Dr. Aygen Tümer*, Dr. Serhat Ünal**
* Hacettepe AIDS Tedavi Araştırma
Merkezi (HATAM) Koordinatörü
** Prof.; Hacettepe AIDS Tedavi
Araştırma Merkezi (HATAM) Müdürü
2000'li yıllara girerken dakikada 11 yeni olgunun aramıza katıldığı
çağımızın salgını olarak kabul edilen hastalık, AIDS. İlk defa 1981 yılında
Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Haiti'den gelen göçmenlerde ender rastlanan
Pneumocystis carinii pnömonisi (PCP) ve Kaposi sarkomu (KS) olgularının
saptanması ile AIDS, "Akkiz İmmün Yetmezlik Sendromu" tanımlanmıştır. PCP
ve KS olguları o tarihe kadar sporadik olarak görülmekte ve herhangi bir
sorun olmamakta idi. Aynı tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri'nde sağlık
merkezi klinisyenleri ve epidemiyologlar özellikle genç homoseksüel erkeklerde,
birlikte görülen hastalık tablolarını fark etmişler ve bu olguları Hastalık
Kontrol ve Önleme Merkezine (Center for Disease Control and Prevention-CDC)
bildirmişlerdir. 1981 yılının Haziran ayında sürveyans çalışmaları başlamış
ve Şubat 1983 tarihine dek 1000 HIV/AIDS olgusu bildirilmiştir.
1980'li yılların başlarında olgu sayısının az olması ve homoseksüel
erkek grubunda görülmesi nedeni ile hastalık fazla ilgi çekmemişti. Ne
zaman ki biseksüel erkekler aracılığı ile kadınlara ve enfekte hamile kadınlardan
da bebeklere enfeksiyon geçmeye başladı, olgu sayıları giderek arttı ve
HIV/AIDS tüm dünyanın odak noktası durumuna gelmeye başladı.
Yayılma yollarının özelliği, hastalığın belirtisiz geçen uzun
bir döneminin olması ve tanı koymanın kan testleri dışında olanaklı olmaması
HIV enfekte olgu sayılarının giderek artmasına neden olmaktadır. Tıp dünyası,
gönüllü kuruluşlar hastalığın öneminin anlatılabilmesi, toplumun bilgilendirilmesi
ve korunma yollarının öğretilmesi için çalışmalar düzenlemeye başlamışlar
ve 1 Aralık gününü de "Dünya AIDS Günü" olarak ilan etmişlerdir. Dünya
Sağlık Örgütü her yıl 1 Aralık için bir slogan belirlemekte ve tüm ülkeler
bu çerçevede toplumu bilgilendirmeye yönelik çalışmalar yapmaktadırlar.
1999 yılının sloganı "Dinle, Öğren, Yaşa!" olarak belirlenmiş olup bu slogandaki
amaç, hastalıkla ilgili farkındalılığı artırmak ve AIDS programlarını güçlendirmek
olarak düşünülmüştür.
Kan ve kan ürünlerinin rutin HIV yönünden taranması, antiretroviral
ilaçların kullanıma girmesi, fırsatçı enfeksiyonların profilaksisinin ve
tedavisinin yapılabilmesi, yaygın ve etkili eğitim programlarının uygulanmaya
başlanması ile HIV/AIDS epidemisinde son yıllarda önemli değişiklikler
gözlenmeye başlamıştır.
Dünyada HIV/AIDS
Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı (UNAIDS) verilerine
göre dünyada 1994 yılında 17 milyon HIV/AIDS'li kişi yaşarken Aralık 1999
da bu rakamın 33.6 milyona ulaştığı bildirilmektedir (Şekil 1).
