Türkiye'de
örgütlü hekim hareketi ve Türk Tabipleri Birliği'nin konumunun tarihini
araştırmak ve yazmak çeşitli nedenlerle pek kolay değil. Bu nedenlerin başında
giderek zayıflayan kurumsal bellek, varolan birikimlerin kağıda dökülmemesi,
konuya ilgi duyulmaması sayılabilir. Oldukça kısa bir sürede,
"ulaşılabilen" kaynakla yapılan aşağıdaki çalışma sadece tarihe kısa
giriştir, bu konu genişletilecektir.
Türkiye topraklarında tıp; Orta Asya ve Arap tıbbından etkilenerek bir gelişim göstermiş, 1217'de Sivas'ta, 1308'de Amasya'da kurulan hastanelerde hekim yetişmeye başlamış, Amasya Hastanesi daha sonra bir tıp eğitim merkezi olmuştur. 1388'de Bursa'da açılan Dar-üt-tıb, Fatih Döneminde de(1500) Edirne'de açılan hastanede hekim yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu ve izleyen dönemlerde hekim sayısı az ve hekimler üzerindeki baskı da yoğun olmuştur. Örnek verirsek; IV. Murat'ın hekimbaşısı Emir Çelebi dönemin hekimlik uygulamaları ve felsefesi hakkında çok değerli eserler yazmıştır, ancak IV. Murat bir satranç partisi sırasında, onun üstünde ele geçirdiği afyon haplarının hepsini yutturarak öldürmüştür. 18. yüzyılda Padişah 3. Mustafa, Türk hekimlerini, baktıkları meşhur bir şahsiyet kurtarılamazsa, sürmek veya memuriyetinden atmak yolunu tutturduğundan bu topraklarda yabancı hekimler rağbet görmeye başlamış, yerli hekimler sindirilmiştir.
Yine hekimler
üzerindeki baskıya bir örnek de dönemin çok saygın hekimi Şanizadenin bir ilmi
cemiyet kurması ve bu dönemde
"bektaşi" sanılarak sürülmesidir. Örgütlenmeye bir tepki diye
yorumlanabilecek bu durum, daha sonra
düzeltilmeye çalışılmış, Şanizade için af çıkarılmıştır. Ne yazık ki; 2.
Mahmut'un kafa uçurmadaki şöhreti nedeniyle "af fermanını" alınca
ölüm fermanı sanan Şanizade fücceten ölmüştür("Türkiye'de Tababetin Tekamülü,
Sağlık Dergisi).
1827 tarihi tıp
eğitimi, dolayısıyla çağdaş hekimlik için önemli bir tarihtir. O yıl
İstanbul'da "Avrupa usullerinde" hekim yetiştirmek üzere bir tıp
okulu açılmıştır. 1838'de Cerrahhane
açılmış, aynı yıllarda 2. Mahmut çiçek aşısını zorunlu kılmıştır.
İlk tıp cemiyeti
14 Şubat 1856'da Türk Tıp Cemiyeti
adıyla kurulmuştur. Bu, hekimleri
biraraya getiren bir örgütlülük adımıdır, önemli etkileri olmuştur. Örneğin;
1870 yılından sonra tıp eğitiminin Türkçe yapılması girişiminde etkin rolü
almıştır.
Türkiye'de
hekimler örgütlülük içinde olmasalar da özgürlükler konusunda her zaman öncü
olmuşlar ve bu nedenle de sıklıkla cezalandırılmışlardır. Örneğin, 1897
tarihinde Sultan Hamid'e Tıbbiye'de isyan edilmesi üzerine pek çok tıp öğrencisi
ve hekim Fizan'a sürülmüştür. Yine henüz öğrenci iken Tıbbiyenin odunluğunda
kurdukları İttihat ve Terakki Cemiyeti(1892) ile tıp öğrencileri padişahlığı
sarsmış, 1908'de Meşrutiyetin ilanını sağlamışlardır.
Tüm bu dönemlerde
hekim sayısındaki azlık nedeniyle özellikle Anadolu'da hekim hareketi ve
örgütlenmesi olmadığı düşünülebilir.
Kurulan cemiyetler
ise daha çok hekimlerin bilgi alışverişinde bulunduğu yerlerdir.
Bu arada 1869
yılında "Belediye Sağlık Mensuplarının tayini ve benzeri muameleler ile
uğraşmak, hariçte tababet tahsil edenlere imparatorluk dahilinde icrayı tababet
izni ve eczane açacaklara izin vermek" gibi konularla uğraşmak üzere Cemiyeti Tıbbiye'yi Mülkiye kurulmuştur
ki, bu kurum bugünkü Sağlık Bakanlığı'nın nüvesi olmuştur. Bu cemiyet haftada
iki kez tıbbiyede toplanırdı ve 1890 yılına dek tartışma dili fransızca idi.
1912 yılında bu
kurul kaldırılmış ve bir Sıhhıye
Müdüriyeti Umumiyesi İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak kurulmuş ve pek çok
genelge, yasa yanısıra bir de Sıhhıye Mecmuası çıkarılmıştır. Bu tarihten sonra
çeşitli illerde sağlık müdürlükleri, ilçelerde de hükümet tabiplikleri
kurulmuştur. Hekim sayısının azlığı nedeniyle, 1843 yılında bir ortak
"muayenehane küşad" edilmiş ve böylece Mektebi Tıbbiyeyi Şahane Muallimleriyle,
etibba ve cerrahlar oraya geceleri nöbete gitmişler ve halk gece hekimsiz
kalmamıştır.
İmparatorluk'tan
2000'den az sayıda hastane yatağı 1000'in biraz üzerinde hekim devralınmıştır.
Türkiye'de 1923 yılında 950 yataklı üç devlet hastanesi vardır. 1924 yılında
Ankara, Diyarbakır, Erzurum, Sivas Numune Hastaneleri açılmıştır. Sağlık
altyapısı bozuk, teknolojik destek yok,
hasta ise çoktur. Hekimler daha çok muayenehanelerinde çalışmakta. yoksul
hastalara hastanelerde, para verebileceklere ise muayenehanelerinde
bakmaktadırlar.
O dönemin tıp
ortamını aktaralım: 1920'li yıllar her türlü yetersizliğin yaşandığı, yine de
heyecanın varolduğu yıllardır. 1920-25 arası hekim sayısındaki azlık nedeniyle
milletvekili hekimlerin bile fiilen hastanelerde hasta hizmeti verdikleri
biliniyor. Yani, savaş sürerken de hekimler hizmetten bilimsel çalışmalardan
geri kalmamışlardır. Örneğin; 17 Ekim 1921 Cuma günü Abdülkadir Noyan, Tevfik
İsmail gibi hekimler Ankara'da öğretmen okulu hastanesinde bir toplantı yapıp
"Gülhane Müsamereleri"ni başlatmışlar, Vekil Rafet Paşa toplantıyı
açmış ve Gülhane müsamereleri yıllarca
düzenli olarak sürmüştür. Tıp ortamında bugüne benzer şeyler
yaşanmaktadıydı, örneğin bazı kuruluşlar "muhterem doktor beylere, yeni
seneyi tebrik maksadi ile naçiz bir hediye olarak Tıbbi Agenda"yı verir.
Bu örnek Dr.Marko'nun sahibi imtiyaz ve müdürü-mesul olduğu Tedavi Notları
isimli, altın varak çizgili, her ayın birinde neşredilen, tıbbın her şubesinden
ve bilhassa tedavi kısmından bahseden dergide yayınlanmıştı. (Dr.Marko, Tedavi
Notları, No;4, 1929. Sayfa; 232)
Yine o yıllarda da
hekimler bugün olduğu gibi, kongrelere giderlerdi, bu toplantılardan 1928
yılında Kahire'de yapılan "Memaliki Harre-i Hıfzıssıhha Kongresine"
46 milletten 2200 kişinin katıldığını
ve Kongrenin herkesi ferah ferah alan "ceşim bir çadırda"
gerçekleştirildiğini öğreniyoruz. Bir Alman kongresistin anlatımıyla kongre çok
güzel olmuş, samimi kabul görmüşlerdir. Ne de olsa "müderrislerini,
akrabası kadar izaz ve ikram ederek hürmet göstermek, şarklılara has bir
meziyettir".(Tedavi Notları, Numara 10, Haziran 1929, Cild 4, Sayfa 385).
ETİBBA ODALARI
Türkiye'de Tabip Odaları Etibba Odaları adıyla "Tababet ve
Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair 11 Nisan 1928 tarih ve 1219 sayılı
kanuna müteferri Etibba Odaları Nizamnamesinin Maddei Muakkatesi ahkamına
tevfikan" kurulmuşlardır(Ekler Bölümü)
1929 yılında önce
İstanbul Etibba Odası kurulmuş ve İstanbul Vali Vekili Bey'in nezareti altında
Sıhhıye Müdürü Ali Rıza Bey tarafından tedvir olunan ilk intihapta:
"Üçüncü
mıntıka" Etibba Odası "Heyeti idare aza ve yedek azalığına intihap
edilen zevat" şöyle belirlenmiştir:
Dr.Tevfik Salim
Paşa Hazretleri
Dr.Esat Nurettin
Bey Efendi
Dr.Tevfik Recep
Bey Efendi
Dr.Neşet Osman Bey
Efendi
Dr.Refik Münir Bey
Efendi
Dr.Hayrullah Bey
Efendi
Dr.Rıfat Bey
Efendi
Dr.Fuat Süreyya
Paşa Hazretleri
Dr.Ömer Lütfi Bey
Efendi
Dr.Abdülkadir Bey
Efendi.
Bu ilk yönetim
kurulu "reyi kafi" ile;
Dr.Tevfik Salim
Paşayı riyasete(Başkanlığa)
Dr.Esat Bey'i
kitabete(sekreterlik)
Dr.Neşet Osman'ı
muhasipliği
Dr.Tevfik Recep'i
veznedarlığa
"Müttefikan
intihap eylemişlerdir".
Yaptığımız
araştırmalara göre Tevfik Salim Paşa Kurtuluş Savaşında önemli katkılar yapmış
bir "muallim"dir. İstanbul'dan Anadolu'ya giden hekim kafilesi içinde
olan İstanbul Harbiye Nezareti Sıhhi Harp Tarihi Komisyon Başkanı Tevfik Salim
Bey Ankara'da Sıhhıye Başkanlığı'na getirilmiş, Başkumandanlığa yaptığı bazı
tekliflerin o günün şartları ile bağdaşmaması yüzünden verimli olamamış, Ocak
1921'de görevden affedilmiş, Diyarbakır, Sivas, Ankara Sarıkışla Hastanelerinde
dahiliye uzmanı olarak çalışmış, zaferden sonra 1923'de İzmir'e askeri müfettiş
olarak atanmış daha sonra Gülhane'ye dönmüştür. Esas önemli deneyimi Birinci
Dünya Harbinde edinmiş, 3. Ordu Sağlık Bakanlığı'nda askeri geleneklere uygun
düşmeyen emir/kumanda mevkileri yaratmış, devamlı olarak başkumandanın yanında
bulunmak teklifleri görevinden ayrılmasına neden olmuştur.(Türk Askeri
Hekimliği Tarihi, Kitabı 1976, General Kemal Özbay).
Okuduklarımız
Tevfik Salim Paşa'nın yetenekli, deneyimli, başarılı ve örgütlülüğe yatkın bir
kişilik olduğunu göstermektedir. Kendisi medikopolitik konulara ilgisini
yalnızca Etibba Odası kurucu başkanlığı ile değil, Belediye Meclisi üyeliği
yaparak da göstermiştir. Tevfik Salim Paşa daha sonra Sağlam soyadını alan
Prof.Tevfik Sağlam'dır ve ülkemizin önemli bilim, tıp adamlarından biridir.
Yine Yönetim
Kurulu'nda veznedarlık görevini yüklenen Dr.Tevfik Recep Bey; Tıp fakültesi reisi
(dekan) ve Ensaç ve Mephasülrüseym (Embriyoloji) müderrisi (öğretim üyesi)
olup, o dönem için çok yeni bu dalın kurulmasında önemli yeri olan bir
hekimdir. Yedek üyelerden Fuat Süreyya Paşa, Moda'da Şifa Hastanesi
Yakacık'taki Süreyya Paşa Hastanesi de onun eserlerindendir(Dr.C.Arabacıoğlu,
sayfa 247, 1992, Adana).
Dr.Hayrullah
Bey(yedek); tıp fakültesi Emraz-ı- Asabiye muallimi ve tıbbi adli müşahedehane
müdürü (sinir hastalıkları öğretim üyesi ve adli tıp gözetim laboratuvar
müdürü) olarak görev yapmış, ülkemizde adli tıp konusunda büyük hizmetleri olan
bir hekimdir. Ömer Lütfi Bey:Gureba Hastanesi Baştabibi ve Hastabakıcı Mektebi
Müdürüdür.
Dr.Esat Nurettin
Bey ise; iç hastalıkları uzmanı olup, Haseki Hastanesi Müdürü ve başhekimidir.
Dr.Neşet Osman İstanbul Belediye Sağlık Müdürü'dür. Dr.Rıfat ise muhtemelen;
iyi bir halk sağlığı uzmanı, kuvvetli bir idareci ve örgütçü yazar, hekimdir.
Bu ilk yönetim
kurulunun 2. Toplantısı 22.10.1929 saat 09:00'da "Sıhhat
Müdürlüğü"nde yapılmıştır. Görüldüğü gibi, bir ihtiyaç üzerine biraz da
yeni oluşmaya başlayan resmi kurumlara katkı amacıyla, alanında başarılı,
örgütçü kişilerin oluşturduğu ve sağlık müdürlüğünde toplantı yapan bir etibba
odası. Odanın bir toplantısının çok düzenli tutulan kayıt defterinden alınan
özetine bakılırsa;
"İntihap esnasında heyetimizce Gazi Hazretlerine
keşide edilen telgrafa varit olan cevap okunarak dosyasına vazolundu. Badehu
icrayı tababet kanunu nizamnamesinin mevaddı mahsusası tetkik ve müzarehatı
atiye ittihaz olundu:
1-Öncelikle kayıt defterlerinin Dr.Esat Bey tarafından
tertip edilerek heyete arzına,
2-Dühuliyenin üç taksitte alınabileceğine ve ilk iki
taksidin üçer bin lira olarak alınmasına,
3-Kışın haftalık içtimaların Pazar günü yapılmasına
4-Şimdilik içtima mahallinin İstanbul Sıhhat Müdürlüğünce
tefrik edilen bir odasında olmasına karar verilmiştir."
Bugün de
karşılaştığımız üye katılımı, aidat gibi sorunlar yanısıra etibba odaları
hekim/hekim ilişkileri ve diğer deontoloji konularında çalışmalar yapmışlardır.
Etibba Odası'nın
bir sonraki yönetimi, 1930 yılında; Dr.Niyazi İsmet, Nazım Hamdi, Bahri İsmet
ve Fethi Beyler'den oluşmuştur.
Niyazi İsmet Gözcü
Gülhane Tıp Akademisi'nin kurucusu, akademi komutanı ve 1 yıl kadar da İstanbul
Milletvekilliği yapmıştır. Dünya çapında bir göz hekimidir. Dr.Fethi Bey,
dönemin ilk bakteriyoloji uzmanlarındandır. Cerrahpaşa Hastanesinde laboratuvar
şefidir. 11 Mart 1930 tarihli toplantılarında o günlerde kendilerini çok meşgul
eden "yerli ilaç" konusunu tartışmışlardır. "Rüfeka'dan gelen
mektuplar toplanmış, sıhhat müdürlüğünden müsadesi alınan müstahzeratın bir
nüshasının teksir edilerek bütün azaya sirküler halinde tevzine" karar
verilmiştir.
