KİMYASAL
SAVAŞ
Doç.Dr.Osman
Gürel
Mayıs ayında gazetelerde çıkan kısa haberlerden bazıları, nükleer
silahlanma, yıldız savaşları, Çernobil kazası gibi güncel ilgi alanlarımızın
gölgesinde kaldıklarında, pek dikkatimizi çekmediler. Oya konu bizi doğrudan
ilgilendiriyordu. Haberlere yeniden göz gezdirelim:
“F.Almanya ABD kimyasal silahlarını ülkesinden çıkarıyor: F.Alman
Parlamentosu, ülkedeki Amerikan kimyasal silahlarının 1992 yılına dek geri çekilmesi
konusunda ABD-F.Alman hükümetleri arasında yapılan anlaşmayı onayladı...
F.Almanya’da 2 bin ile 10 bin ton Amerikan kimyasal silahı bulunuyor” (1)
“ABD’nin kimyasal savaş üretimine Türkiye’den evet: Türkiye, ABD’nin 17
yıllık bir aradan sonra yeniden kimyasal silah üretimini, başlatma yolundaki projesine
NATO içinde destek verdi ve söz konusu silahların NATO kuvvet hedeflerine konmasını
kabul etti” (2)
“NATO’da geçici barış: Dünkü NATO toplantısının en önemli gündem
maddesini oluşturan ABD’nin kimyasal silahlar üretme projesi esas olarak kabul edildi.
Norveç, Danimarka, Hollanda, Yunanistan, İzlanda ve Lüksemburg bu silahların üretim
ve stok edilmesi konusunda çekince koydu”
“Türkiye’ye kimyasal silah yerleştirilecek: Alman dergilerinden der Spiegel,
Amerika’nın 1988 yılında üretimine başlayacağı yeni kimyasal silahların başta
Türkiye ve F.Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerine yerleştirileceğini bildirdi.
Dergiye göre 760 bin gaz bombası ve 155 mm.çapında topların kullanacağı kimyasal
nitelikli 28 bin merminin büyük çoğunluğu ilk planda Türkiye ve F.Almanya’ya
yerleştirilecek. (4)
İnsanoğlu, insanlık aşamalarının öncesinde de sonrasında da eline geçen
herşeyle ve ürettiği her nesne ile savaşa tutuşmuştur. İlkin, çevresinden
sağladığı taş ve sopalarla birbirine girmiş, metalleri arıtmayı başarmasıyla
kılıçlar, baltalar, teberler yaparak düşmanlarını doğramıştır. Barutu bulduktan
sonra topları, dinamiti yaptıktan hemen sonra bombaları, mayınları, torpilleri
geliştirmiştir. Yüzyılımızın en göz alıcı marifetleri ise, çekirdek enerjisinin
dizginsiz salıverildiği atom ve hidrojen bombalarıdır. Yakın gelecekte, laserler yani
pekiştirilmiş ışıklarla savaşacağız herhalde.
Uygarlığın yükselişinden son üçyüz yıldan beri en önemli atakları yapan
kimya biliminin çirkin yüzü, savaş teknolojisine yeni bir armağan olan kimyasal
silahların geliştirilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmenin (!) tarihsel
geçmişi ise oldukça eskilere uzanır.
Kimyanın, kimya değil simya bile olmadığı zamanlarda bile kimyasal maddeler
etkin savaş araçları olarak kullanılmıştır. İsadan önce 431-405 yılları
arasında Isparta ve Atina’nın ünlü Peleponez savaşlarında her iki taraf, kükürt
ve katran karışımları yakarak çıkan boğucu gazlardan yararlanmıştı:
Ortaçağlarda sağlam kalelerle çevrili kentlerin savunulmasında,
kuşatıcıların üzerine dökülen kaynar yağlar gibi yakıcı sıvılar bir yana
bırakılırsa, en etkili kimyasal silah olarak rum ateşi göze çarpmaktadır. 670
yıllarında bulunduğu sanılan bu malzeme, odun parçalarına emdirilmiş zift,
kükürt, petrol, terebentin, sönmemiş kireç ve barut yapımında kullanılan
güherçile karışımından yapılırdı. Suda bile yanabilme niteliğinden dolayı deniz
savaşlarının vazgeçilmez silahı sayılırdı.
