Çalışma Grubu 3: Kültürlerarası Duyarlılık ve Irkçılık

Raportör: Şevkat Bahar Özvarış

Kültürlerarası duyarlılığın ve ırkçılığın kavramsal çerçeve, deneyimler, saha uygulamaları ve söylemler üzerinden üç ana koldan (sağlık çalışanları açısından / mülteciler, göçmenler, zorla yerinden edilen kişiler açısından / çözüm önerileri ) değerlendirilmesi, kültürlerarası duyarsızlığın ve ırkçılığın boyutlarının, sağlığa etkisinin sonuçlarının ve müdahale yöntemlerinin anlaşılması açısından yararlı olacaktır. Mikro düzeyde deneyimlerimizi aktarmak, yaşayarak öğrendiğimiz bu yeni deneyimde hepimize yön gösterecektir.

1. Sağlık çalışanları açısından kültürlerarası duyarlılığın ve ırkçılığın ne ifade ettiği ve ilgili grubun konuya özgü yaşam deneyimlerinin neler olduğu

Saha uygulamaları ve deneyimlerin örnekleri: Ankara’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı göçmen sağlığı merkezlerinde Hacettepe Üniversitesi Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (HÜKSAM) kadın ve kız çocukları için güvenli alanlar oluşturmak temel amacıyla yürütülen proje kapsamında eğitilen Suriyeli kadınlar, köprü görevi üstlenerek diğer Suriyeli kadınlar ile merkezler arasında bağ kurmaktadır. Ayrıca, üstlendikleri bu görev karşılığında aldıkları ücret, ev içi alanda eşlerine ve erkek çocuklarına karşı da güçlerini artırmaktadır. Bu nedenle, bu yöntemin diğer çalışmalarda da kullanılabileceği görüşüne varılmıştır.

Göçmen sağlığı merkezlerinde hizmet sunan ve verenin aynı dili konuşmasının olumlu nitelikte olduğu düşünülmektedir.

Türkiye’de birinci basamak kuruluşlarında çalışan hekimler farklı kültürden kişilerle karşılaşmayı mümkün olduğunca ertelemek istemektedirler. Bunun nedenleri sorgulandığında ise, artan iş yükünden, tıp eğitimi sistemine varan geniş bir nedenler yelpazesi olduğu gözlenmektedir.

2. Mülteciler, göçmenler, zorla yerinden edilen kişiler açısından kültürlerarası duyarlılığın ve ırkçılığın ne ifade ettiği ve ilgili grubun konuya özgü yaşam deneyimlerinin neler olduğu

Sahadan bir diğer deneyim ise, göçmenlerin, mültecilerin ve zorla yerinden edilen kişilerin her birinin kendi kültürüne benzer özelliklere sahip mahallelerde yerleşmiş olmalarıdır ki bu kavram “Etnik Niş” olarak tanımlanmaktadır. Sosyoekonomik düzey açısından bakıldığında ise, çocuk emeği ve ucuz işgücünü mümkün kılan mekânlara yerleşimin söz konusu olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bir diğer yönden bakıldığında bu dinamik, diğer mahallelerdeki yüksek kiraların o mahallelere yerleşime engel olduğu ve “Yoksulun yoksulu kabulü” gibi gerçekleri de içinde barındırmaktadır. Ancak, geçen zamanın “yoksulun yoksulu kabulünden” “yoksulluk rekabetine” geçilmesi üzerindeki etkisi kaçınılmazdır. Suriyeliler kendi işyerlerini açtıkları ve resmi olmayan işlere katıldıkları, yani ekonomik ve sosyal anlamda varlıklarını görünür kıldıkları andan itibaren, eşit paylaşılan yoksulluk bir rekabete dönüşerek bu sorunların bir diğer düzlemde boy göstermeye başlamasına neden olmaktadır. Tam da bu noktada kendilerinin de en az Suriyeliler kadar yoksul olduğunu gören yerli halk, yaşamlarında kötü giden her şeyden “günah keçisi” gibi Suriyelileri sorumlu tutmaya başlayarak, onlara gelen yardımlara kızarak ve geliştirdikleri yaşam kurallarına uymalarını isteyerek, ÖTEKİNİ KENDİLEŞTİRMEYE çalışmaktadırlar. Kadınların rahatsız oldukları noktalardan birinin Suriyeli kadınların yemeklerinin kokuları olduğu paylaşımı, kızgınlığın en kolay ifade düzlemi olan “Bir kadının diğerini suçlaması” noktası, bu çıkarımlara örnek teşkil etmektedir. İlk zayıf halka olan kadının ardından, ikinci zayıf halka olarak genç erkekler gelmekte; bunlara karşı söylemler ise “Neden gidip savaşmıyorlar?” cümleleri ile ifade edilmektedir. Tam da bu noktada ırkçılık, mülkiyet üzerinde sahip olunan payın başkalarıyla paylaşılmak istenmemesinden doğmaktadır.   

