VII.
İŞKENCENİN PSİKOLOJİK KANITLARI
1.
Psikolojik Değerlendirmenin Merkezi Rolü
2.
Psikolojik Değerlendirme Ortamı
B. İşkencenin Psikolojik Etkileri
1.
Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
2.
Yaygın Olarak Görülen Psikolojik Tepkiler ve Belirtiler
2a)
Travmanın Yeniden Yaşantılanması
2b)
Kaçınma ve Duygusal Küntlük
2c)
Aşırı Uyanıklık
2d)
Depresyon Belirtileri
2e)
Zedelenmiş “Kendi” İmgesi ve Geleceğe İlişkin Beklentilerin Kısıtlanması
2f)
Disosiyasyon (Çözüşme), Depersonalizasyon ve Atipik Davranışlar
2g)
Bedensel Şikayetler
2h)
Cinsel İşlev Bozukluğu
2i)
Psikoz
2j)
Madde Bağımlılığı
2k)
Nöropsikolojik Bozukluk
3.
Tanısal Sınıflandırmalar
3a)
Depresif bozukluklar
3b)
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)
3c)
Kalıcı Kişilik Değişimi
3d)
Madde Kullanımı
3e)
Diğer Tanılar
C.
Psikolojik/Psikiyatrik Değerlendirmenin Unsurları
1.
Etik ve Klinik Değerlendirmeler
2.
Görüşme Süreci
3.
Psikolojik/Psikiyatrik Değerlendirmenin Unsurları
3a)
Giriş
3b)
İşkence ve Kötü Muamele Öyküsü
3c)
Halihazırda Varolan Psikolojik Şikayetler
3d)
İşkence-sonrası Öykü
3e)
İşkence-öncesi Öykü
3f)
Tıbbi Öykü
3g)
Geçmiş Psikiyatrik Öykü
3h)
Madde Kullanımı ve Bağımlılığı Öyküsü
3i)
Ruhsal Durum Muayenesi
3j)
Toplumsal İşlevselliğin Değerlendirilmesi
3k)
Psikolojik Testler, Kontrol Listeleri ve Soru Formlarının Kullanımı
3l)
Klinik İzlenim
3m)
Öneriler
4.
Nöropsikolojik Değerlendirme
4a)
Nöropsikolojik Değerlendirmenin Sınırlılıkları
4b)
Nöropsikolojik Değerlendirmenin Gerektiği Durumlar
4c)
Sonuç
5.
Çocuklar ve İşkence
5a)
Giriş
5b)
Gelişimin Değerlendirilmesi
5c)
Klinik Değerlendirmeler
5d)
Ailenin Rolü
VII. İŞKENCENİN PSİKOLOJİK
KANITLARI
A. Genel
Değerlendirmeler
1. Psikolojik Değerlendirmenin Merkezi
Rolü
İşkencenin
çok çeşitli fiziksel ve psikolojik problemlere yol açabilecek olağanüstü bir yaşam
deneyimi olduğu, yaygın olarak kabul edilen bir görüştür. Klinik hekim ve
araştırmacıların çoğu, işkencenin aşırı zorlayıcı doğasının, kişinin
işkence öncesi psikolojik durumuna bağlı olmaksızın kendi başına ruhsal ve
duygusal etkiler yaratacak kadar güçlü bir deneyim olduğu konusunda hemfikirdir. Ancak
işkencenin psikolojik sonuçları, kişinin işkenceye atfettiği anlam, kişilik
gelişimi ve sosyal, siyasal, kültürel faktörler bağlamında oluşur. Bu nedenle, bütün işkence biçimlerinin aynı
sonuçlara yol açtığı varsayılamaz. Örneğin, yalancı infazın psikolojik
sonuçları, cinsel tacizin yol açtığı psikolojik sonuçlarla aynı değildir ve
hücre hapsi ile yalıtmanın, fiziksel işkence yöntemleriyle aynı sonuçları
doğurması beklenemez. Aynı şekilde, tutukluluk ve işkencenin yetişkinlerle
çocukları aynı biçimde etkileyeceği varsayılamaz. Bunlara rağmen, işkence
mağdurlarında belli bir düzenlilik içinde gözlemlenen ve belgelenen belirti grupları
ve psikolojik tepkiler mevcuttur.
İşkenceciler,
işkence ve kötü muamele davranışlarını genellikle bilgi alma ihtiyacı ile
gerekçelendirmeye çalışırlar. Bu tarz kavramsallaştırmalar, işkencenin amacını
ve hedeflenen sonuçlarını gizler. İşkencenin ana amaçlarından biri, kişiyi
aşırı çaresizliğe ve rahatsızlığa iterek bilişsel, duygusal ve davranışsal
işlevlerin bozulmasına yol açmaktadır.[1]
Bu yüzden, işkence kişinin psikolojik ve sosyal işlevselliğinin temeline yönelik bir
saldırı aracı olabilir. Bu koşullar altında işkenceci, mağduru yalnızca fiziksel
olarak güçsüzleştirmeye çalışmaz, aynı zamanda mağdurun kişiliğini parçalamaya
ve mağdurun gelecekle ilgili hayalleri, ümitleri ve arzuları olan bir insan olarak,
aileye ve topluma aid olduğu duygusunu yıkmaya çalışır. İşkenceciler mağdurları
insanlıktan çıkararak ve iradelerini kırarak, mağdurla teması olanlar için dehşet
verici örnekler oluştururlar. Bu yolla işkence, bütün bir topluluğun iradesini
kırabilir ya da toplumun uyumuna zarar verebilir. İşkence bunun yanısıra, eşler,
ebeveynler, çocuklar ve diğer aile üyeleri arasındaki yakın ilişkilere, mağdurlarla
mensubu bulundukları topluluklar arasındaki ilişkilere ciddi zararlar verebilir.
İşkence
gören herkesin teşhis edilebilir bir ruhsal hastalık geliştirmeyebileceğinin
farkında olunmalıdır. Buna ragmen, birçok mağdur ciddi duygusal tepkiler ve
psikolojik belirtiler göstermektedir. İşkence ile bağlantılı ana psikiyatrik
bozukluklar, travma sonrası stress bozukluğu (TSSB) ve majör depresyondur. Bu tür
bozuklukların, nüfusun genelinde de gözleniyor olmasına rağmen, travmatize olmuş
gruplarda görülme sıklıkları çok daha yüksektir. İşkencenin kişiye özgü
kültürel, sosyal ve politik anlamı, işkencenin nasıl tasvir edildiğini ve işkence
üzerine nasıl konuşulduğunu etkiler. Bu faktörler, işkencenin psikolojik ve sosyal
etkilerine katkıda bulunur; farklı bir kültüre mensup bir mağdurun değerlendirmesi
yapılırken bu unsurlar mutlaka göz önüne alınmalıdır. Kültürler-arası
araştırmaların ortaya koyduğu gibi, psikolojik ya da psikiyatrik bozuklukları
değerlendirirken kullanılması en akılcı yaklaşımlar fenomenolojik ya da
tanımlayıcı yöntemlerdir. Bir kültürde bozuk davranış ya da hastalık olarak kabul
edilen bir durum, başka bir kültürde patolojik olarak değerlendirilmeyebilir.[2],[3],[4] İkinci Dünya Savaşı’ndan
bu yana, şiddetin psikolojik sonuçlarının anlaşılmasında ilerleme kaydedilmiştir.