Epideminin başından beri 16.3 milyon kişi yaşamını HIV/AIDS nedeni
ile yitirmiş olup, bu olguların 12.7 milyonu 15-49 yaş arası erişkin ve
3.6 milyonu 15 yaş altı çocuklardan oluşmaktadır. 1999 yılı içinde 5.6
milyon yeni olgu bildirilmiş olup, bu sayılara günde 16.000, dakikada 11
yeni olgu eklenmektedir. Veriler, son iki yıldır toplam HIV/AIDS olgularında
bir önceki yıla göre %10 oranında bir artış olduğunu ve yeni enfekte olguların
%10'unun 15 yaş altı ve %50'sinin ise 15-24 yaş arası gençler olduğunu
bildirmektedir. Bu veriler göstermektedir ki; epidemideki en önemli değişikliklerden
birincisi hastalığın ilk görülme yaşının 20’den 15’e inmesidir. İkinci
önemli değişiklik ise epideminin başlarında %20 olan enfekte kadın oranının
%40-50'lere yükselmiş olmasıdır. Epidemiyologlar kadın erkek oranındaki
bu eşitlenme trendinin geriye dönemeyeceğini tahmin etmektedirler.
Dünyada HIV/AIDS olgularının %94'ü gelişmekte olan ülkelerde,
%86'sı da Sahra-Altı Afrika, Güney ve Güneydoğu Asya'da görülmektedir.
İlk olguların görüldüğü yerler olan Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde
1994 yılından beri her yıl tanı konan yeni olgu sayıları bir önceki yıldan
fazla değil iken, Afrika, Hindistan, Tayland gibi Asya ülkelerinde olgu
sayıları katlanarak artmaktadır. Bu farkın asıl nedeninin eğitimden kaynaklandığı
düşünülmektedir,
çünkü gelişmiş ülkeler etkin eğitim programları ile HIV/AIDS'
i ve korunma yollarını öğretebilmeyi başarmış gözükmektedir. Eğitimde programların
yanı sıra bir diğer önemli etkende ekonomik güç olarak kabul edilmektedir.
Gelişmekte olan ülkeler kısıtlı bütçeleri ile giderek artan sayıdaki hastalarını
tedavi için gerekli masrafı yapmakta zorlanırken, beraberinde eğitim programlarını
yürütememektedirler.
Bazı gelişmekte olan ülkelerde ve sanayileşmiş ülkelerde HIV
enfeksiyonunun yayılımını engellemeye yönelik çeşitli programlar düzenlenmektedir.
Damar içi madde kullanımının önlenmesine yönelik çalışmalar, ithal kan
kullanımını sınırlayan politikalar, temiz enjektör değiştirme programları
yapılmış olsa da bunların hiçbiri tek başına HIV bulaşını önlemede yeterli
programlar olarak gözükmemektedir.
Türkiye’de HIV/AIDS
Türkiye'de cinsel yolla bulaşan hastalıklarla ilgili yeterli
önlemlerin alınamaması ve eğitim programlarının yeterli etkinlikte olamaması
nedenleri ile HIV/AIDS büyük bir sorun olmaya başlamaktadır. Ancak
ülkemizde sağlık kayıt sistemlerinin özellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklar
konusunda yeterli çalışmaması ve hastalığın uzun süren belirtisiz döneminin
olması nedeni ile gerçek rakamların bunun çok üstünde olduğu düşünülmektedir.
Türkiye'de ilk olguya 1985 yılında tanı konmuş ve o tarihten başlayarak
1992 yılına kadar olgu sayılarında bir önceki yıla göre fazla artış saptanmaz
iken, 1992 yılından beri olgu sayıları katlanarak artmaktadır.
Türkiye'de HIV/AIDS olgu sayılarının artma nedenleri şöyle
sıralanabilir:
Ülke nüfusunun genç olması,
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilgilerin kısıtlı
olması,
Turizm sektörünün ülkemizde giderek gelişmesi: Ülkemize her geçen
gün daha fazla sayıda turist gelmektedir. Özellikle HIV/AIDS olgularının
sık olduğu ülkelerden gelen turistler arasında bu hastalığa yakalanmış
kişilerin bulunma olasılığı fazladır.
Yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının çok sayıda olması ve
giderek artması: Özellikle yurt dışında uzun süreli kalan vatandaşlarımızın
bulundukları ülkedeki hasta sayısının sıklığına bağlı olarak bu hastalığa
yakalanma riski artmaktadır.
