilmesi hakkında teklif"in bile gerisinde kötü bir kopyası olan, onun da ötesinde özlük hakları başlığı altında art niyet taşıyan ve 657 sayılı yasanın güvencesini de ortadan kaldıran atama ve tayin ortamını getirmeyi hedefleyen Sağlık Personel Kanunu tasarısıyla ne hekimlerin ve sağlıkçıların ne de halkın hak ettiği bir politikanın uygulayıcısı ve politikacıdır.

Sosyal güvenlik alanı da izlenen çizgi açısından farklı değildir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, son 16 yıllık parlamenter dönemin büyük bir kısmında hükümet olan bir partinin bakanı olarak göz yumdukları ve sorumlusu oldukları bir tabloyu dile getirerek kurumu kötüleyebilmektedir. Sağlık ve emeklilik fonlarını ayırarak, emeklilik fonlarını özel aracı kurumların emrine tahsis ederek zenginleri daha da zengin yapmayı/finansal sermayeyi küreselleştirmeyi arzulamaktadır.

İtiraz ediyor ve uyarıyoruz: %2.26'lık Sağlık Bakanlığı bütçesi ve mevcut politikalarla Türkiye'nin sağlık sorunları düzelmez!

Sağlık bir insan hakkıdır ve bu hakkın güvence altına alınması devletin sorumluluğudur. Türkiye'de yaşayanlar bu hakka ulaşabilmek için vergi ödemektedirler. Buna rağmen yıllardır izlenen politikalarla, Türkiye'de insanlar büyük ölçüde ceplerinden para harcayarak sağlık hizmetlerine ulaşabilmektedirler. 57. Hükümet ve Sağlık Bakanı bu gerçeği veri kabul ederek bunu değiştirecek politikalar gündeme getirmelidir. Bütçe içerisindeki oranı %2.26 olan Sağlık Bakanlığı payı ile ve mevcut politikalarla bu düzelmez, düzelmediği gibi halkın aleyhine olarak daha da beter olur. Açıkça söylüyoruz: Tüm vergi gelirlerinin sadece faizlerin ödenmesine ayrıldığı, diğer "gelir" kalemlerinin borçlanma -yani geleceğimizi satarak- ile karşılanmasını öngören bu bütçe bir bütün olarak Türkiye'de yaşayanların varolan sağlığına da kastetmektedir. Bunun sorumluluğu ağırdır. Bizce bu bütçe kabul edilemez, kabul edenler doğacak sonuçların sorumlusudurlar.

Ne istiyoruz?

Türk Tabipleri Birliği bir hekim örgütü olarak ve doğrudan hekimlik ortamını ilgilendiren üç başlıkta net talepler dile getirmektedir:

-Türkiye'nin ihtiyaçlarına uygun içerikte mezuniyet öncesi tıp eğitimi,

-Bütün hekimlere iş olanağı,

-Zengin olmayı sağlayacak değil ama asla geçim derdini düşündürtmeyecek insanca yaşanabilir yeterli bir ücret.

Çok daraltılmış olarak ifade edilen bu üç talep temel alınarak, elbette uygun çalışma koşulları/ ortamları, hizmetin bir ekip hizmeti olduğunun göz ardı edilmemesi ve diğerleri eklenebilir. Ancak açık olan konu, yukarıdaki talepleri karşılayacak olan sistemin sosyal sorumlulukları gözeten kamusal bir sağlık sistemi olduğudur.

Türkiye bunlara layık değildir diyor ve öneriyoruz.

-Türkiye'de yaşıyor olmak her türlü sağlık hakkının güvencesi olarak kabul edilmelidir; bunun için nüfus cüzdanı yeterli olmalıdır.

-Adil bir vergilendirme sistemi üzerine oturmuş,

aelini çalışanların ve halkın cebine uzatmayarak oluşturulmuş bir kaynak üzerinden,

-224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası'nın temel örgütlenme ilkelerini esas alarak sevk siste-mini mutlaka kuran,

-böylece ikinci ve üçüncü basamak hastaneleri etkin ve verimli kullanan,

-hekimler başta olmak üzere sağlık alanında tam süre çalışmayı ilke edinen,

-insanca yaşamaya yeten/ kafalarındaki birinci soru geçim derdi olmayan bir ücretle uygun ortamlarda çalışılan,

-ülke düzeyinde dengeli insan gücü dağılımını sağlayan bir sağlık hizmeti sunumu biran önce yaşama geçirilmelidir.

Ancak tüm bunlar için "önce insan" diyen ekonomik politikaları benimseyen anlayışlara gerek vardır.

Biz...

Yukarıdakileri aktaran ve kamuoyuna ileten Türk Tabipleri Birliği/Tabip Odaları olarak çizgimizi ve açıklamalarımızı ısrarla sürdüreceğiz. 2000 yılının ilk günlerinden başlayarak ve Ocak ayının 3., 4., 5. haftalarında Güney illeri, Marmara ve Ege illeri bölgelerinde; Şubat ve Mart'ta ise tüm yurtta yapacağımız etkinliklerle kamuoyunu duyarlı kılmaya çalışacağız. Hedefimiz gerçekleri bir kez daha en az 50 bin hekimle paylaşmak ve hekimler aracılığıyla halka iletmektir. Çünkü bahsedilen hepimizin ha-yatı ve sağlık hakkıdır. Bizler, yani doğuştan kazanılmış bir hak olması gereken sağlıklı yaşam hakkını talep edenler, bu ısrarımızdan vazgeçmeyeceğimize göre onlar vazgeçecekler. Sonuçta kazanan insan olacaktır. Kazanan Türkiye'de yaşayanlar olacaktır.

Basın Toplantısında da aktarıldığı gibi, Ocak ayının 3., 4., 5., haftalarından başlayarak Türkiye ölçeğinde 14 Mart'a kadar devam edecek bir dönemde kamuoyunu duyarlı kılmaya yönelik bir süreç yaşanacak. Bir başka ifadeyle söylersek; Türk Tabipleri Birliği gereğini yapmaya çalışacak, başarı ise he-pimize bağlı.

 

 

mail9.gif (17469 bytes)                    buton2.jpg (1100 bytes)ANA SAYFAYA DÖNÜŞbuton1.jpg (1100 bytes)