Aidat konusunun
her örgütlülükte sorun olduğu bu toplantı gündeminin son maddedeki kararıyla
bir kez daha görülmüştür:
"Aidatını
vermeyenlere heyeti umumiye kararı mucibince son defa taahhütlü bir mektup ile
ihbar edilmesine ve tahsildarın bir hafta sonra müracatına muvafık cevap
vermediği takdirde kütük defterinden isimlerinin silinmesine karar..."
1934 yılında
sağlıkla ilgili bir dergide Etibba Odası ile ilgili şöyle bir haber
görmekteyiz:
"Etibba
Odası'nın Faaliyeti
Odaların teşekkülünden beri yeni bir bina almak, tamir
ettirmek, dahili tanzimatını ikmal etmek hususunda uğraşan Etibba Odası İdare
Heyeti, projeksiyon aleti aldıktan ve içtima salonunu düzelttikten sonra, şimdi
de azanın doktor arkadaşlarıyla buluşabilmelerini ve misafir getirebilmelerini
temin için mülakat salonu yapmış ve bir kitapane tesisine teşebbüs etmiş
bulunmaktadır. İdare heyetini tebrik eder ve şimdiye kadar eser yazmış olan
arkadaşlarımızla kitap meraklısı meslektaşlarımızı kitaphanenin zenginleşmesi
hususunda teberruda bulunmaya davet ederiz."
Yukarıdaki haberin
çıktığı günlerde basında, "maarif vakeletinden fakülteye tebliğ edilen bir
yazıyla fakültedeki iki kürsünün lağvedildiğinden ikinci dahiliye müderrisi
Tevfik Salim Paşa ile parazitoloji müderrisi İsmail Hakkı Beyefendi Fakülteden
ayrılmışlardır" şeklinde bir haber yeralmıştır. 3. Bölge Etibba Odası Başkanı Tevfik Salim Paşa artık yalnızca
odanın eski başkanı değil, eski müderristir.
1934 yılında
Etibba Muhadenet Cemiyeti de seçimlerini yapmış ve idare heyetine daha önce
Etibba Odasında çalışan Dr.Neşet Osman, çalışacak olan Fahrettin Kerim,
çalışmakta olan Dr.Fethi ve ayrıca Ali Eşref Bey (Gureba'dan Bevliye'ci),
Dr.Ziya Nuri Paşa (Tıp Encümeni Reisi, Tıp Fakültesi Ünniye Seririyati (KBB)
Müderrisi(öğretim üyesi) ve tıp fakültesi duvayeni(dekanı) seçilmişlerdir. Bu
derneğin tarihçesi şöyleydi:
"Türk Hekimleri Dostluk ve Yardım Cemiyeti'nin eski
ismi 1919 senesinde kurulan (İstanbul Etibba Muhadenet Cemiyeti)dir. Etibba
Muhadenet Cemiyeti mütarekenin en kara ve korkunç günlerinde doğmuştur.
Herkesin birbirlerini bir parça daha fazla sevmeye, müdafaa etmeye, haklarını
korumaya mecbur olduğu zamanlarda bu cemiyetin temelleri atıldı.
Memlekette her sınıfın bir teşekkülü mevcut olduğu halde;
Etibbanın hukukunu koruyacak bir varlık mevcut olmaması büyük bir noksanlıktı.
İşte bu maksadladır ki, meslektaşlar arasında içtimai
münasebetleri temin etmek ve Türk Etibbasının terakki ve yükselmesine sarfı
mesai etmek için (Etibba muhadenet) namile bir cemiyet kuruldu. Bu ihtiyaçları
duyan Kadıköy'deki meslektaşlar da; birbirlerine yardım gayelerini güden
(Kadıköy Etibba Teavün Cemiyeti İlmiyesi) ismiyle aynı tarihlerde bir cemiyet
tesis etmişlerdi.
Cemiyet teşekkül ettikten dört sene sonra; İstanbul'da
iki tıbbi teşekkülün aynı gaye üzerinde ayrı bir şekilde çalışması muvafık
görülmeyerek bu iki cemiyetin birleştirilmek suretiyle kuvvetlendirilmesi
düşünüldü. 1923 senesinde her iki cemiyet, uzun müzakerelerden sonra Kadıköy
Cemiyetinde(Teavvün) kelimesinin Etibba muhadenet cemiyetinin ismi arasına
alınmak ve eski nizamnamesi aynen kabul edilmek şartı ile birleşerek ismi
(Etibba Muhadenet ve Teavün Cemiyeti) olmuştur."
O yıllarda tıp
bayramı 12 Mayıs'ta kutlanmakta olup, "gündüz üniversitelerde dekan,
rektör, hoca ve talebenin nutukları oluyor, gece de Maksim salonlarında tertip
edilen neşeli balolar" yapılıyor, Etibba Odaları da seçimlerini
"gürültülü" biçimde yapıyordu:
"Üçüncü Mıntaka Etibba Odasında Seçimler:
Üçüncü mıntıka etibba odası Ekim ayı içinde gürültülü bir
kongre yapmış ve yeni idare heyeti ile haysiyet divanını seçmiştir. Yeni İdare Heyeti
Başkanlığı'na Prof.Dr.Murat Cankat, üyeliklerine de Dr.Fuat Bayraktar, Dr.Baha
Varnalı, Dişt.Ahmet Refik Özegül, Eczacı Nail Halit Tipi seçilmişlerdir.
Haysiyet Divanına Prof.Dr.Akil Muhtar Özden, Prof.Dr.Ekrem Şerif Egeli,
Dişt.Osman Burhanettin Borhan ve Eczacı Müeyyet Erçetin ayrılmışlardır.
Yeni idare heyetinin, son zamanlarda sarsılma gösteren ve
bütün meslektaşları pek ziyade müteessir eden meslek tesanüt ve haysiyetini
korumaya matuf tedbirlerle işe başlayacağını ummakta ve kendilerine bu yolda
başarılar dilemekteyiz."
Aynı yıllarda tüm
ülkede hekim açığı sürmeke idi ve artık Umum Yazı İşleri Müdürlüğü Marko
Paşa'dan Dr.Feridun Neşet'e geçen ve kapağı da değişen (daha önceki kapak altın
varak çizgili, olağanüstü güzel tasarımlıydı)Tedavi Notları'nda şöyle bir ilan
yeralıyordu:
"Bir doktor
arkadaş aranıyor:
İzmir Vilayeti'ne tabi Tire'de Eczacı Ali Mehmet Bey'den
aldığımız bir mektupta, oranın ehemmiyeti ve zenginliğinden bahsedilmekte ve
bir dahiliyeci arkadaşa çok ihtiyaç olduğu zikredilmektedir. Ezcaneye merbut
beş odalı güzel bir kliniğin bu arkadaşa bir yardım olmak üzere terkedileceği
vadedilerek, az zamanda iyi bir mevki temin edileceği ilave edilmektedir."
O yıllarda Etibba
Odaları yanısıra bugünkü uzmanlık derneklerinin bir kısmı da faaliyet
yürütmekte idiler. Örneğin Türk Oftalmoloji Derneği 1928 yılında kurulmuştu ve
1933 yılında "birinci reisi" Dr.Niyazi İsmet Gözcü(aynı zamanda
Etibba Odası Başkanı) idi. O yıl Almanya'dan üniversite göz kliniğine gelen ve
Türkiye'de ilk kornea naklini yapan Prof. Iggersheimer'de Türk Oftalmoloji
Cemiyeti'ne bir törenle kaydedilmişti, yabancı hekimler özel izinle
"hoca"lık yapmaktaydılar.
Ayrıca Çocuk
Hekimleri Encümeni, Türk Jinekoloji Cemiyeti(bu cemiyet tarafından 3 ayda bir
çıkarılan Jinekoloji Arşivi, 1934'de yayına başlamıştır). Prof.Hulusi Behçet'in
önderliğinde Cildi ve Zührevi Hastalıklar Cemiyeti (tüm yurtta zührevi
hastalıklardan korunma ve savaş için broşürler hazırlamışlar, sinema, tiyatro
ve mekteplerde konferanslar vermişlerdir), Türk Üroloji Cemiyeti,
Otorinolaringoloji Cemiyeti aktif çalışan uzmanlık dernekleri olmuşlardır.
Hasılı, tıp
ortamında; meslek örgütü, uzmanlık dernekleri vardı, kongreler, konferanslar sürüyor, bu arada alıntılar yaptığımız
adlı Tedavi Notları adlı bilimsel dergi de 1924'den itibaren yayınlanıyor, 10.
yılında "Türkiye'nin her yerindeki hekimlerin dergiye yaptığı katkıya
teşekkür" ediyordu.
Ayrıca Türk Tıp
Cemiyeti adlı dernek de faaliyetini sürdürüyordu. Bu cemiyetlerin
toplantılarının bir kısmı Etibba Odası Konferans Salonlarında yapılmaktaydı ve
tıp ortamında meslek örgütüyle, uzmanlık ve diğer dernekler arasında güzel bir
ilişki vardı. Etibba Odalarının yasasında varolan ortak Yüksek Haysiyet Divanı
Ankara'da toplanmakta idi. Kararlar Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nca
valiliklere tamim edilmekteydi(Ekler Bölümü).
Bu yıllar
penisilinin bir kurtarıcı olarak tıp alanına girmeye hazırlandığı yıllardır
penisilin ile ilgili pek çok yayın yapılmaya başlamıştır. İşte bu ilacın
Türkiye'deki ilk uygulamasının öyküsü:
Penisilin Türkiye'de yeni duyulmaya başlanmıştı.
Literatürümüzde de yeni yazılar tercüme edilmekte bulunmuş, tedavide inkilap
yaratan bu ilacın hassalarından faydalanma çareleri araştırılmakta bulunmuştu.
Trakya'daki kolordu kumandanlarından General Rüştü hafif bir
yüz felci geçirmiş, 7 numaralı seyyar hastanede görevli yedek tabip Mansur
Pekdeğer beyin tıbbi kontrolünde fizik tedavisi tatbikine başlanmıştı.
Bu tedavi sırasında paşa komaya girmiş, Profesör Nazım Şakir
paşanın da katıldığı bir konsültasyonda beyin absesi teşhisi konmuş, durum
Dr.Pekdeğerin teklifi üzerine Milli Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkala
duyurulmuş ve generale Penisilin yapılmasına karar verilmişti. Ancak bu ilaç
harb içinde devletler arasında bir sır gibi saklanmata idi. Artunkal paşa
tarafından cumhurbaşkanlığına aksettirilen olay üzerine İngiliz Sefaretinden
Penisilin recasıda bulunulmuştu.
İngilizler Londra'dan ilacın gönderileceğini ve hava
alanından aldırılmasını istemiş, bu işe Dr.Mansur Bey memur edilmişti. Hava
meydanında alınan güvenlik tedbirleri arasında İngiliz askeri uçağı ambalajlı
sandığı piste bırakmış, paket zırhlı birlik kordonu altında paşanın evine
getirilmiş, doktora teslim edilmişti.
Ordu Sağlık Başkanı Profesör Nazım Şakir ve Karadeniz boğazı
müstahkem mevki Baştabibi Yarbay Burhaneddin Tugan (Prof.) Beyler çağrılmış,
ilacın tatbiki istenmiş isede gelen bu penisilinin dozajının tesbiti hakkında
kesin bir bilgi olmadığından Prof.Nikson'un huzurunda ambalaj açılmış, çelik
bir termos içinde yüzbin ünitelik beş şişe penisilin çıkartılmış, prospektüsü
üzerindeki kayıtlara göre sulandırılıp bu zdolabına konmuş ve hastaya tatbik
edilmişti.
Aynı
yıllarda(1940'lar) ülkenin sağlığı
oldukça bozuktu. Örneğin, 1947 yılında Eylül ayında 40774 çocuk ishali buna
bağlı 425 ölüm görülmüştür; Kızılay Derneği bu hastalıkla savaşta kullanılmak
üzere sulfoguanidini satışa çıkarmıştır. SSYB, yapılan teftişlerde hastane
mesaisine uyulmadığı nedeniyle bir
genelge yayınlanmış personelini uyarmıştır. 1950 öncesi SSYB yurtdışından
getirttiği Dr.W.Beale'e Türkiye'nin on yıllık sağlık planını hazırlatmıştır.
Buna göre; o yıl 18 milyon olan nüfusun
%75'i kırsal alanda ve dağınık yaşamaktaydı. Plan koruyucu hizmetler ağırlıklı
olmuş, memleket yedi bölgeye ayrılmış, her bir bölgeye bir tam teşekküllü
hastane, bir doğumevi, her 40 köye 10 yataklı bir sağlık merkezi (iki doktor,
bir ebe, bir sağlık memuru ve ziyaretçi ebeler) her on köye bir köy sağlık
memuru ve köy ebesi önerilmiştir. Bu teşkilatın kurulması masrafi 60 milyon
İngiliz Lirası, idamesi 4 milyon İngiliz Lirası olup bir milli sağlık sigortası
kurulacaktır. Kaynak sıtma savaş teşkilatınca kurutulan hastalıkların
gelirinden elde edilecektir. 1945'de Türkiye'de sıtma 10 milyon işgücü kaybı
yapmış, tüberküloz 40-50 bin kişiyi öldürmüştür. Bu ölüm halini durdurmaya
mahsus tedbirlerin sterlinin sağlık mikyaslarından başka bir şeydir, memleketin kendine karşı borçlu olduğu bir
ödevdir ve onu becermek için her fedakarlığa katlanılmalıdır.
1947 yılında Tababet Uzmanlık Tüzüğü yenilenmiştir. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı Dr.Behçet Uz SSYB Bakanı'dır. Bu Tüzüğe göre 22 uzmanlık alanı tanımlanmış, tüm ülke hastanelerinde uzmanlık eğitimi yapılabilir hale gelmiştir. O yıllarda Diploma onanması tıp fakülteleri ve hastanelerce yapılmaktaydı. Bir genelge ile asistanların ek işlerde çalışmaları yasaklanmıştı. Hekimler SSYB tarafından atama için (arapça) dilekçe verdikleri, iltimas yaptırmaya çalıştıkları için ve hasta dosyalarını okunur ve iyi yazmaları için uyarılıyordu. Bu arada memur doktorların yer değişiklikleri de tıp dergilerinde duyuruluyordu.
Refik Saydam Merkez
Hıfzıssıhha Müessesesi
Biyoloji,
İmalat ve Tetkikat Şubesi Mütehassısı.
Nusret Fişek
Aynı Kurumun
Serum
ve Aşı Şube Mütehassıslığına tayini
Hekimler kongrelere
katılıyor, yurtdışından konuşmacılar geliyor, Ankara'da bir sanatoryum
açılıyor, hekim hataları için danışman kurum Yüksek Sağlık Şurası
toplantılarını sürdürüyordu; Sağlık Dergisi'nde:
"Ord.Prof.General Dr.Tevfik Sağlam
Ord.Prof.General Dr.Ahmet K.Atay
Ord.Prof.General Dr.İhsan Hilmi Alantav
Ord.Prof.General Dr.Tevfik Kazncıgil
Ord.Prof.General Dr.Sedat Tarat
Dr.Enver Karam
Dr.Tevfik İsmail Gökçe'den oluşan Yüksek Sağlık Şurası
Bakan Dr.Ekrem Hayri Üstündağ'ın başkanlığında toplanmış, 4 adli ihbar, 31
meslek hastalığı mevzuları yanısıra, Bakanlığı'n bulaşıcı hastalıklar
tedbirlerini gözden geçirmiştir" deniyordu. Prof.Tevfik Salim, Sağlam soyadını almıştı.
