Geleneksel, Alternatif, Tamamlayıcı Sağlık Uygulamaları Hakkında TTB Etik Kurulu Görüşü

Geleneksel, Alternatif, Tamamlayıcı Sağlık Uygulamaları Hakkında TTB Etik Kurulu Görüşü[1]

Bireylerin sağlığına yönelik koruyucu ve/veya tedavi edici olduğu belirtilen, modern tıp uygulamaları dışındaki uygulamalar dünya toplumlarında olduğu gibi ülkemizde de son yıllarda artış göstermektedir. Dünya nüfusunun en az 1/3’ünün bu tip uygulamalara başvurduğu veya bu uygulamaların ürünlerini kullandığı tahmin edilmektedir. Böylesi bir ortamda 27 Ekim 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği” ile ülkemiz için uygulamaların bir kısmının yasal korumasının, meşrulaşmasının, sağlık örgütlenmesi içinde yer almasının olanağı sağlanmak istenmektedir.

Anayasa’nın 17. maddesinde, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmış, 56. maddesinde ise devlete herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak ödevi yüklenmiştir. Yani ilgili Anayasa hükümleri uyarınca devlet, kişilerin yaşam haklarını, sağlıklarını korumak ile yükümlü kılınmıştır ve 56. madde uyarınca devlet bu görevlerini, kamu ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek yerine getirir. Anayasa ile devlete kişilerin yaşam ve sağlık haklarına ilişkin temel bir ödev yüklenmiş iken, Resmi Gazete’de 02.11.2011 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 8/ğ maddesi ile Bakanlığa “Geleneksel, tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulamaları ile ilgili düzenleme yapmak ve sağlık beyanı ile yapılacak her türlü uygulamalara izin vermek ve denetlemek, düzenleme ve izinlere aykırı faaliyetleri ve tanıtımları durdurmak” görevinin verilmesi ve Sağlık Bakanlığı bünyesinde ‘Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Daire Başkanlığı’nın kurulması; 31.05.2012 tarihli Resmi Gazete’de yürürlüğe giren Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun’un 28. maddesindeki değişiklik ile “Beşerî ilaçlar, Sağlık Bakanlığından ruhsatlı geleneksel bitkisel tıbbi ürünler; Sağlık Bakanlığının iznine tabi olan homeopatik tıbbi ürünler, enteral beslenme ürünleri dâhil özel tıbbi amaçlı diyet gıdalar ve özel tıbbi amaçlı bebek mamaları münhasıran eczanede satılır” hükmünün kabul edilmesi ve nihayet Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği’nin 2014 yılında yürürlüğe sokulması vahim bir çelişkiye yol açmıştır. Bu hukuki gelişmeler, “tamamlayıcı ya da geleneksel tıp” konulu kongrelerin devlet protokolü ve bürokrasisi içinde yer alanlarca desteklenmesi olgusu ile birlikte değerlendirildiğinde iktidar tarafından söz konusu uygulamaların meşrulaştırılmasının, artırılmasının tercih edildiği ortaya çıkmaktadır. Hatta gerçekleştirilen Tıbbi Nebevi kongreleri ile modern tıbbın dinsel söylemle sorgulanması sağlanarak sağlık uygulamalarının dini pratikle ilişkilendirilmek istendiği gözlemlenmektedir. Bu durum, Anayasa’nın 56. maddesinde öngörülen ödev ile bağdaşmamaktadır. Devletin bu görevlerini kamu ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlardan yararlanarak ve onları denetleyerek yerine getireceğine ilişkin hüküm, sağlık hizmetinin bir kamu hizmeti olduğunu ve bu hizmetin, çağdaş bilimsel tıbbın esasları doğrultusunda olanaklı en iyinin sunulması ile sosyal devlet ilkelerine göre verilmesinin gözetip denetlemesini gerektirir.

