III. SON DÜZENLEMELERİ NASIL OKUMALI? A. Genel sağlık sigortası sistemi ve sağlık
sigortası kurumu kanunu tasarı taslağı
AKP’nin
parti ve hükümet programında sıkça sözü edilen GSS hazırlıkları ile ilgili ilk
doküman “HÜKÜMET PROGRAMI ve ACİL EYLEM PLANI ÇERÇEVESİNDE ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKAN-LIĞI’NIN SORUMLULUĞUNDA YÜRÜTÜLEN FAALİYETLERİMİZ”
başlığı ile 15 Ocak 2003 tarihli olarak
karşımıza çıkmakta ve dokümanda “Sosyal Güvenliğin Tek Çatı Altında
Toplanması ve GSS'nin Kurulması” na ilişkin planlanan çalışmalar
aktarılmaktadır. Bu dokümandaki takvime göre 1 Ocak 2004 tarihinden itibaren
uygulamaya geçilmesi öngörülmüş ve bu öngörünün gereği olarak da Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan Genel Sağlık Sigortası Sistemi Ve
Sağlık Sigortası Kurumu Kanunu Tasarı Taslağı Haziran ayında kamuoyuna
sunulmuştur. Taslağın gerekçesinde
“ülkedeki sağlık hizmeti sunumunun karmaşık ve rasyonel olmayan eşitsizlikçi
yapısı” ifade edilmiş, tüm bunları değiştirecek eşitlikçi bir sistem olarak da
tüm nüfusu kapsayan GSS 'ye çözüm olarak değinilmiş ve tasarıya yasal dayanak
olarak Anayasa’nın 60.maddesinde yer alan herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip
olması gösterilmiştir. Gerekçesinde de temel amacın; nüfusun tamamının sağlık
finansman güvencesi altına alınması, finansman ve hizmet sunumunun ayrılması,
yönetimin desantralizasyonu, hastane yönetimlerinin özerkliği, maliyet etkili birinci
basamak hizmet sunumu ve koruyucu hizmetlere yeniden odaklanma, insan gücünün çağın
gereklerine uygun olarak daha iyi yönetilmesi olduğu belirtilmiştir. Taslakta GSS
sisteminin kuruluş esasları, yönetsel yapıları, var olan sosyal güvenlik
kurumlarının yeni sistem içindeki yer ve yapıları, kapsama alınacak nüfusun
özellikleri ve kapsama alınma süreçleriyle(prim, teminat paketi vb) ilgili kurallar ve
işleyiş ayrıntılı olarak belirtilmektedir. Taslakla tüm sosyal güvenlik
kurumlarının birleşeceği ve GSS sisteminin ana yönetim organı olacak bir “Sosyal
Güvenlik Kurumu”nun (ARA KAPATILDI) kurulması öngörülmektedir. İncelemekte
olduğumuz tasarıya önemli bir alt yapı oluşturması planlanan Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilatı Kanunu 16 Temmuz 2003 tarihinde sessiz sedasız TBMM'den geçirilerek, 24 Temmuz 2003 tarih ve 25178 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir(4947 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilatı Kanunu). Bu uygulama, gerekçede “Türkiye için uluslararası alanda
gerçekleştirmek istediği bütünleşmelerle buluşan” bir uygulama olarak gösterilen
GSS’nin yürürlüğe girme takvimi ile ilgili ne kadar titiz davranıldığını ortaya
koymaktadır. Bu hükümet döneminde yayımlanan
benzer bütün metinlerde olduğu gibi, GSS Sistemi ve Sağlık Sigortası Kurumu Kanun
Tasarı Taslağında da ilk maddelerde amaç, kapsam ve tanımlar belirtilmiş, ancak
yapılmak isteneni açıklamaya yönelik bütün kritik kavramlar bir bakıma
karşılıksız bırakılmıştır. Örneğin, prim ödeme gücü olanlar yoksulluk
sınırı üzerinde geliri olanlar olarak gösterilmiş, yoksulluk sınırı
tanımlanmamış, hangi kritere göre belirleneceği açıklanmamış bunun yerine kimin
belirleyeceğine yer verilmiştir. Dördüncü maddede, sigortalılığın başlangıcı
ve “mecburi oluşu” ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Hemen arkasından gelen
prim alınması ile ilgili beşinci madde ile, işsizlik sigortası alanlardan kesilecek
primler ayrıca emeklilerin net maaşlarının %1’inin GSS payı olarak kuruma
aktarılması hükme bağlanmıştır. Prime esas kazanç alt ve üst sınırının
belirlendiği bir sonraki maddede çalışanların brüt kazanç, tazminat, ikramiye,
fazla mesai gibi tüm gelirlerinin prime tabi olduğu belirtilmiştir. Yedinci maddede,
prim oranı, “prime esas kazancın” %12.5’i olarak belirtilirken, bunun yaklaşık
yarısının çalışanlar tarafından ödeneceği öngörülmektedir. Sekizinci maddede
de patronların, ödemekle yükümlü olacakları işçi ücretlerinin %6.5’i
oranındaki pirim ödemelerini gider olarak gösterebilecekleri belirtilmektedir. Bunun
günümüzdeki anlamı patronların ödemesi gereken söz konusu prim ödentilerinin
%30’u ödemeleri gereken vergiden düşülebilecek; patronların ödeyeceği prim oranı
%4.5 olacaktır. Sekizinci ve sonraki maddelerde ise, primlerin nasıl ödeneceği, ödeme
gücü olmayanların durumu ile ilgili düzenlemeler yer almaktadır. Ancak bu
düzenlemeler içinde yine sekizinci maddede, günlük kazanç dikkate alınarak aylık
prim tespitinden söz edilmesi, ilk bakışta anlaşılmaz görünmekte, ne var ki , bir
sonraki maddede her gün çalışmayanlar için gerekirse fark primi ödenmesi ile ilgili
düzenlemelerin olması tasarıyı hazırlayanların esnek çalışma prensipleri ile
çelişmemeye ne kadar özen gösterdiğini ortaya koymaktadır. Onuncu maddede, Sosyal Sigorta
Kurumları ile Sosyal Hizmet ve Yardımlar Kurumuna “GSS için yaptıkları
çalışmalara karşılık, her yıl toplanan primlerin %1’ini geçmeyecek şekilde
masraf ödenir” ifadesi yer almaktadır. İlgili kurumlara ne kadar masraf ödeneceği
Sosyal Güvenlik Kurulunun tespitine bırakılmıştır. Bu madde yönetsel
maliyetlerin ifade edilmeye başlandığı ilk maddelerden biridir ve tasarının kalan
kısmında da benzer düzenlemelerde bu konudaki esas belirleyen olarak Sosyal Güvenlik
Kurulu gösterilirken bunların hangi ilke ve kurallar çerçevesinde
gerçekleştirileceğine değinilmemiş, tasarıda kapsamında bir “belirsizlik”
tercih edilmiştir. Katkı paylarından bahseden on
birinci maddede poliklinik muayene ücretleri için bile katkı payı ödeneceği
belirtilirken, sigorta kapsamının yani teminat paketinin ne kadar dar olacağının
işareti verilmektedir. Hem ücretlilerden hem emeklilerden yüksek oranlarda prim
kesilecekken bir de hizmetlerin büyük çoğunluğu için katkı payı
öngörülmektedir. Tasarının bundan sonraki
bölümünde prim ödeme gücü bulunmayanlarla ilgili düzenlemeler bulunmakta ve
kimlerin prim ödeme gücü olmadığının belirlenmesi ile ilgili kriterler
belirtilmemektedir. Yine bu bölümde parası olmayanları devlet destekleyecek gibi
iyimser bir havanın hemen arkasından gelen Onüçüncü maddede prim ödemesini
süresinde yapmayanlarla ilgili yaptırımlar karara bağlanmış ve bu yapılırken
“sigortacılık temel mantığı ve ilkeleri” gerekçe gösterilmiştir. Sistemin
sürdürülebilirliği için ne olursa olsun, yükümlülerin primlerini düzenli olarak
ödemesi için gerekli hassasiyet fazlasıyla gösterilmiş, primini zamanında
öde(ye)meyenlerin öngörülen yardımlardan yararlanamayacağı hükme bağlanmıştır.