Bu arada hekim
sıkıntısı sürüyor, her yer hekim istiyordu. Örneğin 5.5.1953 sayılı genelge
ile:
"DDY ve
Limanları İşletme Genel Müdürlüğü Diyarbakır, Malatya, Toprakkale'de istihdam
edilmek üzere tabibe ihtiyaç olduğunu" bildiriyor, aynı anda Dışişleri
Bakanlığı Bağdat Tıp Fakültesi FRCS Fellow'luğunu duyuran bir burs ilanını
hekimlere iletiyordu.
Hekimlerle ilgili
o güne dek yapılmış bir profil çalışması olmadığından Ankara Tıp Fakültesi Tıp
Tarihi Enstitüsü'nden Prof.Nafiz Uzluk 12 soruluk bir anket hazırlayarak bir
çalışma yapıyordu. SSYB, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nu değiştirme çalışmasını
yine 1950 yılında başlatıyordu.
1953 yılında
Türkiye'deki tıp mensubu şöyleydi:
|
Memur |
Asker |
Serbest |
Yekün |
Tabip |
3.558 |
875 |
2.999 |
7.432 |
Diştabibi |
56 |
58 |
1.128 |
1.242 |
Eczacı |
166 |
178 |
680 |
1.024 |
Ebe |
435 |
|
1.288 |
1.723 |
Hemşire |
1.014 |
306 |
16 |
1.336 |
Sağlık Memuru |
1.759 |
|
377 |
2.136 |
Köy Sağlık Memuru |
1.533 |
|
|
1.533 |
Köy Ebesi |
1.024 |
|
314 |
1.338 |
Ayrıca 22 uzmanlık
dalı vardı, toplam 3722 uzman hekimin 1038'i dahiliye, 526'sı hariciye, 403'ü
nisaiye, 294'ü çocuk uzmanı idi.
İşte 6023 sayılı
Türk Tabipleri Birliği Kanunu böyle bir ortamda 23.1.1953 tarihinde yürürlüğe
girmiştir(Ekler Bölümü).
Bu yasa; Türkiye
sınırları içinde serbest veya resmi vazifeli asker sivil tabip ve diş
tabiplerini içine alan TTB yasasıdır. 2. Maddesi TTB'yi Tabip Odaları, Merkez
Konseyi ve Yüksek Haysiyet Divanı ile Büyük Kongre'den oluşan hükmi şahsiyeti
haiz bir teşekkül olarak tanımlar. TTB, hudutları içindeki hekim sayısı 100'ü
aşan illerde kurulan odaların federatif yapısıdır. Oda genel kurulları Mart ve
Ekim ayında yılda iki kez toplanır, seçime uzaklık nedeniyle katılamayanlar
mektupla oy kullanır". Her zamanki gibi Bakanlıkta hazırlanıp TBMM'den geçen bu yasaya göre TTB'inin
merkezde bir Yüksek Haysiyet Divanı vardı ve 12 asil üye ile 3 müşavirden
oluşuyor ve Ankara'da SSYB'de toplanıyordu. Yüksek Haysiyet Divanı'nın üyeleri
şöyleydi:
SSYB Müsteşarı
Tıp
Fakültelerinden birer deontoloji profesörü
Temyiz Mahkemesi
azalarından bir temsilci
Devlet Şurasınca
seçilen bir temsilci
Büyük kongrece
seçilen en az 20 yıllık ve biri asker hekim olmak üzere 4 üye
Müşavir azalar
ise;
SSYB Personel
Genel Müdürü
SSYB Tabip Odaları
ile ilgili daire temsilcisi
Genelkurmay Sağlık
Dairesi Personel Şube Müdürü idi.
Yasaya göre TTB
Merkez Konseyi'nin çalışma yeri İstanbul'dur. 5 hekim, 2 diş hekiminden oluşur.
1953 yılında yayınlanan Sağlık Dergisi'nin 2. sayısında "TTB Kanununun
yürürlüğe girdiği ve 7 Mart 1953 günü Birlik Merkez Konseyi, Yüksek Haysiyet
Divanı ve Murakıplar için 5 tabip ve 5 diş tabibinin İstanbul'da bölge Etibba odasında
temini yapılacaktır" duyurusu yer almıştır.
Sözü edilen seçim
Mart 1953'de Ankara Numune Hastanesi Salonu'nda Dr.Hasan Yusuf Başla
başkanlığında yapılıyor ve Doç.Dr.Ahmet Rasim Onat Reis, Doç.Dr.Feyzullah
Doğruer İkinci Reis, Op.Dr.Sırrı Alıçlı Umumi Katip, Dr.Hüseyin Salor Muhasip
ve Doç.Dr.Lemi Belger Veznedar seçiliyor. İstanbul bölgesi ile beraber 22 tabip
odası da kurulmuş bulunuyordu.
TTB Merkez Konseyi
Kurucu başkanı Doç.Dr.Ahmet Rasim Onat Dahiliye Şefi olarak 250 uzman
yetiştirdi, 1953-1961 yılları arasında 8 yıl (4 dönem) TTB Başkanlığı yaptı.
İlk Türk Hekimi olarak girdiği Dünya Tabipler Birliği Yönetim Kurulunun 1957-58
yıllarında başkanlığını yaptı. Döneminde hekimlerin sosyal durumlarıyla ilgili
çalışmalar yürüttü. Menderes hükümetinin doktorları kısıtlayan narh kanununa
başarıyla karşı koydu. Türk hekiminin sosyoekonomik yönünü ülkemizde ilk kez
ele alan geniş bir raporu Türk Tıp Kongresine 1958'de sundu. Bu bir anket
çalışmasının sonucu hazırlanmıştı(6790 hekim:1955 yanıt). TTB başkanı sıfatıyla
Türkiye'yi Dünya Tıp Birliği Konseyi'nde uzunca yıllar delege olarak temsil
etti. 1957 yılında bu birliğin toplantısının İstanbul'da yapılmasını sağladı,
İstanbul Bildirgesi(Çatışma Durumlarında Hekim Tutumu) o zaman yayınlandı.
Toplantı özel izinle Yıldız Köşkünde yapıldı. Türk Tabipleri Birliği'nin taban
fiyat belirlemesi(asgari ücret) Dr.Onat zamanında başlamıştır. İradesine düşkün
bir kişi olarak 10 yıl el sürmediği, bıraktığı sigaraya, Türk Tabipleri Birliği
faaliyeti ile ilişkili olarak tekrar başlayıp, 2-3 paket içmesi TTB
çalışmasının zorluğunu açıklar. Mesleğine çok düşkün olması nedeniyle hobisi
yoktu ve her ikisi de profesör olan(Prof.Altan Onat, Prof.Teoman Onat)
oğullarının ifadesi ile "Laikliği, Atatürkçülüğü içine sindirmiş, aşırıya
kaçmayan milliyetçi ve bir bilim adamı"ydı.
Türk Tabipleri
Birliği'nin 6023 sayılı yasa ile yeniden kurulması ile ilgili Dr.Sırrı
Alıçlı(Merkez Konseyi Üyesi)'nın yazdığı ve o dönemi anlatan bir derlemeyi
burada aynen alıyoruz:
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
Günden güne içtimai hayatın, çeşitli ekonomik ve sosyal
şartlarının gelişmesi yüzünden, değişmesi ve ayrıca da hekimliğin
memleketimizde istenen inkişafının temin edilmeyerek meslektaş bağlarının
çözülme isdadı göstermesi sebebiyle, çözüntüleri sebebiyet verdiği hadiseleri
önlemek için gerekli hükümleri ihtiva etmeyen ve aynı zamanda daha ziyade
devletin resmi olmasa bile hareketlerinde ve çalışmalarında hekimi devlete
bağlama gayesini de güttüğünden meslektaşları tarafından iyi karşılanmamış
bulunan eski Etibba Odaları Nizamnamesi ile istenen ve beklenen iş ve
hizmetlerin görülemeyeceği tabii idi.
Kanun ve talimatların müessir olabilmesi için önemli olan
şu iki şartın hiç birisi eski Etibba Odaları Kanununda gereği gibi ifade
edilememişti;
1-Ait olduğu zümrenin hakiki dert ve ihtiyaçlarının
birinci derecede ele alınması,
2-Meslektaşı yalnız vecibelerin ifası ile mükellef bir
insan addederek onun bir de hakkı olduğunu düşünmemesi. Bazı haklara da istinat
etmeyen vecibelerden ibaret kalışı.
İşte 1928-1953 seneleri arasında geçen yirmi beş sene
böylece beklenen neticenin elde edilmemesi ile geçti ve yirmi beş sene Etibba
Odaları topal ve hatta mefluç bir halde bu sebeple kaldı.
Eski Etibba Odaları hiç mi bir iş yapmadı? Şüphesiz
yaptı. Çalıştı, didindi, Kanunun tayin etmediği hususlarda taammülleri harekete
getirdi, meslektaşları birbirine bağlayabilmek için elinden geleni yaptı. Bu
bakımdan yirmi beş sene müddetle Etibba Odalarında çalışan arkadaşlarımızı
takdir etmeliyiz. Eğer onların bu çalışması olmasa idi bugünkü Türk Tabipleri
Birliği Kanunu'na kavuşamazdık. Fakat bütün bu gayretler istenen ve beklenen
semereyi veremeyecekti. Veremedi de... Öyle zamanlar geldi ki resmen kurulmuş
olduğu halde bir çok Etibba Odaları kapılarını kapadılar ve hatta idare edecek
insan bulamadılar. Sağlık Vekaletinin o zaman kafasındaki tek düşünce şu idi:
Türk Hekimini memur olsun, serbest olsun, avcunun içinde
tutmak ve (Çemişkezeğe bir hekim istendiği zaman karşısında bir çok talipleri
görebilmek).
Bu görüş ve mülahaza hekimliği gittikçe boynu bükük bir
hale getirdi ve aynı zamanda onu mesleğin mukaddes gayelerinden bile
uzaklaştırarak adeta, sadece maddeye bağlanan bir hale getirdi ve memleket
efkarı umumiyesinde ve hatta matbuatında karikatürize edilmesine kadar varıldı.
Muztarip insanın sadece ıztıraplarını teskin, ona sıhhi refah ve saadet
bahşetmek gibi sosyal hizmetlerin en ulvisi olan bir hizmeti ifa etmekten
ibaret sanılan ve onun sosyal bir kuvvet, bir memleketi kül halinde refaha
kavuşturabilecek bir unsur olduğu hakikatı asla düşünülmedi ve görülmedi.
Düşünülmedi ki hekim, maddi ve manevi refaha
kavuşturulmadıkça onun hizmetleri beklenen neticeleri asla veremez ve memleket
sağlığı temin edilemez. Sadece emir kulu bir memur gibi karşılanan hekim,
gittikçe tam bir fonctionaire haline gelme yolunu tutmuştu. Bu onun için yegane
kurtuluş yolu gibi göründü. Halbuki hekim ne kadar serbest, ne kadar kendi
görüşünün adamı olursa o nisbette içinde yaşadığı cemiyet için faydalı bir uzuv
olabilir. Onun mesleki düşüncesi idari bir takım mülahazalarla kösteklendiği
gün hem hekim ve hem de memleket zarar ederdi.
Meslek büyüklerimizden intikal eden meslek disiplini,
meslektaş sevgisi, meslekdaş bağlılığı işte bu sebeplerle yavaş yavaş gevşemeye
ve o nisbette de hekimin karakteri de kaybolmaya başlama yolunu tutmuştu.
Bir taraftan eski Etibba Odaları teşkilatında vazife
almış bulunan kıymetli meslektaşlarımızın çalışmaları, diğer taraftan şurada
burada memur veya serbest olarak çalışan meslektaşların söz ve matbuat yolu ile
yaptıkları neşriyat artık bir değişikliğin mutlaka lazım ve zaruretini
gösteriyordu. Mesleğin Türkiye'de bir reformu lazımdı. Hekim, diş hekimi ve
hulasa bütün tıp camiası bir şeyler bekliyordu. Eski ve kifayetsiz Tüzüğün
yerine yeni ve modern telakkileri sinesinde toplayacak yeni bir kanun
bekliyordu.
İşte Türk Tabipleri Birliği Kanunu yani 6023 sayılı Kanun
bu ihtiyacın mahsulüdür. Bu kanunun gayesi; Hekime, ahlaklılık ve istikamet,
sadakat, fedakarlık prensipleri dairesindeki mesleki hizmetlerinin ifasında
yardım etmek ve hazırlayacak olan Deontoloji kaidelerine göre hareket etmesini
temin etmek gibi bir hedef gütmektedir. Bu Haysiyetle Türk Tabipleri Birliği
teşkilatını kendisine dahil üyelerinin yukarıdaki esaslar dairesinde
çalışmasını temin ve tıp mesleğinin şeref ve istiklalini müdafaaya memur etmiş
bulunmaktadır.
Kanunun şumulü; san'atından ve hekimlik sıfatında her ne
suretle olursa olsun maddi karşılıklar temin eden tabip, diş tabibi ve dişçiyi
de şumulü içine almış ve bunları kurulacak Türk Tabipleri Birliği teşkilatına
kayıt olunmağı mecbur kılmıştır. Mesleğin ferdi ve içtimai ihtiyaçlarının bu
Kanun temin edebilecek mi? Şüphesiz edemeyecek ve bu hali ile edemez de. Bu
kanunda değişmesi icap eden maddeler mevcut olduğu gibi, ilavesi icap eden hususlar
da vardır. Şüphesiz bunlar da yapılacaktır. Daha bir senelik ömrü olan bu
Kanunun bu kısa müddet içindeki tatbikatında bir takım aksaklıklar görüldü.
Bütün bunlar odalarımızın umumi heyet toplantılarında ve Oda İdare
Heyetlerimizin tatbikatta gördükleri aksaklıkları önemle dikkate almaları
sureti ile Birliğimizin Büyük Kongresine aksettirilecek ve teşrii yollarla bu
aksaklıkların giderilmesi imkanları araştırılacaktır.
Bir temel atılmıştır. Yapacağımız binanın sağlam, güzel,
işe yarar bir şekilde inşası için Birliğe dahil bütün arkadaşlarımızın birlik
etrafında toplanmaları ve ona kuvvet vermeleri şarttır. Eğer biz bu topluluğu
temin edersek mesleğimizi kuvvetlendirmiş ve yükseltmiş olacak ve bunun
yarattığı enerji, kanunu istediğimiz şekilde geliştirmemizi temine kafi
gelecektir.
2. Kongresi 12
Kasım 1953'de İstanbul'da Cağaloğlu öğrenci lokalinde yapılmış bu kongrede,
hekimleri ilgilendiren yasaların değiştirilmesi önerilmiştir.
3. Büyük Kongre
28.6.1954'de yine Cağaloğlu öğrenci lokalinde yapılıyor, Konseyin daha cesur
davranması öneriliyor, "simsar meselesi" ele alınıyor. Ayrıca bu
kongrede deontoloji nizamnamesi komisyonu çalışmaya başlıyor. 26.6.1955
tarihinde yapılan 4. Kongrede ise Deontoloji Nizamnamesi görüşülerek kabul ediliyor.
Aynı kongrede oda gelirlerinin yetersizliği nedeniyle üyelerden yıllık
gelirleri üzerinden oda aidatı alma konusunda kanun teklifi verme kararı
alınmıştır.
