ABD Başkanı Bill Clinton, Türkiye’ye 14 Kasım Pazar akşamı geldi. Önceden belirlenmiş ziyaretine iki gün kala, Marmara Depremi’nin şoku sürerken, Bolu-Düzce’de ikinci büyük bir deprem yaşandı. Toplum, medyanın da etkisiyle, İstanbul’da üçüncü büyük depremin elinin kulağında olduğu inanışıyla adeta korku tünelindeydi.

Böylesi yaygın bir inanış ortamında, Clinton’un Türkiye’ye gelmeyebileceği ve bunun İstanbul’da 18-19 Kasım tarihlerinde yapılacak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı(AGİT) toplantısını da olumsuz etkileyeceği kanısı kamuoyuna hakim oldu.

Clinton’un gelip gelmeyeceğine ilişkin tartışma zamanın da darlığıyla fazla sürdürülemedi ve ABD’den Başkan’ın programında bir değişikliğin olmayacağı bilgisi geldi. Bu bilgi, medya aracılığıyla topluma en azından ziyaret süresince depremin olmayacağının garantisi olarak sunuldu. Olası depremle ilgili bilim adamlarımızın bir türlü sonuçlanmayan tartışmaları, koskoca ABD için 2-3 dakikada bitiriliverecek bir basitlikte olmalıydı. Yoksa, Amerikalılar Başkanlarını tehlikeye atarlar mıydı?

Bill Clinton ziyaretinin depremsiz günler vaad eden rahatlatıcılığının yanısıra, ABD’de bir üniversitede yaptığı önümüzdeki binyılda Türkiye’nin artan rolüne ilişkin konuşmasıyla da toplumda çok olumlu bir rüzgar estirdi. Daha doğrusu iktidar, medyamız, iş çevreleri ve Clinton cephesinin katkılarıyla böyle bir rüzgar önce yaratıldı, sonra estirildi.

Clinton’lu günler başlamıştı. Onun gibi rahat olmak, konuşmak, gülmek, üzülmek, sevmek moda oldu. Yaratılan etkinin derinliğini vurgulamak için örneğin Finansal Forum Gazetesi’ndeki köşesinde Vecdi Taner’in Clinton’un Ankara’ya geldiği gün yazdıkları yeterlidir:

“Başkan Clinton, Bayan Clinton ve kızları Chelsea’ya Türkiye’ye hoşgeldiniz diyorum ve onları cesaretlerinden dolayı kutluyorum. Öyle ya, ‘Orası sallanıyor. Gitmeyelim’ diyebilirlerdi. Clinton’lar depremlerle çalkalanan, altı üstü oynayan Türk topraklarına gelerek, Türklerden puan topluyor. Türkler korkak adamı sevmez.”

Pek çok sevecektik Bill Clinton’u. Koceli’nde uğradığı çadırkentte kucağına alıp sevdiği Erkan Işık adlı bebeğe burnunu oynatması ile daha da ısınmıştık. O artık bizim Bill’imizdi.

17 Kasım 1999’da Türk-İş Genel Merkezi’nde Petrol-İş, TTB’nin de katıldığı, Petrol Ofisinin Özelleştirilmesine Karşı bir basın toplantısı düzenlenmişti. Basın toplantısında Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral bir gazetecinin yönelttiği soruyu yanıtlarken, Clinton’un TBMM’de yaptığı konuşma sırasında bir Bakan’ın kendisini telefonla arayarak “Siz bizi hep eleştiriyorsunuz. Ama bakın Clinton meclisimizi ne kadar övüyor. İzliyor musunuz?” dediğini aktarmıştı. Meral, sözkonusu Bakan’a, “Clinton tabi ki meclisi över. Amerikan şirketlerinin istediği bütün yasaları çıkardınız” dediğini söylemiştir.

Türk-İş Başkanı sözlerinde son derece haklıdır. TBMM, tüm toplumsal muhalefete rağmen, Uluslar arası Tahkim ve Sosyal Güvenlik Yasasını çıkarmıştır.

Bill Clinton’un Türkiye’yi ziyareti sırasında öyle bir atmosfer yaratılmıştır ki Bayram Meral’in yaptığı türden çıkışlar kamuoyuna yansıyamamıştır. Ne yazık ki gecikerek de olsa şimdi, Bill Clinton’un ziyaretini, tartışılmaz bir ilahinin kutsal gezisine dönüştüren görüntünün ardındaki gerçekliği paylaşabiliriz.

Görüntünün ardındaki gerçekliğe ulaşmak için öncelikle, küreselleşme ile birlikte gelişmiş kapitalist ülkelerde “Yeni Ekonomik Diploması Stratejisi” denilen (YEDS) bir sistematik anlayışı ve bu anlayışın örgütlü yapısını ortaya koymak işimizi kolaylaştıracaktır.