1700 yılında Lehistan-Saksonya ordusuyla savaşan İsveç kralı XII.Charles,
Dvina ırmağını geçerken düşmanın görüşünü perdelemek için yaş saman
dumanından yararlanmıştı. Kimyasal maddelerden sis ve duman oluşma yöntemi, gerek
hareketleri gizlemede gerekse işaret vermede hala kullanılmaktadır.
Sivastopol kuşatmasında, İngiliz komutanlarından Lord Dundenald uygun rüzgar
koşullarında çok miktarda kükürt yakılarak kaledekilerin zehirli kükürt dioksit
gazıyla tütsülenmelerini önermişse de, yüksek komuta heyeti bu görüşü
benimsememişti.
1899 da toplanan Hague barış konferansında “... boğucu ve zararlı gazların
yayılmasına yol açacak her türlü merminin kullanılmasından kaçınmak gerektiği”
bir çözüm olarak önerilmişti. Birçok ülke bu öneriyi benimsedikleri halde ABD, bu
silahlarla yapılan savaşın insani olup olmadığının henüz belirlenmediği ve savaş
hali içinde böyle kısıtlamaların geçerli olmayacağı gerekçeleriyle uzlaşmaya
yanaşmamıştı. ABD’nin bu kehaneti pek de yanlış çıkmadı. 1899-1902 Boer
savaşında, deneme için kusturucu pikrik asit dolu mermiler atılmıştır.
19.yüzyılda hızla büyüyen kimya endüstrisi, savaş gereçlerine gelişmiş
ürünlerle katılmaya başlamıştı. Barış zamanlarında, sivil güvenlik kuvvetleri
toplu gösterilerde kitleyi dağıtmak için gözyaşı mermileri ve sis bombalarını
kullanıma soktular. O günlere kadar top ve tüfek mermilerinde barutlarla, bombalardaki
patlayıcılar da kimyasal ürünlerdi. Ancak, bu maddeler, vurucu, yıkıcı etkiler
yapan, yani fiziksel yıkım gücü sağlayan malzeme içinde bulunuyordu. Artık kimyasal
maddelerin kendi sesini doğrudan duyurma vakti geldiğinde, dünyanın o güne kadar
gördüğü en şiddetli savaş başladı: I.Dünya Savaşı.
KİMYASAL SİLAHLARIN
ALTIN ÇAĞI!
Birinci Dünya Savaşı’nın ilk
yılı tamamlanırken, Alman savaş mühimmatının hammadde kaynakları İngiliz
donanmasının ablukası altında kalmıştı. Alman genel kurmayı, barut ve patlayıcı
stoklarının altı aylık ömrü kaldığını anlayınca büyük bir şaşkınlık ve
dehşete kapıldı. Barutun hammaddelerinden en önemlisi olan güherçile Şili’den
getiriliyordu ama; artık bu yol İngilizlerin denetimine girmişti. Almanlar, İngiliz
donanmasına saldırdılar, Falkland adalarını bombaladılar ama boşuna. Kriz öylesine
büyümüştü ki, savaş neredeyse cephane kıtlığından sona eriyordu!
Tam bu sırada, dev boya tröstü I.G.Farben devreye girdi.
19.yüzyıla kadar kumaş boyası indigo, Hindistan’dan geliyordu. Kimya
endüstrisinin büyük başarılarından sayılan sentetik boya üretimi yaygınlaşınca,
bu Alman firması olağanüstü gelişti. Beri yandan sentetik indigo üretimi yan ürün
olarak günde 40 ton sıvı klor oluşturuyordu.
Kimya endüstrisinin bir başka atılımı, Alman kimya bilginlerinden Fritz
Haber’in havadaki azotu amonyağa dönüştürebilmesiyle başladı. Amonyaktan birçok
kimyasal madde türetilebilir ama asıl yararı, yapay gübre yapımında ortaya çıkar.