1956 yılında Tıbbi
Deontoloji Nizamnamesi hazırlandı. Dr.Hamdi Dilevurgun bu süreci şöyle
anlatıyor:
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi'nce
1956 yılında hazırlanan Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi, gerekli formaliteleri
tamamlanarak, 19 Şubat 1960 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanmış olup, bu
tarihten iki ay sonra yürürlüğe girmiş bulunacaktır.
Tıp mesleği icrasına dair ahlaki ve sosyal vecibeleri
temsil eden deontoloji nizamnameleri, bilhassa İkinci Cihan Harbinden sonra,
bir hayli memlekette çıkarılmış bulunmaktadır. Bu nizamnamelerin realist bir
hüviyete sahip olabilmelerinin hayli emek istediği muhakkaktır. Türk Tabipleri
Birliği Merkez Konseyi'nin hazırladığı nizamname bu icabı yerine getirmiş
addolunabilir. Çünkü nizamname layihasının hazırlanması bakımından Sıhhat ve
İçtimai Muavenet Vekaletiyle Konsey arasındaki yazılı fikir teatisi, kısa
sürmediği gibi, layiha üzerinde mutabık kalınan metin hakkında Sıhhat
Vekaletinin, usulen diğer vekaletlerden mütalaa alması ve layihanın Yüksek
Sağlık Şurasınca incelenmesi de hayli zaman istemiştir. Yalnız layihanın Şurayı
Devletçe tetkik edilerek nihai şekline getirilmesi rekor teşkil edecek bir
sürat ve intizamla yapılmıştır.
Memleketimizde tıp mesleğinin icrası bakımından pek
esaslı yeri olan Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi metnini aşağıya almakta ve daha
sonra da nizamname hükümlerinin dayandığı temellere dair izahat vermekteyiz.
1957 yılının 27
Haziran tarihinde yapılan kongrede Diyarbakır Tabip Odası'nın merkezi Mardin'e
alınmıştır. Ayrıca Dünya Tıp Birliği'ne ait ve harp zamanlarında hekimi ve
sağlık ünitelerini koruyan beyaz zemin üzerine kırmızı çubuğa sarılı kırmızı
yılan amblemi kabul edildi.
25.6.1959'da
yapılan 8. Kongre ardından 25.7.1960 tarihinde 9. Kongrede çoğunluk
sağlanamadığından 30.7.1960 tarihine ertelendi ve Dr.Ahmet Rasim Onat'ın
hastalığı nedeniyle istifası üzerine yeni bir ekip Merkez Konseyi'ne seçildi.
Dr.Rüknettin Tözüm, Dr.Celal Öker, Dr.İsmail Topuzoğlu, Dr.Selçuk Aybar,
Dr.Suat Vural, Dt.Orhan Dinçer ve Dt.Gazanfer Zembilci Merkez Konseyi'ne
seçildiler.
Bu Kongrede TTB
yasasında; daha özerk bir yapıya izin verecek değişikliğin yapılması, icra
komitesinin Ankara'da olması önerilmiş, Meclise gidecek iki temsilci
seçilmiştir.
10. Büyük Kongre
26.6.1961 tarihinde yapılacakken, yine çoğunluk olmaması nedeniyle 2 gün
ertelenmiş, dönemin SSYB Müsteşarı Doç.Dr.Nusret Fişek Sağlık Hizmetlerinin
Sosyalleştirilmesi ve İhtisas Nizamnamesi hakkında Büyük Kongreyi
bilgilendirmiştir.
11. Kongrede
Dr.Suat Vural, Dr.Abdülkadir Çoruh, Dr.Necdet Çoruh, Dr.Süleyman Yalçın,
Dt.Nihat Berk, Dt.Orhan Dinçer ve Dr.Asil Mukbil Atakam Merkez Konseyi'nde
görev almışlardır. Dr.Asil Atakam Konsey Başkanı olmuştur. Bu kongrede, TTB'nin Yüksek Sağlık Şurası'nda temsil
edilmesi teklifinin Bakanlığa götürülmesi önerilmiştir.
1964 yılı Haziran
ayında yapılan 12. Büyük Kongrede polio aşısı, okul hekimliği, sosyal
sigortalar konuları tartışılmış.
Seçimleri
Doç.Dr.Rüknettin Tözüm ve arkadaşları kazanmıştır. Merkez Konseyi'ne Dr.Vahit
Ege, Doç.Dr.Rükneddin Tözüm, Dr.Necdet Çoruh, Dr.Ferruh Ergene, Dr.Erdal
Atabek, Dt.Tonguç Görker, Dt.Fıtri Öktem, Yüksek Haysiyet Divanı'na;
Prof.Dr.Rasim Adasal, Dr.Namık Dumlu, Dr.Turgut Bodur, Dr.Neşati Üter,
Dt.Muammer Ağabeyoğlu, Murakıp olara da; Dr.Saim Aksan, Dr.Hüseyin Salor,
Dr.Naşit Sunay seçilmişlerdi.
Bu kongrenin 4 gün
süreceği ilan edilmiş ancak iki günde bitirilmiştir. Bazı delegeler sendika
yasasına destek olunmasını istemiştir. Dt.Tonguç Görker Kongreye sendika
konusunda ayrıntılı bilgi vermiştir. Bu arada pek çok delege Tabip odaların
çalışamamasının nedeni olarak federatif yasayı göstermiştir.
Meslektaşların
ilgisizliğinden yakınmanın yanısıra bu kongrede tam gün yasası ve sosyalizasyon
da önemli gündem maddelerini oluşturmuştur.
14. Büyük Kongre
1965 yılında yapıldığında, delegeler "Bakanlığın Türk Hekiminin karşısında
daima kale gibi durduğundan" yakınmışlar, hekimlerin dertlerinin çok
olmasına karşın, Sağlık Bakanlığı'nın ilgisiz olduğunu söylemişlerdir. Aynı
kongrede konuşan Prof.Dr.Rasim Adasal "profesyonel futbolcuların bile
sendikası var, bizim yok, bu suçsa bizim" demiş özlük haklarına ilgisizlikten yakınmıştır. Yine bu kongrede
Diyarbakır delegesi Dr.Tarık Ziya Ekinci de benzer görüşleri dile getirmiştir.
Merkez Konseyi Başkanı Doç.Rükneddin Tözüm Sağlık Bakanı ile yaptığı Doğu
Seyahatinin yararından bahsetmiştir. Bu kongrede Merkez Konseyi'ne Dr.Vahit
Ege, Doç.Dr.Rüknettin Tözüm, Dr.Necdet Çoruh, Dr.Ferruh Ergene, Dr.Erdal
Atabek, Dt.Tonguç Görker ve Dt.Fikri Öktem seçilmiştir. Merkez Konseyi
"Türk Toplumunun sağlık hizmetlerinin en iyi şekilde görülmesi ve halk
sağlığının en iyi şekilde korunabilmesi için gerekli bütün organizasyonlarda
söz sahibi bir Türk Tabipleri Birliği'ni ve Türk Hekiminin hayat seviyesini
yükseltmeyi" hedeflemiştir.
Bilindiği gibi bu
yıllarda Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası gündeme gelmiştir. Türk
Tabipleri Birliği örgütü de bu yasayı derinlemesine tartışmıştır. Yine bu
yıllarda hekimler sendika konusunda duyarlı olmaya çağrılmışlardır. Bir dergi
ise İstanbul ve civarı Memur Hekimler Sendikası haberini vermesini TTB Merkez
Konseyi'nin hoş karşılamadığını düşündüğüne dair bir yazıyı yayınlamıştır
(Mediko Sosyal, Sayı 60, 1966).
1965 yılında
Türk Tabipleri Birliği Kanunu'na göre Tabip
Odalarının sayısı 25'dir ve bir kısmının yönetimleri şöyledir:
TTB Adana Tabip Odası
Üye Sayısı:235
Başkan:Op.Dr.Zeki Butur
Genel Sekreter:Dr.İzzet Özsavaş
Muhasip:Dr.İsmet Sıtkı Uyar
Veznedar:Dt.İzzet Vardar
Üye:Dr.Muhittin Yalçın
TTB Ankara Tabip Odası
Üye Sayısı:1638
Başkan:Dr.Dr.A.Yüksel Bozer
Genel Sekreter:Dr.Ali Alkış
Muhasip:Dr.Hüsamettin Öncan
Üye:Dr.Şükrü Bayındır
Üye:Dr.Saim Bostancıoğlu
Üye:Dt.Bülent Başaran
Üye:Dr.Vedat Pürsünlerli
TTB Antalya-Burdur-Isparta
Tabip Odası
Üye Sayısı:
Başkan:Dr.Muzaffer Çevikol
Genel Sekreter:Dr.Faruk Kadıgil
Muhasip:Dt.Asım Şekerci
Veznedar:Dr.Macit Turgut
Üye:Dr.Orhan Yener
TTB Aydın-Denizli-Muğla
Tabip Odası
Üye Sayısı:250
Başkan:Dr.Dündar Apaydın
Genel Sekreter:Dr.Muzaffer Mutlukul
Üye:Dr.Hayrettin Ünverdi
Üye:Dr.Fahri Orhan
Üye:Dt.Hüseyin Vatansever
TTB Balıkesir-Çanakkale
Tabip Odası
Üye Sayısı:
Başkan:Dr.Hulusi Tankurt
Genel Sekreter:Dr.Turan San
Veznedar:Dt.Hamit Ketenci
Muhasip Üye:Dr.Kılıç Güzelbeyoğlu
Üye:Dr.Erhan Ünalan
TTB Bursa-Bilecik Tabip
Odası
Üye Sayısı:
Başkan:Dr.Pertev Günday
Genel Sekreter:Dr.Aydemir Serbest
Muhasip:Dr.Talat Avşar
Veznedar:Dt.Maksut Yalçınkaya
Üye:Dr.Hayrettin Yılmazsoy
TTB Diyarbakır-Siirt-Mardin
Tabip Odası
Üye Sayısı:118
Başkan:Op.Dr.Enver Atmanoğlu
Genel Sekreter:Dr.Mustafa Sarıkamış
Muhasip:Dr.Haluk Hekimoğlu
Veznedar:Dt.Ümit Arkan
Üye.Dr.Muzaffer Tükel
TTB
Edirne-Kırklareli-Tekirdağ Tabip Odası
Üye Sayısı:160
Başkan:Dr.İbrahim Sakaroğlu
Genel Sekreter:Dr.Muzaffer Sertabipoğlu
Muhasip:Dr.Samil Haras
Veznedar:Dt.Tekin Sayınbaş
Üye:Dr.Nadir Cent
TTB Erzurum-Kars-Ağrı-Artvin
Tabip Odası
Üye Sayısı:300
Başkan:Dr.Demir Tan
Genel Sekreter:Dr.ünalan Eraltuğ
Muhasip:Dr.Turhan Tan
Veznedar:Dr.Nimet Özbaylar
Üye:Dr.Alaeddin Emmez
TTB Eskişehir-Kütahya Tabip
Odası
Üye Sayısı:165
Başkan:Dr.Mete Tan
Genel Sekreter:Dr.Ayhan Arıkan
Muhasip:Dr.Sulki Göksan
Veznedar:Dr.Sinan Girgin
Üye:Dr.Mehmet Ali Denker
TTB Gaziantep-Urfa-Maraş
Tabip Odası
Üye Sayısı:154
Başkan:Dr.Alaeddin Demircan
Genel Sekreter:Dr.Beyhan Barlas
Muhasip:Dr.Kamil Büyükipekçi
Veznedar:Dr.Haldun Sirer
Üye:Dr.Hayri Ayas
TTB Merkez
Konseyi'nin 1966 yılından sonraki başkanı Dr.Erdal Atabek'tir. Dr.Erdal
Atabek'in Türk Tabipleri Birliği örgütü içindeki çalışması çok uzun bir döneme
damgasını koymuştur. İç hastalıkları uzmanı olan Dr.Atabek, SSK konusuyla çok
ilgili olup, bir süre de SSK'da üst düzey yöneticilik yapmıştı. Karizmatik
kişiliği ile Türk Tabipleri Birliği'ni zengin bir çalışma alanı olan bir örgüte
çevirmiştir. Dr.Atabek, seçildiği kongredeki konuşmasında, "TTB'nin son
yıllarda gerçekleri daha iyi değerlendirdiğini; ancak hekimlik gerçeği ile
memleket gerçeklerini birlikte değerlendirerek başarıya ulaşılacağını söylemiş,
hekim özlük hakları ve bunun yanısıra halk sağlığının tam sağlanmasına
çalışacaklarını" belirtmiştir. Bu yıllarda genç hekimlerin desteklediği
tam gün yasası da çıkmıştır(1965). Bu hekimlerin bir gerçeği kabul etmeleridir,
kamuda olacaklar ve nitelikli hizmet vereceklerdir. Maaş kadar ek ödenek tesbit
edilmiştir. Bir yandan da doğuda 224 uygulanmaktadır. Tam gün yasası farklı
yerlerde farklı uygulanmaya başlanmıştır. Daha sonra özellikle üniversite
hastanelerinde döner sermaye gündeme gelmiş, 1965 yılında önemli olan tam gün
ödeneği giderek enflasyona yenik düşmüş ve sıkıntılar başlamıştır.
1970'li yıllara
kadar TTB yine de geleneksel oda kalıpları içinde çalışmıştır. 12 Mart 1971
sonrası oluşan gerginliğinin azalması
ile birlikte tabip odaları ve Merkez Konseyi'nde de bir hareketlenme olmuş.
1975 yılında Ankara, İzmir Tabip Odası Bülteni çıkmaya başlamıştır. Aynı
yıllarda Merkez Konseyi Çağdaş Hekim Dergisi'ni çıkarmaya başlamıştır. 1977
yılında TTB Merkez Konseyi oluşumu seçim sırasında Büyük Kongre'de delegelerce
tamamen değiştirilmiş, Dr.Erdal Atabek Başkan, Dr.Şükrü Güner Genel Sekreter
olmuştur. Dr.Şükrü Güner 1977'ye dek TTB Merkez Konsey'nin "ıssız"
bir yer olduğunu ve yönetimle üye kopukluğunun varolduğunu söyler. 26. Büyük
Kongre, yasada olmasa da üç ayda bir toplanma (Temsilciler Meclisi) ve merkezi
bir yayınla Merkez Konseyi faaliyetlerini duyurma kararı alır. Toplum Hekim böyle
doğar. O dönemde TTB; genel sağlık sigortası, sendika hem de grevli toplu
sözleşmeli sendika ve insan hakları konularını yayınlarında sürekli işler.
"Demokratik üniversite" der, "1 Mayıs yasal"dır der,
"silahlanmaya hayır" der, hasılı çok yoğun, etkin bir çalışma yürütür.
İlginç olacağını düşünerek Dr.Erdal Atabek'in o dönemin bir oda başkanı
"Bedia Abla" ile ilgili yazısını buraya alıyoruz:
Bedia ablamızı yitirdik. Bir beyin kanaması
onu aramızdan aldı. Dr.Naci Kılıç kardeşimizin bir trafik kazasında ölümünden
sonra Antalya Tabip Odası Başkanlığı'na seçilmişti. Her zaman hareketli, her
zaman içten, candan, açık sözlü, yiğit, mert kişiliğiyle hepimizi kendisine
bağlamıştı. İşlek zekası, pırıl pırıl esprileri, doğruları hemen kavrayan,
doğruların hemen yanında yer alan bir heyecan insanıydı Dr.Bedia Kervancıoğlu.
