Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi Toplantısı yapıldı

Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi toplantısı 22 Aralık 2014 Pazartesi günü yapıldı. Toplantıda, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB “2014-2018 Politika Belgesi ve Eylem Planı”na ilişkin görüşlerini içeren ortak metni sunduktan sonra söz konusu planın bu haliyle iş kazalarını önleyemeyeceği ve gelecekte olacak iş kazalarının sorumluluğunun alınamayacağı gerekçesiyle oylamaya katılmayarak, salondan ayrıldı.

  

Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi toplantısına DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, KESK Yürütme Kurulu Üyesi Fatma Çetintaş, TMMOB Yürütme Kurulu Üyesi Mehmet Torun ve TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan katıldı.

“2014-2018 Politika Belgesi ve Eylem Planı”na ilişkin dört örgüt adına hazırlanan görüşleri içeren ortak metin sunulduktan sonra, bu görüşlerin politika belgesi ve eylem planında yer alması durumunda çalışmalara destek verileceği belirtildi. Planın bu haliyle iş kazalarını önleyemeyeceği ifade edilerek oylamaya katılınmadı.

Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi toplantısında; DİSK-KESK-TMMOB-TTB’nin, “2014-2018 Politika Belgesi ve Eylem Planı”na ilişkin görüşlerinizi içeren ortak metin şöyle:

 

DİSK-KESK-TMMOB-TTB

2014-2108 POLİTİKA BELGESİ VE EYLEM PLANI DEĞERLENDİRMESİ

Öncelikle DİSK, KESK, TMMOB, TTB olarak konsey gündemine ilişkin görüşlerimizi ifade etmeden önce bugüne kadar iş cinayetlerinde kaybettiğimiz tüm insanlarımızı saygıyla anıyor,  acılı ailelerine tekrar başsağlığı ve sabır diliyoruz.

Evet, “iş cinayeti” kavramının aramızda bulunanların bir kısmına ürkütücü,  korkutucu geldiğini biliyoruz. Bu kavramı kullanmaktan biz de memnun değiliz. Ancak bu konuda ülkemizde yaşanan tablonun tanımlanabilmesi için iş kazası kavramının yetersiz kaldığı da açıktır.

Nitekim araştırmalar 25 Haziran 2014 tarihinde yapılan son konsey toplantısından bugüne toplam en az 717 insanımızı daha iş cinayetlerine kurban verdiğimizi göstermektedir.  2004-2012 dönemine yani 6331 sayılı yasanın yürürlükte olmadığı döneme bakıldığında her yıl ortalama 1.300 çalışan yaşamını yitirirken yasanın yürürlüğe girmesinden sonra 2013 yılında yaşamını yitiren işçi sayısı 1.235,  2014 yılı Kasım ayı sonu itibari ile 1.723 olmuştur.

Buna rağmen geçmişte yaşanan kazaları, can kayıplarını yasa eksikliği ile açıklayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bugün ise bizzat bakanın yaptığı açıklamalarla kazalarda hayatını kaybeden işçileri, çalışanları suçlar hale gelmiştir. Yaşanan her kazadan sonra  “sorun yasada değil, AB standartlarının üzerinde zırh gibi bir yasamız var. Sorun uygulamada” açıklamaları yapılması neredeyse Bakanlığın geleneği haline gelmiştir.

6331 sayılı yasaya ilişkin eleştirilerimizi uzun uzadıya anlatacak değiliz. Ancak bu noktada şunu söylemekle yetinelim. Ortada ne kapsadığı kesimler açısından, ne denetleme açısından, ne de önleme açısından AB ya da ILO standartlarının üzerinde bir yasa yoktur.  155 ve 161 sayılı sözleşmelerde güvenceli çalışma, İSG kültürünün olmazsa olmazı olarak açıkça ifade edilirken hem yasada hem uygulamada bu noktanın es geçildiği bir durum söz konusudur. Bu haliyle eğer bir zırhtan söz edilecekse taşeronu, yükümlülüklerini yerine getirmeyen işvereni koruyan bir zırhtan söz etmek daha gerçekçidir.  

Bugün geldiğimiz noktada İşçi Sağlığı ve Güvenliği hizmetleri piyasaya açıldıkça, eğitimler ve hizmetler kurulan ticari şirketlere kazanç olarak döndükçe iş kazaları ve can kayıplarının azalmadığı, aksine artarak devam ettiği görülmektedir.