Ancak yine de “insaflı” davranılarak bu maddenin bitiminde şöyle bir ibareye yer
verilmiştir: “Primini ödemeyenler, borçlarının zam ve faizleri ödenene kadar”,
belirlenmiş hizmetlerden yararlanamazlar ancak “hayatı tehdit eden acil hastalık
riskine karşı korunurlar”. Pirim önerdikleri sistemin
vazgeçilmez koşuludur. Öyle ki madde ondörtte yurtdışına çıkanlar oraya
taşınmadıkları sürece prim ödemeye devam edecekleri ancak bu kişilerin ülke
dışındayken gereksinim duyacakları sağlık hizmetleri kurum tarafından
karşılanmayacağı ifade edilmektedir. On altıncı madde Temel Teminat
Paketi ile ilgilidir. Temel Teminat Paketi, içeriğinde katkı payı(pirime ek cepten
ödeme) olan bir finansman tercihinin ikizi sayılan hizmet sunum biçimidir ve
kesilecek/toplanacak primlerin sağlık hizmetlerinin büyük kısmından yararlanmak
için yeterli olmadığının teknik dilde açıklamasıdır. Ancak, aynen katkı payında
olduğu gibi, bu paketin içeriği de yani hangi hizmetlerin yalnızca prim ödemesi
ile(katkı payı ödemeden) ulaşılabilir olduğu, kısaca “ayrıntılar”
yönetmeliğe, dolayısıyla Yönetim Kurulu'na bırakılmıştır. Bu yaklaşımın
doğası gereği her türlü ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçlerinden de katkı
payı alınacağı, bununla ilgili esas ve usullerin kurumca hazırlanacak yönetmelikle
belirleneceği belirtilmektedir. Bunların ardından teminat paketi
içinde yapılacak yardımlarla ilgili düzenlemeler gelmektedir. Bu bölümde, yapılacak
yardımlarla ilgili neredeyse tüm alt başlıklarda katkı payından söz edilmesi de
çarpıcıdır. Tabii ki, tasarıda katılım payının geçtiği her yerde olduğu gibi,
bu bölümde de ayrıntılar, yönetmeliğe ve yönetim kuruluna bırakılmıştır. Yine
bu bölümde, teminat paketinin mantığının altını çizmek için maddenin
gerekçesinde şöyle bir ifade yer almaktadır: “Teminat paketinde, kişiler için
gereken ölçüde sigorta yardımlarının yer alması esas olmakla birlikte(nelerin
gerekebileceğini Yönetim Kurulu belirleyecektir), bu yardımların kişilerin her
türlü isteklerini tam olarak karşılaması beklenemez”. Maddenin kendisinde de
şöyle bir çözüm getirilmiştir: “Temel teminat paketi dışında, ek hizmet almak
isteyen kimseler veya sosyal sigorta kurumları kapsamında bulunan sigortalılar ve hak
sahipleri için, bu hizmetin karşılığı ödenmek suretiyle bu kanun kapsamı
dışında kalan sağlık yardımlarını alabilirler”. Buradan anlaşıldığı
kadarıyla, tasarıyı hazırlayanlar, herkese eşit sağlık hizmeti için ücret
ödemeyi bir ön şart olarak koymuşlardır. Yine bu bölümde, hastaların hekim seçme
özgürlüğü gibi absürd bir gerekçe üzerinden yaptıklarını meşrulaştıran
tasarı sahipleri, “sevk zincirine uyulmadan yapılan başvurulara ilişkin giderler
hiçbir suretle karşılanmaz” ibaresi ile kendi kendileri ile çelişmişlerdir. Bu
maddenin sonunda “sigortalıların üç aylığa kadar olan bebekler hariç, sigortalı
sayıldıkları tarihten itibaren en az üç ay prim ödemiş olmaları veya kendileri
için en az üç ay prim ödenmiş olması gereklidir” ibaresi yer almaktadır ve
belirtilmese de sigortacılık genel prensipleri, gerekçede belirtilen herkese adil ve
eşit hizmet anlayışına tercih edilmiştir. Bundan sonraki bölümde maliyetlerin
belirlenmesi(GSS kapsamında satın alınacak hizmetlerin maliyetleri) ile ilgili tüm
yetki Çalışma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, TTB, TEB, TDB
ve Kurum tarafından tespit edilecek Üniversite ve Eğitim Hastaneleri ile özel sağlık
kuruluşlarının temsilcilerinden oluşacak teknik kurullara bırakılmıştır. Yine bu
bölümde kurum veya teknik kurulların gerektiği hallerde maliyetlerin belirlenmesi
amacıyla araştırma yaptırabileceği ve hizmet satın alabileceği hükme
bağlanmıştır. Bu maddenin en sonunda, kurumun genel olarak sağlık hizmeti satın
alırken, ilaç hariç maliyet bedellerinin altında sözleşme yapamayacağı ifadesine
yer verilerek kendilerinin sürekli savunduğu serbest piyasa ve rekabetle daha ucuz
sağlık hizmeti alınacağı savıyla çelişilmiş ve bir bakıma sağlık hizmeti satan
kurumların(işletmelerin) rekabetten zarar görmemesi için daha başından önlem
alınmıştır. Yirminci maddede “bu kanun
gereğince, sağlık hizmeti alacak olanların muayene ve tedavileri için
başvuracakları sağlık tesisleri ile hekimlerin isim ve adresleri kurumca
sigortalılara duyurulur. Sağlık hizmeti alacak olanların muayene ve tedavileri için
isim ve adresleri duyurulan sağlık tesisleri ile hekimleri seçme hakkı vardır”
denilmektedir. Tasarıyı hazırlayanların hekim ve tesis seçme ile sevk sistemine uyma
arasında bir karar vermesi gerektiği çok açıktır. Bu konuda tasarıda sık gözlenen
çelişki, tesis ve hekim seçme özgürlüğünün ancak sağlık hizmeti kullanımında
ücret ödeme ile mümkün olabileceğini ortaya koymaktadır. Tasarının kalan kısmında
“Sağlık Sigortası Kurumu” ile ilgili maddeler yer almaktadır. Yirmi üçüncü
maddede, bu kurum için “Bakanlığa bağlı; bu kanun ve özel hukuk hükümlerine
tabii, mali ve idari bakımdan özerk ve kamu tüzel kişiliğine haiz, Sağlık
Sigortası Kurumu kurulmuştur” ifadesi yer almaktadır. Kurumun organları olarak
“Yönetim Kurulu” ve “Genel Müdürlük Kuruluşu” belirlenmiş, daha sonraki
maddelerde bu iki yapı üzerine benzer bütün tasarılarda yer alan teknik düzenlemeler
yapılmıştır. Ancak yine de bazı bölümlerin altının çizilmesi gerekmektedir.