Türk Tabipleri Birliği'ne çok şey verdi. Antalya
bölgesinde yaptığı çalışmalarla yetinmeyen, Büyük Kongrelerde, Temsilciler
Meclisi çalışmalarında Birliğin her "gelin" deyişinde koşar, gelir,
konuşur, etkilerdi. Yorulmadan, usanmadan, canlılığını hiç yitirmeden.
Halkla kaynaşmasını, toplumdaki bozukluklarla savaşı,
savaşkan kişiliğini Köy Enstitülerinde bilemişti. Aksu Köy Enstitüsü'nün
kurucusu, öğretmeni, doktoruydu. Bu göreve Tıbbiyeyi bitirdiği yıl, 1940'da
başlamıştı. Onbeş yıl bu görevde çalıştı. Sonra, Arifiye Köy Enstitüsü'ne
geçti. On iki yıl sonra 1967'de yeniden Aksu Köy Enstitüsü'ne döndü. 1977'de
emekli oldu.
Onun sağlam, renkli, her şeyi tatlı tatlı eleştiren
kişiliğini tanımak bize çok şey kazandırdı. Yazık ki, anlattığı öyküleri,
olayları yorumlarını, söyleşilerini, değerlendirmelerini yazamadık, banda
alamadık. Onları dinlemek zevkiyle yetindik. Ondan aldıklarımızı, bilmiyorum,
nasıl aktaracağız?
Yaşamını hiç vitrine koymadı. İnandıklarına omuz
vermekten hiç kaçınmadı, hiç yorulmadı, hiç yüksünmedi. Büyük insanlara, sağlam
kişiliklere özgü davranışlardır bunlar. Öyleydi. Toplumun çürük değer
yargılarından hiçbirine metelik vermeden, sımsıcak yüreğiyle, özgür, gerçek bir
demokrat, halkına inanmış bir halk doktoru, bir enstitülü, bir eğitimci olarak
yaşadı.
Böyle yaşayanlar ölmez ki...
O yıllarda yapılan
bir Genel Kurul tıp dergilerine şöyle yansır:
22.Büyük Kongre:Kuruluşumuzun 20. yılında
yapılan Büyük Kongremiz Türk hekimlerinin büyük düşünce gücünü, bir Kongreden
çok Türkiye'de sağlık hizmetlerinin bütün aksaklıklarını, çözüm yollarıyla
birlikte ortaya koyan bir seminer ortamı yaratarak tekrar ispatladı.
Tartışmaların gerek kişilik, gerekse bilgi olarak düzeyi, pek çok semineri imrendirecek
kadar yüksekti. Son derece olgun, cesur ve bilinçli delegelerin Merkez Konseyi
çalışmaları ve ülkemizin sağlık sorunları üzerinde yaptıkları değerlendirme ve
eleştiriler, uyarıcı, ışık tutucu ve teşvik edici olmuştur. Türk Tabipleri
Birliği 22. Büyük Kongreden güçlenerek
çıkmıştır. Tabip Odaları maddi ve manevi büyük engellere rağmen, azimle
görevlerine devam etmektedirler. Bu konuda zaman zaman üyelerimize bilgi
sunacağız.
O
dönemin Merkez Konseyi'nin ülkede yapılan seçimlerle ilgili görüşü şöyledir:
14 Ekim Seçimleri:14 Ekim günü bütün yurtta
yapılan genel seçimler çok çevrede "sürpriz" diye nitelenen sonuçlar
vermiştir. Seçimden önce yapılan tahminlerin genel havası, Cumhuriyet Halk
Partisi oylarının artacağı, Adalet Partisi oylarının azalacağı Adalet
Partisinin en çok oy alan parti niteliğini sürdüreceği merkezinde idi. Ancak
,sonuçlar böyle olmamış, Cumhuriyet Halk Partisi oyların en çoğunu alarak,
milletvekili sayısını bütün partilerin üstüne çıkarmıştır. Nisbi temsil
sistemine göre yapılan seçimlerden sonra Koalisyon Hükümetlerinin kurulması
esasen beklenmekte idi. Hiçbir partinin tek başına Hükümeti kuracak sandalyeye
sahip olmaması koalisyonu zorunlu kılmaktadır. Türk Tabipleri Birliği için
önemli olan iki hususun birincisi, Hükümetin kuracak partilerin program ve
bildirgelerinde açıkladıkları sağlık politikalarıdır. Türk Tabipleri Birliği,
gerek iktidarda, gerekse muhalefette bulunan partilerin seçim bildirgelerinde
ve programlarında açıkladıkları sağlık hedeflerini inceleyecek ve çalışmalarını
Birliğin ilkeleri açısından yürütecektir. Bu bakımdan, Türk Tabipleri Birliği
tarafından yapılan çalışmalar bitmiştir. Şimdi Hükümetin kurulması
beklenmektedir. Gerek iktidar partileriyle, gerekse muhalefet partileriyle
yapılacak temaslar bu çalışmaların ışığında sürdürülecektir. Bu konuda,
önümüzdeki sayılarda yapılan çalışmanın bir özetini sunarak hangi partinin
sağlık konusunda düşüncesinin ne olduğunu üyelerimize sunacağız.
Seçim sonuçlarının Türk Tabipleri Birliğini ilgilendiren
ikinci bölüm hekim milletvekilleri ve senatörlerdir. Parlamentoya giren
meslektaşlarımıza büyük yükümlülükler ve sorunluluklar düşmektedir. Başta 6023
sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu'nun tadili olmak üzere, sağlık sigortası,
1219 Sayılı Kanunun tadili, Sağlık Hizmetleri Personel Kanunu gibi çok önemli
konular meslektaşlarımız olan parlamenterlerden özel bir ilgi beklemektedir.
Büyük Millet Meclisi'nin ilk günlerini izleyen bir tarihte bütün hekim
milletvekilleri ve senatörlerle ortak bir toplantı yapılacak ve görüşlerimiz
kendilerine açıklanarak bütün hekim camiasının gözlerinin meslektaşlarımızın
üstünde olduğunu belirteceğiz. Sonraki çalışmalar hakkında da gerek
üyelerimize, gerekse kamuoyuna bilgi vereceğiz. İnancımız odur ki, hekim
milletvekili ve senatör arkadaşlarımız her zamankinden daha etkili bir çalışma
dönemini başarmak hususunu iyi değerlendirecekler ve hem ülkemize hem de
camiamıza çok daha yararlı bir ortamı sağlayacaklardır. Daha şimdiden ümitli
olmak için çok neden vardır ve bu nedenlerin başında Türk Tabipleri Birliği
Büyük Kongrelerinde davalarımızı dile getirmiş arkadaşlarımızdan bazılarının
Parlamentoya girmiş olmaları gelmektedir. Bütün parlamenter meslekdaşlarımıza
başarılı çalışmalar dileriz ve kendilerine yardımcı olmak için elimizden geleni
yapacağımız belirtiriz.
Bu arada oda
sayısı 33'e çıkar ve odaların katılımı ile pek çok yerel temsilciler meclisi
toplantıları yapılır. 1980 öncesi son Büyük Kongre (28. Kongre) 1979
Haziran'ında İstanbul'da yapılır, bu kongre ayrıntısı şöyle verilebilir:
Türk Tabipleri Birliği 28. Büyük Kongresi
28-30 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Kongrenin ilk gününde kalabalık bir
konuk topluluğu hazır bulundu.
Başkan Dr.Erdal Atabek'in açış konuşmasından sonra Büyük
Kongre Divan seçimine geçildi. Doç.Dr.Altan Kayan divan başkanlığına seçildi.
Başkan Yardımcılığına Dr.Salim Canoğulları, divan katipliklerine Dr.Ersan
Boysan ve Dt.Tayfur Doğu seçildiler.
Kongreye katılan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Sayın
Dr.Mete Tan, özellikle Türkiye sağlık hizmetleri ve tam gün yasası konusunu
içeren bir kounşa yaptı. Konuklardan DİSK Genel Başkan Vekili Rıza Güven,
İstanbul Barosu Başkanı Orhan Apaydın, SSK Genel Müdür Yardımcısı Dr.Engin
Tonguç, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Cemi Demiroğlu, TMMOB adına
Yalçın Çilingir, TÖB-DER Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu ve TÜS-DER Genel
Başkanı Hasan Fehmi Mavi birer konuşma yaptılar.
Öğleden evvelki açılış toplantısından sonra öğleden
sonraki oturumda Büyük Kongre'nin diğer gündem maddelerine geçildi Çalışma
Raporu Genel Sekreter Dr.Şükrü Güner tarafından okundu. Mali rapordan sonra
tartışmalara geçildi.
28. Büyük Kongre, katılım yönüyle en fazla delegenin
hazır bulunduğu kongre idi.
Rapor üzerinde görüşmelere ve tartışmalara ikinci gün de
devam edildi.
Üçüncü gün seçimlere geçildi. Büyük Kongre'den sonra yeni
seçilen Merkez Konseyi üyeleri aralarında toplanarak görev bölümü de yaptılar.
28. Büyük Kongre sonuçlarına göre görev alan Merkez
Konseyi Denetim Kurulu ve Yüksek Haysiyet Divanı üyelerinin isimleri şunlardır:
Merkez Konseyi Üyeleri:
Genel Başkan:Dr.Erdal Atabek
II.Başkan:Doç.Dr.Esat Eşkazan
Genel Sekreter:Dr.Şükrü Güner
Sayman:Dt.Sevinç Özgüner
Veznedar:Dr.Fazıl Yazıcı
Üye.Dr.Mücahit Atmanoğlu
Üye.Dt.Sinan Yıldız
Denetleme Kurulu Üyeleri:
Dr.Selami Birgen
Dr.Alkar Taşan
Dr.Semiha Kutay
Yüksek Haysiyet Divanı Üyeleri:
Dr.Tarık Ziya Ekinci
Prof.Dr.Türkan Saylan
Dr.Nazmi Boratav
Dr.Erdoğan Ererdal
Dt.İsmet Koray
Dt.İhsan Görgün
Bu kongrede de
belirtildiği gibi Türk Tabipleri Birliği önceliklerini; demokratik haklar ve
özgürlükler, halk sağlığı, hekim hakları ve yararları, tıp eğitimi ve sağlık
hizmetinin denetimi olarak belirlemişti.
Bu yıllarda
çeşitli illerde (Adana, Diyarbakır, Ankara) Temsilciler Meclisi toplantıları
yapılır. Bunlardan birisinde yapılan Tıpta Uzmanlık Tüzüğü tartışmasını ilginç
olduğu için buraya alalım:
Sayın Temsilciler,
Dört aylık çalışma döneminde yoğun çalışmalar yapılmış,
önemli aşamalar geçirilmiştir. Büyük Kongre'den sonra hemen başlayan
çalışmaları şöyle özetleyebiliriz:
1-Tıp Uzmanlıkları Tüzüğü:
Büyük Kongre'nin bitişinin ertesi günü toplanan
olağanüstü Yüksek Sağlık Şurası'nda tek konu olan "Tıp Uzmanlıkları Tüzüğü
(Tababet Uzmanlık Tüzüğü) görülmüştür. 1.7.1978 tarihinde yapılan bu toplantıda
Türk Tabipleri Birliği Büyük Kongresi'nin kararı doğrultusunda temsilcimiz
tarafından yapılan açıklama diğer Şura üyeleri tarafından oybirliği ile
desteklenmiştir. Böylece, Bakanlıkça hazırlanan taslağın kabul edilmemesi, yeni
saptanacak ilkelerle yeni bir taslağın anahatlarının hazırlanması karara
bağlanmış, bu hazırlık için Prof.Dr.Bedii Gordon ve Dr.Erdal Atabek
görevlendirilmiştir. Bu hazırlık Kasım ayı sonunda yapılacak Yüksek Sağlık
Şurası toplantısında görüşülecektir.
Merkez Konseyi "Tıp Uzmanlıkları Tüzüğü"nün
değişmesi gerektiği görüşündedir. Ancak, bu değişikliğin nedenleri konusunda
Sağlık Bakanlığı'ndan ayrı görüştedir. Bu konudaki Bakanlık çalışmaları,
Bakanlığın en başarısız çalışmalarından birisi olmuştur. Bakanlığın hazırlanan
taslaktaki asıl amacı; dolaylı bir yıllık zorunlu hizmeti uzmanlık eğitimi
içinde saklayarak gerçekleştirmektedir. Bir diğer öğe olarak da; tıp uzmanlık
alanlarını tıp dışı branş mensuplarına daha geniş açma isteği göze
çarpmaktadır. Yapılan hazırlığın ulusal sağlık politikası açısından, ilkeleri
açısından, yöntemi açısından büyük yanlışları vardır.
Merkez Konseyi olarak "Tıp Uzmanlıkları
Tüzüğünün" değişmesinin nedenleri konusunda görüşümüz şöyledir:
1.1.Tıp Uzmanlıkları Tüzüğü Tıp Fakülteleri Eğitimi
Uzmanlık Eğitimi -Mezuniyet sonrası eğitim zincirinin bir halkası olarak
değişmelidir. Uzmanlık eğitimi, tıp eğitiminin eksikliklerini giderme eğitimi
değildir. İyi bir uzman olmanın ilk koşulu iyi bir pratisyen hekim olmaktır. Bu
da ancak, tıp fakültelerinde sağlanabilir. Tıp fakültelerinde eğitimin beş
yılda bitirilmesi ilkesi kabul edilmeli, altıncı yıl meslek uygulama
(intern'lük) dönemi olmalıdır. Beş yılın sonunda diploma verilmeli, altıncı
yılın sonunda diploma tescil edilmelidir. Meslek Uygulama döneminde hekimler, ancak
bir uzman denetiminde fakülteler, eğitim niteliği taşıyan kamu kuruluşu
hastaneleri ve merkezlerinde çalışmalı, bu süre devlet memurları statüsünde
sayılmalıdır. İyi bir pratisyen hekimin eğitim eksikliği nedeniyle uzmanlığa
yönelişine gerek kalmamalıdır.
1.2.Ulusal sağlık politikasında temel örgütlenme modeli
sosyalleştirmedir. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesinin özü
"pratisyen hekimliğe" dayanır. Bu bakımdan ülkenin daha çok pratisyen
hekime, daha az uzman hekime gereksinmesi vardır. Bu nedenle uzmanlaşma oranı
azaltılmalı, bu uzmanlar da temel dal uzmanlıklarına yöneltilmelidir.
Bakanlık taslağı tam tersine amaçlara yönelik olduğu için
yanlıştır.
Temel dal uzmanlıkları saptandıktan sonra özel dal
uzmanlıkları yerine "sertifika" sistemi konmalıdır.
1.3.Tıp uzmanlıkları eğitimi bir program anlayışına
dayanmalıdır. Bugünkü "şefe bağlı eğitim" yerine "programa bağlı
eğitim" uygulanmalıdır. Program uygulama ve denetimlerinde "objektif
kriter" sistemi getirilmelidir. Böylece kurumlar arasında eğitim
farklılıkları da bir ölçüde giderilmiş olacaktır.
1.4.Tıp uzmanlık eğitimi süreleri de subjektiflikten
kurtarılmalıdır. Bugünkü süre saptamada asistan bulunup bulunmaması, yardımcı
hekim gereksinmesi gibi eğitimle ilgili olmayan faktörler elimine edilmelidir.
"Toplum için uygulama"da bu tür bir faktör olduğu eğitimle ilgili
olmadığı bir yanlıştır.
