Kolluk Güçlerinin Muayene Odasında Bulunması Üzerine Etik Kurul Görüşü (2011)

Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıkları arasında yapılan bir 'üçlü protokol' ile bazı suçlardan dolayı tutuklu ve hükümlü olanların hastanelerdeki muayeneleri sırasında, muayene odasında kolluk görevlilerinin bulunmalarına olanak verilmektedir.  Ancak yürürlüğe girdiği andan başlayarak tutuklu ve hükümlülere yönelik sağlık hizmetlerinin sunumunda pek çok sorunlara yol açan bu düzenleme, temel insan haklarının korunması ve sağlık hakkının yaşama geçirilmesine ilişkin evrensel etik ilkelere ve ulusal/evrensel hukuksal metinlere aykırılık içermektedir.

Protokol'de, kolluk görevlilerinin her ne kadar, hekim ile hasta arasındaki konuşmaları duymayacak mesafede olmaları gerektiği öngörülmüşse de, fiilen bunun mümkün olup olmadığı kuşkuludur. Çünkü, odaya girecek kolluk görevlilerinin, hastanın soyunmasından muayenenin bitirilmesine kadar olan sürece görsel olarak tanıklık edeceği; bu bağlamda hastanın bedenini göreceği ve bu beden üzerindeki muayeneyi izleyeceği açıktır. Bir başka deyişle, kolluk görevlilerinin 'muayene odasında ancak konuşmaları duymayacak mesafede' olmaları hasta mahremiyetinin korunmasını sağlamaya yönelik bir önlem olmaktan oldukça uzaktır. Zira insan duyuları sadece işitsel olan ile sınırlı değildir.

Öte yandan kolluk görevlisinin varlığı, kendine özgü dinamiklere sahip olan ve yüzyıllar içinde gelenekselleşmiş kabullere dayanan hekim-hasta ilişkisinin doğasına da uygunsuzluk oluşturmaktadır. Hastaya ilişkin sırların, moral değerlerin, hekimlik rolü ve klinik bilgi-beceri-deneyimden kaynaklanan hekim kimliğinin söz konusu olduğu bu kendine özgü ilişkinin en temel özelliği 'güvene dayalı bir ilişki' olmasıdır. Tarihsel süreçte hekimlik meslek ahlak ilkeleri ve yasal düzenlemelerle şekillenmiş olan güvene dayalı hekim-hasta ilişkisinin, üçlü protokolle 'güvenlik gölgesinde' gerçekleşen bir ilişkiye dönüştürülmesi 'eşyanın tabiatına aykırıdır'. Kolluk güçlerinin gözü önünde yapılan hekim-hasta görüşmesi ve hastanın muayenesi süreci, özgür klinik koşullarda tedavi olma beklentisinde olan ve bunun kendisi için bir hak olduğu belirlenen hasta açısından da, özerk klinik karar verme hakkına sahip olan hekim açısından da tedirgin edici bir süreçtir. Bu tedirginlik, 'cezalandırılma' korkusuyla hastanın gerçek yakınmalarının dile getirilmesi ve değerlerinin açığa çıkmasını engelleyebileceğinden doğru tanı-tedavi uygulamasına zarar verici boyutlara ulaşabilecek niteliktedir.

Son olarak, kolluk görevlisinin muayene odasına girmesine ilişkin zorunluluğun, tutuklu ve hükümlülere ilişkin muayeneler bakımından öngörülmesinin sağlık hakkından yararlanılması önünde esaslı bir sınırlama oluşturacağı düşünülmelidir. Kolluk güçlerinin 'koruması' altında ve gözleri önünde yapılan, hasta mahremiyetine saygı gösterilmeyen tıbbi muayene ve tedavi süreçleri, tutuklu ve hükümlülerin kamusal sağlık kurumlarında tıbbi tedavi ve bakım hizmeti alma isteklerine ket vuracağından sağlık hakkının yaşama geçirilmesinin ve hasta haklarından yararlanmalarının önünde engeller oluşturmaya elverişlidir.

'Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi' (Biyotıp Sözleşmesi) Türkiye Cumhuriyeti'nin de taraf olduğu bir uluslararası insan hakları sözleşmesidir. Bu sözleşme ile hasta hakları, biyoloji ve tıp alanına ilişkin müdahalelerin, insan haklarının konusu olduğu kabul edilmiş, vurgulanmıştır.