Ayrımcılık üzerinde çalışırken, ayrımcılığın kırda ve kentte farklı dinamikler üzerinden etkileri olacağı unutulmamalıdır. Yoksulluk rekabetinin mevsimlik işçiler üzerindeki etkileri kent yaşantılarından farklılık gösterdiği gibi, eğitim hakkının önündeki engeller de kenttekilerden daha farklı bir yapılanma göstermektedir. Örneğin, kırda okullara kayıt için gereken ikametgâhın muhtarlardan temin edilmesi aşaması, kamp dışı çadır konaklamalarında zorlu süreçler içermekte olup eğitim hizmetinin sağlanabilmesi üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır.

Ayrımcılık irdelenirken, kötü söz söylemekten, mekânı ayırmak-sınırlar koymak (yoksul semtlerde barınmanın bir diğer arka plan nedeni), fiziksel şiddet ve soykırıma varabilecek ayrımcılık kaskadının önemine değinilmelidir. HÜKSAM’ın Suriyeli ve aynı mahallede oturan Türkiyeli kadınlarla yaptığı niteliksel araştırma kapsamında yapılan derinlemesine görüşmeler ve odak grup görüşmelerinde kadınlara ithafen söylenen “o kadar savaştan çıkıp nasıl makyaj malzemesiyle geldiler” kötü sözleri, önyargı yaratmanın, değersizleştirerek onu normal insan sınırları dışarısına çıkarmanın, insan dışına atmanın bir türüdür. Oysa ki Suriyeli kadınlar, ağır ataerkil ideolojinin altında, sürekli bakımlı olmak zorundadırlar ve öyle kültürlenmişlerdir. Suriyeli kadınların ise Türkiyeli kadınlara “Türkiyeli kadınlar lahana, Suriyeli kadınlar muz gibiler” kötü sözleri; ataerkil ilişkilerdeki kadının konumunun ayrımcılığın cinsiyetçiliği üzerinden yeniden inşasına birer örnek teşkil etmektedir.

Sosyal medya üzerinden konu ile ilgili tepkilerin artmasının mahallelerde daha sert etkileşimlere sebebiyet verdiği de, yerelin saha gözlemlerinde ortaya çıkmaktadır.

Ankara’da yaşayan Iraklı mültecilerin Suriyeliler ile aynı yasal düzenlemelere sahip olmamasının izleri de, saha uygulamalardaki gözlemlerde, “kendi ülkelerinden başka bir ülkede çatışan iki halk” olarak görünmektedir.

3. Kültürlerarası duyarlılık ve ırkçılık bağlamında çözüm önerilerinin neler olabileceği

Öncelikle kavramsal çerçevenin titizlikle oluşturulması gerekmektedir. Zira kavramların hemen her zaman bir noktada birleştirici özelliği bulunmaktadır. Ulus devlet, vatandaşlık, statü gibi temel kavramlar dahi kapsayıcılıkları açısından yeniden gözden geçirilmelidirler.

İnsan temelinde, asıl olan “haklar” meselesidir. Bu bahse konu kişiler haklarından bertaraf ettirilmişlerdir ve bizim ülke olarak, insanlık olarak bu kişilere haklarını bu ülkenin sınırlarında TC Anayasasındaki hak kavramına dayanarak sağlamamız gerekir. Bir mülteci bir diğer mülteciden bile farklı iken, hak temelli destekleyici yaklaşımları benimsememiz asıl olan olacaktır. “İnsana karşı işlenmiş suçlar”, “Ayrımcılık yasası” gibi başlıklar altında birleştirici nitelikte olmasına özen gösterilen yasalar üzerinde çalışılması gerekmektedir.