YEDS, kabaca, küreselleşme ile birlikte Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) en uygun koşullarda pazar bulma, yatırım yapma, ihale kazanma, kar transfer etmeleri için devlet tarafından diplomatik olarak desteklenmesi ve devletin desteklemenin gerektiği biçimde örgütlenmesidir. YEDS uyarınca, örneğin ÇUŞ’ların işlerini yürütmek için Devlet Başkanı ve Bakanlar pazar ülkelere günübirlik ziyaretlerde bulunmaktadırlar.

ABD’de YEDS örgütlenmesi için Başkanlık Kurumu, Dışişleri bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve pazar ülkelerin koşullarını analiz eden uzman kuruluşlar/diplomatlar birlikte çalışırlar. Gelişmiş kapitalist ülke ile pazar ülke arasındaki ticaretin hızlandırılması ve planlanması için de İş Geliştirme Konseyi denilen bir yapı geliştirilmiştir. İş Geliştirme Konseyi’nde her iki ülke, kamu kesimi, özel sektör ile hükümet-devlet yetkilileri bulunurlar.

1997 yılında Washington’da yapılan toplantıda Türk Amerikan İş Geliştirme Konseyi kurulmuştur. Konsey’in ABD tarafından başkanlığını Ticaret Bakanlığı’ndan bir yetkili ile başkan yardımcılığını özel sektörü temsilen American-Turkish Council yürütmektedir. İş Geliştirme Konseyi’nin Türkiye tarafından başkanlığını Hazine Müsteşarı ile Dış Ticaret Müsteşarı dönüşümlü olarak yürütürken, başkan yardımcılığını özel sektörü temsilen Türk-Amerikan İş Konseyi Başkanı (halen Mustafa Koç) yürütmektedir.

Bu uzun bilgiden sonra Bill Clinton’un Türkiye ziyaretinde yanında kimlerin bulunduğuna bakalım. Clinton’un Türkiye gezisine katılanlar arasında en önde Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, American-Turkish Council Başkanı Nancy Kassebaum Baker, Ticaret Bakanlığı temsilcileri ve Avrupadan Sorumlu Dışişleri bakan Yardımcısı ve eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman bulunmuşlardır.

Desteklenmiş tam kadro olarak Türkiye’ye gelen YEDS ekibinin Türkiye’de yaptıklarına geçmeden önce yeni ekonomik diploması stratejisinin dayanaklarından olan Dünya Bankası tarafından hazırlanan 2000 raporunda da vurgulanan yerelleşme kavramına açıklık getirmek Clinton ziyareti tablosunu tamamlayacaktır.

YEDS’e göre küreselleşme ile birlikte, ulusal pazarlarda ÇUŞ’ların daha rahat hareket edebilmesi için, ulus devletin merkezi düzenleyici ve denetleyici rolü azaltılmalı ve yerele devredilmelidir.

Burada esas olarak ÇUŞ’lar, ulus devletin düzenleyici ve denetleyici baskısından kurtulmuş çok sayıda küçük pazarın, çevre standartlarını düşürmesi gibi etkileri yoluyla pazar maliyetlerinin azalacağını öngörmektedirler. Yine, ulusal sınırlar içinde eşitsiz bölgelerin birbirini kompanse etmesinin ortadan kalkmasıyla, ÇUŞ en avantajlı bölge pazarına doğrudan girebilecektir.

YEDS, yerelleşme olgusunun, demokrasi, katılım, özerkleştirme kavramlarının çağrıştırmasından yararlanarak ideolojik altyapısını hazırlamaya çalışmaktadır. Buna göre merkezi devletin istenmeyen güç sınırları daralacak yerini, sivil toplum kuruluşları (NGO)alacaktır. Sivil toplum vurgusunun her türlü devlete ilişkin yapısının dışını çağrıştırması özelleştirme ideolojisini de güçlendirebilecek gibi görünmektedir.

Bu belirlemelerden sonra Bill Clinton’ın Türkiye ziyaretinden önce Milliyet Gazetesi manşetinde “Bin Bill 12 Sivil” başlığıyla kamuoyuna yansıyan ve Clinton’un Türkiye’de sadece devletin resmi organlarıyla değil sivil toplum kuruluşlarıyla da görüşeceğinin açıklanmasındaki niyet ortaya çıkmaktadır. Hükümet de yapısal uyum programını hızlandırabileceği için Clinton’un görüşmeler isteğine ses çıkarmamış, hatta onay verdiğini hissettirmiştir.

Bill Clinton’un ilk “sivil” görüşmesi 16 Kasım 1999’da Türk-Amerikan İş Konseyi’nin (DEİK) Yıdız Şale Köşkündeki yemeğinde gerçekleşmiştir. Yemekte Clinton’un yanısıra ABD tarafından Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, American Turkish Council Başkanı Nancy Kassebaum Baker ve Eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman’ın yanı sıra pek çok Amerikan çokuluslu şirketinin üst düzey yöneticisi bulunmuştur. Yemekte Türkiye tarafında ise Cumhurbaşkanı Demirel, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Recep Önal, Devlet Bakanı Tunca Toskay, üst düzey bürokratlar, TÜSİAD, TOBB, İTO, İSO Başkanları ile çok sayıda Türk şirketlerinin yöneticileri yer almışlardır.