Belirli psikolojik belirtiler ve belirti kümeleri, işkence ve diğer tip şiddet
mağdurlarında gözlemlenmiş ve belgelenmiştir.
Son
yıllarda, travma sonrası stress bozukluğu (TSSB) tanısı, giderek artan oranlarda
değişik tiplerde şiddete maruz kalmış, geniş bir yelpazede yer alan kişilere uygulanmaktadır. Ancak, Batılı olmayan
toplumlarda bu tanının geçerliliği konusunda henüz tam bir görüş birliği yoktur.
Herşeye rağmen, çok çeşitli etnik ve kültürel topluluklardan gelen, travmaya maruz
kalmış mülteciler arasında yüksek oranlarda TSSB ve depresyon belirtilerine
rastlanmıstır.[5],[6],[7]
Dünya Sağlık Örgütü’nün kültürler-arası depresyon
çalışmasında[8] oldukça önemli bir ilkeye
dikkat çekilmistir. Bu ilkeye göre, bazı belirtilerin farklı kültürlerde aynen
bulunabilmesine karşın, değişik kültürel
bağlamlarda yaşayan mağdurları en çok ilgilendiren belirtiler farklı farklı
olabilir.
2. Psikolojik Değerlendirme Ortamı
Değerlendirmenin
yapıldığı politik bağlam çok çeşitli olabilir. Bu çeşitlilik, değerlendirmenin
yürütüleceği tarzda önemli farklılıklara yol açmaktadır. Hekim ya da psikolog
aşağıdaki ilkeleri, durumun özelliğine ve değerlendirmenin amacına göre
uyarlamalıdır. Bölüm IV. D. 2c’ ye bakınız.
Belirli
bazı soruların rahatça sorulup sorulamayacağı, güvenliğin ve gizliliğin ne derece
sağlanabildiğine bağlı olarak oldukça değişecektir.
Örneğin, cezaevinde ziyaretçi bir hekim tarafından yapılan ve belki de
15 dakika ile sınırlı olan bir muayene ile özel bir muayenehanede saatlerce
sürebilecek bir adli muayene aynı süreci izlemeyemez. Psikolojik belirtiler ve
davranışların patolojik mi, yoksa uyumsal mı olduğu değerlendirilmeye
çalışıldığında ek sorunlar ortaya çıkar.
Bir
kişi tutukluyken ya da ciddi bir baskı ya da tehdit altında yaşarken muayene
edildiğinde, bazı belirtiler uyumsal olabilir. Örneğin, faaliyetlere yönelik ilginin
azalması, yabancılaşma ve kopukluk duyguları,
hücre hapsinde tutulan bir kişi için anlaşılabilir bulgular olabilir. Benzer bir biçimde aşırı tetikte olma ve
kaçınma davranışları baskıcı toplumlarda yaşayanlar için gerekli olabilir.[9] Fakat görüşme
koşullarındaki sınırlılıklar, bu el kılavuzunda ortaya konan ilkelerin uygulanmamasına gerekçe
oluşturamaz. Devletin ve yetkililerin işin içinde olduğu zor durumlarda bu
standartlara olabildiğince sadık kalmak özellikle önemlidir.
B. İşkencenin
Psikolojik Etkileri
1. Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
Belirtilerin
tasvirine ve psikiyatrik sınıflandırmaya geçmeden önce, bu tarz
sınıflandırmaların genellikle Batılı tıbbi kavramlar olarak değerlendirildiği ve
Batılı olmayan toplumlara uygulanırken açık ya da örtük olarak belirli zorluklar
çıkardığı dikkate alınmalıdır. Batılı kültürlerin, psikolojik süreçlerin
aşırı tıbbileştirilmesinden mağdur olduğu iddia edilebilir. Ruhsal ızdırabın
bireyde odaklanan bir “bozukluk” olduğu ve tipik belirtiler gösterdiği
düşüncesi, bir çok Batılı olmayan toplum mensubunca kabul edilmeyebilir. Bütün bunlara rağmen, TSSB’de
biyolojik değişimlerin ortaya çıktığına dair dikkate değer ölçüde kanıt
vardır ve bu açıdan bakıldığında, TSSB, biyolojik ve psikolojik olarak tedavi
edilmeye elverişli teşhis edilebilir bir sendromdur.[10]
Değerlendirmeyi
yapan hekim ya da psikolog, ruhsal ızdırabı, mümkün olduğunca çok kişinin
inançları ve kültürel normları bağlamında anlamaya calışmalıdır. Bu, politik
bağlamlara oldugu kadar kültürel ve dinsel inançlara da saygıyı içermektedir.
İşkencenin şiddeti ve sonuçları göz önüne alındığında, psikolojik
değerlendirme yaparken tanı koymak ve sınıflandırmak için acele etmek yerine,
öğrenmeye açık bir tutum takınılmalıdır. İdeal olarak bu tür bir tutum,
mağdura, şikayetlerinin ve acısının bu koşullar altında beklenebilir ve gerçek
olarak kabul edildiğini iletecektir. Bu anlamda duyarlı empatik bir tutum, mağdura
yabancılaşma deneyimlerinden bir ölçüde kurtulma olanağı sağlayabilecektir.
2. Yaygın Olarak Görülen Psikolojik
Tepkiler ve Belirtiler
2a) Travmanın yeniden
yaşantılanması
1) Geriye
dönüşler[11] yada zorlayıcı anılar;
örneğin uyanık ve bilinçli durumdayken bile travmatik olayı sanki yeni baştan
yaşanıyormuş gibi hissetmek
2) Travmatik
olayların çeşitli parçalarını, özgün ya da sembolik biçimleriyle içeren
tekrarlayıcı kabuslar
3) Travmayı
sembolize eden ya da hatırlatan çeşitli uyaranlara maruz kalındığında rahatsızlık
hissetme. Bu durum otorite konumundaki insanlardan (hekimler ve psikologlar dahil) korkma
ve onlara güvenmeme şeklinde tezahür edebilir. Yetkililerin insan hakları ihlallerine
katıldığı ülkelerde ve durumlarda, otorite konumunda bulunan kişilere yönelik korku
ve güvensizlik, patolojik olarak düşünülmemelidir.