Bu arada, çeşitli patlayıcıların da çıkış maddesidir. Böylece, ambargo
yüzünden boya ve gübre fabrikaları, patlayıcı ve zehirli kimyasallar üretimine
başladılar. Büyük çaplı kimyasal savaş hazırlığına girişen Almanlar,
Fransızların pikrik asit dolu mermiler kullandıkları gerekçesiyle, Belçika
cephesinde klor gazı kullanmaya karar verdiler. Projenin başında Kaiser Wilhem
Enstitüsü profesörlerinden Fritz Haber bulunuyordu. Her ne kadar Prusya’lı
generaller bir sivil olan Haber’e güvenmiyorlar ve bilimin şerefli savaş sanatına
karışmasından hoşlanmıyorlarsa da, cephanesizlikten pes ettiler.
Kimyasal savaş için seçilen bölge, Dunkirk kanalından 50 km. uzaklıktaki
Ypres kasabası çevresindeki Fransız siperleriydi.
Uygun rüzgarın başladığı 22 Nisan 1915 günü saat 17:00 sularında, 5
km.uzunluktaki Alman siperlerine yerleştirilmiş 6 bin gaz tüpünün içindeki 180 bin
kg klor gazi salıverildi. Karşı siperlerdeki Belçika, Kanada ve Cezayir
tümenlerindeki askerler, herşeyden habersiz
akşam yemeğine hazırlanırlarken Alman siperlerinden yavaş yavaş kabaran sarı-yeşil
bir bulutun üzerlerine geldiğini farkedince ilkin şaşırdılar. Ancak, siperlerin en
kuytu yerlerine bile sızabilen bulutun içinde kalınca şiddetle öksürüp tıkanmaya
başladılar. Soluksuz askerler arasında büyük bir panik ortaya çıktı. Bilgisiz ve
korunmasız birlikler darmadağın oldu.
Yüzbaşı Pollard, klor gazı ile ilk kez, tanışıyordu. “Bu, yeni ve şeytani
bir savaş makinasıdır. Korkunç gecenin karanlığında doğa üstü bir olayın
dehşetine kapılan cesur askerler, gaz bulutu içinde körler gibi koşuşturuyorlardı.
Yüzlercesi tıkanarak can çekişiyor, yıkıldıkları yerde bulantı ve sarsıntılarla
kıvranıyorlardı. Pek çoğu öldü. Tüm hava keskin bir kokuyla doluydu” diye
yazmıştı.
Saldırı sonunda Almanlar, 20 km. kadar ilerledilerse de yeterince destek kuvvet
sağlamamış olduklarından, ertesi gün toparlanan müttefikler tarafından eski
siperlerine kovalandılar.
Pandora’nın kutusu açılmıştı. Her iki taraf büyük bir gayretle yeni ve
daha öldürücü kimyasallar üretimine giriştiklerinden, savaş alanları
laboratuvarlara, insanlar da deney yapılan kobaylara dönüştü.
Almanlar, 1915 Aralığında aynı cephede Fosgen gazı kullandılar. Bu bileşik,
klor gibi öksürtücü gazlar sınıfına girer. Klor, karbon ve oksijenden oluşmuştur.
Fosgen, ciğerleri ve kılcal damarları etkileyerek bronşlarda su toplanmasına ve
kanamalara yol açar. Üstelik etkisi hemen değil, ancak yarım saat ile bir gün için
görülebilir.
Düşmanı zehirlemek için bu da yetmedi. 12 Temmuz 1917’de, gene Ypres
cephesinde, yeni bir kimyasal madde olan Hardal gazı kullanıldı. Bildiğimiz hardalla
hiçbir ilgisi olmadığı halde, bayır turpu ya da hardala benzeyen kokusu yüzünden bu
adla anılagelmiştir. Renksiz, yağlı bir madde olan bu zehir, deri
kabartıcılardandır. Klor ve kükürdün organik bir bileşiği olan Hardal gazı,
kitlesel yoketme amacıyla o güne kadar bilinen kimyasalların en tehlikelisiydi.
İnsan vücudunun özellikle nemli kısımları tarafından soğurulan kimyasal
maddenin litrede 1 miligramı, bir saat içinde ciğerlerde rahatsızlık, gözlerde batma
duygusu ve salya çıkarımı ile belirtilerini gösterir. Daha yüksek dozlarda, soluma
ve yutma sonucu iç ve dış deride, özellikle koltukaltı gibi kısık bölgelerde
güneş yanığına benzer kan toplanmalarına, ağır sancılı kabartı ve kızarıklara
yol açar. Gene alınan doza göre, sürekli öksürük, yüksek ateş, geçici ve
kalıcı körlükler ve sonunda ölüm, bu zehirin etkileri arasındadır.
