Marmara Sallanıyor
Dr.
İlhan Diken17 Ağustos 1999, Marmara sallanıyor. Acı çok büyük, Türkiye ağlıyor. On binlerce can kaybı, on binlerce yaralı, büyük ekonomik kayıp, etkilene
n milyonlarca insan... Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte gönüllüler ordusu, sivil toplum örgütleri, yabancı dostlar el ele, hep birlikte yardıma koşuyor, canla başla çalışıyor. Ülke içinden ve dışından Marmara’ya akın var. Zaman hızla ilerliyor, ölü ve yaralı sayısı da zamana bağlı olarak hızla artıyor. Varto’da, Erzincan’da, Lice’de, Dinar’da olduğu gibi, Marmara’da da insan çığlıkları göklere yükseliyor... Her tarafta yankılanıyor, devlet büyüklerimiz ve beş yüz elli adam, büyük bir ürpertiyle uykularından sıçrıyor, şoktadır, çaresizdir, hazırlıksız yakalanmıştır. Felaket bölgesinde devlet aranıyor, hiçbir yerde yok. Karayolları yıkılmış, telekomünikasyon sistemi sizlere ömür. Helikopterler de malum yerde... Devlet aranıyor, devlet nerede... Sonuçta, devlet, deprem enkazlarının altında bulunuyor... “Allah, halkımıza ve yabancı dostlarımıza zeval vermesin” elbirliğiyle enkaz altında Durmuş birini çıkarıyorlar, Durmuş duruma el koyuyor hemen bir inceleme, denetleme, asayiş berkemal, “kana ihtiyaç yok, doktora ihtiyaç yok, ilaca ihtiyaç yok... Ermeni yardımına, Yunan kanına, Amerikan ilacına ihtiyaç yok...” Var Durmuş bey, var... Bu ülkenin özürlü olmayan, ırkı ayırmayan, farklı kültürlerle birlikte yaşamaya tahammülü olan, insan olan bir Sağlık Bakanı’na ihtiyacı var.Artık dünya, sınırları ortadan kaldırma peşinde, ırkçılık, milliyetçilik artık tarihin çöp sepetine atılmaya yüz tutmuşken, bu cehalet kurbanları halen elli yıl öncesinin lanetlenmiş ve insanlık düşmanı politikalarını diriltmeye çalışıyorlar. Yıllar öncesi, şairimiz bunları ne de
güzel tanımlamış: “Sana düşman, bana düşman, düşünen insana düşman, vatan ki bu insanların evidir sevgilim, onlar vatana düşman...”Amerikanı, Yunan’ı, Ermeni’yi, onu, bunu reddediyorlar. Bu redçi zihniyetin çürümüş idari yapının üzerine bir çizgi çekmenin, yeniden yapılanmanın, insana değer verilen, barışın, dostluğun, kardeşliğin ve demokrasinin temelleri üzerinde şekillendirilen bir Türkiye Cumhuriyetini inşa etmenin tam zamanıyken “değişen Devlet bey” sessizliğini bozarak, günlerdir nerede olduğunun hesabını bile vermeden, “bu surda kimse bir gedik açamayacaktır, Durmuş beyin hizmetlerinin yanında ve arkasındayız” diye kükremeye başlıyor.
Bir zamanların halkçı sosyal demokratı, “Durmuş bey, başarılı bir arkadaşımızdır” demeciyle, kendine yakışan tavrı sergiliyor. Sinirler alt-üst, konuştukça batıyorlar. Dünya tepkilerini dile getiriyor, bu konuşmalar karşısında, insanlar ayakta, medya ayakta. Dr. Durmuş beyden sonra, Çorum’dan bir ses yükseliyor. Dr. Denli hanım, densizliklerin en büyüğünü yaparak, afet bölgesinde yoğun ahlaki çöküntülerin olduğu ve zaten dönmelerin bulunduğunu pervasızca ortaya atıyor. Meslektaşımız, tabip odasını arıyor, “silin bunların üyeliklerini, bunlarla aynı örgütte yer almak istemiyoruz” diye haykırıyorlar.