2b) Kaçınma ve duygusal küntlük
1) Travmayı
hatırlatan düşüncelerden, konuşmalardan, faaliyetlerden, mekanlardan veya insanlardan
kaçınma
2) Aşırı
duygusal kısıtlılık
3) Aşırı
kişisel uzaklık/kopukluk ve toplumdan uzaklaşma, inzivaya çekilme
4) Travmatik
olayın önemli bir parçasını hatırlayamama
2c) Aşırı uyanıklık
1) Uykuya
dalmakta veya uykuyu sürdürmekte zorluk
2) Sinirlilik
veya öfke patlamaları
3) Yoğunlaşma
zorluğu
4) Aşırı
ihtiyat/tetikte olma durumu
5) Abartılı
irkilme tepkisi
6) Genelleşmiş
anksiyete (bunaltı)
7) Kesik kesik
soluma, terleme, ağız kuruması, baş dönmesi
8) Mide-bağırsak
rahatsızlığı
2d) Depresyon belirtileri
1) Depresif
(çökkün) mizaç
2) Haz
alamama: Daha önce ilgilendiği/haz aldığı faaliyetlere yönelik ciddi derecede
ilgi/haz azalması
3) İştah
bozukluğu ve buna bağlı olarak kilo kaybı
4) Uyuyamama
ya da aşırı uyuma
5) Psikomotor
ajitasyon ya da yavaşlama
6) Yorgunluk
ve enerji kaybı
7) Değersizlik
ve aşırı suçluluk duyguları
8) Dikkat,
yoğunlaşma ve hafıza zorlukları
9) Ölüm ve
ölme düşünceleri, intihar düşünceleri, intihar girişimleri
2e) Zedelenmiş kendi imgesi ve
geleceğe ilişkin beklentilerin kısıtlanması
1) Onulmaz
biçimde zedelenmişlik[12] ve geri
dönülmez biçimde kişilik değişimine uğramışlık hissi
2) Geleceğe
dair beklentilerin kısıtlanması: Meslek edinme, evlenme, çocuk sahibi olma veya normal
bir hayat sürdürmeye dair beklentilerin olmaması
2f) Disosiyasyon (çözüşme),
depersonalizasyon ve atipik davranışlar
1) Disosiyasyon:
Bilinçlilik, kendi algısı, hafıza ve eylemlerin bütünlüğünde yarılma durumu.
Kişi belli eylemlerine dair farkındalığını yitirebilir veya ikiye bölünüp
kendisini belli bir uzaklıktan gözlemliyormuş gibi hissedebilir.
2) Depersonalizasyon:
Kendisinden ya da bedeninden ayrı/kopuk hissetme
3) İtki
denetim sorunları mağdurun, travma öncesi kişiliğine kıyasla oldukça atipik olarak
değerlendirdiği davranışlara neden olurlar. Travma öncesinde tedbirli olan biri
yüksek risk taşıyan davranışlar sergileyebilir.
2g) Bedensel şikayetler
Nesnel bulgular olsun olmasın, ağrı,
baş ağrısı ve diğer fiziksel şikayetler gibi bedensel belirtilere işkence
mağdurlarında sıkça rastlanır. Ağrı, tek şikayet nedeni olabilir. Yeri ve
yoğunluğu değişebilir. Bedensel belirtiler, işkencenin doğrudan fiziksel bir sonucu
ya da psikolojik kökenli ya da her iki nedenle birden olabilir. Örneğin, her tür
ağrı işkencenin doğrudan fiziksel bir sonucu, psikolojik kökenli ya da her ikisi
birden olabilir. Tipik bedensel şikayetlere aşağıdakiler dahildir:
1) Başağrıları:
Kafaya yönelik dayak öyküsü ve diğer kafa yaralanmaları işkence mağdurları
arasında çok yaygındır. Bu yaralanmalar sıklıkla kronik travma-sonrası
başağrılarına yol açarlar. Gerilim ve stres de başağrılarına neden olabilir ya da
alevlenmesine yol açabilir.
2) Bel
ağrısı
3) Kas/eklem
ağrıları
2h) Cinsel işlev bozukluğu
Cinsel işlev bozukluğu, tümüyle
olmasa bile özellikle cinsel işkenceye ya da tecavüze maruz kalmış işkence
mağdurları arasında yaygın olarak görülür. Bölüm VI.E.8’e bakınız.
2i) Psikoz
Kültürel
ve dilsel farklılıklar psikotik belirtilerle karıştırılabilir. Birini psikotik
olarak tanımlamadan önce, belirtileri o bireyin kendine has kültürel bağlamı
içerisinde değerlendirmek gerekir. Psikotik tepkiler kısa ya da uzun dönemli olabilir.
Psikotik belirtiler, mağdur tutuklu ve işkence altındayken ortaya çıkabileceği gibi
daha sonra da görülebilirler. Aşağıda olası psikotik bulguların bir listesi
verilmektedir:
1) Hezeyanlar
2) Varsanılar
(halusinasyon): İşitsel, görsel, dokunsal, kokusal
3) Tuhaf
düşünce ve davranış
4) Algı
yanılsamaları ve bozuklukları: Bu belirtiler yalancı-varsanı (pseudo-halusinasyon)
şeklinde tezahür edip gerçek psikotik tabloya yakın bir konumda olabilirler. Uykuya
dalarken ya da uyanırken görülen algı yanlışlıkları ve varsanılar, genel nüfus
içinde de yaygındır ve psikoza işaret etmezler. İşkence mağdurları için, açık
psikotik işaretler veya belirtiler olmadan, ara sıra çığlık sesleri ya da isminin
çağrıldığını duymak ya da gölgeler görmek sıkça rastlanılan bir durumdur.
5) Paranoya ve
perseküsyon[13] hezeyanları
6) Geçmişinde
ruhsal rahatsızlık öyküsü bulunan işkence mağdurlarında, psikotik bozukluklar ya
da psikotik özellikler eşliğinde duygulanım bozuklukları ortaya çıkabilir.
Geçmişinde iki uçlu duygulanım bozukluğu, psikotik özellikler eşliğinde
tekrarlayıcı major depresyon, şizofreni ve şizoafektif bozukluk olan mağdurlar
sözkonusu bozukluğun yeni bir hecmesini yaşayabilirler.
2j) Madde bağımlılığı
Alkol ve madde bağımlılığı,
işkence mağdurlarında, travmatik anılardan kurtulmak, duygulanımı düzenlemek ve
anksiyete ile başetmek üzere ikincil olarak ortaya çıkar.
2k) Nöropsikolojik bozukluk
İşkence,
değişik düzeylerde beyin hasarına yol açan fiziksel travmayı da kapsayabilir. Kafaya
alınan darbeler, boğma ve uzun dönemli beslenme bozukluğu gibi durumlar, tıbbi
muayenede kolayca saptanamayan uzun dönemli nörolojik ve nöropsikolojik sonuçlara
neden olabilir. Kafa görüntülemesi veya diğer tıbbi yöntemlerle saptanamayan bütün
beyin hasarı vakalarında olduğu gibi, nöropsikolojik değerlendirme ve testler hasarı
belgelemek için tek güvenilir yöntem olabilir. Bu tür değerlendirmelerde hedef
belirtiler sık sık, TSSB ve depresyon belirtileriyle anlamlı derecede örtüşürler.
Bilinçlilik, yönelim, dikkat, yoğunlaşma, hafıza ve icra edici işlevlerdeki
düzensizlikler ya da hasarlar, organik nedenlerle olabildiği gibi işlevsel bozukluklar
sonucu da ortaya çıkabilirler. Bu yüzden, bu tür ayrımlar yapılırken
nöropsikolojik değerlendirme konusunda uzmanlaşmaya ve nöropsikolojik ölçeklerin
kültürler-arasında geçerliliğine ilişkin problemlerinin farkında olunmasına
ihtiyaç vardır. Bakınız Bölüm VII.C.4.