Öbür kimyasallara göre korunması çok daha zor olan Hardal bileşiği
genellikle sıvı halde bulunduğundan toprakta, yapraklarda, malzemenin üzerinde uzun
süre kalabilir. Etkileri bir iki gün içinde görüldüğü için zehirlenmeyi hemen
anlamak da çok zordur. Nitekim Ypres cephesindeki Hardal gazı saldırısı,
öbürlerinden sekiz kat fazla olaya yol açmıştı. Üç hafta içinde yalnız
İngilizlerden zehirlenenlerin sayısı 14 bin kişiyi buluyordu.
I.Dünya Savaşı sona erdiğinde, toplam 8,5 milyon ölünün yaklaşık yüzde
biri kimyasal silahlar sonucu yitirilmişti. Bu oran, doğu cephesindeki ölüm
istatistikleri bilinmediğinden ancak yaklaşık bir değerdir.
Savaşın sonunda en yüksek şeref madalyasıyla onurlandırılan
Prof.F.Haber’in yazgısı oldukça ibret vericidir. Alman Kimya endüstrisinin önde
gelen bilgini, tescilli kahraman, büyük yurtsever ne yazık ki 1933’de iktidarı ele
alan Hitler’in gazabından kendini kurtaramadı. Bütün şan ve şöhretine karşın,
Yahudi kökenli olduğundan İngiltere’ye kaçmak zorunda kaldı. Orada da duramadı.
İsviçre’ye yerleşti ve 1934’de ağır sıla özlemi ve düş kırıklığı içinde
öldü.
TABUN-SARİN-SOMAN
Kitle öldürücü kimyasal maddeler, endüstri toplumlarının gözbebeği
olmuştu. İtalyanlar, 1936’da Makale bölgesindeki Habeş ordusunu havadan 700 ton
Hardal gazıyla bombalayıp bozguna uğrattılar. Japonlar da Çinlilerle yaptıkları
savaşta, Yang-çe üzerindeki İ-çang kasabasını gaz doldurulmuş mermilerle topa
tuttular. Bu olay, ABD başkanı Roosevelt tarafından şiddetle protesto edilmişti.
İki dünya savaşı arasında öldürücü kimyasallar üzerine yapılan
araştırmalarda önderlik gene Almanya’daydı. I.G.Farben’in Bayer araştırma
laboratuvarlarında çalışan Dr. Gerhardt Schrader, çeşitli organofosfor
bileşiklerinin böceklere etkilerini incelerken memeliler için çok zehirli olan bir
sıvı buldu. Malathion, Parathion gibi güçlü öldürücülerle kimyasal bakımdan
akraba olan bu maddenin simgesel kısa adı TABUN’dur. Alman buluşu olduğu için GA
kodu ile de bilinir. TABUN öylesine tehlikelidir ki o güne değin bilinen en zehirli
maddeler Fosgen ve Hardal gazı birkaç saatte ölüme yol açarlarken, bunu soluyan bir
kimse birkaç dakikada dünyasını değiştiriyordu.
Üç yıl sonra, 1939’da gene Almanların geliştirdiği daha güçlü etkenler
SARİN (GB) ve SOMAN (GD) ile kimyasal savaş silahları olağanüstü öldürücü
boyutlar kazandı.
Bu yeni kimyasallar grubu, çağdaş kimyasal savaş araçlarını oluşturan
renksiz ve kokusuz sinir gazlarıdır. Bazıları sıvı aerosoller olarak etkidikleri
halde, solunum yoluna da zararlı oldukları için genellikle gaz olarak
adlandırılırlar. Sinir gazlarının memelilere birincil etkilerini kolinesteras
enzimleriyle kimyasal bağlanmaları oluşturur.
Bedenimizde istençli ya da istençsiz kas kasılmalarını sinir impulsları
meydana getirir. Beyin ya da omurilikten gelen ve kasılma emrini taşıyan sinirsel
iletim maddesi, asetil kolin adındaki bir kimyasal bileşiktir. Kasların gevşemesini
ise, beyin ve kas hücrelerinde bulunan asetil kolinesteras adlı bir enzim sağlar.