Değerli Konsey Üyeleri,

Birer sayı değil birer hayat olan bu verilere yansıyan iş cinayetlerinin hepimizi derinden yaralamaya devam ettiği bir süreçte Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi  toplantısında bir aradayız.

 Bizler bugüne kadar üyesi olduğumuz Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi toplantılarına katılmaya çalıştık. Konseyin çalışma usul ve esaslarını düzenleyen yönetmeliğe ilişkin görüşlerimizi paylaştık. En başından beri mevcut Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi’nin kendisinden beklenen ihtiyaca cevap vermediğine dikkat çektik. 

Ancak ne yazık ki tıpkı 6331 sayılı yasanın ve bağlı onlarca yönetmeliğin hazırlanış sürecinde olduğu gibi bu konseyin yönetmeliğinin hazırlanışında da katıldığımız toplantılarda ifade ettiğimiz görüş ve önerilerimize de nerdeyse hiçbir şekilde yer verilmemiştir.

Buna rağmen bu toplantı için kurumlarımıza gönderilen resmi yazı ile 2014-2018 Dönemi Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Politika Belgesi paylaşılarak söz konusu belgede yer alan hedeflere ulaşabilmenin, Konsey üyesi kurum ve kuruluşlarla birlikte konuyla ilgisi bulunan tüm tarafların sorumluluğunda olduğu ifade edildiği  “Sorumlu ya da ilgili kuruluş” olarak meslek odalarına ve konfederasyonlara pek çok görevin verildiği görülmektedir.

Bu noktada hafızalarımızı canlandırarak bu konseyin kuruluşundan bugüne yaptığı bazı çalışmaları hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyoruz.

Bilindiği üzere Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi 2005 yılında kurulmuştur.   Sosyal taraflar açısından dengeli bir temsiliyeti sağlamayan konseyin kurulması sürecinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü Sistem Değerlendirmesi Taslağında gösterildiği üzere; sistemin temel 28 göstergesinden 17 si  hala fonksiyonsuz durumdadır.

Yılda 2 kez toplanan Konsey, işlevi açısından yetersizdir. Çünkü Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyinde kabul edilen 2006-2008 ve 2009-2013 Ulusal Eylem Planlarında alınan kararların pek çoğu hala hayata geçirilmemiştir. Bunların en başında ILO ve AB normlarına uygun bir yasa çıkarılamaması gelmektedir ki 6331 sayılı yasa ile bu ihtiyacın  karşılanmadığını ifade etmeye çalıştık. 

Her iki ulusal Eylem Planında öngörülen iş kazalarının % 20 azaltılması ve meslek hastalıkları tanısını % 500 geliştirilmesi hedefine ulaşılamamıştır. İstatistiklere bakıldığında bu durum açıkça görülmektedir. Kamu eliyle yürütülen İSG hizmetlerini % 20 artırmak hedefine bakıldığında,  2013 yılı Bakanlık verileri şöyledir; toplam 1050 iş müfettişinin 460’ı sosyal, 590’ teknik müfettiştir. Denetimler ve yaptırımlar caydırıcı olmaktan hala çok uzaktır.

Tüm bu tabloya rağmen;  hiçbir şekilde eşit ve yeterli düzeyde katılımımızı sağlamayan  nasıl hazırlandığını bilmediğimiz bir “Politika Belgesi”nin hedeflerine ulaşılmasından sorumlu tutulmayı kabul etmemiz mümkün değildir.

Açıkça ifade edelim ki; bugün oylanması planlanan 2014-2108 Politika Belgesi ve Eylem Planının büyük bölümü, 2006-2008 ve 2009-2013 belgelerinin tekrarından ibarettir. Bu yönüyle  geçtiğimiz 8 yıllık dönemin hedeflerinin tutturulamadığının da bir belgesi niteliğindedir.

Belge; gerçeklere dokunmaktan imtina edilen, sorunu sadece belli istatistiki verilerin toplanmasının kolaylaştırmasına indirgeyen, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının azaltılmasına yönelik olarak nasıl belirlendiği ve nasıl tutturulacağı tartışmalı olan hedefler belirlemiş durumdadır. 

Politika Belgesinde “…2009-2012 yılları arasındaki veriler kullanılarak karşılaştırma yapılabilmiştir. İş kazası ve meslek hastalığı sonucu 100 bin çalışanda sürekli iş göremezlik oranı ise 2009 yılına göre 2012 yılında % 11,5 oranında azalmıştır. …..Ülkemizde iş kazası sayısının en çok görüldüğü metal, maden ve inşaat sektöründeki; düşme, göçük, patlama, sıkışma ve benzeri diğer risklerden kaynaklanan kazaların azaltılması hedeflenmektedir.”  denilmektedir. 