3. Tanısal Sınıflandırmalar
İşkence mağdurlarında rastlanan ana
şikayetler ve öne çıkan bulgular, kişinin yaşam deneyimleri, kültürel, toplumsal
ve politik bağlamıyla ilişkili olarak oldukça büyük farklılıklar göstermesine
rağmen, değerlendirmeyi yapan kişilerin travma ve işkence mağdurları arasında en
sık görülen bozukluklar hakkında bilgili olması şarttır. Ayrıca, travmayla
ilişkili ruhsal bozukluklar dikkate değer ölçüde birlikte seyrettiğinden, birden
fazla ruhsal bozukluğun birlikte bulunması nadir görülen bir durum değildir.
Çeşitli anksiyete ve depresyon tezahürleri, işkenceden kaynaklanan en yaygın
belirtilerdir. Çoğu durumda bahsedilen belirtiler, anksiyete ve mizaç bozuklukları
kategorileri altında sınıflandırılacaklardır. Önde gelen iki sınıflandırma
sistemi, Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD-10)[14] Ruhsal ve Davranışsal
Bozuklukların Sınıflandırılması ve Amerikan Psikiyari Birliği’nin Tanısal ve
İstatistiki Elkitabı’nın dördüncü baskısıdır (DSM-IV).[15] Tanısal kategorilerin
bütünsel tanımları için okur ICD-10 ve DSM-IV’e başvurmalıdır. Burada travmayla
ilişkili en sık görülen tanılar (TSSB, depresyon ve kalıcı kişilik değişikliği)
gözden geçirilecektir.
3a) Depresif bozukluklar
Depresif durumlar, işkence
mağdurlarında hemen hemen her zaman görülmektedir. İşkencenin etkilerinin
değerlendirilmesi bağlamında, TSSB’nın ve majör depresif bozukluğun açıkça
ayırt edilebilir etiyojilere sahip iki farklı hastalık olduğunu varsaymak sorunludur.
Depresif bozukluklar, tek hecmeli veya tekrarlayıcı (birden fazla hecmeli) Majör
Depresif Bozuklukları kapsar. Depresif bozukluklar psikotik, katatonik, melankolik ya da
atipik özelliklerle birlikte veya bu özellikler olmadan seyredebilir. DSM-IV’e göre
Majör Depresif Hecme tanısı koyabilmek için aşağıdaki belirtilerin beş ya da daha
fazlasının aynı iki haftalık dönemde bulunması ve daha önceki işlevselliğe göre
bir değişikliğe tekabül etmesi gerekmektedir (belirtilerden en az biri depresif mizaç
veya ilgi veya hazzın kaybı olmalıdır): 1) Depresif mizaç; 2) faaliyetlerin tümüne
ya da çoğuna duyulan ilginin ya da alınan hazzın belirgin bir biçimde azalması; 3)
kilo kaybı veya iştahın artması ya da azalması; 4) uykusuzluk veya aşırı uyuma; 5)
psikomotor ajitasyon veya yavaşlama; 6) yorgunluk ya da enerji kaybı; 7) değersizlik ya
da aşırı veya yersiz suçluluk duyguları; 8) düşünme veya yoğunlaşma yeteneğinde
azalma; 9) tekrarlayan ölüm ya da intihar
düşünceleri. Bu tanıyı koyabilmek icin, belirtilerin fizyolojik bir bozukluğa
bağlı olmaması ve başka bir DSM-IV tanısı ile açıklanamayan belirgin bir
rahatsızlığa veya sosyal ya da mesleki işlevsellik kaybına yol açması gerekir.
3b) Travma-sonrası Stres Bozukluğu
(TSSB)
İşkencenin psikolojik etkileriyle en
yaygın biçimde ilişkilendirilen tanı, travma sonrası stress bozukluğudur (TSSB).
İşkence ve bu tanı arasındaki ilişki, sağlık hizmeti sunanlar, iltica mahkemeleri ve
bilgili kamuoyu nezdinde oldukça güçlü bir hal almıştır. Bu durum, TSSB’nin
işkencenin temel psikolojik sonucu olduğu yolunda yanlış ve aşırı basit bir
izlenime yol açmıştır.
DSM-IV’ün TSSB tanımı
ağırlıkla, zorlayıcı anılar, kabuslar ve/veya travmanın önemli yanlarını
hatırlayamama gibi travmaya bağlı hafıza bozukluklarının varlığına
dayanmaktadır. Kişi, işkencenin spesifik ayrıntılarını tam olarak
hatırlayamayabilir fakat işkence deneyiminin önemli temalarını hatırlayacaktır.
Örneğin mağdur, çeşitli durumlarda tecavüze uğradığını hatırlayabilir fakat
tam olarak tarihleri, yerleri ve ayrıntılı olarak mekanı ve failleri
hatırlayamayabilir. Bu tür durumlarda, ayrıntıları hatırlayamamak, mağdurun
öyküsünün güvenilirliğini azaltmaz, aksine arttırır. Yeniden görüşme
yapıldığında mağdurun öyküsündeki ana temalarda tutarlılık olmalıdır.
ICD-10’daki TSSB tanısı DSM-IV’ünküne çok benzerdir.
DSM-IV’e göre, TSSB akut, kronik ya
da gecikmeli olabilir. Belirtiler bir aydan daha fazla bir süre boyunca bulunmalı,
belirgin bir rahatsızlık ve işlev bozukluğu yaratmalıdır. TSSB tanısı koyabilmek
için, kişinin kendi ya da başkalarının yaşamını tehdit edici ve aşırı korku,
çaresizlik veya dehşet yaratan travmatik bir olaya maruz kalmış olması gereklidir.
Travmatik olay aşağıdaki durumlardan
biri veya daha fazlası şeklinde ısrarlı olarak “yeniden yaşantılanmalıdır”: 1)
Olayın zorlayıcı ve rahatsızlık verici anılarının hatırlanması; 2) olayla ilgili
tekrarlayıcı tarzda rahatsızlık veren rüyalar görme; 3) varsanılar, yanılsamalar
ve geriye dönüşlerle olay sanki yeniden
oluyormuş gibi hissetme ya da davranma; 4) olayı hatırlatan durumlara maruz
kalındığında aşırı psikolojik rahatsızlık duyma ve 5) olayın çeşitli
yönlerini sembolize eden ya da hatırlatan ipuçlarına maruz kalındığında fizyolojik
tepki verme.
Kişi, aşağıdakilerden en az
üçünün ısrarlı bir şekilde tezahür etmesiyle, travmatik olayla ilgili uyaranlardan
kaçınır ve/veya tepkiselliği genel olarak
küntleşir : 1) travma ile ilgili düşüncelerden, duygulardan ve konuşmalardan
kaçınmaya çalışma; 2) travmayı hatırlatacak faaliyetlerden, yerlerden ve
kişilerden kaçınmaya çalışma; 3) olayın önemli bir yanını hatırlayamama; 4)
kendisi için önemli faaliyetlere yönelik ilgi azalması; 5) diğer insanlardan kopma
veya yabancılaşma; 6) kısıtlı duygulanım ve 7) geleceğe ilişkin beklentilerin
azalması.