Söz konusu sağlık uygulamaları ile ilgili birçok farklı isimlendirme mevcuttur. Geleneksel Tıp, Halk Tıbbı, Alternatif Tıp, Tamamlayıcı Tıp, Tamamlayıcı Alternatif Tıp, Geleneksel Tamamlayıcı Tıp, Geleneksel Alternatif Tıp, Doğu Tıbbı, Çin Tıbbı, Hint Tıbbı vs. Tüm bu adlandırmaların ortak özelliği; modern tıp uygulamaları dışında, korumaya ve/veya daha çok iyileştirmeye yönelik, bilimsel tıp bilgileri içerisinde tanımlanmamış olan uygulamaları içermesidir. Tüm bu uygulamaların temeli niteliğindeki geleneksel hekimlik Dünya Sağlık Örgütü tarafından fiziksel ve ruhsal hastalıklardan korunma, tanı koyma, tedavi etmenin yanında sağlığın iyi sürdürülmesinde de kullanılan farklı kültürlere özgü teori, inanç ve deneyimlere dayalı bilgi, beceri ve uygulamalar bütünü” olarak tanımlanmaktadır.

Son yıllarda modern tıbba karşı olduğu, onun yerine geçmeyi hedeflediği algısını pekiştirerek toplumda ve sağlık ortamında meşruiyetini sorgulatmamak için ‘Alternatif Tıp’ teriminin daha az kullanılmaya çalışıldığı değerlendirilmektedir. Sağlık ortamının gözlemlenmesi ve konuyla ilgili yönetmelik taslağında yer alan “Alternatif” sözcüğünün yürürlüğe giren yönetmelikte yer almaması değerlendirmeyi haklı kılmaktadır. Bu metinde ise modern tıp uygulamaları dışında kalan söz konusu uygulamalar için tüm adlandırmaları kapsayabilecek “Geleneksel, Alternatif, Tamamlayıcı Sağlık Uygulamaları (GATSU)” isimlendirilmesinin kullanılması uygun görülmüştür. Tanımının -“hastalıkları iyileştirmek, hafifletmek veya önlemek amacıyla başvurulan teknik ve bilimsel çalışmaların tümü”- bilime dayanan uygulamaları ve tedavileri belirtmesi nedeniyle “tıp” teriminin bilimsel bilgiyle temellendirilmemiş uygulamaların isimlendirilmesinde kullanılmaması tercih edilmiştir.

İçgüdüsel davranış kalıpları yanında sağlığın korunması, gerçekleştirilmesi ve geliştirilmesi uygulamaları kendine özgü tıp teorilerini içinde barındırarak geleneksel biçimde yaşamla birlikte başlamış ve inançlar, yaşam içindeki ampirik gözlemler, deneme-yanılmalar ile elde edilen bilgiler ve uygulamalar etkili olmuş ve yararlı olan uygulamalar varlığını sürdürmüşlerdir. Buna karşın modern tıp uygulamalarının en çok 300 yıllık geçmişi olduğunun ve modern tıp uygulamalarının geliştirilmesinde geleneksel yöntemlerden elde edilen bilgilerden de yararlanıldığının bilinciyle, öncelikle söz konusu uygulamalara bilimsel kuşkuculuk anlayışı içinde önyargılı olmaksızın, baştan reddetmeden yaklaşılmalıdır. Uygulayıcılarına ulaşımın kolaylığı, yöntemin ucuzluğu, herhangi bir bürokratik işlem gerektirmemesi, hastalık ve sağlık kavramlarının kültürel boyutunun varlığı ve uygulayıcılar ile hastaların aynı kültür örüntüsü içinde olmalarının yarattığı iletişim kolaylığı ve bunun sağladığı güvenin söz konusu geleneksel yöntemlerin yaygınlığını ve kullanımının sürekliliğini etkilediği göz ardı edilmemelidir. Bununla birlikte modern tıp uygulamalarının her türlü sağlık sorununa çözüm bulamadığının, böylesi durumlarda yine bilimsel yöntemlerle elde edilmiş verilere dayalı, sadece hastanın yaşam kalitesinin ve/veya süresinin artırılmasına yönelik uygulamalar gerçekleştirildiği de dikkate alınmalıdır.

