Deprem bölgesinden izlenimler

Deprem, emeğimiz, alınterimiz, TTB, çelişkiler ve gelecek üzerine

Dr. Hüseyin Usta

 

tp51-3.GIF (27401 bytes)

15 Ağustos: 5 yıl sonra ilk kez üç günlüğüne Trabzon'da köyümdeyim. Çocukluğumun geçtiği, çelişkileri öğrendiğim yerlerde düş kuruyorum "bu ülke ne güzel, geleceği kazanmalıyız, planlamalıyız" diye.

17 Ağustos 03:20: mahçupça alabildiğim cep telefonum işe yarıyor, uyandırılıyorum İstanbul'dan, "Deprem oldu, sokaktayız. Merkez İzmit'miş" haberi.

İzmit'ten bir arkadaşımın cep telefonuna ulaşabiliyorum, eşim Nesrin çocuklarla yanlarında ve yaşıyorlar. Alabildiğim ilk güzel haber.

04:00; ilk radyo haberi "Merkez Gölcük, Richter ölçeği ile 6.8 ve altmış ölü".

Yakınlarımı kaldırıyorum. Ülkemi, binalarımızı, sistemi, kurumları bilmek kötü o an. "6.8 ise en az onbeşbin ölü vardır, ben gidiyorum" diyebiliyorum. Saat 04:30, yakınlarımızı şaşkın bir şekilde bırakıp kardeţimle yola koyuluyoruz.

12 saatlik Adapazarı yolunu 8 saatte, yarım saatlik Adapazarı/İzmit yolunu 7 saatte alabiliyoruz. İlk veriler inanılmaz. "Şimdi ne yapmalı, öncelik nerede" sorusu beynimi kemiriyor. Onbinlerce insanımız kurumlarla birlikte ekaz altında. Tütünçiftlik'te halamın 4 katlı evi tost gibi. İçinde 6 yakınım, yanıbaşında ağlayan akrabalarım.

18 Ağustos sabahı Kocaeli Tabip Odası'na gidiyorum, tabii ki kapalı. Kapısına not bırakıyorum, bulunabileceğim olası yerler ve telefonumu da. Kriz Masası'ndan ilk vinci ve kepçeyi "kapmak barışısını" göstererek enkaz başındayım. Hiçkimse hiçbir işi yapamayacak kadar şaşkın. Saat 1500'de kucağımda ilk çıkarabildiğimiz 8 yaşındaki yeğenim Merve var, morg olarak kullanılan Olimpik Buz Pateni Salonu'nda ilerliyorum. İçeride 70 kadar ölü var.

O salonda çocuklar paten kayabilseler diye düşünmüştüm bir ara... Şimdi zorunluluktan Merve kucağımda ben paten kayıyorum. İlk paten dersinde kayarak düşüyorum popomun üzerine, yine de Merve'yi yere düşürmediğim için mutluyum. Ona daha sıkı sarılıyorum ve ağlamıyorum. Söz verdim Merve'ye ve tüm çocuklara; ağlamanın, yasın zamanı değil, yapacak çok işimiz var; acil yardım ve kurtarma, sağlık hizmetlerinin organizasyonu. Bugünleri aşarak geleceği planlamalıyız.

Bir kaç dize geçiyor usumdan. Ne kadar da güzeldi o dizeler ama zamanım yoktu not almaya. Sonra hatırlarım diyorum sadece ve kolay bulunabilsin diye sonradan, Merve'nin ismini bir kağıda yazıp, üzerine bırakarak ayrılıyorum oradan.

Baţka enkazlara giderken yolda TTB Olağandışı Durumlarda Sağlık Hizmetleri Grubu'nun arabası geçiyor. Trafiği durdurmak pahasına inip karşı yola geçerek arabaya yetişiyorum. Ata Abi arabada, çok kısa görüşebiliyoruz. İletişim kurabileceğimiz kanalları bildirerek yollarımıza devam ediyoruz. Örgüt gerekli esas şimdi, bireysel çabalarla bu işlerin çözülmeyeceğini biliyoruz zaten.

20 Ağustos sabahı elimde keser, yanımda tabip odası sekreteri Kezban habire indiriyorum, tabip odasının kilitli kapısına keseri. Demir kapıyı kırıyoruz. Ardından Yüksel yetişiyor, iç kapıyı ondaki anahtarla açıyoruz ve odamızdayız. Aylarca, yıllarca sürecek olağandışı durumlarda hekimlik çalışmasının lojistik desteği için faksı, fotokopi makinesini, bilgisayarı taşıyoruz beşinci kattan aşağıya. Düşünüyorum; bugünü, yarını planlamak lazım. TTB gönüllüleri gelmeye başladı. "Ara kabloyu, zımbayı, delgeçi, üye listemizi unutmayalım Kezban diyorum". Unutulmayacak o kadar şey var ki...

Deprem sonrası odanın telefonuna ilk kez cevap verebiliyorum, bir üyemiz arıyor. "Depremde ölen hekimlerden boşalan işyeri hekimliği var mı?" diye soruyor. Kızmamaya karar vererek yardıma çağırıyorum.

Bulduğumuz ve kamyonetin ve arabamın içinde yeni yerimize yöneliyoruz.

Polisler Gölcük yolunu kapatmışlar, geçiş yok. Başka bir yoldan fuar içerisinde ayarladığımız "bar" büroya gidiyoruz. Sonra hemen yanını temizleyerek taşınıyoruz. Artçıllardan sallansa da odur budur örgütümüz burada. TTB İzmit Koordinasyon ile Kocaeli Tabip Odası çalışıyor artık. Yemek, yiyecek, içecek, çadır, direk, ip, fener, pek çok ţey gerekli. Parça parça temin ediyoruz.