DSM-IV TSSB tanısı koyabilmek için,
aşağıdakilerden en az ikisiyle birlikte tezahür
eden ve travmadan önce varolmayan artmış uyanıklık belirtilerinin süreklilik
kazanması gerekir: 1) uykuya dalma ve uykuyu sürdürme zorlukları; 2) kızgınlık veya
öfke patlamaları; 3) yoğunlaşma zorluğu; 4) aşırı tetikte olma, ve 5) aşırı
irkilme tepkisi.
TSSB belirtileri
kronikleşebilir veya uzun zaman dilimlerinde düzensizlikler gösterebilir. Bazı
dönemlerde, aşırı uyanıklık ve kızgınlık belirtileri klinik tabloda hakim duruma
geçebilir. Böyle zamanlarda mağdur genellikle, zorlayıcı anılar, kabuslar ve geriye
dönüşlerin artışından da şikayetçi olacaktır. Mağdur diğer zamanlarda,
göreceli olarak belirti göstermeyebilir ya da duygusal tepkileri daralmış ve içe
dönük olarak gözükebilir. TSSB tanısı konulması için gereken ölçütlerin
karşılanamaması, kişininin işkence görmediği anlamına gelmez. ICD-10’a göre,
vakaların bir kısmında TSSB, sonunda devamlı bir kişilik değişimine evrilen,
yıllarca süren kronik bir seyir izleyebilir.
3c) Kalıcı kişilik değişimi
Yıkıcı ve
uzun süren aşırı stresden sonra, daha önce herhangi bir kişilik bozukluğu
öyküsüne sahip olmayan kişilerde yetişkin kişilik bozuklukları gelişebilir.
Kişiliği değiştirebilen aşırı stres tipleri arasında, toplama kampı deneyimleri,
afetler, her an öldürülme olasılığına haiz uzun süren esaret, terörizm mağduru
olmak gibi hayatı tehdit eden durumlara maruz kalmak ve işkence vardır. ICD-10’a
göre, devamlı kişilik değişimi tanısı, yalnızca, travmatik olaydan önce
bulunmayan katı ve uyumsuz davranışlar eşliğinde kişinin çevresini ve kendisini
algılama, düşünme ve ilişki kurma tarzlarında kesin, ciddi ve ısrarlı bir
değişim olduğuna dair kanıtların mevcudiyetinde konulmalıdır. Başka bir ruhsal
bozukluğun görünümleri, daha önceki bir ruhsal bozukluğun devamı olan belirtiler ve
de beyin hastalığına, işlev bozukluğuna veya hasarına bağlı kişilik ve davranış
değişimleri bu tanı kapsamına girmez.
ICD-10’un
Yıkıcı Bir Deneyimden Sonra Gelişen Devamlı Kişilik Değişimi tanısını
koyabilmek için, kişilikteki değişikliklerin, yıkıcı stresi izleyen en az iki yıl
boyunca mevcut olması gerekir. ICD-10, maruz kalınan stresin, “kişilik üzerindeki
derin etkilerini açıklamak için kişisel yatkınlığı ve incinebilirliği dikkate almayı gerektirmeyecek” kadar aşırı
olmasını koşul olarak koyar. Bu kişilik değişimi, dünyaya karşı düşmanca ve
güvensiz bir tutum, toplumsal inziva, boşluk veya umutsuzluk duyguları, yabancılaşma,
ve sanki sürekli tehdit ediliyormuşcasına kronik endişe, huzursuzluk ve sinirlilikle
birlikte seyreder.
3d) Madde kullanımı ve
bağımlılığı
Klinik hekimler,
aşırı alkol ve madde kullanımının işkence mağdurlarında travmatik anıları
bastırmak, rahatsızlık verici duygulanımı düzenlemek ve anksiyeteyi kontrol altına
almak için genellikle ikincil olarak geliştiğini gözlemlemişlerdir. TSSB’nun diğer
bozukluklarla birlikte seyretmesi yaygın bir durum olmasına rağmen, işkence
mağdurlarının aşırı madde kullanımları
sistematik olarak pek araştırılmamıştır. TSSB’li kişilerden oluşan gruplar
üzerine yapılan ve mülteciler, savaş esirleri ve silahlı çatışma gazileri gibi
işkence mağdurlarını kapsayan çalışmalar şunları göstermiştir: 1) Aşırı
madde kullanımının yaygınlığı etnik ve kültürel gruba bağlı olarak
değişkenlik göstermektedir;[16],[17] 2) TSSB’li eski savaş
esirlerinde aşırı madde kullanımı riski artmıştır;[18],[19] 3) Savaş gazilerinde TSSB ile aşırı madde
kullanımının birlikte görülme sıklığı yüksektir.[20],[21],[22],[23]
Özet olarak, TSSB riski taşıyan diğer gruplardan öğrenilenlere göre, aşırı madde
kullanımı işkence mağdurları için potansiyel bir eşlik eden tanıdır.
3e) Diğer tanılar
“Yaygın
Olarak Görülen Psikolojik Tepkiler ve Belirtiler” bölümünde (Bakınız VII.Bölüm B.2) tanımlanan belirti kataloğundan
açıkça görüldüğü gibi, TSSB, depresyon ve kalıcı kişilik değişikliğine ek
olarak düşünülmesi gereken başka tanı kategorileri de vardır. Aşağıda bu
sınıfa giren tanılar sıralanmaktadır:
1) Genelleşmiş
anksiyete bozukluğu: Çeşitli olaylar ve faaliyetlerle iligili aşırı anksiyete ve
endişe, kas gerginliği ve otonomik etkinlikte artış.
2) Panik
bozukluk: Terleme, boğulma hissi, titreme, kalp atışlarının hızlanması,
başdönmesi, bulantı, soğuk ya da sıcak basması gibi belirtilerden en az dört
tanesini barındıran, tekrarlayıcı ve beklenmeyen bir tarzda tezahür eden yoğun korku
ve rahatsızlık atakları.
3) Akut stres
bozukluğu: Bu bozukluk temel olarak travma-sonrası stres bozukluğuyla aynı belirtilere
sahiptir, ancak travmatik olaya maruz kaldıktan sonraki bir ay içinde teşhis
edilmektedir.
4) Somatoform
bozukluklar: herhangi bir tıbbi nedene bağlanamayacak olan fiziksel belirtileri içerir.
5) İki uçlu
duygulanım bozukluğu: Yükselmiş, genişlemiş veya aşırı hassaslaşmış mizaç,
büyüklük hissi, uykuya ihtiyacın azalması, düşüncelerin uçuşması, psikomotor
ajitasyon ve ilgili psikotik bulgularla seyreden manik ya da hipomanik hecmeler.
6) Genel bir
tıbbi duruma bağlı olan bozukluklar: Sık sık, bilinçlilik, yönelim, dikkat,
yoğunlaşma, hafıza ve icra edici işlevlerde düzensizlikler ya da eksiklikleri
sonucunda ortaya çıkan beyin hasarı şeklinde.