Örneğin, yirmi beşinci maddede Yönetim Kurulu’nun yapısı ile ilgili bölüm
şöyledir: “Yönetim Kurulu bir başkan ve yedi üyeden oluşur. Genel Müdür,
Yönetim Kurulu Başkanı ve doğal üyesidir. Bir üye Maliye Bakanı’nın, bir üye
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın, bir üye Sağlık Bakanı’nın önerisi
üzerine müşterek kararname ile atanır. İşçileri, devlet memurlarını, bağımsız
çalışanları, işverenleri temsil etmek üzere birer asil ve yedek üye ise kendi
temsilcileri tarafından gösterilecek üçer aday arasından Genel Kurul’da seçilerek
Yönetim Kurulu’nda yer alır”. Böyle bir Yönetim Kurulu’nun, geniş toplum
kesimlerini ne kadar temsil edebileceği ortadayken bu maddenin gerekçesinde tasarıyı
hazırlayanlar temsil hakkı ve çoğulculuk gibi kavramları kullanarak demokrasicilik
oynamaktadırlar. Bu oyun bir sonraki maddede de devam etmiş, Yönetim Kurulu’nun
çalışma düzeni ile ilgili bölümde şöyle bir ifade yer almıştır: “oylarda
eşitlik halinde(böylesine eşitsiz bir temsiliyete rağmen), başkanın bulunduğu taraf
çoğunluğu sağlamış sayılır”. Yönetim Kurulu’nun görev ve yetkilerinin hükme
bağlandığı bölümün gerekçesi için neredeyse sadece “özellikle kanun
kapsamında bulunan sigortalılara verilecek” temel teminat paketi içinde yer alan
sağlık yardımları ile bu yardımlar için ödenecek katılım oranlarının
belirlenmesine değinilmesi başka bir yoruma gerek bırakmamaktadır. Genel
Müdürlük’ün görev ve yetkilerinin belirlendiği otuzbirinci maddenin gerekçesinin
de benzer şekilde olması dikkat çekicidir: “Kurum fon ve gelirlerinin en verimli
şekilde kullanılmasını sağlar. Teminat paketinin içeriğinin ve katılım
oranlarının tespit eder” ifadesi gerekçede yer almaktadır. Özetle, “genel müdür
her şeyi belirler, yayımlar, karar verir ve uygular” denmektedir. Sonraki bölümlerde
Daire Başkanlıklarının yapılanması ile görev ve yetkilerine değinilmiştir. Otuz üçüncü maddede, personel
rejimi ve sözleşmeli personel kavramlarından söz edilmektedir. Sonraki maddede nüfusu
250 binden fazla yerler için “acentelikler” kurulabileceği hükme bağlanmıştır.
Daha sonrasında gelirler tanımlanmıştır. Kurum hakkında haciz ve iflas
hükümleri yürütülemeyeceği ile Kurumun Sayıştay Kanunu hükümlerine tabii
olmadığının belirtildiği otuzbirinci madde ile günümüzde örneklerini
gördüğümüz her türlü kamusal denetimden uzak üst kurullar gibi bir yapı
hedeflenmektedir. Otuz sekizinci maddede hizmet
üretim ve sunumunun kurum için yasak olduğu belirtilmiştir: Bu maddede ve maddenin
gerekçesinde atıl kaynakların aktif hale dönüştürülmesi için hizmet binası
dışında tüm gayri menkullerin en geç iki yıl içinde satılması ifadesi tasarıyı
hazırlayanların sağlık alanında özelleştirme için ne kadar
sabırsızlandıklarını ortaya koymaktadır. Bu maddedeki vurgularını yetersiz
bulmalarından ötürü olsa gerek bir sonraki maddede kurumun sağlık hizmeti
üretmeyeceği gerekirse sözleşme ile satın alacağı bir defa daha belirtilmiştir.
Tasarıyı hazırlayanlar özelleştirme konusunda öylesine coşkulu görünmektedirler
ki kırkbirinci.madde ile gerekli durumlarda denetim için de hizmet satın
alınabileceği kayıt altına alınmıştır. Son bölümde geçici maddeler yer
almaktadır. Kurumun ilk kuruluş giderlerinin genel bütçeden finanse edileceği, ilk
üç yılda sistemde ortaya çıkacak açıkların Hazine tarafından karşılanacağı,
kurumun hizmet binası ve personel ihtiyacının kamudan temin edileceği, özetle her
türlü gereksinimin kamu kaynaklarından sağlanacağı belirtilmiş ancak Kanun’un
gerekçesinde ise kamu giderlerinin azaltılması, etkin ve verimli kullanılmasının
hedeflendiği dile getirilmiştir. Geçici yedinci maddede, “bu Kanun’un yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren kurulu bulunan kurumların alacakları, borçları, mevcut
bütçe gelirleri ve tüm ödenekleri Kurum’a devredilmiş sayılır” ifadesi ile tüm
kamusal kaynakların bu Kurum’a aktarılması garanti altına alınmış olmaktadır. ·
Özetle; ·
GSS’nin Türkiye’nin
içinde bulunduğu koşullarda başarılı olması güçtür. Sosyal sigortaya dayalı “İyi kurulmuş” finansman
sistemlerinin başarılı olarak yürütülebilmesi için aşağıdaki dört koşulun
yerine getirilmesi gerekmektedir : a)
Sosyal sigortayı toplumun tümüne zorunlu kılarak
sigorta riskinin yayılması, b)
İşverenlerin tümünden sürekli ve düzenli olarak
prim toplanması, c)
Kamu ya da “kar amacı gütmeyen” kuruluşlar
aracılığıyla sigorta sağlanması ve d)
Düşük ve yüksek gelirli kişiler arasında dengeli
gelir dağılımını sağlamak için bir mekanizmanın geliştirilmesi. Hükümetin GSS
girişiminde bu dört ilkeden (a) ve (c)’yi sağlamaya çalıştığı gözlenmekle
birlikte; (b) ve (d) için ne gibi önlemler aldığı açık değildir. GSS prim ödemeye
dayalı bir sistemdir. Türkiye, toplumun prim ödeme konusunda “istekli” olmadığı
bir ülkedir ve bu isteksizliğin temelinde yoksulluk, populizm (Sürekli çıkarılan
prim afları) ve kötü yönetim yatmaktadır. Bugün Bağ-Kur’un prim alacaklarının
yalnızca %15’ini toplayabildiği bilinmektedir. SSK’da bu oran daha yüksek olmakla
birlikte (%82) %100 düzeyinde değildir. Prim toplama zorluğu GSS’nin önündeki
önemli sıkıntılardan biridir ve Çalışma Bakanlığı’nın GSS’yi bir seçenek
olarak sunarken prim toplamayı nasıl güvence altına alacağına ilişkin toplumu ikna
etmesi gerekmektedir. TTB, Türkiye’de GSS için sürekli/düzenli olarak prim
toplanamayacağını düşünmektedir. “Düşük ve yüksek
gelirli kişiler arasında dengeli gelir dağılımını sağlamak için bir mekanizmanın
geliştirilmesi” konusu ise, Türkiye’nin önündeki en önemli sorunlardan biridir.
Gelir dağılımı giderek bozulmakta, sınıflar arasındaki gelir düzeyi
farklılıkları artmaktadır. AB ülkelerinde 0,21 düzeyinde olan Gini Katsayısı
Türkiye’de 0.49 düzeyindedir. Gelirin bu kadar adaletsiz dağıldığı bir ülkede,
prime dayalı bir sigorta sistemi ile sağlık hizmeti sunmayı zorunlu hale getirmek,
toplumun sağlığını olumsuz etkileyecektir. ·
Sağlık hizmeti pahalılaşacaktır. Bir yandan GSS
için kurulacak yeni kurumlarla birlikte yönetsel maliyetler artacak, diğer yandan GSS
hizmet satın almaya dayalı bir sistem olduğu için sağlık hizmetlerinin bedeli
yükselecektir. Bu durum hem vatandaşın cebinden fazla para çıkmasına, hem de
devletin bütçeden ayırdığı payın artmasına yol açacaktır. ·
Vatandaşın yararlandığı sağlık hizmeti “Temel
Teminat Paketi” ile daraltılmaktadır. Temel teminat paketi dışında kalan
sağlık hizmetleri için vatandaş ya ikinci bir prim ödeyerek özel sağlık sigortası
yaptırmak, ya da sağlık harcamalarını cebinden karşılamak zorunda kalacaktır.