Yüzlerce kişi ve kurumla diyalog, projeler, toplantılar, binlerce iş, bilgi, alınteri ve düşler kırkbeş günde yaşadıklarımız. Hiç reklam yapmadık TTB olarak, gerek de yoktu reklama. Yalnız düşünmeden edemiyoruz. "TTB olmasaydı ne olurdu?" Ellili günlerde yaşanan her sorun beşinci onuncu günlerdeki gibi çok daha kötü yaşanırdı desek en doğrusu olur galiba.

Deprem hiçbir çirkinliği, güzelliği gizleyemeyecek kadar sarstı buraları. Kişiler de, kurumlar da güzelleşti ya da çirkinleşti. Hiçbir şey eskisi kadar olmayacak diyorduk ilk günlerde. Bu gerçeği pek çok arkadaş kavradı yaşayarak. Şimdi nasıl olacağının bizlere bağlı olduğunu söylemeliyiz yüksek sese.

Genel kuralı yaşayarak öğrendik. Her olağandışı durum, yoksulları daha çok sarsıyor. Varsılları ise büyütüyor. Güzellikleri eziyor, çirkinlikleri yaratıyor. Bu gerçeği olabildiğince değiştirmeliyiz.

Binlerce gönüllüyü uygun alanlara sevk ettik. Çok hayati eksiklikleri tamamladık. Sağlık ocaklarını olabildiğince toparlayarak işler hale getirmeye çalıştık. TTB iz bıraktı belleklerde. T-şörtlerimizle girilmeyen kapı, ulaşılamayan beyin olmadı neredeyse. Ama yetmez. Tüm kurumlar, kişiler büyük oranda eski reflekslerine daha da artmış olarak dönmeye başladı. Daha üçüncü gün enkaz altından yardım edin sesleri yükselirken, tahkim yasasını, emeklilik yasasını Meclis'ten geçiren hükümet ve "Siz kim oluyorsunuz da işyeri hekimliği talebimi çözmüyor ve beni yardıma çağırıyorsunuz?" diyen üyemiz doktor bunlardan sadece ikis.

Ellibeşinci gündeyiz ve bugün ne yapmalıyız?

Deprem bölgesinde olağandışılık yıllarca sürecek. UNICEF Temsilcisi şunları söylüyor: "Diğer ülkelerde çok daha küçük olağandışı durumlarda büyük halk sağlığı sorunları gözledik. Marmara depreminde gönüllü güçlerin katkısı, şişe suyu kullanımı ve TTB'nin yürüttüğü çalışma salgınları önlemiştir". Bu, önemli bir tespit, fakat şimdi bir çok olumsuzluk kanıksanır oldu. Salgın olmadan temiz klorlu suyun, yağmur olmadan çizmenin, soğuk olmadan uygun barınağın aranmadığı, sağlanmadığı bir kültür yaşanıyor. Kızamık salgını kapıda ve çocuklar aşısız. Planlama yok, ikinci ay dolmak üzere ve hastaneler rutinleri dahi yapamıyor. Bölgedeki sağlık birimleri kışa ve kışın getireceklerine kesinlikle hazırlıklı değil. Sağlık birimlerinin, sağlık çalışanlarının kışa dayanıklı hizmet ve konaklama çadırlarına ihtiyacı var. Bir ay, bu talebin takipçisi olduk, emek harcadık. Ulaştığımız son yetkili, "Çadır yok, olsa da vermeyiz" dedi. Bölgede iş yapmak için yetkili bulunamıyor ama iş yaptırmamak için çok yetkili var.

Bütün bu sorunların aktarılması ve çözülmesi için ziyaret edilen yeni Kocaeli Valisi, TTB heyetinden sorun değil, ertesi gün akşama kadar elli tane ilaç dolabı ve kurulacak prefabrik konutların altyapısının sağlanmasını istiyor. Gönüllü katkılar ile görece olumlu yürütülebilen sağlık hizmetlerinin yöneticilere verdiği rihavete, hizmetlerin görevlilerce yürütülmemesinin zorlukları da eklenince, kanıksanan eksikliklerle birlikte bölgeyi ciddi halk sağlığı problemlerinin tehdit ettiği söylenebilir. İşimizin çok zor olduğunu kabul etmeli, planlamamızı bu koşullarda yürütebilecek tarzda yapmalıyız. Depremin yarattığı sorunlar karşısında halk sağlığı, iyi hekimlik koşullarını yaratma ve hekimlik onurunu koruma adına çok daha büyük sorumluluk, görev ve kararlılığı organize etmek zorundayız.

Köyüm, bana çocukken çelişkileri öğretmişti. Deprem günleri bizlere 16 Ağustos'ta varolan çelişkilerin nedenli karmaşıklaştığını gösterdi. Bunların farkına vardığımızda, Merveler kaybedilmeyecek, kızamık salgınları yaşanmayacak, daha iyi koşullarda sağlık hizmeti verilebilecek, çalışmalarımız çok daha başarılı olacaktır. burada. TTB İzmit Koordinasyon ile Kocaeli Tabip Odası çalışıyor artık. Yemek, yiyecek, içecek, çadır, direk, ip,

 

mail9.gif (17469 bytes)                    buton2.jpg (1100 bytes)ANA SAYFAYA DÖNÜŞbuton1.jpg (1100 bytes)