7) Fobiler:
Sosyal fobi ve agorafobi gibi.
C. Psikolojik/Psikiyatrik
Değerlendirme
1. Etik ve klinik değerlendirmeler
Psikolojik
değerlendirmeler, aşağıdaki gibi bir çok nedenle, işkence mağdurlarının maruz
kaldığı tacize dair çok önemli kanıtlar sağlayabilirler:
1) İşkence,
sık sık tahrip edici psikolojik belirtilere
neden olur
2) İşkence
yöntemleri genellikle herhangi bir fiziksel iz bırakmamak için tasarlanmışlardır
3) Fiziksel
işkence yöntemlerinin yol açtığı fiziksel bulgular, işkence yapılıp
yapılmadığını spesifik olarak saptamaya imkan tanıyabileceği gibi tanımayabilir de
Psikolojik değerlendirme, adli tıp
incelemelerinde, politik sığınma başvurularınının desteklenmesinde, gerçekliğe
tekabül etmeyen itirafların hangi koşullar altında alındığının saptanmasında,
bölgesel işkence uygulamalarının anlaşılmasında, mağdurların tedavi
ihtiyaçlarının belirlenmesinde ve insan hakları incelemelerinde tanıklık
açısından faydalı kanıtlar sağlar.
Psikolojik değerlendirmenin genel
amacı, kişinin anlattığı işkence öyküsü ile değerlendirme sürecinde gözlenen
psikolojik bulgular arasındaki tutarlılık derecesinin saptanmasıdır. Bu amaca
yönelik olarak değerlendirme, mağdurun öyküsünün ayrıntılı bir tasvirini
(Bölüm IV.D.2f ve V.F’e bakınız), ruhsal duruma dair muayene bulgularını, sosyal
işlevsellik değerlendirmesini ve klinik izlenimlerin formülasyonunu içermelidir. Uygun
olduğu durumlarda, psikiyatrik bir tanı konmalıdır. İşkence mağdurları arasında
psikolojik belirtiler oldukça yaygın olarak görüldüğü için, bütün işkence
değerlendirmelerinin bir psikolojik değerlendirmeyi de içermesi oldukça gereklidir.
Psikolojik durum değerlendirmesi ve
klinik tanı formülasyonu her zaman kültürel bağlamı dikkate alarak yapılmalıdır.
Kültüre özgü sendromların ve belirtilerin aktarıldığı dildeki rahatsızlıklara
ilişkin deyimlerin farkında olmak, hem görüşmeyi yürütmek hem de kilinik izlenim ve
vargıları formüle etmek açısından son derece önemlidir. Görüşmeci mağdurun
kültürü hakkında çok az ya da hiç bir şey bilmiyorsa, o zaman tercümanın
yardımına ihtiyaç vardır. İdeal durumda, mağdurla aynı ülkeden olan tercüman,
dili, görenekleri, dinsel gelenekleri ve görüşme sırasında akılda tutulmasında
fayda olan diğer inançları biliyor olacaktır.
Görüşme, görüşülen kişide korku
ve güvensizlik yaratabilir ve muhtemelen daha önce maruz kalınan sorgulamaları
hatırlatabilir. Yeniden travmatize olma riskini azaltmak için klinisyen, görüşülen
kişinin yaşadıklarını ve kültürel arka planı anladığı hissini verebilmelidir. Klinik hekimin pasif olduğu ve az
konuştuğu bazı psikoterapi tarzlarında kullanılan katı “klinik yansızlık”
kuralına göre davranmak uygun değildir. Klinik hekim, görüştüğü kişinin bir
müttefiği olduğunu iletebilmeli ve destekleyici/yargılamayan bir yaklaşım
tutturmalıdır.
2. Görüşme Süreci
Klinik
hekim, görüşeceği kişiye görüşme sürecinde izlenecek prosedürü (işkence
öyküsü ve şimdiki psikolojik işlevselliği içeren psikososyal öyküyle ilgili
sorular) ayrıntılı olarak anlatmalı ve kişiyi bu soruların ortaya çıkarabileceği
yoğun duygusal tepkilere hazırlamalıdır. Görüşülen kişiye görüşmeye ara verme
ve herhangi bir noktada görüşmeyi kesme imkanı tanınmalı ve eğer stres düzeyi
katlanılamaz bir hal alırsa, görüşme başka bir zaman için randevulaşarak
durdurulabilmelidir. Klinik hekimin, klinik değerlendirmede nesnelliği bırakmadan,
soruları sorarken duyarlı ve empatik olması gereklidir. Aynı zamanda görüşmeci,
mağdura ve işkence tasvirlerine yönelik, algılama ve yargılarını etkileyebilecek
potansiyel kişisel tepkilerinin farkında olmalıdır.
Görüşme
süreci, mağdura işkence sırasındaki sorgulamayı hatırlatabilir. Bu yüzden, klinik
hekime yönelik korku, öfke, içe kapanma, çaresizlik, kafa karışıklığı, panik,
nefret gibi olumsuz duygular güçlü biçimde ortaya çıkabilir. Klinik hekimin bu tür
duyguların ifade edilmesine ve açıklanmasına izin vermesi, mağdurun içinde
bulunduğu zor durumu anladığını ifade etmesi gerekir. Ayrıca, görüşülen kişinin
başının hâlâ yetkililerle belada ve baskı altında olabileceği unutulmamalıdır.
Gerekli olduğu hallerde, yetkililer tarafından yasaklanmış faaliyetlerle ilgili
sorulardan kaçınılmalıdır.
Ne
amaçla psikolojik değerlendirme yapıldığını dikkate almak, uzmanın gizlilik
ilkesine ne derece de uyacağını
belirleyeceği için önemlidir. Değerlendirme, bir devlet yetkilisi tarafından yasal
bir prosedür içinde kişinin işkence iddialarının doğruluğunu tesbit etmek için
istenmişse, o zaman değerlendirilen kişiye raporda sunulacak bütün bilgiler için
tıbbi gizlilik kuralının geçerli olmayacağı söylenmelidir. Ancak psikolojik
değerlendirme talebi mağdurdan geliyorsa, o takdirde uzman tıbbi gizlilik ilkesine
uymalıdır.
Fiziksel ve psikolojik değerlendirme
yapan klinik hekimlerin, şiddetli travmatik durumların değerlendirilmesi sırasında
hem görüşen hem de görüşülen kişide ortaya çıkabilecek potansiyel duygusal
tepkilerin farkında olmaları gerekir. Bu duygusal tepkiler, aktarım (transferans) ve
karşı-aktarım olarak adlandırılırlar. Örneğin, özellikle travma öykülerinin
ayrıntılarını anlatmaları ya da hatırlamaları istendiğinde, işkence
mağdurlarının gösterdiği tipik tepkiler güvensizlik, korku, utanç, öfke ve
suçluluktur. Aktarım, mağdurun geçmiş yaşantılarıyla ilgili olan ancak yanlış
anlaşılarak kişisel biçimde klinisyene yöneltilmiş duygularıdır. Ayrıca
karşı-aktarım olarak bilinen, klinik hekimin mağdura yönelik duygusal tepkileri de
psikolojik değerlendirmeyi etkileyebilir. Aktarım ve karşı-aktarım birbirlerine
bağımlıdırlar ve etkileşim içindedirler.