Normal koşullarda, kasılma emrini taşıyan asetil kolin, sinir ucundan salıverildikten
sonra saniyenin binde biri süre içinde, gevşemeyi sağlayan asetil kolinesteras enzimi
tarafından bozunmaya uğratılır. Böylece yaşam dengesi korunmuş olur.
Sinir gazları, soluma, yutma ve hatta deri üzerinden içeriye sızma ile bedene
girdiklerinde hemen gevşetici asetil kolinesteras enzimine bağlanırlar. Bunun için bir
toplu iğne başı kadar damlacık yeterlidir. Gevşetici bileşik ortadan kalkınca,
asetil kolin hızla birikmeye başlar. Bu sürecin kurbandaki etkileri şöyle
sıralanabilir:
Asetil kolin birikmesiyle, ilkin göz bebeği küçülmesi ve görüş
bulanıklığı ortaya çıkar. Arkasından şiddetli mide krampları, bulantı, kusma ve
ter boşanması başlar. Bunların yanında, ağız köpürmesi, burun salgısının
hızla artması, istenç dışı idrar ve dışkı boşalmaları gözlenir. Beyin ve
merkezi sistemde asetil kolin artmasıyla bütün bedende sürekli kasılma, seyirme ve
sarsılmalar başlar. Kalp yöresindeki birikmeler aşırı kalp çarpıntılarına ve
tansiyon değişmelerine yol açar. Zorlanan kasların yorulmaları inmelere neden olur.
Sonunda, iç kanamalar, çırpınma, zihin bulanıklığı ve koma ile kurban katılıp
kalır.
Bütün bunlar,en çok on dakika sürer.
YOKSULLARA ARMAĞANLAR
Kimyasal silahlar her ne kadar II.Dünya Savaşı’ndan Avrupa cephelerinde
kullanılmadıysa da, savaştan sonra geliştirilenler ve eski zehirler, serbestçe
uygulama alanları buldular. Uzakdoğuda, Laos, Endonezya ve Vietnam’da özellikle
gerillaların yuvalandıkları sanılan köyler, bu silahların deneme alanları
olmuştur. 1925’deki Cenevre Protokolü ile zehirli gazların ve diğer kimyasal savaş
araçlarının kullanılması sözüm ona yasaklandığı halde, sadece Uzakdoğu’da
değil, Kuzey Güney Yemen Savaşı’nda da kimyasalların kullanıldığına tanık
oluyoruz. Laos’ta köyü bombalanan bir görgü tanığının ifadesi tipik bir örnek
sayılabilir:
“... uçaklar köyün üzerine iki paket attılar. Yerden iki üçyüz metre
yukarda patlayan paketlerin birinden mavi öbüründen kırmızı bir duman yayıldı.
Dumanları soluyanlar hemen yere yıkıldılar. Sonra uçaklar gene geldiler. Bu kez
köyün üzerine sarı bir toz serptiler. Bu tozun sarı bir yağmur halinde yere
inmesiyle, mecalsiz köylüler ölmeye başladı. Burun ve kulaklarından kan
fışkırıyordu. Her tarafları kızarıklıklar ve sivilcelerle kaplanmıştı. Sudan
çıkmış balık gibi çırpınıyorlardı. Derileri önce sarılaştı, sona simsiyah
kesildi. Kuyudan su içenler hemen çırpınıp ölüverdiler. Ben köyün
dışındaydım. Kaçtım ama günlerce karnım ağrıdı.”
Olayın dehşeti, yapılan soruşturma ile daha da büyümektedir. 300 nüfuslu
köyde ancak 15 kişi sağ kalabilmiş. Hayvanların tümü ölmüş. Atılan paketlerden
çıkan mavi dumanın sersemletici ve güçsüz bırakıcı etkisi olduğu, kırmızı
dumanla özellikle sarı bulutun ağır kanama ve sivilcelere yol açtığı
anlaşılıyor. Saldırının birden çok ve çeşitli etkileri olan kimyasal maddelerle
yapıldığı belirlenmiştir. Olaydan sonraki çevre kirliliği ise henüz hesaba
katılmamıştır.