Tarihsel süreçte aklın özgür ve bağımsız düşünebilmesinin gerçekleşebilmesiyle ampirik bilgiden öte genellenebilir ve güvenilir bilgi üretme sürecine, bir başka deyişle bilimsel bilgi üretim sürecine geçilmiştir. Bilim, nesnel açıklamalar sağlayarak dünyayı anlama gereksinimimize yanıttır. Fenomenleri denetleyip öngörebilmemiz de bilimin uğraş alanı olan nedensel bilgi ile olanaklıdır. Günümüzde sistematik veri toplamaya dayalı; denetlenebilir; olgusal, mantıksal, nesnel, evrensel, kolektif, kümülatif, eleştiriye açık olma gibi özelliklere sahip; genelleyici; en güvenilir bilgi üretmenin bilimsel yöntemle olanaklı olduğu bilim insanlarının ortak kabulüdür. Bu kabul, insan yaşamına doğrudan etki etmesi nedeniyle zarar vermemenin öncelendiği sağlık hizmetlerinde de, hem insana dair temel tıp hem de klinik tıp bilgilerinin oluşturulmasında, bilimsel yöntem kullanılmasının zorunluluğunu oluşturmuştur. Böylece doğaüstü hastalık nedenlerini de barındıran ve kendine özgü tıp teorisine sahip geleneksel uygulamalardan bilimsel bilgiye dayalı modern tıbba geçiş sağlanabilmiştir. Doğa bilimlerinin uygulayıcısı konumundaki tıp, güvenilirliğini pekiştirmek için 19. yüzyılda Claude Bernard ile birlikte bilimsel bilgi üretme yöntemlerini kullanmaya başlamış ve günümüzde kanıta dayalı tıp anlayışına uzanmıştır. Böylece sağlık hizmetlerinde kullanılan bir uygulamanın/ilacın güvenilirliğinin, güvenliğinin, standardizasyonunun, etkinliğinin sağlanmasının ve her türlü etkisinin bilinmesinin olanağı gerçekleştirilebilmiştir. Aynı süreçte insan hakları kavramının içselleştirilmesi hekimliğin evrensel ilkelerinin ortaya konmasını, temel etik ilkelerin oluşturulmasını sağlamış ve bu ilkeler kapsamında bilimin bütün olanaklarını hastasına sunmasının hekimin görevi olduğu belirtilmiştir.

Beslenme amacıyla tüketilirken gözlemlenen etkiler, belli koşullarda ve zamanlarda belli bitkilerin hayvanlar tarafından tüketilmesinin gözlemlenmesi sonucu deneme-yanılmayla elde edilen bilgiler ile bitkiler sağlık uygulamaları içinde hep kullanılagelmiştir. Ancak bir molekülün ilaç olarak kabul edilebilmesi için bilimsel olarak Ar-Ge ve ruhsatlandırma sürecini tamamlaması gerekir. Böylece hekimler sağlık hizmeti kapsamında etki, yan etki, dozaj, metabolize edilme yöntemi, etkileşim vb. bilgiler ile standardize edilmiş molekülleri kullanabilecektir. Görüldüğü gibi Ar-Ge sürecinin temel özelliklerinden birisi mesleğin en temel ilkelerinden olan “önce zarar verme” ilkesinin yaşama geçirilmesini sağlamaktır. Bilimsel verilere dayanmayan, farklı fizyolojik mekanizma modelleri ortaya koyabilen, subjektif söylenceler ile etkinliğini sürdürmeye çalışan, genellikle tek kişinin deneyimlerine dayanan, Ar-Ge sürecinden geçmeyen, bu nedenle ilaç olarak tanımlanması olanaklı olmayan ve standardize edilmemiş molekül ve/veya moleküller karışımı içeren uygulamaların kanıta dayalı olmaması nedeniyle insan üzerinde uygulanması sağlığın tehlikeye atılmasına neden olabilecektir. Bu nedenle hem mesleğin etik ilkeleri hem de Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi gibi ulusal mevzuat ve Biyotıp Sözleşmesi gibi uluslararası metinler hekime bilimsel verilere dayanan uygulamaları yapma zorunluluğu getirmektedir.