Yoksullar her iki seçenekten de yoksun kalacağı için, bu durum sağlıkta
eşitsizlikleri artıracaktır. ·
Vatandaşın bugüne kadar cebinden para harcamadığı
hizmetler için “Katkı payı” alınacaktır. Sağlığı ticareti yapılabilen
bir meta olarak algılayan anlayış, katkı payı söz konusu olduğunda da
“arz/talep”, “rekabet” ve “kar/zarar” kavramları üzerinden katkı
paylarını saptamaya yönelebilir ve bu durum da toplum sağlığı için tam bir
“felaket” olabilir. ·
Primini ödeyemeyen hizmetten yararlanamayacaktır. Bu
durum, sağlığı en temel insan hakkı olmaktan çıkarmakta, “Ticari bir ürün”
niteliğine büründürmektedir. Kabul edilemez. ·
Emekliler prim ödemek zorunda kalacaklardır. Zaten çok güç koşullarda yaşam mücadelesi veren
emeklilerden prim kesilmesi kabul edilemez. ·
Sağlık çalışanları “Sözleşmeli” statüye
zorlanacaktır. Hükümetin GSS ile birlikte yürütmeye çalıştığı aile
hekimliği, yerel yönetimler ve kamu idare yasaları bir arada ele alındığında; kamu
çalışanlarının iş güvencesinden yoksun ve sözleşmeli statüde
çalıştırılmalarının hedeflendiği gözlenmektedir. ·
Prim ödeme gücü olan/olmayanların nasıl saptanacağı
açık değildir. Ülkemizde yaşayanların gelir, menkul ve gayrı menkullerinin
bilinmemesi, prim ödemeye baz alınacak sınır değerin belirlenmesini ve kimlerden prim
alınacağının saptanmasını neredeyse olanaksız kılmaktadır. Yeşil Kart’ın
gereksinimi olanlar yerine, varsıllar tarafından da kullanılmasının engellenemediği
bilinmektedir. Kayıt-dışı ekonomi yok edilmeden, prim toplamaya dayalı bir sağlık
sigortası sistemine geçmek, primin yalnızca
geliri bilinen kişilerden toplanmasına yol açabilir ki; bu da hem gelir dağılımını
daha da bozabilir hem de sağlıkta eşitsizlikleri artırabilir. B. Sağlık Bakanlığı İle Sosyal Sigortalar Kurumu
Sağlık Tesislerinin Ortak Kullanımına Dair Protokol Sağlık Bakanlığı,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı arasında düzenlenen
01.07.2003 tarihli protokol ile herhangi bir kamu sosyal güvenlik kurumunca sağlık
sigortası altında bulunan herkesin Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu
sağlık tesislerinden yararlanabileceği ve bunun esasları hükme bağlanmıştır.
31.12.2003 tarihine kadar geçerli olan ve bitiminden en az 30 gün önceden taraflardan
birinin değişiklik ya da fesih isteğinde bulunmaması halinde aynı koşullarla bir
yıl daha uzatılmış sayılacak protokole göre Bağ-Kur ve Emekli Sandığı
mensupları ile aktif devlet memurları ve yeşil kart sahipleri Sosyal Sigortalar Kurumu
sağlık tesislerinden, Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık yardımından yararlananlar da
Sağlık Bakanlığı sağlık tesislerinden yararlanabileceklerdir. Protokol
kapsamındaki iller Ankara, İstanbul, İzmir, Rize, Sivas ve Yalova olarak
belirlenmiştir. Protokole Analık Sigortası, Malüllük Sigortası, İş Kazaları ve
Meslek Hastalıkları Sigortası ve Yurtdışı Sigortalısı bu protokole dahil
edilmemiştir. Protokol, uygulamanın nasıl işleyeceği, faturalandırmanın esasları,
kurumlar arasında ödemelerin nasıl yapılacağı, ilişkilerin nasıl
sürdürüleceği, kurumlar arasında personel ve diğer konularda nasıl işbirliği
yapılacağı gibi konuları ayrıntılı olarak anlatmaktadır. İlk başvuru yeri
Sosyal Sigortalar Kurumu ya da Sağlık Bakanlığı’na bağlı birinci basamak sağlık
birimleri olarak belirlenmiştir. Bu yolla başvuran hastaların birinci basamakta tetkik
ve tedavisi mümkün olamıyorsa ikinci basamak sağlık tesislerine “hastane ve hekim adı belirtilmeksizin, yalnızca
ilgili uzmanlık dalının adı yazılarak” sevk edilebileceklerine yer
verilmiştir. Protokole göre ikinci basamak sağlık tesislerinde yapılamayacak olan
tetkik, tahlil ve tedaviler için üçüncü basamak sağlık tesislerine ya da
anlaşmalı özel kurumlara sevk yapılabilecektir. Anlaşmalı özel kurumlara sevk
yapılması halinde ilgili sosyal güvenlik kurumunun anlaşmalı olduğu özel kurum
tercih edilecektir. On ikinci ve
onüçüncü maddede Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı
hastaneler arasında teknik, personel ve destekleyici işbirliğine yönelik planlama
çalışmalarının ilgili başhekimlerce yapılacağı ve mülki amir ve Sosyal
Sigortalar Kurumu tarafından onaylanarak yürürlüğe gireceği ile aynı il
sınırları içinde bulunan Sosyal Sigortalar Kurumu ve Sağlık Bakanlığı
hastanelerinde bulunan uzmanlık dallarında boşluk yaşanmaması amacıyla tüm uzman
hekimleri kapsayan yıllık izin planlamasının ilgili başhekimlerce yapılacağı
belirtilmektedir. Protokol, hastaların
koruyucu sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanmaları esasını getirmektedir.