Asıl olan birleştirici bir güç etrafında toplanmaksa, bunun bir diğer yolu da “başka bir dil yaratmaktan” geçmektedir. O dili yakalamanın ve güçlendirmenin mihenk noktası ise, devletin ve yasaların dilini ayrımcı anlaşımlardan uzaklaştırmaktan geçmektedir.

Genç kızları Suriye’de yaşam içi dinamiklere bağlayan etkenin eğitim olduğu, yükseköğretim şansını yakalayan kadınların söz sahibi bireylere dönüştüğüne yönelik öğrenilmişliklerinden yola çıkılarak eğitim hakkının Suriyeli çocuklarımıza verilmesi için düzenlemeler getirilmesinin savunuculuğunun yapılması gerekmektedir.

Konuyla ilgili yapılacak projelerde/çalışmalarda, hem yerel halktan kişilerin, hem de göçmen/mültecilerin birlikte çalışmasının sağlanması, ikili ilişkileri güçlendirmesi yoluyla var olan kültür farklarının anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Projeler, öncelikle bu insanlarla; ilk temas noktaları olan okullar, karakol, hapishane, belediye, kaymakamlık, valilik ve STK’ları içermelidir. Ayrıca projelerde psikolog, sosyal hizmet uzmanı veya sağlık personeli gibi meslek gruplarının Arapça biliyor olması, tercüman ile oluşabilecek dil bariyerini de ortadan kaldıracaktır.

Özgürlük kavramını değerlendirirken, toplumsal, bireysel ve sınıf temelli sorunsalları konuşmanın önemi unutulmamalıdır.

TTB tarafından “uluslar üstü bir ilke” ya da “ulus ötesi vatandaşlık” tartışmalarına dayanan bir rapor veya “tutum belgesi” çıkarılmalıdır.

Ayrımcılığın meşrulaştırılması hususunda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta olan sistemin şiddet ögeleri içeren araçları tekrar değerlendirilmelidir. Birebir temas durumunda olan hekimlerin lisans ve lisans sonrası eğitimlerinde, “kültürlerarası duyarlılık” temalı derslerin ve uygulamaların yer alması gerekmektedir.

Sağlık çalışanlarına, topluma ve politika yapıcılara yönelik eğitimlerin düzenlenmesi konu ile ilgili farkındalıkların artmasına katkı sağlayacaktır. Özellikle birebir temas durumunda olan hekimlerin lisans ve lisans sonrası eğitimlerinde, kültürlerarası duyarlılık, ortak dile sahip olmayan hastadan anamnez alınması temalı derslere yer verilmesi yararlı olacaktır.

TTB hekimlerin bilgilendirilmesi amaçlı bölgesel toplantılar düzenlemelidir.

Halk sağlığı, pratisyen hekimlik gibi alanlarda yapılacak çok yönlü kongrelerde, oturumlar veya çalıştaylar düzenlenerek konunun ilgi çekiciliğinin sağlanması gerekmektedir.

Sağlık Bakanlığı ile STK’lar, odalar arasında protokoller düzenlenerek çok taraflı çalışmaların yapılması sağlanmalıdır.

Halkın bilgilendirilmesi amacıyla spot filmler, yerel/ulusal televizyon kanallarında sunulacak programlar, afişler hazırlanmalıdır.

Karşılaşılan gruplara dair ne kadar çok bilgi edinilirse o kadar çok duyarlı hale gelinmesi nedeniyle, bireyler, özellikle mesleklerini icra ederlerken, farklı kültürlerle ilgili bilgileri ve içselleştirdiği ayrımcılık halleri ile yüzleşmelidirler.

Çözüm önerileri oluşturulurken, projeler geliştirilirken, yasalar hazırlanırken, düzenlemeler yapılırken bütünleyici olunmalıdır. Bu noktada kapsayıcı olan, “odak noktasının insan olduğu bir bakış açısı” geliştirmek, ötekileştirmenin önüne geçebileceği için önem arz etmektedir.

Tüm çözüm önerilerinin kalbinde, anlatabilmek için çok emek harcanması ve çalışmalarda multidisipliner bir yaklaşım sergilenmesinin gerekliliği yatmaktadır.