Travmatik
bir öykünün ayrıntılarını anlatmayı ve hatırlamayı içeren bir görüşme veya
muayenenin, mağduru, rahatsızlık yaratan ve istenmeyen anılara, düşüncelere ve
duygulara maruz bırakacağı düşünüldüğünde, aktarım tepkilerinin değerlendirme
süreci üzerindeki potansiyel etkileri net bir şekilde görülebilir. Bu yüzden, bir
işkence mağduru yararlanacağı umuduyla görüşmeyi kabul etse bile, görüşme
sırasında, maruz kaldıklarını travmatik olayın ışığında yaşayacaktır. Bu
durum aşağıdakileri kapsayabilir:
1) Görüşmecinin
soruları, soruşturmaya benzer bir zorlanma şeklinde algılanabilir. Görüşmecinin
gözetleyici ve sadist motivasyonları olduğundan kuşkulanılabilir. Örneğin; “Neden
başıma gelenlerin en korkunç ayrıntılarını bile anlatmamı istiyor?" “Normal
bir insan hayatını kazanmak için neden benimkisi gibi öyküler dinlemeyi tercih
etsin?” “Tuhaf bir tür motivasyonu olmalı” vb.
2) Görüşmeci
tutuklanmamış ve işkence görmemiş olduğu için ona yönelik önyargılar söz konusu
olabilir. Bu durum görüşmecinin düşman saflarından biri olarak değerlendirilmesine
yol açabilir.
3) Görüşmeci
otorite konumunda biri olarak algılanır (ki çoğunlukla bu doğrudur) ve bu yüzden
travma öyküsünün çeşitli yönleri açısından güvenilmez bulunabilir. Ya da tam
tersine, halen gözaltında olan kişilerde sıklıkla görüldüğü gibi, görüşme
nedeniyle misilleme olmayacağına dair herhangi bir güvence verilemezken bile,
görüşmeciye aşırı güven duyulabilir.
4) İşkence
mağdurları, değerlendirme kapsamında verdikleri bilgilerin güvenli bir tarzda
korunamayacağından ve bilgilerin baskı yapan devlet tarafından ele
geçirilebileceğinden korkabilirler. Korku ve güvensizlik, hekimlerin ve diğer
sağlıkçıların işkence süreçlerine katıldığı yerlerde özellikle güçlüdür.
5) Bir çok
durumda görüşmeci, çoğunluk kültürüne ve etnik grubuna mensupken, mağdur,
görüşmenin yapıldığı yer itibarıyla azınlık grubuna ve kültürüne mensup
olacaktır. Bu eşitsizlik dinamiği, iktidar dengesizliği algısını (ve
gerçekliğini) pekiştirebilir ve mağdurun korku, güvensizlik duyma ve zorla itaat etme
potansiyelini arttırabilir. Bazı durumlarda, özellikle mağdurlar halen tutukluysa, bu
dinamik görüşmeciden çok tercüman için geçerli olabilir. O yüzden ideal olarak,
tercümanın herkes tarafından araştırmacı kadar bağımsız bir kişi olarak
görülebilmesi için yerel değil “dışarıdan” biri olması gerekir. Tabii ki
tercüman, yetkililerin daha sonra görüşmede neler konuşulduğunu öğrenmek için
baskı uygulayabilecekleri bir aile üyesi de olmamalıdır.
6) Görüşmeciyle
işkencecinin cinsiyetleri aynıysa, görüşme süreci, cinsiyetlerin farklı olduğu
duruma göre işkenceye daha çok benzeyen bir tazda algılanabilir. Örneğin, cezaevinde
erkek bir gardiyan tarafından tecavüze uğramış bir kadının erkek bir görüşmeci
karşısında, kadın bir görüşmeciyle olabileceğinden daha çok rahatsızlık,
güvensizlik ve korku yaşaması muhtemeldir. Bu durum, cinsel olarak tacize uğramış
erkekler için de aynıdır. Bu tacizlerin ayrıntılarını bir kadın görüşmeciye
anlatmaktan utanabilirler. Özellikle halen tutuklu olan mağdurlar için tecrübeler
göstermiştir ki, “geleneksel olarak köktenci” toplumlar (ki bu toplumlarda
bırakın muayeneyi, bir erkeğin bir kadınla görüşme yapması bile mümkün
değildir) dışındaki bütün toplumlarda, tecavüz vakalarında görüşmecinin erkek
olmamasından çok, mağdurun net sorular sorabileceği bir hekim olması, çok daha
önemli olabilir. Tecavüz mağdurlarının sağlıkçı olmayan kadın araştırmacılara
hiç bir şey anlatmadıkları, ancak spesifik sorular sorabilmek için erkek olsa bile
bir hekimle konuşmak istedikleri bilinmektedir. Tipik sorular, gebe kalmak, ileride gebe
kalabilmek gibi olası sekeller ve gelecekte eşler arası cinsel ilişkiler vb.
üzerinedir.
7) Adli
amaçlarla yapılan değerlendirmelerde, ayrıntılara gösterilen gerekli dikkat ve
öyküye dair soruların net biçimde sorulması, kolayca, görüşmecinin mağdura
güvenmediğini ve ondan kuşkulandığını gösteren işaretler olarak algılanır.
Yukarıda
değinilen psikolojik baskılar altında, mağdurlar kendilerini ya yeniden travmatize
olmuş, anılar ve duygularla bunalmış olarak hissederler ya da oldukça kuvvetli
savunma mekanizmaları kullanarak muayene ve görüşme süresince içlerine kapanırlar
ve duygusal olarak küntleşirler. Özellikle içe kapanış ve küntleşme, belgeleme
açısından ciddi zorluk yaratır, çünkü mağdurlar için en faydalı olabilecek bir
zamanda öykülerini ve mevcut acılarını etkin bir şekilde iletemeyebilirler.
Karşı-aktarım
tepkileri çoğunlukla bilinç dışıdır. Karşı-aktarım, farkına varılmazsa bir
sorun halini alır. Gördükleri işkenceleri anlatan insanları dinlerken duygusal
tepkiler verilmesini beklemek gerekir. Bu duygular klinik hekimin etkin bir şekilde
çalışmasını engelleyebilme potansiyeline sahip olsalar bile, iyi
anlaşıldıklarında klinik hekime rehberlik de edebilirler. İşkence mağdurlarının
değerlendirmesi ve onların tedavisiyle uğraşan hekimler ve psikologlar, tipik
karşı-aktarım tepkilerine dikkat etmenin ve onları anlamanın çok önemli olduğu
konusunda hemfikirdirler. Çünkü karşı-aktarım, işkencenin fiziksel ve psikolojik
etkilerini değerlendirme ve belgeleme becerilerini ciddi derecede sınırlandırabilir.