Birinci basamak sağlık birimi hastayı sevk ederse muayene ücretinin % 30 indirimli
olarak ödenmesi, Sosyal Sigortalar Kurumu hastalarının ayaktan tedavilerinde
düzenlenen reçete içeriğinin Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından bildirilecek
yöntemle ve yine kurum tarafından bildirilecek eczanelerden temin edileceği, bu
hastalar için Sosyal Sigortalar Kurumu İlaç Talimatı’nda belirtilen kurallar ve
ilaçlar dışında reçete düzenlenemeyeceği hükümleri bulunmaktadır. Sağlık
Bakanlığı’na ait yataklı sağlık tesislerinde yatarak tedavi gören SSK’lı
hastalar için ilaç kullanımında SSK İlaç Talimatı’na uyulacaktır ve bu ilaçlar
Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından Sağlık Bakanlığı yataklı sağlık tesislerinde
kurulacak SSK İlaç Birimi tarafından karşılanacaktır. Sosyal Sigortalar Kurumu
ihtiyaç duyduğu ve Sağlık Bakanlığı tarafından uygun görülen Sağlık
Bakanlığı yataklı sağlık tesislerinde “İrtibat Bürosu” kurulacaktır. Bu
büronun tüm fiziksel yapı ve donanımı Sağlık Bakanlığı tarafından personeli ise
Sosyal Sigortalar Kurumu tarafında sağlanacaktır. Fiziki yetersizlik,
bölgede yeterli sigortalı nüfusun bulunmaması, gerekli personel ve tıbbi
donanımının SSK tarafından sağlanamaması nedeniyle çalıştırılamayan ya da atıl
durumda bulunan SSK’ye ait sağlık tesislerinden; Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim
Kurulu’nca uygun görülenler arasından Sağlık Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı’nın mutabakatı ile belirlenecek tesisler ilgili mevzuatlar
çerçevesinde Sağlık Bakanlığı’na kiralanabilecektir. Aynı şekilde “Sağlık
Bakanlığı’na ait sağlık tesislerinden, yine Sağlık Bakanlığı ile Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın mutabakatı ile belirlenecek olanlar aynı
çerçevede SSK’ye kiralanabilir” hükmü getirilmektedir. Protokolün uygulandığı
bölgelerde Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu karşılıklı olarak
birbirlerinin idarecilerine adaptasyon eğitimi yaptıracaklardır. Protokolün
imzalanmasını takiben uygulamaya ilişkin bilgiler içeren bir “Sağlık
Bakanlığı-Sosyal Sigortalar Kurumu Sağlık Tesislerinin Ortak Kullanım Protokolü
Genelgesi” de yayımlanmıştır. Bu genelgede de; ek olarak protokolün kapsamının
temelde hastalık sigortası ile sınırlı olduğu özellikle vurgulanarak, SSK sağlık
tesisleri dışında yapılacak doğumlar için SSK tarafından ödeme yapılmayacağı,
uygulamanın başladığı illerde ortaya çıkabilecek sorunların çözümü için
“Eşgüdüm Merkezleri” kurulacağı belirtilmiştir. Protokolün
temel gerekçeleri olarak, atıl kalan Sağlık Bakanlığı hastanelerinin SSK’lılarca
da kullanılabilmesi sağlanarak SSK’ye bağlı hastanelerdeki yoğunluğun
azaltılacağı, SSK’li hastaların sağlık hizmetine ulaşmalarının artık daha
kolay olacağı, sevk zincirinin işletilebileceği savları öne sürülmektedir. Bu
sayede yıllardır kuyruklarda bekleyen SSK’li hastalar da artık kolay ve çabuk bir
şekilde sağlık hizmetine ulaşabileceklerdir. Sevk zincirinin işlemesi ile sağlık
hizmetleri rayına oturacaktır. Yıllardır
personel ve donanım anlamında hemen hiç yatırım yapmayan ve ülkedeki tüm sağlık
personelinin yaklaşık % 10’u ile nüfusun yaklaşık yarısına hizmet veren SSK son
on yılda giderek daha fazla hizmeti kurum dışından satın almaya başlamıştır ve bu
yolla kaynaklarının büyükçe bir kısmını özel sağlık tesislerinden hizmet alarak
dışarıya, özel sektöre aktarmaktadır. Yıllardır siyasi iktidarı ve dolayısıyla
SSK’yi ellerinde tutanlar kurumun hem finansman hem de hizmet üreten olmaktan
çıkarılarak sadece finansmandan sorumlu ve hizmet satın alan bir kurum olması
gerektiği düşüncesindedirler. Bu nedenle kurum geçtiğimiz yıllarda finansman ve
sağlık hizmeti sunan iki ana bölüme ayrılmış ve hastaneler
işletmeleştirilmiştir. Bir diğer ayrıntı, AKP hükümetinin GSS sistemine geçiş
hazırlığıdır. Bu
bilgiler ışığında protokolün arka planı daha kolay okunabilir. Bu protokolle, SSK
dışarıdan satın almakta olduğu sağlık hizmetlerinin çok büyük bir kısmını
Sağlık Bakanlığı’ndan satın almaya başlayacaktır. Eskiden sadece kurum içinde
verilemeyen hizmetler satın alınmaktayken, bu protokolle SSK kendi kurumlarında
üretebildiği tüm hizmetleri de satın alır hale gelmiştir. Bu protokol SSK’nın
kaynaklarının Sağlık Bakanlığı’na aktarılmasının yanında, gelecekte tüm SSK
sağlık birimlerinin bir şekilde Sağlık Bakanlığı’na da başka kurumlara (özel
ya da kamu) devredilerek, SSK’nın hizmet üretmeyen sadece satın alan bir kurum haline
dönüştürülmesinin bir ön adımı olarak okunmalıdır.Ayrıca, bu protokolle
çeşitli kurumlardan hizmet alanların tüm sağlık birimlerini kullanması sağlanarak
GSS için de altyapı oluşturulmaktadır. Ancak,
protokolün yalnızca altı aylık ve altı ili kapsar biçimde düzenlenmiş oluşu, her
ne kadar yıl sonunda bir yıllığına uzatılabilmesi mümkünse de bunun önünü
göremeyen hükümetin bir denemesi olduğu izlenimini vermektedir. Bütün bunların
yanı sıra, zaten az sayıda sağlık çalışanı ile hizmet vermekte olan Sağlık
Bakanlığı ve SSK hastanelerinde önemli bir işgücünün ve
donanımın karşılıklı faturalandırma, ödeme vb. gibi işler için ayrılması
gerekecek, önemli bir parasal kaynak bu uygulamanın yürütülmesi için ilk yatırım
olarak harcanacaktır. Uygulama sırasında doğabilecek hatalar ve karmaşa nedeniyle pek
çok hasta mağdur olabilecek, bürokratik işlemler nedeniyle eski kuyruklara yenileri
eklenecektir. Daha ilk günden görüldüğü gibi sevk zinciri çalışmaz hale
gelmiştir. Özetle bu
protokolle; 1.
SSK’nin zaman içinde sadece finansmandan sorumlu, hizmet üretmek yerine satın
alan bir kuruma dönüşmesinin yolu açılmakta, GSS için bir alt yapı hazırlığı
yürütülmektedir, 2.
SSK’nin kendi verebildiği tüm hizmetleri daha yüksek bir maliyetle (yaklaşık
üç kat) Sağlık Bakanlığı’ndan satın almasının yolu açılmıştır,
C. Sağlık Bakanlığı-Bağ-Kur Genel Müdürlüğü
Sağlık Hizmetleri Protokolü
Bu bölümde, “1479 sayılı Esnaf
ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu, 2926 sayılı
Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışalar Sosyal
Sigortalar Kurumu ile Sağlık Bakanlığı Arasında İmzalanan Sağlık Hizmetleri
Protokolü” değerlendirilmeye çalışılacaktır. 01.05.2003 tarihli Bağ-Kur Genel
Müdürlüğü ile Sağlık Bakanlığı
arasında Sağlık Hizmetleri konusunda imzalanan protokolün, AKP Hükümeti ve Sağlık
Hizmetleri düzenlemesi açısından belki de
kısa vadeli bir uygulama olması dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Protokol, Bağ-Kur
sigortalılarının Sağlık Bakanlığı kurumlarından sağlık hizmeti almalarına dair
usul ve easları belirlemektedir. Protokole göre Bağ-Kur
sigortalıları, Sağlık Bakanlığı’na ait 1. ve 2. basamak sağlık kuruluşlarına
doğrudan başvuruda bulunabilmekte, 3. Basamak kuruluşlarından ise ancak sevk
edilirlerse(acil durumlar dışında) hizmet alabilmektedirler. Bir ay öncesine kadar
prim borcu olanlar hizmetlerden yararlanamamakta, tedavi masrafları hastane tarafından rucuen
tahsil edilmektedir. Oral beslenme solüsyonları, diyet mamalar, büyüme hormonları ve
Bakanlıkça fiatı belirlenmemiş preparatlar Hastane Sağlık Kurulu Raporu varsa
karşılanmakta, bu raporun bulunmaması durumunda ödenmemektedir. Refakatcı, ambulans
ve yol ücretleri kurum tarafından ödenmemektedir. Kardiyolojik cerrahi, kadın doğum,
göz hastalıkları, invaziv girişim vb. uygulamalarda paket fiyat tespiti üzerinden
ödeme yapılması öngörülmüştür. Ödeme şartları ve zamanına ilişkin olarak 1.
basamak sağlık kurumlarında uygulanan Sağlık
Bakanlığı fiyat tarifesinin, tetkik ve tahlillerde 2. basamakta uygulanan S.B.