Ülkemizde hekimlik yapabilmek için tıp fakültesi mezunu olma gerekliliği 1219 sayılı yasa ile belirtilmekte ve Yüksek Öğretim Kurulu yasasında da yüksek öğrenimin bilimselliğe dayalı olması gerektiği ifade edilmektedir. Birlikte değerlendirildiğinde sağlık uygulamaları için hekimlerin bilimsel eğitim almaları ve bu eğitimle kazanılmış bilgi ve becerileri kullanmaları gerektiği anlaşılmaktadır.  Anayasa’da ise tıbbi zorunluluklar dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağına vurgu yapılır. Söz konusu tıbbi zorunluluk tıbbi müdahalenin tıp bilimine göre gerekli olmasını, endikasyonu, belirtmektedir. Bunun yanında tıbbi müdahalenin tıp biliminin gerektirdiği şekilde ve özenle gerçekleştirilmesi gerekliliği de söz konusudur. Görüldüğü gibi hem eğitim hem de uygulama sürecinde bilimsel bilgiye dayanmak yasal zorunluluk olarak da karşımıza çıkmaktadır. Böylesi bir eğitim sonrası hak edilen hekim kimliği, bilimselliğe dayanan uygulamalar için kullanılmayı gerektirir. Bilimsel bilgi olarak ortaya konamamış GATSU sürecinde hekim ve/veya öğretim elemanı kimliğinin kullanılmasının tıbba, hekime ve bilime duyulan evrensel güvenden yararlanmak istemenin sonucu olduğu düşünülmektedir. Ancak GATSU ile yaşanacak olumsuzlukların tıbbın temeli olan hekim hasta ilişkisini ve hekime olan güveni örseleyeceği ve bunun da sağlık hakkına erişimi zedeleyebileceği unutulmamalıdır. Hekim ve akademisyenlerin bilim insanı olarak bilimsel kuşkuculukla ve bilimin eleştiriye, yanlışlamaya açık olduğunun içselleştirilmesiyle ve etik değerlendirmesi yapılmış bilimsel araştırma yöntemleriyle tıpta kullanılan bilgilerin elde edilebileceğini veya değiştirilebileceğini kabul etmeleri gereklidir. Bilime dayanmayan uygulamaları reddetmeleri, sağlık hakkına sahip çıkmaları ve toplumu bu konuda bilinçlendirmeleri hem bilim insanı olma hem de aydın kimliklerinin gereğidir. Ayrıca bu kimlik bilime karşı olmanın gericiliğe zemin hazırlayacağının da bilincini ortaya koyar. Gericileşme de GATSU kullanımını artırmaktadır.

Son uzun daralma dönemine 1970’lerle birlikte giren kapitalizm bir taraftan neoliberal politikalar ile sermayenin küreselleşmesini sağlarken diğer taraftan da sosyal hakları gereksinim boyutuna indirgeyerek hak olmaktan çıkarmış ve hizmet üretimini de piyasalaştırmıştır. Bu değişimde sağlık hakkı da kaçınılmaz olarak etkilenmiş, sağlık metalaştırılırken geleneksel sağlık uygulamaları da alternatif tıp adı altında uluslararası alana taşınmıştır. Bu anlayışa paralel olarak son yıllarda GATSU kullanımını artıran sağlık politikalarındaki değişimler:

i.Kamunun sağlık alanından uzaklaşmasına neden olmuş ve devletin ödevini sağlık hizmeti sunmaktan denetlemeye değiştirmiştir. Sonuçta kamusal sağlık harcamalarının azaltılması, finansmanında ek kaynak yaratılması hedeflenerek hem kamusal sağlık hizmetinin kapsamı daraltılmış ve böylece sağlık sistemine yönelik memnuniyet düşmüş hem de sağlığın elde edilmesinin bireysel sorumluluk olduğu anlayışı ile sağlık harcamalarının bireye yüklenmesi gerçekleştirilmiştir.