Ancak, aynı dönemdeki ölümlü iş kazaları rakamlarında azalma olmadığı görülmektedir. Bu durumun, kayıt dışı çalışılan yerlerdeki ölümlerden ve istatistikî verilerdeki uyumsuzluklardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Örneğin: 2003-2008 yılları arasında iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısı 5450 iken, 2009-2013 yılları arasında bu rakam 6448 olmuştur. ( İstanbul İşçi Sağlığı Meclisi rakamları)  Yine madencilik sektöründe son yıllarda ölümlü iş kazaları ciddi oranda artmıştır. Son 5 yılda toplam 400 maden emekçisi yaşamını yitirmiştir. 2014 yılının ilk on ayında ise 325 maden işçisi toplamda ise 1600 işçi iş kazaları sonucu yaşamını yitirmiştir. Bu rakamlar incelendiğinde, işçi ölümlerinin azalmadığı tam aksine arttığı açıkça görülmektedir. Bu nedenle iş kazalarını sabit tutma hedefi ciddi olarak tekrar değerlendirilmelidir.

Meslek hastalıklarının tespiti konusundaki çalışmaların yetersizliği göz önüne alındığında meslek hastalıklarına ilişkin bütüncül bir çalışma yapılması gerektiği ortadadır.  Meslek hastalıklarının önlenmesinde, farkındalık yaratılmasında tanılarının konulmasında ve raporlanmasında, tedavilerinin yapılmasında ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuz ortadadır. Üniversiteleri, Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastanelerini başta TTB olmak üzere ilgili meslek kuruluşlarını sürece katan gerçekçi bir programa ihtiyaç vardır.

Hiçbir politika metninde, neden - sonuç ilişkisi göz önüne alınmadan, sadece sonuçlar üzerinden yapılacak bir çalışmanın başarıya ulaşma şansı yoktur. İş kazaları ve meslek hastalıklarının nedenleri ortadan kaldırılmadan bunların yarattığı sonuçların bitirilmesi veya azaltılması olanaklı değildir.

Sonuç olarak,  bu konseyin temel dayanağı olan 6331 sayılı yasanın hazırlanış sürecinde hiçbir şekilde görüşlerine yer verilmeyen, hatta yasada yapılan değişikliklerle işlevlerinin azaltılması hedeflenen kurumlar olarak yetki-sorumluluk dengesi gözetilmeden tarafımıza bu tür görevler yüklenmesini kabul etmemiz mümkün değildir.  

Ayrıca, bizim bakanlıklara bağlı olmayan bağımsız, kamu niteliğindeki meslek kuruluşları, konfederasyonlar olduğumuzu ve sorumluluğumuzun da başta üyelerimiz olmak üzere işçilere, kamu emekçilerine, doktorlara, mimar ve mühendislere karşı olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

Değerli Konsey Üyeleri

Bize göre Türkiye’nin bu alandaki yapısal sorunlarının temelinde, gerek işveren kesimi gerek kamu işvereni olan ve çalışma yaşamını düzenleme konumundaki devletin tercih ettiği ekonomik politikalar ve bu politikalara bağlı uygulamalar yatmaktadır.

Ne yazık ki tercih yıllardır, özelleştirme, sendikasızlaştırma, kayıt dışı çalıştırma, taşeronlaştırma gibi sermayenin ihtiyaçlarına cevap verecek yönde kullanılmaktadır.  Bu tercih ise çalışanların sağlığını ve güvenliğini tehdit eden güvencesiz çalışma biçimlerinin yayılmasını, kadın ve çocuk emeği sömürüsünü,  kayıt dışı istihdamın artmasını,  alana ilişkin gerekli yatırımların yapılmamasını, yasalarda belirtilen denetimlerin yeterince yapılmamasını beraberinde getirmektedir. 

İş kazalarının temel nedenlerinin başında bilgi ve teknoloji üretemeyen ülkemiz sisteminin dünya piyasaları ile rekabet edebilmenin en kolay yolu olarak, ucuz ve güvencesiz emek üzerinden üretim yaptırmayı model olarak benimsemesi gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de uygulanan ekonomik sisteme rengini veren sermaye birikim rejiminin yapısal olarak iş cinayeti üreten bir sistem olduğu açıktır.