tarifesinden %20 indirimli fiyatların uygulanacağı ayrıca tıbbi sarf malzemelerinin
hastalara aldırılmayacağı ve bedelinin ödenmeyeceği, İthal Ana Malzemelerde
standart (ISO, CE vb.) aranacağı
belirtilmektedir. Protokolde sigortalıların, ayakta
poliklinik hizmetlerine katılım payı ödeyecekleri(prim ödeyenler %20, aylık alanlar
%10 oranında), katılım payından muaf protez, ortez ve araç gereç için %20 katılım
payı ödeneceği, ancak katılım payının aylığın %65 ni geçemeyeceği
vurgulanmaktadır. Ödemelerde hastanede klinik şefinin yapılan tedavi ve girişimleri
onaylaması gerektiği belirtilmektedir. Denetimin Bakanlık ve Bağ-Kur Genel
Müdürlüğü elemanları tarafından yapılacağı yer almaktadır. Protokolde ödemeler konusunda
yaşanan olumsuzluklar göz önüne alınarak kurum fazla ve gereksiz ödemelere karşı
korunmaktadır. Sayıları 10 milyonu aşan Bağ-Kur ve tarım çalışanlarının ülkede
yaşanan ekonomik krizlerle ancak %10 nun düzenli prim yatırabildiği düşünülürse,
bir ay öncesinden prim borcu olanlara sağlık hizmeti verilmemesi ciddi mağduriyet
yaratmaktadır. Her basamakta katkı payı ve kuruma ödeme paralı sağlık hizmeti
anlayışını meşrulaştırmaktadır. İkinci basamağa doğrudan başvuru ile sevk
zincirinin önemli ayağı atlanacaktır. Refakat, ambulans ve yol ücretlerinin
karşılanmaması diğer çalışanlarla eşitsiz ve haksız bir uyulama getirmektedir.
Tıbbi sarf malzemesinin sigortalıya aldırılmaması ve hastane tarafından
karşılanması olumlu bir uygulama olarak görülebilir; ancak, pratikte yaşananlar uygulamanın tam tersi
olabileceğini göstermektedir. Protez ve bazı tedavilerde sigorta öncesi durum ele
alınarak önceki sağlık sorunları özel sigorta gibi kapsam dışında
bırakılmaktadır. Ödeme yapılması için klinik şefinin onayının aranması tedaviyi
yürüten diğer hekimleri özlük hakları konusunda sıkıntıya sokacaktır. Denetimde sigortalıları temsilen
kimse bulunmaması demokratik katılıma ne kadar(?) açık bir uygulama olduğunu
göstermektedir. Özetle AKP Hükümeti’nin GSS Yasasını da hazırladığı bir
dönemde geçiş protokolü olarak değerlendirmek gerekmektedir. “Prim yoksa, katkı
payı yoksa sağlıkta yok” anlayışının ve genel politikanın bir parçası olduğu
gözden kaçırılmamalıdır. D. “4924
Sayılı Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli
Çalıştırılması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun” Ya Da Diğer Adıyla “Çakılı Kadro” Yasası ve
Getirdikleri AKP Hükümeti’nin kısaca
“Çakılı Kadro” diye adlandırdığı 4924 sayılı Yasa, 10 Temmuz 2003 tarihinde
TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi) tarafından kabul edilmiş ve 24 Temmuz 2003
tarihinde 25178 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yasa,
AKP Hükümeti’nin sağlık sisteminde yapmaya çalıştığı düzenlemeler arasında
TBMM’den çıkan ilk yasa olma özelliği de taşımaktadır. Yasa, Sağlık Bakanlığı’nın
personel açığı olan yerlerde sözleşmeli statüde sağlık çalışanı istihdam
etmesi amacıyla çıkarılmıştır. Yasa taslağı(ELEMAN TEMININDE GÜÇLÜK ÇEKILEN
YERLERDE SÖZLESMELI SAGLIK PERSONELI ÇALISTIRILMASI ILE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE
KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI
HAKKINDA KANUN TASARISI) kamuoyuna Sağlık Bakanlığı tarafından iki temel gerekçe
ile sunulmuştur. Bu gerekçelerden biri, "mecburi hizmet yasası" adıyla
bilinen "2514 sayılı Bazı Sağlık Personeline Devlet Hizmeti Yükümlülüğüne
Dair Kanun" un yürürlükten kaldırılmasıdır(Yasanın 14. maddesi gereği
yürürlükten kaldırılmıştır). İkinci olarak ise Sağlık Bakanlığı, taslakta
"özellikle sağlık personeli temininde güçlük çekilen yörelerde acil
ihtiyacımız olan unvan ve branşlarda sağlık ve yardımcı sağlık hizmetleri
sınıfında personelin bir an önce temini ve bu yörelerimizde personelin
kalıcılığının sağlanması bakımından
ve ayrıca temininde güçlük çekilen özel bilgisine ve ihtisasina ihtiyaç duyulan
personelin istihdamını kolaylaştırmak için sözleşmeli personel istihdamına
ilişkin kanuni düzenleme yapılmasına ihtiyaç" duyulduğunu belirtmektedir. Taslak, "eleman temini
konusunda güçlük çekilen 26 ili" kapsamaktadır(Adıyaman, Ağrı, Ardahan,
Artvin, Batman, Bayburt, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum,
Gaziantep, Gümüşhane, Hakkari, Iğdır, Kars, Kilis, Malatya, Mardin, Muş, Siirt,
Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, Van). Yasanın TBMM’de kabul edildiği şeklinde ise,
"sözleşmeli personel istihdam edilecek hizmet birimleri" nin Sağlık
Bakanlığı'nın teklifi ile Bakanlar Kurulu tarafından yılda bir kez belirlenmesi
hükmü getirilmiştir. Bu durum, Sağlık Bakanlığı’nın sunduğu gerekçelerden
farklı olarak bundan sonra kendi belirleyeceği bölgelerde sözleşmeli statüde
personel çalıştıracağı anlamına gelmektedir. Kısaca, bu Yasa ile sağlık
çalışanlarına yeni istihdam ve çalışma biçimleri getirilmektedir. Yasa’nın, TBMM’ne sunulan
gerekçesinde de bahsedildiği gibi, kamuda personel istihdamını azaltmanın aracı
olarak işlev görmesi öngörülmüştür. Bu uygulama, ilk bakışta, yıllardan beri
süregelen ve Türkiye’de sağlık hizmetlerinin sunumunda ciddi eşitsizliklere yol
açan Doğu ve Güneydoğu’daki personel eksikliğini gidermeyi sağlayacak gibi
sunulmaktadır. Ancak Sağlık Bakanlığı’nın diğer yasal düzenlemeleri ile
birlikte değerlendirdiğimizde, sağlık hizmetlerinin sunumundan elini çekmesi
anlamına gelmektedir. Son dönemde yapılan ve yapılması istenen düzenlemeler ile
özel sağlık kuruluşlarının “önü açılmıştır”. Bu tablo tamamlandığında
özel sektörün tercih etmediği yerler olan Doğu ve Güneydoğu illerindeki boşluk
oldukça dramatik olacağı için, bu yerler için geçici bir çözüm üretilmiştir.
Ancak bu uygulamanın diğerleri gibi genelgeler üzerinden değil de doğrudan yasa ile
yapılıyor olması da bu niyetten bağımsız ele alınmalıdır. Çünkü, bu Yasa ile
getirilen uygulama Sağlık Bakanlığı’nın bundan böyle kalıcı personel yerine
sadece gereksinimi olduğunda neredeyse fabrikalardaki “geçici işçi” statüsüne
benzer kadrolarla personel istihdam etmesi demektir. Bu durum, sağlık sistemine
vereceği zararlar dışında sağlık çalışanları açısından önemli bir hak kaybı
anlamına gelmektedir, çünkü işin sürekliliği kalmamıştır. Yasa’da, istihdam edilecek
sözleşmeli personel sayısının 22.000’inden fazla olamayacağı belirtilmektedir.