Marmara sallanıyor! İnsanlar ölüyor, insanlar kırılıyor, insanlar kurtarılmayı bekliyor, cesetler kokuyor, binlerce ceset çıkarılmayı bekliyor. Devlet elini uzatmıyor, konuşanları susturmaya çalışıyor, medyayı susturmaya çalışıyor. Ortaya Mesut bey çıkıyor “devleti küçük düşürücü yayınlardan vazgeçin, bunun kimseye yararı olmaz. Yıkılan bir bina onarılabilir, ama yıkılan bir devlet geri getirilemez” diyor. Kimse, devleti yıkma peşinde değil Mesut bey. Yıkılan, yok olan, yitirilen binlerce can var ortada. Onları geri getirebilir misiniz? Devlet, hiçbir şekilde izah edilemeyecek büyük bir organizasyon eksikliği ve büyük bir ihmalkarlık içinde. Kimse bunun hesabını vermeyecek mi? Kimse bunun hesabını sormayacak mı? Bir vatandaş olarak eleştirmeye kimsenin hakkı yok mu? Bu deprem, Turizm Bakanı’nın da belirttiği gibi, Türk siyasi ve idari yapısının iflas ettiğini gösteriyor. Marmara depremi bize gösteriyor ki, mevcut devlet yapısı, halkın çıkarlarına uygun bir çalışma göstermiyor. Ülkenin güney doğusunda, on beş yıl süren bir savaşın getirdiği ekonomik çöküntü var, hala yıkılmadık ayaktayız edebiyatı var. Depremden kaynaklanan 700 trilyonluk ekonomik kayıp, ücretliden ve emekçiden çıkarılmaya çalışılıyor.
Yıllardan beri, Türkiye’nin %90’ının deprem riski altında olduğunu bildikleri halde, peş peşe yönetime gelen hükümetler, otuz yıldır bizi yönetenler, birinci derecede sorumludur. Afet bölgesinde görevlilerin kusuru vardır. Belediyelerin kusuru vardır, riski bölgeler imara açılmıştır, müteahhitlerin kusuru vardır. Çağdaş Hukukçular Derneği’nin belirttiği gibi, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, kriz Merkezi sorumluları, Genelkurmay, MGK, afet bölgesi valileri, kaymakamlar, usulsüz ihale yapanlar, sorumlu müteahhitler, sorumlu mimar-mühendisler, kontrol müdürleri, belediye imar müdürleri, adam öldürme, adam yaralama görevi ihmal, görevi suiistimal suçu işlemişlerdir.
Devlet, zarara uğrayanların maddi manevi zararlarını ödemek zorundadır. Bu zararlar da vatandaştan, ücretten değil, sorumlulardan tahsil edilmelidir.
Televizyon kameralarından Kızılay Başkanı’nı izliyoruz. Yönetim kurulu ve Kızılay yetkilileri, başkanlarını, güle oynaya VIP
salonlarında törenle karşılıyor, Büyük Ankara Oteli’nin kral dairelerinde gününü gün edenler, 23 yıldır Kızılay’da fosilleşenler, kurduğunuz paçavra çadırlar içerisinde bir gün yaşamaya tahammülünüz var mı? On yedi trilyonu bankaya yatırdığınızda, böyle felaketlerle karşılayacağınızı düşünmediniz mi? Deprem Vakfı, iller haritası hazırlamış. TBMM ve Çankaya, şiddetli depremden etkilenmeyecekmiş, “devlet dimdik ayaktadır, parlamento çalışıyor, devlet yaraları saracaktır, devlet yardım elini uzatacaktır”... Konuşun beyler, konuşun. Nasılsa yeriniz sağlam. “Tanrı sizi halkın depreminden korusun.”Marmara sallanıyor. Fırsatçılar, depremle yaşanan felaketten yararlanarak, tüm emek cephesinin, sivil toplum örgütlerinin afet bölgesinde olmasını fırsat bilerek, vatandaş can ve mal derdindeyken, acılar içinde kıvranırken, ölülerinin enkaz altından çıkarılmasını beklerken, başlarını sokacak çadır, bir lokma ekmek ararken, Sosyal Güvenlik Yasası, Af Yasası ve ek vergilerle uğraşıyor. Bu yasalara karşı demokratik tepkilerini dile getirerek Kızılay’da toplanan ve yüz binleri bulan emek cephesinin toplumsal muhalefetini hiçe sayıyorlar.
Marmara sallanıyor... Onlar sonuçlarından kurtulma çabası içinde bocalıyor. Nedenlere çare bulamıyor, felakete uğrayan insanların ezikliğine, her şeyden kopmuş yaşamlarına çare bulamıyor, onlar da sallanıyor. Güzel insanlar, en büyük dayanışma ve bağlılığın yalnız ve umutsuz insanlar arasında gelişebileceğini gösteriyor.
Marmara sallanıyor... Doğusu ve batısı ile tüm Türkiye ayakta. Yaralar sarılmaya çalışıyor. Binlerce ölü enkaz altından çıkarılıp gömülmeyi bekliyor. Bunca ölü az geliyor. Depremi fırsat bilip on binlerce çalışanı, binlerce emekçiyi çıkardıkları yasalarla mezara gömmek için çalışıyor kan emiciler. Uğraştıkça kirli yüzleri ortaya çıkıyor, çirkinleşiyorlar. Onlar çirkinleştikçe, halkın yaralarını sarmak için el ele vererek, canla başla, gece gündüz demeden çalışanlar, güzelleşiyor, güzelleştikçe seviliyor.