Adapazarı ve Gölcük'te toplum gönüllüleri eğitimi deneyimleri

Deprem bölgesinde, TTB koordinasyon merkezlerinde çalışan hekimler, yalnızca sağlık hizmetlerinin koordinasyonuna katkıda bulunmuyor, çadırkent halkını sağlık konusunda da eğitiyorlar. Hekimler, çadırkentlerde yapılan toplantılarda, temizlik ve sağlık kurallarına ilişkin verdikleri bilgilerle, bu bilgileri tüm çadırkentlere taşıyacak eğiticileri eğitiyorlar... Dr. Meral Türk ve Dr. Şafak Gürsoy deneyimlerini Tıp Dünyası ile paylaştılar.

Dr. Meral Türk

tp51-6.GIF (24547 bytes)

Gülender, Hatice, Emel, Bircan, Gülşah, Pınar... Gölcük Değirmendere Kızılay Çadırkenti'nden gönüllü eğitici genç kızlarımızdan birkaçının adı. Deprem bölgesinde TTB merkezlerinde başlatılan "toplum gönüllüleri"nin ilkleri... Sağlıkçılara hizmetiçi eğitim, giden gönüllülerimize olağandışı durumlarda sağlık hizmetleri eğitimi derken sonunda en uca dokunabildik. İyiyi, kötüyü, yağmuru soğuğu o dip dibe çadırlarda ne kadar süre yaşayacaklarını bilmeyen insanlarımızın kendi sağlıklarına sahip çıkmasına bir adım daha yaklaşabilmek için başlattık, "toplum gönüllüleri" eğitimini.

Çadırkentleri ziyaretim sırasında eğitim önerdiklerim içinde sağlık ekibinin en istekli olduğu çadırkentlerden biriydi. Kızılay Değirmendere Çadırkenti. Söz verdiğim için vaktin geç olmasına rağmen gittiğim bu çadırkentte değişik yaşlarda 10 genç kızdan, iki çocuğuyla bir anne ile kucağında bebeği ile gelen genç bir anneden oluşan grup beni uzunca bir süredir bekliyordu. Çok hevesli görünüyorlardı. Hemen afişlerimizle çadırlarımızı donattık. Herkes çadırından sandalyesini kaptı geldi. Önce bir tanıştık, sonra beraberce tartışmak istediğimiz konuyu belirledik. İlk olarak her yaştan, kadın erkek herkesi ilgilendiren hijyen konusundan başlamak istediler. Ama gençlerin bir sıkıntısı vardı. "Doğruları bilsek, öğrensek iyi de, bizi dinlemezler ki" dediler. Böylece tartışma kendiliğinden "iletişim nasıl olmalı" ya geldi; "konuya nasıl etkili bir giriş yapabiliriz", "tepki uyandırmadan nasıl doğruları, nasıl el yıkanırı aktarabiliriz" üzerine epey bir kafa yordular, derken o sırada bir anons duyuldu: "Naylon dağıtımı başladı!"; herkeste bir kıpırdanma... Anlaşıldı ki akılları naylon kuyruğunda, ertesi gün yağmur, çadırları naylonla kaplamak lazım ki, su almasın, ertesi gün devam edelim mi diye konuşurken, çadırın girişinden bir erkek kafası uzandı ve kadınlardan birine "Yemek vakti yaklaşıyor, sen ne yapıyorsun?" sorusu (azarı?) geldi. Baktık ki bir taraftan naylon kaçırma kor-kusu, diğer taraftan aile saadetinin artçı depremlerle sarsılma sıkıntısı eğitimin verimini düşürecek, iyisi mi yarın devam edelim diye karar verdik. Kızlardan bir kaçı kaldı, içlerinden birisi çadırların içine astığımız eğitim afişlerine bakarak iç geçirdi, ardından gözleri doldu: "Benim ablam hemşireydi, bu afişler bana onu ve kulağımdan sesi gitmeyen yeğenimi hatırlattı" dedi, "ocağa uğrardım, ablama aşı kampanyaları sırasında az yardım etmedim... Ben kurtuldum, yan odadan onlar çıkamadı, o geceyi, seslerini bir türlü aklımdan silemiyorum..." Dinlemekten, acısının yoğunluğunu biraz olsun içini dökerek hafif-letmesinden başka yapabileceğim bir şey yoktu. Gönüllüleri toplayarak bu eğitime ön ayak olan Ruhsar hemşire daha fazlasını yapabildi, ona eczane çadırında kendisine yardım etme teklifi geti-rerek bir ablalık da yaptı. Ruhsar hemşire gibiler sayesinde, yine orada dönmelerine iki gün kala bu eğitim için ellerinden geleni yapan, çadırkente gelen tankerlerdeki suyun klorunu her gün ölçen Manisalı iki çevre sağlık teknisyeni, yüzünden tebessümü eksik olmayan rotasyoner hekimi ile adım atılmıştı bu gönüllü eğitimine.