Taslağında açık olarak, "2514 sayılı
Kanun yürürlükte olduğu sürece tıp fakültelerinden mezun olan pratisyen tabiplerin
tamamı ile Devlet hizmeti
yükümlülüğünden muaf olanlar dışındaki tüm uzman tabiplerin -yılda yaklaşık 7000-8000 kişi- atamalarının yapılması
gibi bir zorunluluk söz konusu olacaktır. Ancak, mevcut kadrolarımızla bu
yükümlülüğü yerine getirmemiz mümkün olamayacağı gibi, bir süre sonra hiç
ihtiyacımız olmadığı halde zorunlu olarak tabip istihdamı yapmak gibi halen
ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik şartlar ve kamuda personel istihdamını azaltmaya
yönelik hükümet politikaları ile çelişen bir durumla karşı karşıya kalmamız
kaçınılmaz olacaktır" ifadesi ile artık hekim istihdam etmeyeceğini
belirten Sağlık Bakanlığı, Mayıs 2002’de yayınladığı bir raporda ise eleman
açığını, daha fazla ilçeler ve kırsal alanda olmak üzere toplam 89.954 olarak
belirlenmektedir. Buna göre Yasa’da en fazla kadroların %5’inin kentlerde
kullanılabileceğine değinilmekte birlikte, açılan 22.000 sözleşmeli personel
kadrosunun tamamının kent merkezi dışında kullanılması halinde bile eleman
açığı kapanmayacaktır. Sağlık Bakanlığı bu gerekçe ile önemli bir itirafta
bulunmaktadır. "Kamuda personel istihdamını
azaltmaya yönelik hükümet politikaları”nın gereğini sağlık alanında yerine
getirmekte, bu anlamda ülke genelinde fazlasıyla ihtiyaç olduğu halde sağlık
personeli atamasına gidilmeyerek "sözleşmeli çalışma" ile yeni
düzenlemeler getirilmektedir. Sağlık
Bakanlığı sağlık hizmeti sunumundan çekilmektedir. Yapılan yeni düzenlemeye göre,
Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı’nın görüşü alınarak
oluşturulan unvan, nitelik ve sayıda sağlık çalışanının sözleşmeli
çalışacağı(Bakanlar Kurulu tarafından saptanmış)
yerler "kura" ile belirlenmektedir. Sözleşme, Sağlık Bakanı
tarafından "ilde yetkili kılınan amir" ile sözleşme yapmaya hak kazanan
kişi arasında yapılmakta ve bir mali yıl (!) boyunca geçerli olmaktadır. Her mali
yıl sonunda sözleşmeler yenilenmekte, eğer sözleşme bitiş tarihinden bir ay
öncesine kadar işveren (Sağlık Bakanlığı) ya da çalışan (sözleşmeli sağlık
çalışanı) anlaşmayı bitirdiğini beyan etmezse, sözleşme kendiliğinden bir mali
yıl daha uzamış sayılmaktadır. Yasa’da, sözleşmeli personelin hakları ve
ödevleri ile ilgili 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu(DMK)’na sıkça atıfta
bulunularak her konuda benzer hükümlerden bahsedilmektedir. Ancak ayrıntılar
incelendiğinde bazı farklılıklar dikkat çekmektedir. Örneğin, haftalık çalışma
süresi 40 saattir, ancak “belirli sürede bitirilmesi gereken işler söz konusu
olduğunda sözleşmeli normal çalışma saatleri dışında veya hafta tatili ve resmi
tatillerde de çalışmak zorundadır” ve bu fazla çalışmadan dolayı personel ek bir
ücret ödenmez, bunun karşılığı olarak "normal mesai saatleri içinde izin
verilir" ibaresi bulunmaktadır. Sözleşmeli personelin izin hakkına
baktığımızda, yasa tasarısında 657 sayılı Yasa’ya göre hak kayıpları olduğu
ancak yasa çıktığında düzeltilerek 657 sayılı Yasa’nın uygulanacağı
belirtilmiştir. Yasa tasarısında, 657 sayılı Yasa’ya göre üç gün olan babalık
izni iki gün, beş gün olan evlilik izni üç gün olarak belirlenmiş olmasına
karşın bu izinlerde de düzeltme yapılarak 657 sayılı Yasa’daki hükümlerin
uygulanması şeklinde yasalaşmıştır. 657 sayılı Yasa’da mazeret izni olarak
adlandırılan 10 günlük izin ise tasarıda
ücretsiz izin olarak planlanmış ancak yasa çıkarken tamamen kaldırılmıştır.
Sözleşmeli personelin hastalık raporu alabileceği sürenin yılda 30 günü
geçemeyeceği, geçtiği durumda da yarım sözleşme ücreti ödeneceği
belirtilmiştir. Ayrıca sözleşmeli personelin ücretsiz izin hakkından hiç
bahsedilmemiş olması böyle bir hakkının olmadığı anlamına gelmektedir. Kısaca,
özlük hakları alanında, 657 sayılı Yasa’ya bağlı devlet memurlarına göre ciddi
dezavantajları bulunmaktadır. Madde Gerekçeleri bölümünde 9.
Madde’de, sözleşmeli personelin “istekleri üzerine Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı ile ilişkilendirilebileceği” belirtilmektedir. Bu durumda, sözleşmeli
personelin “istekleri olmaz ise” ne olacağı belirsizdir. Böylece Sağlık
Bakanlığı, sağlık çalışanlarının kendi istekleri dışında onlara sosyal güvence sağlama sorumluluğu
taşımayan bir konumda olmaktadır. Madde 6’da “il merkezinde oluşturulacak bir
komisyon tarafından yapılacak başarı değerlendirmesi sonucunda emsallerine göre
başarılı görev yaptıkları tespit edilen” personele bir mali yılda iki defadan
fazla olmayacak şekilde bir maaş tutarında ödül verileceği belirtilmektedir.
Başarı kriterleri olarak ise “görevin verimli ve etkin yürütülmesi,
yaratıcılık, girişimcilik, çalışma disiplini, görevin yürütülmesinde
gösterilen gayret ve başarı ile sağlık hizmetlerinden yararlananların memnuniyeti”
olarak belirlenmiştir. Bu kriterler üzerinden yapılan “objektif” değerlendirmenin
ne kadar objektif olacağı gerçekten tartışmalıdır. Yasa'ya göre sözleşmeli
çalışan personelin maaş tavanı 657 sayılı DMK'nın sözleşmeli çalışan personel
hükümleri gereği kamuda sözleşmeli çalışan memurların en yüksek maaşlarının
maksimum iki buçuk katı olabilecektir. Yasa11. maddesi ile "14.7.1965
tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 36ncı maddesinin "III- SAĞLIK
HİZMETLERİ VE YARDIMCI SAĞLIK HİZMETLERİ SINIFI" başlıklı bendine, "bu sınıfa dahil personel tarafından yerine
getirilmesi gereken hizmetler, lüzumu halinde bedeli döner sermaye gelirlerinden
ödenmek kaydıyla, Bakanlıkça tespit edilecek esas ve usullere göre hizmet satın
alınması yoluyla gördürülebilir" paragrafının eklenmesi hükmünü
getirmektedir. Yasa taslağında "lüzumu halinde, bu sınıfa dahil personel
tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetlerin, ücretleri döner sermaye
gelirlerinden karşılanmak kaydıyla, üçüncü şahıslara ihale yoluyla
gördürülmesi mümkündür" ifadesinin yer aldığı düzenleme, sözleşmeli
personel çalıştırılması esaslarını düzenleyen bu Yasa'da öncesindeki maddelerle
ilgili ve uyumlu görünmemektedir. Özellikle 657 sayılı Kanun'daki bir maddeye ekleme
yapılarak getirilmesi, yeni uygulamaların kapısını açabilir niteliktedir. Bu
ifadeler ile Sağlık Bakanlığı’nın, kaynağı döner sermayeden karşılanmak
üzere, hizmet satın almasına ve 3. şahısları çalıştırmasına olanak
tanımaktadır. Bu durum, sağlık çalışanlarının taşeronlaştırılması anlamına
gelmekte, bunun da ötesinde bu durumu meşrulaştırmakta ayrıca Sağlık
Bakanlığı'nın hizmet sunumundan çekilme politikasının zeminini oluşturmaktadır.
