“Biraz daha insan olduk,

biraz daha şiir”

tp51-8.GIF (18481 bytes)

 

Olağanüstü durumlar, açtığı yaraların yanında, umuda ve hayata dair yenilikler de yaratı-yor. Türkiye geçmişte bunun bir çok örneğini yaşadı. Olağanüstü durumların mağdurları arasında, yeni bir dayanışma kültürünün nüveleri görülebiliyor. 1990 yılında binlerce işçinin yollara döküldüğü Zonguldak Yürüyüşü'nde, bu yeniliğe dair yaşananlar iki işçi tarafından kitaplaştırılmıştı. Ne tesadüftür ki, o zaman da mevsim kıştı ve soğuğa, kara ve yağmura rağmen Ankara'ya doğru yürüyüşe geçen işçiler kamuoyundan da büyük destek görüyorlardı. Yol boyunca bakkallar, manavlar, yiyecekleri işçilere ücretsiz veriyorlar, tüm mallarını kapının önüne koyuyorlardı. Ve her işçi, sadece ona yürümek için bir parça enerji verecek kadarını alıyor, bir somun ekmekten bir parça koparıyor, arkadan gelen işçi arkadaşlarını düşünerek, cep-lerini yiyeceklerle doldurmu-yordu. Başka bir zamanda olsa, talan edilecek yiyecekler, binlerce işçi arasında sevgiyle paylaşılıyordu. Böyle bir dayanışmayı yaşayan işçinin yürüyüşü "yenilgi" ile sonuçlansa da, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı açıktı. Zaten Zonguldak'ta da öyle oldu. Kadın erkek ilişkilerinden, işçiler arasındaki iliş-kilere kadar bir çok alanda, o günlerde yaratılan yeniliğin izi kaldı.

17 Ağustos depreminden sonra yaşananlar da böyle bir yeniliği yarattı. Hem deprem bölgesinde yaşayanlar, hem dışardan gönüllü gelenler arasında, onların "Biraz daha insan olduk" diye tarif ettiği bir yenilik. Dr. Nadi Bakırcı da,

deprem bölgesinde çalışan hekimler ve sağlık çalışanları arasında değişen ilişkileri Tıp Dünyası'na anlattı. Depremin ertesi günü, İstanbul Tabip Odası'na telefon ederek, "Ne yapabilirim?" diye sormuş ve hemen bölgeye gitmişti. Bize anlattıklarını, haberin "dedi, ifade etti, kaydetti" kalıplarının soğukluğuna bırakmadan, olduğu gibi aktarıyoruz.

" Bugüne kadar meslektaşlarımızla ilişkilerimiz hep alışageldiğimiz gibiydi. Burada yaşadığımız türde temas, algı, iletişim kanalı daha çok mecburi hizmetlerde yaşanmıştır. Hayatta ve işinizde varoluş şekliniz, alıştığımız davranış örüntüleriyle dolu. İnsanların birbirle-rine bakma, birbirleriyle temas etme noktaları çok bildik. Burada insan, günlük yaşantısından bambaşka bir ortamda buluveriyor kendini. Aynı acılara tanıklık ediyorsunuz, aynı heyecanları, aynı sıkıntıları duyuyorsunuz. Böyle bir şey- on yıllık hekimim- daha önce benim meslek hayatımda, hekimler arasında yaşanmamıştır. Burada çalışırken edindiğiniz, ekip olarak çalışma, ekibin hem kendisiyle ilişkileri hem de bu eki-bin başka ekipler ve orada yaşayan insanlarla ilişkileri, şimdiye kadar hissetmediğimiz ya da hissetmekte zorlandığımız yürekten gelen şeylere ait duygular...

Günlük hayatımızda bir sürü hesap var, iktidar, başarı, para hesapları var. Burada bunlardan sıyrılıyor insan. Başarının aslında başka bir şey olduğunu anlı-yorsunuz. Burada sadece iş yapmak var. Bir şey elde etmek için yapmıyorsunuz, sadece yaptığınız işle varsınız. Sabah se-kizden gece geç saatlere süren bir çalışma ve bireysel fayda beklemiyorsunuz. Tümüyle insani ve mesleki sorumluluklarla hareket ediyorsunuz. Bu da unuttuğumuz, insanın temelinde olan bir takım ögeleri bize hatırlattı. Hekimler olarak birbirimize ve hizmet verdiğimiz kişilere başka yerlerinden dokunduk. Artık

gözlerimizin içine başka yollarla bakıyoruz ya da başka şeyler görüyoruz. Burada çalışan bütün insanlar bunu hissettiler. Bu yüzden hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını düşünüyorum. Burada çalışıp, kendi hayatına dönen hiçkimse eskisi gibi olamaz artık.

Gölcük'te akşamları bir adam çadırımızın önünden geçerken, "Ben buranın gönüllü selamcısıyım" derdi ve bizde onun selamını gönülden kabul ederdik. Çünkü biz gönüllüydük. İnsanlar gönüllü denen bir kavramla karşılaştı. Beraber çalıştığımız bölgenin sağlık personelinden aldığımız tepki, 'İyi ki buradasınız' sözleri idi. Bizler, biraz daha insan olduk, o yüzden biraz daha şiire yaklaştık".

 

mail9.gif (17469 bytes)                    buton2.jpg (1100 bytes)ANA SAYFAYA DÖNÜŞbuton1.jpg (1100 bytes)