Damar içi madde kullanımının giderek artması: HIV/AIDS bulaş
yolları arasında damar içi madde kullananlar ikinci sırayı oluşturmaktadır.
Damar içi madde kullananların sayılarının giderek artması HIV enfekte olgu
sayılarının da artmasına neden olmaktadır.
Ülkemizde cinsiyete göre dağılımda:
%73.5 erkek,
%26.5 kadın olarak saptanmaktadır.
Olguların %20'sinin sürekli yaşadığı yerin yurtdışı olduğu, toplam
57 ilden bildirim yapıldığı ve en fazla bildirimin Ankara, İstanbul ve
İzmir'den olduğu bildirilmektedir.
HIV/AIDS'in Bulaş Yolları ve Korunma
Risk gruplarına göre HIV/AIDS olguları incelendiğinde:
%46.3 heteroseksüel,
%9.48 damar içi madde kullananlar,
%9 homoseksüel,
%5.5 kan transfüzyonu (%1.5 hemofili hastaları, %4 diğer) yolu
ile,
%0.85 anneden bebeğe geçiş,
%28.1 ise bilinmeyenlerden oluştuğu görülmektedir.
%28.1 gibi büyük bir oran göstermektedir ki eksik bildirim söz
konusudur ve bu da ülkemizdeki epideminin boyutunu öğrenmedeki güçlüğü
gözler önüne sermektedir.
Cinsel yolla bulaş:
HIV enfeksiyonunun en önemli bulaş yolu cinsel temastır. HIV/AIDS
her türlü cinsel temasla (homoseksüel, heteroseksüel, vajinal, oral, anal)
bulaşmaktadır. Semen ya da kanla temasa neden olabilecek her türlü cinsel
etkinlikte bulaş riski bulunmaktadır. Bu tür bulaşa bağışık hiç kimse bulunmamaktadır.
Bulaş için HIV (+) kişi ile yapılan tek bir cinsel temas bile yeterli olmakta
ancak cinsel temas sayısı arttıkça bulaş riski artmaktadır.
Cinsel aktiviteden bütünüyle kaçınarak ya da enfekte olmayan eşle monogamik
bir ilişki sürdürerek HIV enfeksiyonunun bulaşı önlenebilmektedir. Cinsel
temas sırasında prezervatif (kondom, kılıf) kullanılmasının koruyuculuğu,
kondomun lateks olması, doğru ve sürekli kullanılması, yırtık ya da delik
olmaması kaydıyla kanıtlanmıştır. Kadınlar için hazırlanmış olan intravajinal
kondomlar da doğru ve sürekli kullanımla etkili olmaktadırlar.
Kan ve kan ürünleri ile bulaş:
Kanda virüsün yoğun miktarda bulunması nedeni ile virüsü taşıyan
kişilerden alınmış kan ve kan ürünleri ile hastalık bulaşabilmektedir.
1985 yılında antikor testlerinin bulunması ile dünyanın her yerinde kan
ve kan ürünlerinin hastaya verilmeden önce HIV yönünden test edilmesi zorunlu
kılınmıştır. Türkiye'de 1987 yılından beri tüm kan ve kan ürünlerine ELISA
yöntemi ile antikor saptandıktan sonra hastaya verilmektedir, bu nedenle
kan ve kan ürünleri ile olan bulaş azalmış gözükmektedir. Ancak hastalığın
pencere döneminin olması, acil durumlarda test yapılmadan kan ve kan ürünlerinin
kullanılabilmesi nedenleri ile oranı çok azda olsa bu yolla geçiş bildirilmektedir.
Damar içi madde kullanımı alışkanlığının önlenmesi, tedavi edilmesi, kullanılıyorsa
ortak enjektör kullanımı risklerinin anlatılması bu grup hastalarda HIV
bulaş riskini azaltmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik
Devletleri'nde devlet tarafından temiz enjektör dağıtım programları uygulanmakta
ve çalışmalar önemli ölçüde başarı sağlandığını bildirmektedir. Gelişmiş
ülkelerde enjektör paylaşımının azaldığı, steril iğne satın alınışında
ve iğne temizleme işlemlerinde artma gözlendiği saptanmaktadır.