Finansmanı döner sermayeden karşılanan bu hizmet satın alma, taşeron sağlık
çalışanlarının farklı statülerde çalıştırılması şeklinde olabileceği gibi,
yasa taslağında da belirtildiği gibi hizmetlerin ihale yoluyla satın alınması
şeklinde de olabilir. Bu düzenleme sonunda,
sağlık kuruları, yemek ve/veya temizlik hizmetlerinde olduğu gibi sağlık
hizmetlerini de ilgili şirketlere devredebileceklerdir. Örneğin, bir devlet hastanesi, dahiliye servisinde
sunulacak sağlık hizmetlerini ihale yoluyla ve bedeli döner sermayeden karşılanmak
koşuluyla kişi ya da özel kuruluşlardan satın alabilecektir. Dolayısıyla
düzenleme, başta hastaneler olmak üzere kamu sağlık kurumlarının
özerkleştirilmesi ve özelleştirilmesinin önemli bir işareti olarak görülmelidir. Sağlık Bakanlığı ve AKP
Hükümeti, bu Yasa ile kendi gerekçeleri ile çelişerek akla bazı sorular
getirmektedir. Ülkedeki sağlık alanında en yetkili ve sorumlu merci olan Sağlık
Bakanlığı, sağlık personeli dağılımında yıllardan beri süren ve giderek
kötüleşen durumu çözmek konusunda gerçekten de bu kadar çaresiz midir? Yoksa,
Dünya Bankası’nın kendine biçtiği rolü (sağlık hizmetlerinin sunumundan çekilme
ve sadece denetleyici konumda olma) oynama yönünde bir aşama daha mı ilerlemek
istemiştir? “İstihdam fazlası” olduğu bile bile bu kadar fazla sayıda sağlık
insan gücü yetiştirmek sonunda özel sektörde ucuz emek anlamına gelmektedir. Bu
Yasa, bu anlamda geleceğe yatırım olarak çıkarılmıştır. AKP Hükümeti’nin son
zamanlarda ard arda yaptığı yasal düzenlemelerin bütünü göz önünde
bulundurulduğunda bu gerçek bütün çıplaklığı ile karşımıza çıkmaktadır.
Sağlık Bakanlığı’nın, bugüne getirdiği popülist politikaların sonucu
değilmiş gibi, Doğu ve Güneydoğu’da eleman açığını kapatmak gibi “yüce”
bir amaç çıkardığı bu Yasa, sağlık çalışanları için sendikasız, geçici
işçi statüsünde, sigortasız çalışma anlamına gelmektedir. E. Devlet Memurlarının Özel Sağlık Kurum ve
Kuruluşlarına Sevki Hakkında Genelge ya da Teşhis ve Tedavi Amacıyla Özel Sağlık
Kurum Ve Kuruluşlarına Hasta Sevkine İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Tebliğ Sağlık Bakanlığı ile Maliye
Bakanlığı tarafından ortaklaşa hazırlanarak 30.05.2003
tarih ve 25123 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak "Teşhis ve Tedavi Amacıyla
Özel Sağlık Kurum ve Kuruluşlarına Hasta Sevkine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında
Tebliğ"adıyla yürürlüğe giren bu tebliğ, yukarıda incelenen taslak ve
protokoller arsında görece erken başlangıç tarihli bir düzenleme olarak dikkati
çekmektedir. Tebliğ, Sağlık Bakanlığı
tarafından 06.06.2003 tarih ve 4910 sayılı
“Devlet Memurlarının Özel Sağlık Kurum ve Kuruluşlarına Sevki Hakkında
Genelge” ile uygulamaya konulmuştur. Tebliğ'in dayanağını
“17/4/2003 tarihli ve 25082 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
Devlet Memurlarının Tedavi Yardımı ve Cenaze Giderleri Yönetmeliğine Bir Madde
Eklenmesine Dair Yönetmeliğin EK-2 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkrası”,
amacını ise “devlet memuru ve bakmakla
yükümlü bulundukları aile fertlerinin tedavilerinin resmi sağlık kurumları yanında
özel sağlık kurum ve kuruluşlarında yapılmasına imkan vermek” oluşturmaktadır.
Tebliğ ve genelge bu imkanı sağlayacak usul, esas ve işleyişi belirlemektedir. Genelgeye göre, devlet memuru ve bakmakla yükümlü bulundukları aile fertleri, birinci
basamak tanı ve tedavi için resmi kuruluşların yanında özel polikliniklere
kurumlarından alacakları sevk kağıdı sağlık ocağı ya da kurum hekimi sevki
gerekmeksizin başvurabilmektedirler. Düzenlenecek sevk kağıtlarına başvurulacak
kurum/kuruluş adı yazılmaksızın “hekim ve
kurum seçme özgürlüğü” sağlanacağı belirtilmektedir. Resmi veya özel birinci basamak
sağlık kuruluşundan, resmi veya özel sağlık kurumlarına yapılacak sevk
işlemlerinde; hastane ve hekim seçme hakkı dikkate alınarak resmi sevk kağıdına
resmi veya özel hastane ve hekim adı belirtilmeden, sadece ilgili uzmanlık dalının
adı yazılarak sevk yapılmaktadır. Sevk sistemine uyulmadığında, diğer bir deyişle
birinci basamak atlanarak doğrudan ikinci
basamak sağlık kurum/kuruluşlarına başvurulduğunda aradaki ücret farkı hasta
tarafından ödenmektedir. Belgelendirilmesi kaydıyla acil hallerde hastalar, özel
sağlık kuruluşu tarafından kabul edilerek, teşhis ve tedavileri yapılacağı,
gerekli sevk evrakının ilgililer tarafından usulüne uygun olarak sonradan
tamamlanacağı belirtilmektedir. İkinci basamak özel sağlık kurumlarının, birinci
basamak sağlık kuruluşlarından sevkle hastalara hizmet sunmasının yanında gibi
doğrudan müracaat eden hastaları da kabul edebileceği ancak bu durumda faturalarda %30
indirim yapması gerekliliği vurgulanmaktadır. Genelgeye göre, üçüncü basamak
sağlık kurumlarının Büyükşehirlerde birinci ve ikinci basamak, diğer illerde
ikinci basamak resmi ve özel sağlık kurumlarından sevkle hasta kabul edebilmektedir. Özel sağlık kurumları sunmuş
oldukları sağlık hizmetlerinin karşılığı olarak hastadan, ilk müracaatta
bildirmek kaydıyla ücret talep edebilmektedirler.
Tebliğ ve Genelge, özel sağlık kuruluşuna, aynı hastanın aynı hastalığı için
15 gün içinde yeniden yapılacak takip ve kontrollerinden dolayı ödeme
yapılamayacağı esasını getirdiğinden, bu süre içerisinde özel sağlık
kuruluşlarının talep etmesi halinde, hastaların cebinden ödeme yapması
gerekebilecektir. Birinci basamak sağlık kuruluşlarında yapılabilecek tetkik ve
tahliller sınırlı tutulduğundan, farklı tahlillerin yapılması durumunda hastalar
cepten ödeme yapabilmektedirler. Denetleme İl Sağlık
Müdürlüğü'nce gece ve gündüz yapılabilecektir. Bu iş için sağlık
müdürlüklerinde ekipler oluşturulması öngörülmüştür. Gerçeğe aykırı fatura
gösterildiğinin belirlenmesi halinde bu kuruluşlara hasta sevki yapılamayacağı
yönünde işletme uyarılacak, tekrarlanırsa hasta sevki durdurulacaktır. |
||
|