Uzun ve özenli bir tedavi gören tanığın sağlık raporu ise içler
acısıdır: Sürekli başağrısı ve başdönmesi. On metre ötesini göremiyor.
Konuşma zayıf ve acı verici. Sık sık kanlı öksürük ve göğüste yanma duygusu.
Soluk kısa ve acı verici. On gün içinde deride kabuklu yaralar açılmış. Kasları
bir sigara paketini bile kaldıramayacak kadar güçsüz...
Bu denli korkunç sonuçlar doğuran, öbür savaş aracı nükleer silahlardır.
GÜNÜMÜZDEKİ DURUM
Kimyasal silahların son otuz otuzbeş yıl içindeki durumu ve gelişimi ilginç
dalgalanmalar göstermiştir. 1945-1969 yılları arasında kimyasal silahlanmada
tırmanma göze çarpmaktadır. Yaygın denemeler başlatılmış, sabotaj araçları
yerine kitle yokeden kimyasalların üretimine ağırlık verilmiştir. Çalışmaların
odak noktası, yaprak dökücü kimyasallar ve sinir gazları üzerindedir. Nitekim
1969’da ABD depolarına 42 bin ton zehirli gaz depolanmıştır.
1969-1975 yılları, özellikle Vietnam Savaşının doğurduğu tepkiler
yüzünden kimyasal silah üretim ve stoklanmasında bir gerileme dönemi sayılabilir.
ABD’de bu silahlar için yapılacak harcamalar 180 milyon dolardan 50 milyon dolara
düşmüştür.
Yeni tırmanma dönemi 1975’den bu yana sürmektedir. Kimyasal savaş programı
için kongre desteği 160 milyon dolardan 1 milyara çıkmaktadır. Bu arada 1984 yılı
sonlarında, 300 milyon dolara malolacak kimyasal silah deneme sistemi kurulmaya
başlanmıştır.
Yeni bir hamle ile üretimine hız verilen kimyasal silahların barış
dönemlerinde geliştirilme, depolanma ve taşınmaları, olağanüstü önlemler
gerektiren riskli işlemlerdir. Birkaç örnekle tehlikelerin büyüklüğü hakkında bir
fikir sahibi olabiliriz.
1950’lerden sonra ABD’de V kodu ile bilinen ve G tipi Alman ürünlerinden çok
daha etkin ve tehlikeli maddeler bulundu. Yağlı ve kolay uçmayan bu maddeler,
serpildikleri bölgede uzun süre tekin kalabilen,dayanıklı sıvılardır. 1968’de
Utah, Salt Lake City yakınlarındaki deneme bölgesine VX serpen uçakta bir vana bozuldu
ve kapanmadı. Hafif meltemle taşınan VX bulutu, kent yakınlarındaki bir vadide
otlayan 6.300 koyunu silip süpürdü. Soruşturma sonunda ölümlere bu kimyasalın yol
açtığı ortaya çıktı, ama iş işten geçmişti.
Bir başka olay, Okinawa adasında bu maddelerle dolu cephanenin taşınma ve
depolarda düzenlenmesi sırasında ortaya çıktı. Depo yakınlarında yüzen elli
altmış kişi, ağır deri yanıkları sonucu hastanelik oldular. Çevrede görevli kimi
askerlerde de benzer olaylarla karşılaşılmıştı.
Zehirlerin yapımından sonra ortaya çıkan atıkların depolanması da sorun
olmaktadır. Denver deposu su yakınlarında 3 bin metre derinlikteki bir kuyuya
bırakılan atıklar, şiddetli bir depremden sonra bin güçlükle oradan çıkarılıp
başka yöntemlerle yol edilmiştir. Benzer bir olay, 19 Ağustos 1972 de Hawai’nin
güneyindeki Johnson adasında görüldü. ABD hava kuvvetleri adadaki personeli
ivedilikle oradan uzaklaştırdı. Çünkü ada, yaklaşan Celeste kasırgasının yolu
üzerinde bulunuyordu ve sinir etkenlerinin depolarının dayanıklılığına pek
güvenilmiyordu.