Sözleşme, Anayasa'nın 90. maddesine göre uygun bulunmuş ve yürürlüğe girmiştir. Anayasa'nın son fıkrasına 2004 yılında eklenen hüküm uyarınca, 'Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır'.

Değinildiği gibi, Biyotıp Sözleşmesi, bir insan hakları sözleşmesidir. Avrupa Sözleşmeleri içinde yer alır. Taraf devlet iç hukukları bakımından doğrudan uygulanma kabiliyeti olan birçok düzenleme içermektedir.

Sözleşme'nin 10. maddesinde özel yaşam korunmaktadır. İlk fıkrada, 'Herkes, kendi sağlığıyla ilgili bilgiler bakımından, özel yaşamına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir' hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenleme, Türk hukukunda doğrudan uygulanabilir.

Sözleşme'nin 2. maddesinde, 'insanın önceliği' ilkesi kabul edilmiştir. Buna göre, insanın menfaatleri ve refahı, bilimin ve toplumun menfaatlerine üstün tutulacaktır.

Sözleşmenin 3. maddesinde, sağlık hizmetlerinden adil biçimde yararlanılması bakımından taraf devletlerin gerekli tedbirleri alması öngörülmüştür.

Sözleşme'nin 4. maddesinde, sağlık alanındaki tüm müdahalelerin, ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerektiği kabul edilmiştir.

Ülkemizde 1998'de yürürlüğe giren Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 21. maddesi, hasta haklarının korunması bağlamında mahremiyete saygının sınırlarını belirlemektedir. Her türlü tıbbi müdahalenin hastanın mahremiyetine saygı gösterilmesi ve korunması suretiyle yapılabileceğinin, ölüm halinin bile mahremiyete saygıyı ortadan kaldıramayacağının dile getirildiği bu maddenin kapsamında şunlar yer almaktadır:

  1. Hastanın sağlık durumu ile ilgili tıbbi değerlendirmelerin gizlilik içerisinde yürütülmesi,
  2. Muayene, teşhis, tedavi ve hasta ile doğrudan teması gerektiren diğer işlemlerin makul bir gizlilik ortamında gerçekleştirilmesi
  3. Tıbben sakınca olmayan hallerde yanında bir yakınının bulunmasına izin verilmesi,
  4. Tedavisi ile doğrudan ilgisi olmayan kimselerin tıbbi müdahale sırasında bulunmaması,
  5. Hastalığın mahiyeti gerektirmedikçe hastanın şahsi ve ailevi hayatına müdahale edilmemesi
  6. Sağlık harcamalarının kaynağının gizli tutulması.

TTB'nin 47. Büyük Kongresi'nde (1998) kabul edilen ?Hekimlik Meslek Etiği Kuralları'nın 35. maddesi tutuklu ve hükümlülere verilecek tıbbi yardımın içeriğini düzenlemektedir. Buna göre 'tutuklu ve hükümlülerin muayenesi de öteki hastalarınki gibi, kişilik haklarına saygılı, hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılır ve onların gizlilik hakları korunur. Hekimin bu koşulların sağlanması için ilgililerden istekte bulunma hakkı ve sorumluluğu vardır?. Belge ve rapor baskı altında yazılmış ise hekim bu durumu en kısa zamanda meslek örgütüne bildirir.' Görüldüğü gibi kişilik haklarına saygı hem hastanın bir hakkı hem de hekimin etik yükümlülüğüdür.

Söz konusu üçlü protokol, hem hekimlik meslek etiğinin temel ilkelerine, hem Sözleşme'ye hem de Yönetmeliğe aykırıdır. Sözleşme'ye aykırı düzenleyici işlem hükümlerinin, Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca uygulanamayacağı, tıp etiği ilkelerine ve iyi hekimlik değerlerine uygunsuz davranışların ise kabul edilemeyeceği açıktır.

Yukarıda sayılan nedenlerle, etik ve hukuk açısından hekimlerin, hastaları, kolluk görevlisinin bulunduğu bir odada muayene etmeye zorlanamayacağı düşünülmelidir.

Sonuç olarak Üçlü Protokol'ün, TTB Merkez Konseyi tarafından idari yargıya götürülmesi ve iptali için dava açılması uygun olacaktır.