Normal olarak, hükümet dışı kuruluşların düzenlediği bir yemekte devletin neredeyse tamamının bulunması görülen durum değildir. Ama atlı Bill gelmiştir ve dediği gibi de sivilleşme/yerelleşme zamanıdır.

DEİK yemeği/toplantısı ile aynı gün Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer ve ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright Türkiye ile ABD arasında önemli ticari anlaşmaları da imzaladılar.

Clinton ve ekibinin Türkiye ziyaretine sığdırdıkları kısaca şöyle özetlenebilir:

1-Bill Clinton TBMM’de Türkiye’ye 1 milyar dolar kredi açılması için Eximbank’ı görevlendirdiğini açıklamış ve bu durum Clinton’un büyük yardımseverliği biçiminde değerlendirilmiştir. Oysa açıklanan Amerikan Eximbank kredisi bir ithalat kredisidir ve borç olarak verilecektir. Krediden Türkiye’ye ihraç yapan Amerikan imalat sanayicileri yararlanacaklardır. Bu ise dış ticaret açığımızı daha da bozacaktır.

2-Enerji ve GAP anlaşması da imzalanmıştır. İmzalanan anlaşmalara göre ABD ÇUŞ’ları yapacakları santral yatırımları sonucunda elektriği istedikleri fiyatla satma hakkını elde etmişlerdir.

3-Clinton’un hatırına Türkiye’nin 2-3 milyar dolarlık helikopter ihalesi ABD’li Skorksy şirketine verilmiştir.

4-Bakü-Ceyhan ve Türkmen doğalgazı projesi imzalanmıştır. Bu projelerde de Türkiye’nin payı cüzi düzeydedir. Boru hatları techizatı ve inşaatı ABD’li CUŞ’lar tarafından yapılacaktır.

5-Türkiye’yi ekonomik anlamda olumsuz etkileyen Irak ambargosunun kaldırılması ve Kerkük-Yumurtalık boru hattının açılmasından hiç söz edilmemiştir.

Görünenin ardındaki gerçeklikte Bill Clinton’un Türkiye ziyaretinin ABD ÇUŞ’larının işlerinin yürütülmesi ve ülkenin kaynaklarının ÇUŞ’lara aktarılması için gerçekleştirildiğidir. Bu durumda kuşkusuz Türkiye’nin bazı şirketleri de paylarını almışlardır.

Türk Tabipleri Birliği YDD ve Küreselleşme anlamına geldiğini bilen, özelleştirmelerin karşısında, kamuyu savunan, uluslar arası tahkim ve sosyal güvenlik yasasına karşı ciddi bir mücadele yürüten, Yerel Yönetimler Yasası daha taslak halindeyken kamuoyunu bilgilendiren, GAP ihalelerini yayınlarında ilk defa duyuran bir meslek örgütü/Demokratik Kitle Örgütü olarak Bill Clinton ziyaretinin gerçek amacının karşısında olmuştur.

Anlaşılamaz biçimde Türk Tabipleri Birliği’nin adı Clinton’la görüşebilecek örgütler içinde yazılmıştır. Medya tarafından “görüşme”, görüşecek örgütlerin Clinton kişiliğinde ABD politikalarına biat etmeleri anlamına gelecek biçime dönüştürülmek istenmiştir. Aslında Clinton’un ziyareti sırasında neredeyse tüm toplumsal örgütler Clinton’la görüşebilecek örgütler arasında yazılmış ve adeta Clinton “acaba hangisini seçerek onurlandıracak” biçiminde bir atmosfer yaratılmaya çalışılmıştır.

Bu süreçte bazı örgütler Clinton’la görüşebileceklerini, bazıları böyle bir teklif almadıklarını, bazıları ise hiçbir konuda görüşmeyeceklerini açıklamışlardır. Türk Tabipleri Birliği ise, adeta bir papatya falına dönen koşullarda bir açıklama yapma gereği bile duymamıştır.

Çünkü TTB’nin tarihiyle kazandığı çok anlamlı bir onuru vardır. Türk Tabipleri Birliği’nin taşıdığı onurlu tarihinin yarattığı net bir çizgisi bulunmaktadır ve o çizgi spekülasyonlara açık değildir. Pek çoğunun Clinton’unun olduğu bir ortamda, iyi ki bizim de Türk Tabipleri Birliği’miz vardır.

 

 

mail9.gif (17469 bytes)                    buton2.jpg (1100 bytes)ANA SAYFAYA DÖNÜŞbuton1.jpg (1100 bytes)