Tıp uzmanlık eğitimi sürelerinin saptanmasında
uygulanacak "program" asıldır. Her dal için yetkili bilim kurulları
"ana programı" hazırlamalı, bu programın uygulanacağı süre de
"uzmanlık eğitiminin süresi" olmalıdır. Bu konu için ilk iş; her
uzmanlık dalı için "yetkili bilim kurulları"nın oluşturulmasıdır.
1.5."Tıp Uzmanlık Eğitimi"nin yönetim ve
denetimi demokratikleştirilmelidir. Bu konuda ağırlık giderek Türk Tabipleri
Birliği'ne kaydırılmalıdır. Seçimle gelen üyelerin "Uzmanlık Düzenleme
Kurulu"nda sayıları artırılmalıdır.
Bu ilkeler ve ayrıca gündemde tartışılacak görüşlerle
"tıp uzmanlıkları tüzüğü"nün temel dayanakları ortaya çıkacaktır.
Bu konuda Büyük Kongre kararı uygulanmış ve sonuç
alınmıştır.
2-Yüksek Hekimler Kurulu
Israrla üzerinde durduğumuz, mesleğimiz için büyük bir
güvence, örgütlü savaşımımız için büyük bir aşama olacak "Yüksek Hekimler
Kurulu" bizzat Sayın Sağlık Bakanı'nın kamuoyuna açıkladığı gibi
benimsenmiş durumdadır.
Siyasal iktidara bağımlılığı azaltacak, atama ve yer
değiştirmelerde "objektiflik" esaslarını getirecek, yönetimin
demokratikleşmesinde önemli bir adım olacak "Yüksek Hekimler Kurulu"
sağlık hizmetlerindeki süreklilik ve kararlılığın önemli bir dayanağıdır.
Kısa bir zamanda kurulması için her türlü çabanın
harcandığı "Yüksek Hekimler Kurulu" önemli bir dönemeç olacaktır.
Nitekim; böyle bir güvence olmadığı içindir ki Kayseri
Tabip Odası Başkanı Dr.Osman Güney valilik önerisiyle il dışına atanmak
istenmiştir. Oda Başkanımız derhal Merkez Konseyi'ne başvurmuştur. Merkez
Konseyi derhal tel ve telefonla temsilcileriyle konuyu Sayın Sağlık Bakanı ve
Müsteşarına iletmiş, yapılan işlemin durdurulmasını istemiştir. Sayın Bakan
işlemi derhal durdurulduğunu, kendisinin olayı tahkik ettireceğini, sonuçtan
bilgi vereceğini söylemiştir.
Hekim atama ve yer değiştirmeleri her siyasal iktidar
döneminde subjektif olmaktan kurtulmamıştır. MC döneminde kasıtlı ve bilerek
yapılan kıyımların acısını hep birlikte çektik. Bu dönemde de çeşitli baskılar
-doğru ya da yanlış- işlemlere Bakanlıkları sürüklemektedir. Önemli olan;
yapılan işlemin doğruluğu ve yanlışlığından çok kararların subjektif ve anti
demokratik olmasıdır.
Objektif ve demokratik kararların doğru yöntemi
"Yüksek Hekimler Kurulu"nun en kısa zamanda kurulup işlerliğe
kavuşmasıdır.
Türk Tabipleri Birliği 29. Büyük Kongresi Yapıldı
29. Büyük Kongre Genel Başkan Dr.Erdal Atabek'in
konuşması ile açıldı. Divan Başkanlığı'na Antalya Tabip Odası Başkanı Dr.Rifat
Yenigün, II.Başkanlığa Edirne Tabip Odası Başkanı Dr.İbrahim Sakaroğlu, Divan
Sekreterliklerine İzmir Tabip Odası Delegeleri Dr.Avni Aydemir, Dr.Doğan Akyol
seçildiler. Konuklardan SSYB Müsteşarı Enver Şenerdem, Veteriner Hekimleri
Birilği Merkez Konseyi adına Tuğrul Ülgen, TMMOB adına Ernur Kalender, Barış
Deneği adına Enis Coşkun birer konuşma yaptılar. Daha sonra çalışma dönemi
içinde katledilen Merkez Konseyi Saymanımız Dr.Sevinç Özgüner ve Gaziantep delegemiz
Dr.Rauf Yılmazer'in anısına bir anma töreni yapıldı.
Çalışma Raporunun okunmasından sonra Tabip Odası
delegeleri çalışma raporu üzerine görüşlerini belirttiler.
Konuşmalarda daha çok can güvenliği, tam süre yasası
uygulamaları ve sağlık alanında yapılan tayinler gündeme getirildi.
Daha sonra Büyük Kongre Delegeleri Merkez Konseyi'nin
1979-1980 çalışma dönemini, mali bütçe ve yeni bütçe tasarısını onaylayarak,
Kararlar Komisyonunun hazırladığı tüm kararları oybirliği ile kabul etti.
TTB 29. Büyük Kongresi
Kararlar Komisyonu Raporu
Kararlar Komisyonu 28. Büyük Kongre kararlarına ek olarak
aşağıdaki konuları da gözönüne alarak 29. Büyük Kongre kararlarının
düzenlenmesini, TTB Merkez Konseyi'nce yapılmasını önermektedir.
1-TTB Büyük Kongresi, günümüzün en yakın sorunu olarak
tüm demokrasi güçlerinin faşizme, emperyalizme ve şövenizme karşı güç ve eylem
birliğinin sağlanmasının ertelenmez bir görev olduğunu vurgular ve bunun yerine
getirilmesinde kendisine düşen görevi eksiksiz olarak sağlanmasına,
Bu konuda aynı zamanda Tabip Odaları arasında Tabip
Odaları üyeleri arasında ve sağlık alanında örgütlenmiş, anti-faşist,
anti-emperyalist, anti-şövenist ilkeleri savunan tüm demokratik kitle örgütleri
arasında öncelikle sağlanmasının gerekliliğine,
2-Günümüzde işkenceler konusunda daha aktif girişimlerde
bulunulmasına ve Barolar Birliği ile birlikte davranılmasına,
3-Yurt dışındaki mesleki ve demokratik kuruluşlarla
ilişkilerin geliştirilmesine,
4-SSK ve SSY Bakanlığında uygulanan rotasyon uygulamalarına
karşı çıkılmasına,
5-Sürgün, kıyım ve demokratik haklarımızın gaspedilmesine
karşı aktif savaşım geliştirilmesi,
6-Özlük sorunlarına karşı mesleki etkin kitle eylemlerini
geliştirilmesi,
7-Hekimin Sesi ve Toplum ve Hekim'in üyelerimizin istemlerine
daha uygun bir niteliğe kavuşturulması,
8-Merkez Konseyimiz en kısa zamanda merkezi bir yerde
olağanüstü Temsilciler Meclisi Toplantısı yapması ve gündemin tek maddeli
olarak "Etkin ve Demokratik" haklarımızın sınırlandırılması olarak
tesbitine en kısa süre içinde tüm Odalarımızın üyeleriyle toplantılar yaparak
eğilimi saptaması yapmalarının gerekliliğine,
1980'li Yıllar:
Askeri müdahale
ile birlikte bazı odalar ve İstanbul Merkez Konseyi kapatılır, tüm evraklara el
konur. Yönetim 141 ve 142'ye muhalefetten Diyarbakır'da yargılanır. 1980
sonrası MGK'nın sağlık alanındaki çalışmalarına TTB dört temsilci gönderir,
6023 sayılı yasa 1983 yılında 65 ve 83 sayılı kanun hükmünde kararname ile 2
kez değişikliğe uğrar. Bu değişikliklerden merkezin Ankara'ya alınması asker
hekimlere üye olma yasağıdır, kamuda çalışana üye olma zorunluluğunun
kaldırılmasıdır. Ayrıca odaların gözetim idari ve mali denetimi Sağlık
Bakanlığı'na verilir.
1984 yılında artık
Ankara'da oturma zorunluluğu olan Merkez Konseyi üyelerini de seçecek Büyük
Kongre toplanır ve Merkez Konseyi seçimleri yapılır. Prof.Nusret Fişek Türk
Tabipleri Birliği örgütünün 7. başkanı olur.. Prof.Fişek'in kişiliği, birikimi
Merkez Konseyi çalışmalarına yansıdı. Prof.Dr.Nusret Fişek; halka çağdaş sağlık
hizmeti götürmek üzere 224 sayılı yasaya dayalı Sağlık Hizmetlerinin
Sosyalleştirilmiş Örgütlenme modelini kurmuş, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı, Refik
Saydam Hıfzıssıhha Okulu Müdürü ve Hacettepe Üniversitesi'nde kurucusu olduğu
Toplum Hekimliği Enstitüsünde çok önemli hizmetlerde bulunmuştur. Emekli
olduktan sonra ülkemiz hekimlerine TTB Başkanı olarak hizmet götürmeyi
sürdürmüştür. Halkın sağlık hakkı, sağlık hizmetinin kamu görevi olarak
algılanması, hekim haklarını elde etmekte birlik ve beraberliğin önemini hep
vurgulamış ve pek çok görüşü TTB'nin temel ilke ve amacı olmuştur. Sağlık
Hizmetleri Temel Yasası, Zorunlu Hizmet Yasaları TTB'nin bu dönemine rastlar.
1987-88 yıllarının geniş hekim eylemliliği örgüte canlılık katmıştır. 4 Eylül
1988'deki TTB Temsilciler Meclisi'nde geniş bir katılım olmuş ve "hekimlik
onuru ve özlük hakları bildirgesi" yayınlanmıştır. Bunun ardından ATO'nun
örgütlenme çabası ile 3 il'de geniş katılımlı beyaz yürüyüşler yapılmıştır. O
dönemde odalarımızı canlandıran Ankara Tabip Odası'nın başlatığı bu eylemlerle
ilgili Merkez Konseyi'nin yazıları şöyle:
Tarih:25.10.1988
Sayı:3254/3293-88
TABİP ODASI BAŞKANLIĞINA
Ankara hekimleri 23 Ekim 1988 günü Ankara'da hasta ve
hekim haklarını savunduklarını duyurmak için görkemli bir yürüyüş yapmıştır.
Ankara Tabip Odası'nın üçbin küsur üyesi olduğu hatırlanırsa, yürüyüşe
ikibinden fazla hekimin beyaz gömlekleri ile katılması hekimlerimizin haklarını
savunma konusunda kararlılığının kanıtıdır.
Ankara Tabip Odası Başkanı Dr.Selim Ölçer yürüyüş
başlamadan, ekli olarak sunulan güzel ve etkili bir konuşma yapmıştır.
Yürüyüşte hekimlerin taşıdığı pankartlardaki yazılar da ilişiktedir. TTB
Başkanı Prof.Dr.Nusret Fişek yaptığı kısa bir konuşmada Ankara Tabip Odası
yöneticilerini kutlamıştır. Prof.Fişek, konuşmasında:"Sorunlarımız çözmek
için hükümet yetkilileri ile yazışma ve görüşme çabalarımızı yıllardır
sürdürdük. Sonuç alamadık. Hastaların ve hekimlerin haklarına kavuşmaları için,
yasalar çerçevesinde, hükümeti rahatsız etme eylemlerine geçme zamanı
gelmiştir" dedi.
Bilgilerinize sunuyoruz.
Saygılarımla,
TTB
Merkez Konseyi
Genel
Sekreteri
Doç.Dr.Ragıp
Çam
Ankara Tabip Odası Başkanı Dr.Selim ÖLÇER'in "Sessiz Hekim
Yürüyüşü" Açış Konuşması
Yaklaşık son bir yıldan beri yoğun biçimde biz Ankara
Tabip Odası olarak hekimlerin çalışma koşulları ve yaşam düzeyi ile ilgili
kamuoyunu ve yetkilileri uyarmaya çalışıyoruz. Yalnız biz değil TTB ve buna
bağlı tüm tabip odalarının yöneticileri aynı işi yapmaktadırlar. Basının da
yardımıyla kamuoyuna sesimiz nisbeten ulaştıysa da yöneticiler hekimlerin
sesine kulağını tıkamayı sürdürüyorlar.
4 Eylül'den beri Ankara'da siz hekimlerle birimlerde
biraraya geldik konuştuk, talep ve görüşlerimizi belirten Temsilciler Meclisi
kararlarını hep beraber imzaladık, kamuoyuna yönelik gazete ilanı için aramızda
para topladık, ilan yayınlandı, nöbet dilekçelerini vererek tuttuğumuz
nöbetlerin ücretlerini istedik. Ve bugün yürümek için burdayız. Tüm bunları
yaparken amacımız şudur:
.Biz hekmler; ülkemizde sağlık hizmetlerindeki bunalımdan
rahatsızız.
.Biz hekimler; sağlık hizmetleri alanlara yani halkımıza
vatandaşımıza layık olduğu hizmeti sunamamaktan dolayı üzüntü duymaktayız.
.Biz hekimlerin büyük çoğunluğu, diğer çalışan insanlar
gibi hayat pahalılığından gerçek ücretlerimizdeki gerilemeden, yaşam
düzeyimizdeki düşme, çalışma koşullarımızın kötülüğünden ,herkesten fazla ve de
karşılıksız çalıştırılmaktan rahatsızız.
.Yine biz hekimlerin çoğunluğu; devletin olanaklarını
yalnızca kendi çıkarı için kullanan gayri meşru kazanç peşindeki 3-5
meslektaşımız yüzünden hepimize çıkarcı gibi bakılmasından rahatsızız. Ve diğer
meslek gruplarında da varolan bu çıkarca insanlara ait lekenin tümümüze
bulaşmasından rahatsızız.
.5000 hekim üretilmesi için kalitenin feda edilmesinden
rahatsızız.
.Ve biz hekimler son yıllarda demokratik olmayan zoraki
görevlerle karşı karşıya kaldığımız yetmezmiş gibi hiçbir vatanseverin
başkasına söylememesi gereken sözlere de muhatap olduk. Bundan çok rahatsızız.
Ve yine biz hekimler birlik olamamanın acısını çok
çektik, bedelini ağır ödedik.
Ama artık şimdi birlik ve beraberlik içindeyiz. Ve
diyoruz ki;
.%2.5 bütçeyle ne halkımıza düzeyli kaliteli hizmet
verilebilir ve ne de sağlık sektöründe çalışan hekim ve diğer sağlık
personeline hakettiği ücret verilebilir. Öncelikle SSYB bütçesinin payı DSÖ'nün
önerdiği miktara yani en az %10'a yükseltilmelidir.
.Ulusal bir sağlık politikası oluşturulmasının ve sağlık
hizmetlerinin modernizasyonunun zamanı gelmiş ve geçmektedir.
.5000 hekim üretiminden bir an önce vazgeçilmeli,
gecekondu tıp faklütelerinde eğitime son verilmelidir.
.Hastayla hekim arasına para girmesi çirkinliğine son
verilmeli, hekimler ve sağlık personeline hakettikleri, geçinebilecekleri, yaşam
düzeylerini koruyabilecekleri ve onurlarına yakışır bir ücret verilmelidir. Biz
hiç kimseden fazla para ve imtiyaz istemiyoruz, biz de bazı meslek gruplarına
verilen kadar kira tazminatı, fazla mesai ücretleri, iş riski, iş güçlüğü,
eleman teminindeki güçlük ödemeleri, sosyal olanaklar, servis, tatil yerleri
vs. istiyoruz ve bunlar bir an önce verilmelidir.
.Buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum. Sayın hekim,
dişhekimi, eczacı ve veteriner parlamenterler, Sayın TBMM Sağlık Komisyonu
üyeleri, TBMM'de SSYB bütçesi görüşülürken sağlık sektöründeki krizden sağlık
personelinin sorumlu olmadığını belirten ve SSYB bütçesinin en az %10'a çıkması
için çaba gösteriniz. Bu hem iyi vekalet etmekle yükümlü olduğumuz vatandaşa
karşı bir görev ve hem de aramızdan çıkan insanlar olarak bize karşı bir
borcunuzdur.
.Sayın SSYB referandumdan önce hekimlerin haklı olduğunu
ve önerilere açık olduğunuzu belirttiniz .Aradan bir ay geçti hala sizden bir
açıklama yok. Üstelik SSYB bütçesi aynı olarak TBMM'ye sevkedilirken, hiç ses
çıkarmadınız bazı yetkililer gibi örneğin Sayın Milli Eğitim Bakanı, Sayın
Bayındırlık Bakanı ve Sayın Genelkurmay Başkanı gibi ilgili bakanlık
bütçelerinin kısılması üzerine demeçler verip Sayın Başbakan nezdinde girişimde
bulunabilirdiniz. Hiçbir yeş olmazsa da sizi haftada 45 saat çalışmanın
üzerine, Anayasa angaryayı yasakladığı halde angarya niteliği taşıyan
nöbetlerin karşılığını ödemeye çağırıyoruz. Ayrıca partizanca atamalara ve tıp
alanına karşı bilim dışı saldırılara engel olmaya da çağırıyoruz.
.Ve Sayın Başbakan katılımcı demokrasinin birer öğesi
olan bizlere yani hekimlerin sesi olan tabip odalarının sesine lütfen kulak
veriniz, hekim-hasta ilişkilerinin kalitesinin iyice bozulduğu, sağlık
sektöründe çalışanların sorunlarının giderek arttığı bu duruma son vermek için
yetkilileri uyarınız.
.Ve son çağrım hekimlere çok uzun zaman sonra arzu
ettiğimiz bir birliği elde etmek üzereyiz. Birlik olmamız için illaki kötü
günler mi yaşamalıyız?
Eğer gelecekte güzel günler bekliyorsak, birliğimizi
pekiştirelim, mesleki örgütümüz TTB ve ona bağlı tabip odalarının etrafında
birleşelim, sesimizi yükseltelim. Birlikteliğimiz güçlendikçe bütün
meslektaşlarımızın hak ve çıkarlarını korumanın en iyi yolu olan sendikal
birliğimizi kurma, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi "hekim
sendikalarını" hayata geçirmemiz kaçınılmaz olacaktır.
Onurlu ve saygın bir hekimlik için elele, hep birlikte...
Tarih:2.12.1988
Sayı:4026-4064/88
TABİP ODASI BAŞKANLIĞINA
İzmir Tabip Odası üyemiz hekimler 27.11.1988 günü İzmir'de
"Artan sağlık ve hekim sorunlarını protesto" adlı ve amaçlı görkemli
bir yürüyüş yapmışlardır. Katılımın çok yoğun olduğu bu yürüyüş haklarımızın
savunulmasında bir kere daha ne kadar kararlı olduğumuzu göstermesi bakımından
çok önemlidir.
İzmir Tabip Odası Başkanı Dr.Orhan Süren'in yürüyüş
başlamadan önce yaptığı konuşmayı ve yürüyüş sırasında meslektaşlarımız
tarafından taşınan pankartlardaki yazıları ilişikte sunuyoruz.
Bilgilerinizi rica ederiz.
Saygılarımla,
TTB
Merkez Konseyi
Genel
Sekreteri
Doç.Dr.Ragıp
Çam
Sayın Dinleyenler,
Değerli Meslektaşlarım,
İzmir Tabip Odası yönetimi olarak benimsediğimiz temel
prensiplerden biri, kuruluş yasamıza uyum sağlamak, siyasetten uzak durmak ve
partilerin dışında kalmak olmuştur. Bizim oda olarak konumuz sağlıktır, iyi
yapılanı, doğru olanı alkışlarız, odamızdan yardım istenirse seve seve göreve
koşarız. Fakat yanlış olanı da, eksik olanı da duraksamadan söyleriz, yapılması
gerekli olanları da hükümetlerden isteriz.
Bugün bu anlamda buradayız. Bu, hekimlerin sokağa
dökülmesi değildir. Kötüye giden sağlık koşullarını ortaya koymak, çözümlerini
istemek odamızın yasal görevidir, görevimizi yapıyoruz.
Yaptığımız yürüyüş, ilgili makam ve kişilere açık bir
dilekçedir. Dilekçemizin adresi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hükümet, Sağlık
ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'dır.
Sayın izleyenler, sağlık ve hekim sorunlarının hergün
biraz daha arttığını üzülerek izliyoruz. İnsan sağlığının bu boyutlarda pahalı,
paraya bağımlı olduğu bir dönem yaşanmamıştır. Hastanelerimiz dertli,
yöneticileri dertli, hekimler dertli, sağlığına çare arayan halkımız dertlidir.
Sağlık hizmetlerinde sorunlar bağırır hale gelmiştir. Enflasyonla mücadele adı
altında, sağlık hizmetlerinde yapılması düşünülen önlemler kötü gidişi daha da
artırıcı olacaktır. İktisat edilmesi gerekiyorsa sağlık hizmetlerine kesinti en
son akla gelmelidir.
Can sıkmak için değil, laf olsun diye değil, çare
bulunmasına faydası olsun diye sorunları dile getiriyoruz.
Hastanelerimizin en büyük derdi bütçe sorunudur. Yıllık
bütçe olarak istenilenin hemen hemen yarısı veriliyor. Geriye kalan yarısının
döner sermayeden sağlanması için yöneticiler, meslektaşlarımız zorlanıyor.
Yılın 6.-7. Aylarından sonra ihtiyaçların döner sermayeden sağlanması
gerekiyor. Hekimin bu konuda görev alması para diye halkımızın karşısına
çıkarılması bizlere, hekimliğe büyük kötülük getiriyor, mesleğimizi sevimsiz
kılıyor, halkımız hekimlere kırılıyor, hatta kinleniyor.
Bir oyun da devletin memur, emekli gibi hastaların
masrafının yarısını ödemesinden kaynaklanıyor. Öyle durumlar oluyor ki,
hükümetin ödediği hastaya yapılan masrafı karşılamıyor. Güçlüklere hükümet
ödemelerinin vaktinde yapılmaması, çok geç ödenmesi de ekleniyor.
Hükümet, mümkün olduğu kadar az harcayarak sağlık
politikasını yürütmek istiyor. Genel bütçeden sağlık için %2.5 pay ayrılması
bunun en büyük göstergesidir. Sağlığa para vermeden, yeterli hastane, çağdaş
sağlık hizmeti beklenmesi mümkün değildir.
Genel bütçeden sağlık hizmetlerine yeterli pay
ayrılmalıdır.
Sağlık hizmetlerinin devletin temel görevi olduğu kabul
edilmelidir.
Halkımızın beklediği, alışık olduğu devlet baba kendini
göstermelidir.
Laboratuvar tetkiki, röntgen isteyen en basit bir
hastalığın muayene ve ilaç parası ile birlikte masrafı 100.000 TL'yi geçiyor.
Hastamız bunu ödeyemez durumdadır.
Sağlık harcamalarında Fak-Fuk-Fon'un katkısı komik
ölçülerdedir.
Hükümetimiz sağlık hizmetlerini ucuzlatıcı önlemleri
ivedilikle almalıdır.
Sağlık harcamalarından KDV kaldırılmalıdır.
İlaç zamları önlenmelidir.
Polikliniklerin hastalara işkence yeri olması bitmelidir.
İlgilileri uyarıyoruz:Halkımız hastanelere hekimlere daha
az gelir duruma gelmiştir. Bunun acısı, geç kalınırsa büyük olacaktır.
Halkın hastanelerde hekimlerin karşısında parasal
sorundan kurtarılması en büyük dileğimizdir.
Değerli meslektaşlarım, sağlık sorunları ve hekim
sorunları birbirinden ayrılamaz. Birisinin iyi, diğerinin durumunun kötü olduğu
bir ülke yoktur. Sağlık sorunlarının bu kadar ağır olduğu ülkemizde hekimlerin
durumu da katlanılamaz hale gelmiştir. Meslektaşlarımız, aldıkları ücreti
söylemekten utanç duymaktadır. Gecekondu bölgelerinde oturanlarımız var. Evine
konuk davet edemeyecekler artmaktadır.
Hekim sağlık kervanının öncüsüdür. Hekimin morali
düzeltilmeden, motivasyonu sağlanmadan hiçbir başarıya varılamaz.
Hekimlikteki maddi ve manevi erozyon son bulmalıdır.
Yalnız hekim özverisi ile sağlık hizmeti politikası
bitmelidir.
Hekimin fazla mesaisinin karşılığı verilmelidir.
Sosyal adalet ilkesi hekim hizmetlerinde mutlaka
sağlanmalıdır.
Sağlık sorunları görüldüğü gibi her yönü ile büyüktür.
Fakat çözümleri de vardır. Uzun vadeli çözümler vardır, kısa vadeli rahatlatıcı
çözümler vardır.
Sağlık sorunlarını en iyi hekim ve hekimlerin tek örgütü
Türkiye Tabipler Birliği bilir.
Hükümetimize ve ilgili bakanlıklara sesleniyoruz. Türkiye
Tabipleri Birliği ile ilişki kurulsun, yetki verilsin. Görülecektir ki bir çok
konuda rahatlatıcı çözüm üretilecektir.
Prof.Dr.Orhan
Süren
TTB
İzmir Tabip Odası
Yönetim
Kurulu Başkanı
1986 yılında
dişhekimleri 3224 sayılı yasayla yeni kurulan Dişhekimleri Birliği içinde yer
almak üzere Türk Tabipleri Birliği'nden ayrılmışlardır.
Bu dönemde artık
hekim sayısındaki artış önemli bir belirleyici olmaya başlamıştır. Hekimler
arasında farklılıklar ve sayısal artış rekabeti körüklemiş, hekimler
"saygınlık yitimi" endişesini daha çok duymaya başlamışlardır. İşte
hekimler, belki de kaygıyla odalarını daha çok akla getirir oldular. Özellikle
iktidarlardan umudu kesen hekimler TTB'ye sarılmayı düşündüler. "Oda bizim
için yapsın" yerine yeni bir heyecan yakaladıkları Tabip Birliği'nde
varolmak istediler. Bu nedenle de iktidarlar tarafından ciddiye alınıp,
potansiyel bir tehlike olarak görülmeye başladılar. Yani sivil bir muhalefet
odağı olarak kabul edildiler. 1990 yılında TTB Merkez Konseyi'nin 38. Büyük
Kongre'ye hazırladığı tartışma metni şöyledir:
Yeni Dönemde Nasıl Bir Türk Tabipleri Birliği
Türk Tabipleri Birliği, Anayasa'nın öngördüğü üç erk'ten
başta yürütme erk'ini etkileme yollarını sonuna kadar kullanmaktadır. Bu
çabaların, çok sınırlı sonuçlar verdiğini söylemek zorundayız. Sevindiricidir
ki, bu alanda alınan sonuçlardan bazıları, "tutuklu ve hükümlü insanların
hakları" konusundadır(idam cezalarının durdurulması; açlık grevindekilere
zorla besleme yapılmaması; tuz ve şekerin ilaç olara kverilmesi; hekim
muayenesinde jandarma bulundurulmaması vs.)
TTB MK 38. Büyük Kongre'sinde görüşülmek üzere bir
"Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Çalışma Yönergesi" hazırladı.
Bunun gerekçesi; şöyle açıklanmaktadır.
Türkiye büyük oluşum ve gelişimlere gebedir. Sorumsuzca,
hoşgörüsüzce ve toplumsal gereksinmelere karşı devlet yönetilemeyeceği, sağlık
politikaları oluşturulamayacağı ortaya çıkmıştır. Sorunları daha da
derinleştiren bu yaklaşım, insanları umutsuzluğa, yaşama sevincini yitirmeye ve
yalnızca bedenen ve ruhen değil, sosyal yönden de iyilik halini yitirmeye
itmektedir.
Bu noktada Türk Tabipleri Birliği'ne;
-Nasıl Bir Türkiye?
-Nasıl Bir Sağlık Politikası?
-Nasıl Bir Türk Tabipleri Birliği?
Soruları sorulacaktır. Bu
üçü birbirinden ayrılamaz.
Bütün bu sorular içerisinde, bir yandan demokrasi
sorununu, öte yandan sağlık sorununu içermektedir. Sağlık sorunu ise bir
yanıyla toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesini (hasta ve sağlam insanların
sağlık hakkının korunması) ve bir yanıyla da sağlık çalışanlarının (hekim vb.)
haklarının korunmasını ve geliştirilmesini içermektedir. Bu üçgen prizma
şeklindeki bir madalyonun, birbirini tamamlayan yüzleridir.
Anayasa, "insan haklarına saygılı, demokratik, laik
ve sosyal hukuk devleti" amacının gerçekleştirilmesinde, hükümeti yalnız
bırakmamış ve onun yanı sıra yargı ve yasama erkini devreye sokmuştur. Bununla
da yetinmemiş, Türk Tabipleri Birliği'nin içinde yeraldığı seçilmiş yerinden
yönetim kuruluşlarını öne sürmüştür.
İşte anayasal düzenin zorunlu kıldığı böylesi bir
işbirliği düzeni ne yazık ki, atanmış yöneticileri gitgide kendine daha çok
bağımlı hale getiren hükümetlerce gerçekleştirilmemiştir.
Türk Tabipleri Birliği, Anayasa'nın öngördüğü üç erk'ten
başta yürütme erk'ini etkileme yollarını sonuna kadar kullanmaktadır. Bu
çabaların, çok sınırlı sonuçlar verdiğini söylemek zorundayız. Sevindiricidir
ki, bu alanda alınan sonuçlardan bazıları, "tutuklu ve hükümlü insanların
hakları" konusundadır(idam cezalarının durdurulması; açlık grevindekilere
zorla beslenme yapılmaması; tuz ve şekerin ilaç olarak verilmesi; hekim muayenesinde
jandarma bulundurulmaması vb.)
Bunda Merkez Konseyi'nin hükümet indindeki
girişimlerinin, diğer demokratik kuruluşlarla eş zamanlı gerçekleşmiş olmasının
payı çok büyüktür.
Bu da bize Türk Tabipleri Birliği'nin çalışma ile ve
yöntemlerinin belirlenmesinde ipucu vermelidir. 'Eşgüdüm" ve "her
kuruluşun kendi yetkilerini" sonuna kadar kullanmaya çalışması, üzerinde
öncelikle durulması gereken konudur.
Sağlık Meslek Birlikleri Danışma Kurulu'nun
oluşturulması, II: Sağlık Kurultayı'na Türkiye Barolar Birliği, TMMOB ve İnsan
Hakları Derneği'nin gözlemci olarak katılması "eşgüdüm" anlamında çok
önemlidir.
"Her kuruluşun kendi yetkilerini sonuna kadar
kullanmaya çalışması" konusuna gelince:Bu konuda her kuruluşun önce
kendisine bakması ve kendisini eleştirmesi gerekir. Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi'nin kendisi ve örgütü ile ilgili özeleştirileri 38. Büyük
Kongre'ye sunacağı raporda yeralacaktır.
Temmuz 1988-Haziran 1990 döneminde gerçekleştirilen
etkinlikler ve altyapı çalışmalarına dayalı olarak Haziran 1990-Haziran 1992
döneminde gerçekleştirilmesi gereken adımlar ise yönergede belirtilmiştir. Bu
yönerge TTB Büyük Kongresi'nin onayına sunulacaktır.