Kaza olasılıkları ise bir başka karabasandır. ABD’de Denver kentinin
Sapleton hava alanı yakınlarında en büyük kimyasal silah depolarından biri
bulunmaktadır. Depoda, çeşitli cephane içinde 2 bin tondan fazla SARİN (GB) ve VX
sinir etkenleri vardır. Bir uçak kazası ile depo altüst olursa, yalnız kenttekiler
değil komşu altı eyaletteki tüm insanlar ölebilir. Nitekim 1966’da Alaska, Fort
Greely’de donmuş küçük bir gölün yüzeyine yerleştirilen 200 sinir gazı mermisi
kimse farkına varmadan buzu delip, göl dibinde üç yıl beklemişti. Askeri birliğe
yeni atanan komutanın çeşitli kayıp söylentilerini ciddiye almasıyla durum ortaya
çıkmış, büyük zahmetlerle boşaltılan gölün yatağından mermiler toplanmıştı.
Olayın üzerinden üç yıl geçtikten sonra, yakın çevredeki elli üç ren geyiğinin
ani ölümüne mermilerdeki sızıntıların yol açtığı belirlenince Pentagon oldukça
zor durumlara düştü ama sorumluluktan sıyrılmayı da becerebildi.
Avrupa’da, özellikle Almanya’da da zehirli kimyasal depoları vardır. Willy
Brandt’ın şiddetli protestoları kar etmedi, Frankfurt ve Hanan banliyölerine sinir
etkenleri yerleştirildi. En öldürücü maddelerin, nüfusu en yoğun kentlerin hemen
yanına depolanmış olması oldukça garip bir savunma anlayışının ürünü olsa
gerek.
Nato ülkeleri içinde önemli miktarda kimyasal savaş etkeni üreten ve depolayan
iki ülke ABD ve Fransa’dır. Silahların gerçek miktarları gizli tutulmakla birlikte,
ABD depolarında 15 bin ton SARİN (GB) ve 5 bin ton VX bulunduğu tahmin edilmektedir.
Kimyasallar otuz ayrı tür cephane içine yerleştirilmiştir. Tahminlere göre SARİN
(GB) doldurulmuş 105 mm’lik mermilerle VX dolu 155 mm.lik mermilerden yaklaşık 3
milyon tane stoklanmıştır. 1500 tane, 600 litrelik VX uçak püskürtme tankı vardır.
225 ve 340 kg.’lık SARİN hava bombaları binlerce; 2 litrelik VX mayınları
yüzbinlercedir. II. Dünya Savaşı içinde yapılmış Hardal gazları da hesaba
katılırsa, toplam öldürücü kimyasalların miktarı 100 bin tona ulaşmaktadır.
Tabii bütün bunlar barışı ve özgürlüğü koruma uğruna hazırlanmıştır.
Savaşın her türlüsüyle yıllardır haşır neşir olan halkımız yakında
tanışacağı ve kimyasal silahlar ve etkilerini artık, ölümlerden ölüm beğenme”
seçenekleri içinde istediği gibi değerlendirme hakkına sahip sayılabilir.
(1)
Cumhuriyet 17 Mayıs
1986
(2)
Cumhuriyet 19 Mayıs
1986
(3)
Cumhuriyet 23 Mayıs
1986
(4)
Hürriyet 29 Mayıs 1986
Tablo: En önemli savaş kimyasalları örnek ve
özellikleriyle şöyle sınıflandırılabilir:
1-Öksürtücüler: fosgen, kloropikrin. Üst ve
iç solunum yollarını etkiler. Ciğerlerde ödem yaparlar.
2-Gözyaşartıcılar: Kloroasetofenon, Adamsit.
Gözde batma, yanma ve yaşarma, burun da akıntı, boğazda yanmalara yol açarlar.
3-Kan gazları: Hidrojensiyanür.Acıbadem kokulu
bu kimyasal madde, alyuvarlardaki hemoglobinle birleşerek oksijensizlikten ölüme neden
olur.
4-Kabartıcılar: Hardal gazları, Lewisit. Göz,
burun akıntıları, deride ağır kızarıklıklar ve yaralar açılması, solunum
yollarında büyük bozukluklar, körlük yaparlar.
5-Sinir gazları: SANİN (GB), SOMAN (GD), VX. En
etkin zehirli maddelerdir. Çok çeşitli etkiler yapar ve en çok 10 dakika içinde
ölüme yol açarlar.
|