ii.Bir yandan artan bilimsel bilginin teknolojiyi güçlendirmesi ve tıbbın teknoloji yoğun özellik kazanarak pahalılaşması, diğer yandan neoliberal politikaların emekçi kesimdeki sömürüyü artırması ve eşitsizlikleri derinleştirmesi toplumun büyük kesiminin nitelikli sağlık hizmetine erişimini azaltmakta, sağlık sorunları için bireysel çözüm arayışlarına yönelim artmaktadır.   

iii.Süreçte kâr maksimizasyonunun sağlanması için hekimler ile sağlık endüstrisi arasında yanlılıkların artması; piyasalaşan sağlık hizmetlerinde yaşama geçirilen performans sistemlerinin meslektaşlar arası rekabeti artırması, iş barışını ve hekim-hasta ilişkisini olumsuz etkileyerek halkın sağlık hizmetlerine katılımını azaltması; tıp eğitiminin neoliberal sağlık politikalarından olumsuz etkilenmesi; tıptaki aşırı uzmanlaşma sonucu bütünün gözden kaçırılması; hekimin teknik eleman haline getirilmesi; bireysel performansı artırma, malpraktis davalarından korunma, hasta memnuniyetini yükseltme, teknolojinin sağladığı tüm tanı olanaklarını kullanma istekleri gibi nedenlerle hekimlerin tanı/tedavi uygulamalarını gereğinden fazla kullanma tercihleri; hastaya ayrılan zamanın azalması; defansif tıp uygulamaları modern tıbba olan güvenin sorgulanmasına neden olmuştur.

iv.GATSU günümüzde 100 milyar $ büyüklüğünde yeni bir sağlık pazarı halindedir, oldukça güçlü lobi faaliyetlerine açıktır ve geleneksel tıbbın ticari amaçlarla yeni form kazandırılması olarak da değerlendirilen alternatif tıbba dair yanlılıklar, çıkar çatışmaları da ortaya çıkabilmektedir.

v.Talebin kışkırtılması, bedeni-güzelliği-gençliği önceleyen fetişist yaklaşımlar piyasalaşan sağlık hizmetinin kullanımını artırmaktadır. Bunun yanında doğal olana yönelim pekiştirilerek GATSU’nın doğal, geleneksel, yüzyıllardır kullanılıyor olmaları nedeniyle zararsız olduklarına yönelik açıklamalar, bazı bilim insanlarının, akademik çevrenin bu algıyı pekiştiren yaklaşımları, ruhsatlandırılmamış tıbbi ürünün yasal olarak tanıtımının yasak olmasına ve ruhsatlandırılanlar için sınırlandırılmış tanıtım bilgilerinin kullanılabilirliğine karşın gerçekleştirilen reklam bombardımanları, elektronik alışveriş olanaklarının artırılması, market satışlarının sağlanması söz konusu uygulamaların/ürünlerin yaygınlaşmasına katkı sağlamıştır.

vi.Modern tıp uygulamalarının bazı sağlık sorunları ve kronik hastalıklarda yeterli başarı elde edememesi sonucu mucizevi iyileşme anekdotları ile kişilerin umutlarının sömürülmesi GATSU kullanımını artıran başka bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tüm bu gerekçelerin etkisi ve aynı dönemde yaygınlaştırılan GATSU kamusal sağlık hizmetlerinin de yerini almaya başlamıştır. Böylece sosyal güvenlik sisteminin dışında tutulan GATSU ile hem kişilerde sağlık hizmeti alma yanılgısı yaratılmakta hem de “kamusal yük” düşürülmektedir.