Ertesi gün gittiğimde bir gün önce gelen isimler anons edildi. İlk dakikalarda kimse gelmedi. "Heveslerini aldılar, acaba gelmeyecekler mi" derken birer ikişer gelmeye başladılar ve birden masanın etrafında yüzleri pırıl pırıl 10 genç kız gördüm. Birden rahat bir nefes aldım. O günkü eğitime isimleri akılda tutmada çok etkili bir ısınma ile başladık. "Sıfat-isim" oyunu: Herkes isminin önüne isminin baş harfi ile başlayan bir sıfat bulacak ve kendi isminden önce sayılan bütün sıfat isimleri sayacak. Ben "Mutlu Meral"le başladım, ardımdan "Güzel Gülşah", "Enerjik Emel", "Bencil Bircan", "Gezgin Gülender", "Espirili Emine", "Pis Pınar"... Böylece birbirlerinin isimlerini de öğrendiler, ben de onlarınkini halen aklımda tutabiliyorum. Çevrede sağlığı etkileyen faktörlerden başladık, su-gıda-sağlık ilişkisini sorguladık. Güzel öğreniyorlardı ama işleri zordu, hala nasıl ilgi çekebiliriz diye düşünüyorlardı, sonunda tartışa tartışa et-kili bir giriş yolunu buldular, "gıda ve su yoluyla bulaşan hastalıklardan başlarız" dediler. "Çocuğunuzun tifo ya da sarılık olmasını istemezsiniz değil mi?" şeklinde bir giriş herhalde hepsinin dikkatine çeker dedik! Sonrası, ellerindeki renkli broşürlerden aktaracakları bilgilerle devam edecekti. Hepimiz ellerimizi yıkarız ama yeterince temizleyebilir miyiz dersiniz? Emin değilseniz basamak basamak el nasıl yıkanır gösterelim mi? Her biri tek tek ellerine bir sabun alarak ve karşılarında bir çeşme hayal ederek, doğru el yıkamayı demonstre ettiler; kendilerinin de eksik yaptıkları adımlar olduğunu itiraf ettiler. Böylece bilgiler lafta kalmıyor, tutum, davranış değişikliğine yani eğitimin amacına doğru adım adım ilerliyorduk ve onlar da çadırkentin ellerinden tutup i-lerleteceklerine inanmaya başlı-yorlardı.

İşte iki öğleden sonra gerçekleştirilen bu eğitimle 10 toplum gönüllümüz olmuştu, toplum katılımına 10 küçük damla! Her biri çadırlarını paylaştılar, ikişer gruplar halinde çadırları dolaşmaya karar verdiler. Önce kendi ailelerinden, kardeşlerinden başlayacaklardı. Onlar ondu, her biri onar kişiye aktarsa 100 olacaktık.

Ayrılırken şuna karar verdik: Bir hafta sonra toplanıp deneyimlerini paylaşacaklar ve ben o gün onları telefonla arayıp heyecanlarını paylaşacağım; bilmezler ki, ben onlardan daha heyecanlıyım! Son olarak grubumuzun adını koyduk: "Mutlu Toplum Gönüllüleri Grubu". Nice mutlu toplum gönüllülerine...

 

 

Eğitim çarkı dönmeye başladı

Dr. Şafak Gürsoy

Dilek, Derya, Ferda, Hülya... Hepsi toplumun farklı kesimlerinden dört genç kız... Herbirinin ayrı öyküsü var, ama şimdi hepsi Yunuskent Çadırkenti'nde bir arada. Dilek, üniversite öğrencisi, dayanışma gönüllüsü olarak çalışıyor, kentinin yeniden toparlanması için uğraş veriyor. Derya'nın evi hasarlı, evinin önünde bir çadırda kalıyor, gündüzleri Yunuskent'te gönüllü olarak çalışıyor. Hülya 15 yaşında, 7 aylık hamile, eşini depremde yitirmiş, başka bir çadırkenttte yaşıyor; o gün oraya arkadaşlarını görmeye gelmiş. Ferda ise Yunuskent'li, çadırkenti için neler yapabilirim diye düşünüyor. Bu dört genç kızı biraraya getiren ortak bir amaçları vardı. Yıkılıp giden kentlerinin ardından oluşan çadırkentlerini yaşanılası yerler haline getirmek. Onlara destek olmak amacıyla duygularımızı, düşüncelerimizi, bilgilerimizi paylaştık. Alışılagelmiş bir eğitim toplantısı değildi bu, herşeyi ile yaşamı, yaşanılanları paylaşmak, ne yapmamız gerektiğini beraberce keşfetmekti. "İnsanlar neden hasta olur"la başladık, "ellerimizi nasıl yıkarız"a kadar uzandık. Sonra da bu paylaştıklarımızı, nasıl başkaları ile paylaşsak da çoğaltsak dedik; bir de baktık ki, toplum gönüllüleri eğitimi taslağını bir kez daha hep beraber çizmişiz. Hadi bütün bu konuştuklarımızı anlatmayı deneyelim dedik. Hülya bebek bakımını Derya'ya anlattı; öyle de güzel anlattı ki, doğacak bebeğin bakımı konusunda hiç sıkıntı çekmeyeceğinin farkına vardık, grubu bunun heyecanı sardı. Bir an önce bilgilerini diğerlerine aktarma telaşı başladı, artık bana gerek kalmamıştı. Onlar kendi aralarında işbölümlerini yaptılar, deneyimlerini paylaşacakları toplantı zamanını kararlaştırdılar. Artık eğitim çarkı dönmeye başlamıştı, belki de bu sayede eski yaşamlarını yeniden kurmada ilk adımlarını atmış oluyorlardı. Dileğimiz bu ilk denemelerin kartopu mi-sali yuvarlanarak büyümesi...

 

 

 

mail9.gif (17469 bytes)                    buton2.jpg (1100 bytes)ANA SAYFAYA DÖNÜŞbuton1.jpg (1100 bytes)