Bu noktadan bakıldığında bugün oylanması planlanan 2014-2108 Politika Belgesi ve Eylem Planı ülkemizde artarak devam eden iş cinayetlerinin ardındaki yapısal sorunları görmezden gelmektedir.  

Değerli Konsey Üyeleri

Bu gerekçeler ışığında, yapısal değişikliklerin sorunun çözümünü kolaylaştıracağı görülmektedir. Aşağıdaki önermelerimizin politika belgesi ve eylem planının omurgasını teşkil etmesi durumunda iş kazaları ve meslek hastalıklarının azalacağına inanıyoruz;

-   Özelleştirmeler iptal edilmeli, madencilik sektörü başta olmak üzere taşeronluk ve rödevans ile her türlü güvencesiz çalışma uygulamaları kaldırılmalıdır.

-   İşçi sağlığı ve güvenliğinin ayrımsız tüm çalışanlar için bir hizmet değil,  bir hak olduğu ve çalışanların bu hakkına karşı tek muhatabın devlet olduğu kabul edilmelidir.

-   Örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmalı ve örgütlenme teşvik edilmelidir.

-   6331 sayılı Kanunu’nun tüm çalışanları kapsaması için hükümetin sosyal sigorta hakkını SSGSS Kanunu ile kamu çalışanı emekçilere de tanıması ve kendi hesabına çalışanları ve diğer çalışanları istisna olarak kabul etmemesi gerekmektedir. Ayrıca kayıt dışı çalışanların da bir işyerinde ve işverenin sorumluluğunda iş kazası veya meslek hastalığı geçirebileceği gerçeği kabul edilmeli ve devletin denetim zafiyeti sonucu kayıt altına alınamayan işyerlerindeki mağduriyetlerin bedeli çalışanlara yüklenmemelidir.

-   İşçi sağlığı ile iş güvenliğinin birbirini tamamladığı gerçeğinden hareketle, tüm çalışanlar insana yakışır norm ve standartta bir sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmalıdır. Sigortasız ve sendikasız çalıştırma önlenmeli, kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınmalıdır.

-   Bağımsız denetim mekanizmaları oluşturulmalı, İşyeri Hekimleri ve İş Güvenliği Uzmanlarının iş güvenceleri mutlaka sağlanmalı, ücretleri oluşturulacak bir fondan karşılanmalıdır. Bu meslek gruplarının eğitiminde TTB ve TMMOB yetkili kılınmalıdır. İşyeri Hekimleri ve İş Güvenliği Uzmanlarının ilgili meslek odalarına üye olmadan çalışmalarına izin verilmemelidir.

-   Yıllardır ihmal edilen meslek hastalıklarının önlenmesi, gerekli taramaların yapılması hastalıkların tespiti için yasal düzenlemeler bir an önce hayata geçirilmelidir.

-   Denetim raporları; şeffaf olmalı ve ilgili sendikalara, meslek odalarına iletilmelidir.

-   İş Güvenliği ile ilgili mevzuat, uluslararası normlara uygun olarak gözden geçirilmelidir.

-   Havza madenciliği hayata geçirilmelidir. Planlamalar ve uygulamalar bu doğrultuda yapılmalıdır.

-   İş kazası sonrası kriz masası kurulmalı ve çalışmalar bu yapı ile yönetilmelidir.

-   Koruyucu sağlık hizmetleri yerine tedavi edici sağlık hizmetlerine öncelik verilen uygulamalardan vazgeçilmeli, koruyucu sağlık hizmetleri geliştirilmelidir.

-   Eşit katılımlı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Konseyi kurulmalı ve bu çatı altında özerk-demokratik, mali yönden bağımsız bir İSG kurumu oluşturulması hedefi politika belgesi ve eylem planında yer almalıdır.

Bu başlıklar çerçevesinde hazırlanacak bir politika belgesine destek olacağımızı belirtiyor, alanda yaşanan temel yapısal sorunları görmezden gelerek hazırlandığı için ülkemizde yaşanan iş kazalarına çözüm getirmekten uzak olduğunu düşündüğümüz  2014-2108 Politika Belgesi ve Eylem Planının geri çekilmesini talep ediyoruz.

İleride yaşanabilecek olan iş kazaları ve meslek hastalıklarının sorumluluğunu bu koşullarda almayacağımızı belirtmek istiyoruz.