Anneden bebeğe bulaş:
HIV gebelik süresince, doğum sırasında ve postpartum dönemde
emzirmekle bebeğe geçebilmektedir. Bu oran %20-30'dur. Ancak HIV (+) anneye
gebeliğinin son üç ayında, doğumdan sonra da bebeğe antiretroviral tedavi
başlanır ve elektif sezaryen uygulanırsa bu oran %8-10'lara düşebilmektedir.
Perinatal geçişte korunmada önemli olan öncelikle HIV prevalansı yüksek
olan bölgelerde doğurganlık yaşındaki ve HIV enfeksiyon riski olan kadınlara
hastalığı öğretebilmektedir. Eğer kadın HIV (+) ise doğum kontrol yöntemleri
öğretilmeye çalışılmaktadır. Buna karşın gebe kalan HIV (+) kadınlara erken
dönemde kürtaj yapılması pek çok ülke tarafından kabul edilmektedir. Eğer
anne adayı bebeği doğurmak istiyorsa gebeliğin son üç ayında anneye, doğumdan
sonra da bebeğe antiretroviral tedavi başlanmakta ve hasta yakın izleme
alınmaktadır.
Sağlık personeline bulaş:
Sağlık personeline kan ile kontamine olmuş vücut sıvılarıyla
temas sonucunda HIV'nin geçişi olanaklı olabilmektedir.
Kontamine iğne batmasını izleyen serokonversiyon riski %0.3 iken,
mukoza ya da derinin kanla kontamine vücut sıvılarıyla teması sonucunda
serokonversiyon riski çok daha düşüktür.
Sağlık personeli öykü ve fizik inceleme ile enfekte hastaları
ayırt etme olanağına sahip olamadıklarından korunmak için tüm hastaların
kan ve diğer vücut sıvılarını potansiyel enfekte kabul ederek evrensel
önlemlere uyarak çalışmalıdırlar.
Ülkemizde henüz sayıları bini bulan HIV enfekte olgular için
hasta sayıları milyonları bulan ülkelerden örnek alarak, sayıların daha
da artmasını engellemek için çalışmalarımızı artırmalıyız.
HIV infeksiyonunun bulaş yollarını bilmek,
korunmayı öğrenmek, öğretmek ve davranış değişikliğinde bulunulmasını
sağlamak, HIV/AIDS'li hastaları toplumdan dışlamadan hep birlikte elele
vererek yaşamakla bu hastalığa karşı savaşım verebiliriz.
Kaynaklar:
1. Chamberland ME, Ward JW, Curran JW. Epidemiology
and prevention of AIDS and HIV infection. In: Mandell GL, Bennett JE, Dolin
R (eds). Principles and Practice of Infectious Diseases. 4th edition, New
York: Churchill-Livingstone 1995: 1174-215.
2. Frumkin L, Leonard J. Questions & Answers
on AIDS. 3th edition. Los Angeles, California: Health Information Press
1997.
3. Piot P, Griensven F. Epidemiology of AIDS. In:
Piot P, Griensven F (eds). Philadelphia, USA: Lippincott Williams &
Wilkins 1998.
4. T.C. Sağlık Bakanlığı, Temel Sağlık Hizmetleri
Genel Md. Bulaşıcı Hastalıklar Daire Başkanlığı, HIV/AIDS Sürveyans Verileri,
Haziran 1999.
5. Ünal S, Çetinkaya Y, Fincancı M. İnsan immünyetmezlik
virüsü infeksiyonu ve AIDS. Neyzi O, Yolsal N (eds), Cinsel Yolla Bulaşan
Hastalıklar Tanı ve Tedavi Rehberi. 1. Baskı, İstanbul: İnsan Kaynaklarını
Geliştirme Vakfı 1997:11-3.
6. Ünal S (ed). Güncel Bilgiler Işığında HIV/AIDS:
1. Baskı, Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi 1998: 7-21.
|