Halk sağlığı etiği temelde toplumsal sağlığın elde edilmesi kavramı içinde bireylerin zarardan korunmasına, özerkliklerinin korunmasına, sosyal adaletin ve eşitliğin sağlanmasına vurgu yapmaktadır. Kanıta dayalı olmayan uygulamalar ile kişilerin sağlığı ve buna bağlı olarak yaşamı riske edilmektedir. GATSU ile sağlık hizmeti alıyormuş algısı yaratılarak devlet kişilerin sağlık hakkına erişim ödevini yerine getirmekten kaçınmaktadır. Bilimsel etkililiği ve güvenliği kanıtlanmamış uygulamalar ile sağlık amaçlı gereksiz harcama yapılarak sınırlı kaynakların akılcı kullanımı engellenmektedir. GATSU’nun yaygınlaşması ile kişilerin hekime başvurusu gecikmekte ve bu da sağlık hakkına erişimi farklı boyutlarda engellemektedir. Günümüzde konu ile ilgili artan kontrollü çalışmalarla oluşmuş bilimsel veri tabanı, GATSU’nın etkisizliğini, yan etkilerini, doğrudan zararlarını hatta ölüme varan olumsuzluklarını, ilaçlarla etkileşime girerek yarattığı yan etkileri ortaya koyarak sağlık hakkının örselendiğini, halk sağlığı açısından önemini göstermektedir. Günlük yaşamda sağlık çalışanı olmayan kişilerin de bu uygulamaları gerçekleştirmeleri olayın sağlığı tehdit eden başka bir boyutudur.

Bireylerin eğitim düzeylerinin düşük olması da GATSU’nın kullanımını artırmaktadır. Ancak bu gerekçe ile sorumluluğun bireylere yönlendirilmesi günümüz yaklaşımlarının getirisi olarak bireyci anlayışın sonucudur. İnsan hakları kavramı ve bunun yansıması olarak sosyal hakların sağlanması, bireylerin bu haklara nitelikli, eşit şekilde ulaşımlarının sağlanması bağlamındaki devletin sorumluluk ve yükümlülükleri göz ardı edilmemelidir.

Tüm bu değerlendirmelerden sonra, var olan koşulların verili olarak kabul edilmemesi; asıl çözümün sağlığın hak olarak kabul edilerek piyasalaşmasının önlenmesinin, toplumsal ve bütüncül yaklaşımla nitelikli sağlık hizmetine erişimde eşitliğin-adaletin-ulaşılabilirliğin sağlanmasının, tıp kurumu ile toplum arasındaki güvenin yeniden güçlendirilmesinin, insan yaşamını, sağlığını, onurunu önceleyen mesleki etik ilkelerin temel yükümlülük olarak kabul edilmesinin, toplumcu sağlık politikalarının oluşturulmasının, basamaklandırılmış sağlık hizmeti örgütlenmesinin yaşama yansıtılmasıyla olanaklı olduğunun bilinciyle aşağıdaki öneriler oluşturulmuştur:

  1. Konu ile ilgili yürürlükteki yönetmelik bağlamında hangi uygulamaların geleneksel hangilerinin tamamlayıcı olduğu belli değildir. Söz konusu uygulamaların “kötü uygulama oluşturup” oluşturmadığını belirlemek bakımından başvurulacak çağdaş meslek standartları, kuralları (legis artis) yoktur. Bu durum sağlık hizmetlerinin kamu hizmeti niteliği ile bağdaşmadığı gibi yaşam hakkı, sağlık hakkı ve vücut bütünlüğü açılarından da tehlike oluşturmaktadır. Sağlık Bakanlığı ivedilikle GATSU için hukuksal dayanak oluşturan yönetmeliği yürürlükten kaldırarak bilimsel bilgiye dayalı yeni bir yönetmelik hazırlamalıdır. Sağlık hizmetlerinin kalitesini ve güvenliğini sağlama sorumluluğu gereği, hakkında yeterli bilimsel bilgi olmayan uygulamaların kullanılmaları ise engellenmeli, yasaklanmalıdır. Tedavi kavramı içinde sadece bilimsel araştırma metodolojisine uygun ve etik değerlendirmesi tamamlanmış araştırmaların sonuçlarına dayalı ve etkinliği, etkililiği, güvenilirliği, güvenliği kanıtlanmış moleküllerin/uygulamaların kabul edilmesi sağlanmalıdır. Bu şekilde tedavi kavramı içinde kabul edilen uygulamalar da sosyal güvenlik kapsamında olmalıdır.
  2. Günümüzde üniversiteler bilimsel bilginin üretilmesini, bu bilginin öğretilmesini ve hizmet alanında kullanılmasını hedeflemekle birlikte en temel işlevleri bilimsel bilginin üretilmesidir. Kısaca üniversiteler bilimsel bilginin merkezi konumundadır. Ancak Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği’nin yürürlüğe girmesi sonrası, temel işleviyle çelişik şekilde yönetmelikte yer alan ve haklarında halen yeterli bilimsel bilgi üretilmemiş olan uygulamalar için Türkiye’nin birçok üniversitesinde (Yeditepe, Ege, Hacettepe, Gazi, Atatürk, Yıldırım Beyazıt üniversiteleri) uygulama merkezlerinin ve bazı üniversitelerde de (Ege, Cumhuriyet, İstanbul, Medipol, Ankara, Bezmialem, Gazi, Yıldırım Beyazıt üniversiteleri) eğitim merkezlerinin açıldığı ulusal basına yansımaktadır. Bu durumda üniversite senatolarının söz konusu kararlarını tekrar gözden geçirmeleri ve kurumlarının temel işlevine uygun yapılanmalarını sağlamaları konusunda yönlendirici olmaları uygun olacaktır.
  3. Hekimlerin ve akademisyenlerin etik duyarlılıkla konuya yaklaşmaları, her bağlamdaki yanlılık ve çıkar çatışmalarından kaçınmalarının sağlanması için TTB tarafından düzenlenecek mezuniyet sonrası eğitim programları farkındalığı olumlu etkileyecektir.
  4. Hekimlerin ve akademisyenlerin eğitimlerinin gereği bilimsel bilgiden ödün vermemeleri gerekmektedir. Bunun dışındaki her türlü bilgi karşısında tutum almalarının ödevleri olduğunun farkındalığı içinde hekim kimliğine sahip çıkmalıdırlar.
  5. Koruyucu ve tedavi edici hekimlik bağlamında kullanılabilen her türlü ürünün ruhsatlandırma sürecinde mutlaka Sağlık Bakanlığı yer almalıdır.
  6. Toplum, Sağlık Bakanlığı tarafından GATSU ile ilgili veriler ve bitkisel ürünlerin ilaç olmadıkları hakkında bilgilendirilmelidir.
  7. GATSU ile ilgili reklamlar doğrudan sağlık üzerine etkileri nedeniyle sağlık alanında olduğu gibi yasaklanmalıdır.
  8. TTB tarafından konunun paydaşlarını, uzmanlık derneklerini kapsayacak bir çalıştay yapılması bilgilenmeyi ve duyarlılığı artıracaktır.
  9. TTB, medyanın popülist yaklaşımla bilimsel olmayan mesajları topluma iletmemesi için farkındalık yaratma çalışmaları yapmalıdır. 
  10. GATSU’nın ve konu ile ilgili bilimsel çalışmaların ve sonuçlarının değerlendirilmesi için özerk bir yapı oluşturulmalıdır.

 

 

[1] Bu görüş oluşturulurken temel kaynakça olarak Toplum ve Hekim Dergisinin konuyla ilgili yayınladığı 32. Cilt 1. Sayısındaki makalelerden yararlanılmıştır.