Öncelikle bunun neden bir yönerge tarzında ele
alındığını, neden böyle bir belgeye gereksinme duyulduğunu açıklamak
gerekmektedir.
Türk Tabipleri Birliği Büyük Kongreleri, Temsilciler
Meclisleri ve Merkez Konseyi, çeşitli zamanlarda sorunları ve çözüm önerilerini
topluma sunmuştur. Merkezi yönetimden beklentilerini oldukça ayrıntılı bir
biçimde iletmiştir.
Özellikle son iki yılda, Türk Tabipleri Birliği, bir
yandan toplumsal bir baskı grubu olarak bu işlevlerini sürdürürken, bir yandan
da kendi iç örgütlenmesini geliştirmek, yetkilerni kullanarak, uygulamaya
müdahale etmek ve üyeleri için çıkış yolları üretmeye başlamıştır.
Temmuz 1988-Haziran 1990 döneminde büyük bir sıçrama
gösteren TTB İşçi Sağlığı etkinlikleri ile TTB Pratisyen Hekim etkinliklerinin
sürükleyici etkisi ile TTB Merkez Konseyi'nce yürütülen etkinliklerin hacmi
olağanüstü boyutlara ulaşmış bulunmaktadır.
Gönüllü Çalışmalarla yürütülen bir örgütte, bu boyutta iş
hacminin üstesinden gelinmesi, ancak daha büyük boyutlardaki gönüllü insan
gücünün daha "ilkeli" ve daha "örgütlü" biçimde eyleme
katılması ile sağlanabilir.
İşte TTB Merkez Konseyi Çalışma Yönergesi, tabanın Konsey
üzerindeki denetimini artırmak ve Konsey'in ele alacağı önceliklerin,
kullanacağı araçların Kongre gibi en üst düzeyde bir organca geliştirilmesini
öngörmektedir.
Bir sonraki dönemde uygulanacak program hedeflerinin,
politikaların TTB Büyük Kongresince belirlenmesi ne denli doğruysa, bunun soyut
önerilerden çok, somut bir eylem kılavuzu biçiminde sunulması da o denli
doğrudur. İşte yönerge bu yaklaşımın ürünüdür.
1990 yılı sonrası
ayrıntılı bir belge olarak hazırlanmaktadır. Bu nedenle burada yeralmamaktadır.
Biz elinizdeki bu derlemeyi yazar Tanıl Bora'nın 1992 yılında örgütümüz ile
ilgili bir değerlendirmesi ile bitiriyoruz:
"Türk Tabipleri Birliği'nin kamuoyundaki
imajı" konusunda bir sohbet için davet edildikten sonra, bu konu için
yapılacak değerlendirmenin ister istemez çok öznel olacağını da bilerek,
birşeyler düşündüm. Mevcut verileri yahut düşünceleri yeniden gözden geçirdim,
bunun yanısıra çeşitli toplum kesimlerinden politikayla yahut bu alanda ilgili
ilgisiz pek çok insanla da sohbet ederek, bir tür informel anket yapıp,
"TTB'nin nasıl bir imajı var" diye yeni bilgiler de toplamaya
çalıştım. Dolayısıyla özneyi biraz daha yaymaya çalıştım. Bir kurumun,
kuruluşun kamuoyundaki imajı dendiği zaman kamuoyunu bir bütün olarak ele
almanın yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Bunu ayrıştırmak gerekir. Kabaca 4
kamuoyu sektörü hatta kendi içinde bütünlüğü, kendi iç mekanizmaları olan 4
ayrı kamuoyu tanımlanabileceğini düşünüyorum. Bunlardan birincisi, örneğin Türk
Tabipleri Birliği'nin kendi meslek alanındaki kendi iç camiasındaki kamuoyudur.
Yani hekim kamuoyudur. İkincisi Türk Tabipler Birliği'nin üyesi olduğu
demokratik kitle örgütleri içerisinde, o çevrede oluşmuş bir kamuoyu ortamı
vardır. Üçüncüsü genel olarak bir siyasallaşmış kamuoyundan yani çok sıkı bir
şekilde gazete, televizyon izleyen, politikayla dolaylı dolaysız ilgilenen,
günlük hayatında dünyada, Türkiye'de olup biteni politik bir gözle izlemeye
çalışan aktif bir kamuoyundan söz edilebilir. Dördüncü olarak, büyük çoğunluğu
oluşturan, bir pasif kamuoyundan sözetmek anlamlı olur. Bu 4 kesimi ayrı ayrı
düşünmek gerektiği kanısındayım. Türk Tabipleri Birliği'nin hekim kamuoyundaki
imajı konusunu pas geçiyorum, o konuda hekimlerin daha fazla şeyler söylemesi
anlamlıdır. Demokratik kitle örgütlerinin oluşturduğu kamuoyu ortamını ve genel
siyasallaşmış kamuoyunu esas alacağım ve bu ikisini birlikte değerlendireceğim.
Bu siyasallaşmış kamuoyunu pasif, apolitik diyebileceğimiz ya da politikadan
uzak diyebileceğimiz kamuoyundan ayırdedeceğim. Önce ilkini ele alalım. Türk
Tabipleri Birliği'nin demokratik kitle örgütleri topluluğunun oluşturduğu
politik kamuoyu nezdindeki imajı, rahatlıkla söylenebilir ki son derece olumlu
bir imaj. Bir kere birçokdemokratik kitle/meslek örgütü demokratik meslek
örgütü büyük ölçüde bir yöneticide, başkanda simgeleşmiş iken, Türk Tabipleri
Birliği'nin bunu aşmış bir görüntüsü olduğu gözüme çarpıyor. Hatta bu belki
handikaptır. Türk Tabipleri Birliği'nin son zamanlarda çok fazla "meşhur"u
yok halbuki pekçok demokratik ve meslek örgütü Türkiye'de,
"başkan"ıyla büyük ölçüde özdeşleşmiş; faaliyetleri başkanın
demeciyle özdeşleşmiş bir görüntü çiziyor. Türk Tabipleri Birliği'nin bunu aşan
bir görüntüsü olduğunu gözlemliyorum. Ve hatta bu yönüyle pek çok demokratik
kitle örgütünce imrenilen bir yapısı olduğu söylenebilir. Bunu salt başkanla
simgeleşmemesi bakımından değil, pek çok başka bakımdan da ayrıntı söylemek
mümkün. Daha düzenli, daha sistematik, daha program bazında, daha ayrıntılar
düzeyinde politika üretebilen, bunu kitle-meslek örgütleriyle kıyaslanmayacak
ölçüde fazla insanı seferber edebildiği gözleniyor. Kendi kamuoyuna dönük
etkinliklerinde olsun, dışa dönük etkinliklerinde olsun. Bu noktada da
özellikle 80'den sonra demokratik kitle örgütlerinin hele demokratik meslek
örgütlerinin büyük bir sıkıntısı. 12 Eylül'den önce pek çok demokratik
kitle-meslek örgütü gerçekten "kitle" denebilecek, bence küçümseyen
ve sevimsiz bir tabir olmakla birlikte "yığın" denebilecek büyük
kalabalıkları çeşitli etkinliklede seferber edebiliyorlardı. Bugün genel olarak
bir düşme var; fakat Türk Tabipleri Birliği burada görevli olarak daha olumlu
bir konumda. Ve bütün bunlara eklemek lazım; Türk Tabipleri Birliği'nin daha
bağımsız bir imajı olduğunu gözlüyorum. Neden bağımsız? Örneğin; bütün
demokratik kitle/meslek örgütlerinin diğer partilere göre nisbeten sıcak bir
ilişki içinde olduğu varsayılan SHP ile ilişkilerinde daha kişilikli, kendi
önceliklerini dayatabilen bir çizgisi olduğunu gözlemliyorum. Özellikle de son
iki üç yılda bütün bu gözlemlerin sonucunda oluşan bir teamül bütün demokratik
kitle örgütlerinin birlikte bir şey yapmak, bir platform faaliyeti oluşturmak
gibi yönelimlerin mutlaka Türk Tabipleri Birliği'nin o işdeki dahlini hatta bazen
öncülüğünü aramaları. Burada belki biraz pragmatist bir kaygıdan da
sözedilebilir. Türk Tabipleri Birliği belki olduğundan daha fazla maddi imkana
sahipmiş gibi görünüyor, özellikle demokratik kitle örgütleri camiasında. Bu
noktada da bir imrenmeden sözedilebilir. Genel olarak örgütün etkinliğine,
örgütün kapsayıcılığına, çok sayıda insanı seferber etme yeteneğine duyulan
imrenmenin yanısıra "burada para var" imrenmesini de zaman zaman
gözlemek mümkün.
TTB'nin demokratik kitle örgütlerinin kamuoyu ve genel
olarak siyasal kamuoyu nezdindeki imajı faslını burada kesebiliriz. Politik
kamuoyu, politikaya uzak kamuoyunu etkileyebildiği ölçüde gerçekten politik
olabiliyor. Dolayısıyla onların izlenimleri hakkında söylenecekler, akşam
terliğini ayağına geçirip, televizyon izleyen ve kafası hiçbir şeye basmayan
değersiz bir kalabalığın gözündeki imaj olarak algılanmamalı, önemsenmeli.
Politikaya uzak olan kamuoyunda, Türk Tabipleri Birliği çok başka bir örgütmüş
gibi, kimi zaman yapılan kamuoyu açıklamalarında, kimi zaman dile getirilen
toplumsal siyasi tepkilerde peydah olan imza kalabalığı içerisindeki herhangi
bir imzadan ibaret. Yani Türk Tabipleri Birliği'nin kendi yakın olduğu
kamuoyunda ortaya koyabildiği güçlü imajın, politikaya uzak duran kamuoyunda izdüşümü
yok, yansıması yok. Tabii bu yalnızca TTB'nin sorunu değil. Bunun Türkiye'deki
bütün demokratik kitle örgütlerinin sorunu olduğunu düşünüyorum. Ancak TTB'nin
bu konuda ve bu perdeyi yırtma yönünde daha fazla avantajı var, yaptıkları var
hala da yapabilecekleri var. TTB'nin özgün vasıflarının, politikaya uzak
kamuoyundaki izdüşümsüzlüğünü biraz örnekleyelim:Bu "genel"
kamuoyunda örgütü başkanla özdeşleştirme alışkanlığının hala sürdüğünü
gözledim. İyi gazete okuru ve iyi yurttaş olan ve TTB'yi hala Erdal Atabek,
hala Nusret Fişek ismiyle bilen pek çok arkadaşımla karşılaşıyorum. İkinci
örnek:Türk Tabipleri Birliği faaliyetiyle uğraşan, yönetiminde bulunan
insanların hekimlikle ilişkilerinin çok şüpheli olduğu izleniminin çok yaygın
olduğunu gözlüyorum. Genel olarak demokratik kitle aksiyonerlerinin örneğin
örgütleri TMMOB faaliyetiyle uğraşan mühendislerin mühendisliklerinin pek
şaibeli olduğu kanısı, bu toplumda politikaya uzak olan insanlarda çok yaygın
bir kanıdır. Söylemeye gerek yok, çok
haksız bir kanı; fakat çok güçlü bir kanı. Aslında bunu kabul ettirmek
Türkiye'de sağ entelijiyansın, sağ fikir erbabının bir başarısı olmuş. Çünkü bu
çoğunlukla onların ısrarla vurguladıkları bir temadır. 5-6 ay önce İstanbul
Tabip Odası'nın kürtajla yahut cinsellikle ilgili bir paneli konusunda Ayhan
Songar'ın yazdığı bir yazıyı hatırlıyorum. Gazetesinde, feveran ediyor:Bu
adamların zaten hekimlikle falan alakaları yok, işleri güçleri politika, burada
tutmuşlar ahlaksızlıklar yapıyorlar diyorlar. Bu tabii çok karikatürleştirilmiş
bir tarz; fakat demokrat bir dünya görüşüne sahip olabileceğini düşündüğümüz
pek çok insanda dahi TTB hakkında çok da hekimlikle alakası kalmamış, çok da
hekimlik bilmeyen ve esasen politika yapan bir insanlar grubu izleniminin hala
güçlü bir kökü olduğunu düşünüyorum. Bunun önemli bir handikap olduğunu
düşünüyorum. Çünkü bu, bizzat hekim kamuoyunu çok etkileyen bir imaj.
Politikaya ilgisiz pek çok tanıdığım hekim var. TTB konusunda onlardan yirmi
misli daha fazla şey biliyorum. Onların gözünde TTB, pek kendi alanlarıyla,
meslekleriyle ilgisi olmayan işlerle uğraşan bir aksiyonerler grubu. Yine genel
kamuoyunda, yani politikaya daha uzak kamuoyunda yaygın olduğunu gördüğüm
önemli bir nokta, Türk Tabipler Birliği'nin tepkici, negatif bir kuruluş
olduğu. Yine karikatürleştirerek, Hasan Pulur mantığıyla söylüyorum, bir
televizyon dizisinde bir kötü hekim tipi çizildiği zaman buna feveran eden,
fakat toplumun sağlık sorunu da o kadar fazla duyarlı olmayan; üçlü reçete
olayında büyük bir isyan koparabilen, fakat yeşil kart uygulaması vaadi
konusunda ne dediği çok da belli olmayan, o konuda aynı enerji ile davranmayan
bir kuruluş imajı. Mesleki imtiyazlarını, mesleki statüsünü muhafazaya çok
yatkın, kesinlikle mesleki statükoculuğun bir örgüt imajı. TTB hareketi
içerisinde seferber olanlar dışındaki hekim kamuoyu ile politikaya uzak genel
kamuoyu arasında da bir benzerlik olduğu düşüncesindeyim. Yani demokratik kitle
örgütleri, politik kamuoyu ve siyasallaşmış hekim kamuoyu nezdinde çok olumlu
çok aktif bir TTB imajı ile; genel apolitik hekim kamuoyu ve genel pasif kamuoyundaki "olsa da bir
olmasa da bir" bir kuruluş olarak
TTB imajı arasında müthiş bir uçurum var. Bu bence tek tek bu alt
kamuoylarındaki görüntüler, imajlar kadar önemli bir sorun. Türk Tabipler
Birliği özellikle Beyaz Eylemler diye adlandırılan eylemler döneminde bu
uçurumu kapatmakta oldukça mesafe aldı. Bütün demokratik kitle örgütleri
içerisinde bu konuda mesafe almayı, en azından kaygı olarak önüne koyan tek
örgüt gibi gözüküyor. Ama bence bu uçurum onun da boyunu aşan çok ciddi bir
sorun Türkiye'de; siyasetin yapılanmasının bir sorunu, yapısal bir deformasyon
sorunu. Ve bu yarılmayı aşabilmek için gerçekten çok ustalıklı bir politika
üretebilme yeteneği gerekiyor. Dili, programı, söylemi, iddiaları, ilişki kurma
biçimlerini, kullanılan araçları bütün bu kamuoylarına göre
farklılaştırabilmek; farklılaştırırken ucuz medya cambazlığı numaralarından
öte, gerçekten bir omurgayı koruyarak bunu türlü türlü seslendirebilmek, türlü
türlü dillendirebilmek, bu ayrışmayı kotarabilmek gerekiyor. Bu Türkiye'de,
sadece TTB'nin değil, sadece demokratik kitle örgütlerinin değil, siyasetin bir
sorunu. Türk Tabipleri Birliği'nin bu konuda çok daha büyük mesafe
alabileceğine dair emareler gösterdiği kanısındayım ama problemin de hala çok
büyük olduğu kanısındayım.