İşkencenin ve diğer kötü muamele biçimlerinin etkin bir şekilde belgelenmesi, bu
alanda hangi kişisel motivasyonlarla çalışıldığının anlaşılmasını gerektirir.
Sürekli bu tür çalışmalar yapan profesyonellerin, bu alanda tecrübeli olan
meslekdaşlarından süpervizyon ve mesleki destek almaları gerektiği konusunda fikir
birliği vardır. Yaygın karşı-aktarım tepkileri aşağıda sıralanmaktadır:
1) Rahatsız
edici konulara maruz kalmaya tepki olarak kaçınma, içe kapanma ve savunmacı
kayıtsızlık. Bunun sonucu olarak da bazı ayrıntıları unutmak ve fiziksel ya da
psikolojik etkilerin şiddetini hafife almak.
2) Depresyon
belirtilerine ya da kabuslar, anksiyete ve korkularla seyreden “vekaleten
travmatizasyon”a[24] yol açabilen hayal kırıklığı,
çaresizlik, umutsuzluk ve aşırı özdeşim.
3) Kendini bir
kurtarıcı, travma konusunda büyük bir uzman veya mağdurun iyileşmesi ve sağlığı
için son umut olarak hissetme biçiminde görülen kadr-i mutlaklık ve büyüklük
duyguları.
4) Anlatılan
öykü ve ızdırabın ağırlığı karşısında mesleki yetenekler konusunda
güvensizlik duyguları. Bu duygular, mağdurun hakkını gözetme becerisine
güvenememesi ve ideal tıbbi normlarla gerçekçi olmayan bir tarzda meşgul olmak
şeklinde tezahür edebilir.
5) Mağdurunun
işkence yaşantısını ve acısını paylaşmamış olmaktan veya politik düzeyde
nelerin yapılmamış olduğunun farkında olmaktan kaynaklanan suçluluk duyguları. Bu
duygular, mağdura aşırı duygusal veya idealleştirilmiş bir yaklaşım sergilenmesine
yol açabilir.
6) İşkencecilere
ve baskı yapanlara yönelik kızgınlık ve öfke beklenebilir duygulardır, ancak
farkında olunmayan kişisel yaşantılar tarafından harekete geçirilip, kronik ve
aşırı bir hal aldıklarında görüşme sırasında gerekli nesnelliği sürdürmeyi
engelleyebilirler.
7) Görüşülen
kişiye karşı kızgınlık ve tiksinti duyguları, alışılmadık düzeylerde
anksiyeteye maruz bırakılma hissi sonucu ortaya çıkabilir. Bu duygular aynı zamanda,
klinik hekimin işkence iddialarının doğruluk derecesinden kuşku duyduğunda ve
görüşülen kişi iddia ettiği öykünün sonuçlarını belgeleyen bir
değerlendirmeden faydalanmak için sebat ettiğinde, klinik hekimin kullanıldığı
hissine kapılması sonucunda da ortaya çıkabilirler.
8) Klinik
hekimle işkence iddiasında bulunan kişi arasında kültürel değer sistemleri
açısından ciddi farklar olabilir ve bu farklar etnik gruplarla ilgili mitsel
inançları, aşağılayıcı tavırları, görüşülen kişinin sofistikasyon derecesini
veya içgörü kapasitesini küçümsemeyi içerebilir. Ya da tersine, mağdurlarla aynı
etnik gruba mensup olan klinisyenler, mağdurla değerlendirmenin nesnelliğini
etkileyebilecek sözel olmayan bir ittifak kurabilirler.
Çoğu
klinik hekim, bir çok karşı-aktarım tepkisinin yalnızca bir çarpıtma örneği olmak
yerine, mağdurun psikolojik durumuyla ilgili önemli bilgi kaynakları olabileceği
konusunda hemfikirdir. Klinik hekim, karşı-aktarımı üzerine düşünmek yerine onun
üzerinden eyleme geçerse etkinlik alanı kısıtlanabilir. İşkence mağdurlarının
değerlendirmesi ve tedavisi ile uğraşan klinik hekimlerin karşı-aktarım tepkilerini
incelemeleri ve gerekli oldukça meslekdaşlarına danışmaları ve süpervizyon
almaları önerilmektedir.
Koşullar, görüşmelerin mağdurla
aynı kültürel ve/veya etnik grup mensubu olmayan bir klinisyen tarafından
yapılmasını gerektirebilir. Bu durumlarda iki olası yaklaşım söz konusudur. İki
yaklaşımın da avantajları ve dezavantajları vardır. Görüşmeci, tercümanın
çevirilerini kelime kelime kullanabilir. Bakınız Bölüm V.I. Ya da onun yerine
çift-kültürlü bir görüşme yaklaşımını tercih edebilir. Bu yaklaşım, dilsel
çeviriyle birlikte, olayların, yaşantıların, belirtilerin, deyimlerin kültürel
anlamlarının anlaşılmasını kolaylaştıran bir tercümandan ve bir klinik hekimden
oluşan araştırma ekibi tarafından uygulanır. Klinik hekim çoğunlukla ilintili
kültürel, dinsel ve toplumsal faktörleri bilmeyeceği için, yetenekli bir tercüman
klinik hekime bu konuları işaret edip açıklayabilir. Görüşmeci, eğer katı bir
biçimde tercümanın kelime kelime çevirisine dayanıyorsa, o zaman bu tür derinlikli
bir bilgiye ulaşamayacaktır. Öte yandan, eğer tercümandan ilintili kültürel, dinsel
ve toplumsal faktörleri klinik hekime işaret etmesi bekleniyorsa, bunların mağdurun
klinik hekimin sorularına verdiği cevapları her hangi bir şekilde etkilememesi çok
önemlidir. Kelime kelime çeviri kullanılmadığında, görüşülen kişininin
tercüman aracılığıyla iletilen cevaplarının, tercüman tarafından her hangi bir
ekleme çıkarma yapılmadan kişinin söylediklerini aynen yansıttığından klinik
hekimin emin olması gerekir. Kullanılacak yaklaşımdan bağımsız olarak, tercüman
seçiminde tercümanın kimliği, etnik, kültürel ve politik bağlantıları önemle
dikkate alınması gereken noktalardır. İşkence mağduru, ne söylediğini anlaması ve
bunu klinik hekime doğru bir şekilde iletmesi için tercümana güvenmek zorunda
olacaktır. Hiç bir koşul altında tercümanın bir kolluk kuvveti görevlisi ya da
devlet memuru olmaması gerekir. Kişisel mahremiyeti gözetmek adına da bir aile
üyesinin tercüman olarak kullanılmaması gerekir. Araştırma ekibi bağımsız bir
tercüman seçmelidir.
3. Psikolojik/Psikiyatrik
Değerlendirmenin Unsurları
3a) Giriş
1) Sevk eden
yer
2) Yardımcı
kaynakların özeti (tıbbi, yasal, psikiyatrik kayıtlar gibi)
3) Kullanılan
değerlendirme yöntemleri (görüşmeler, belirti ölçekleri ve kontrol listeleri,
nöropsikiyatrik testler, vb.)
3b) İşkence ve kötü muamele
öyküsü
1) İşkence
öyküsü (Bakınız Bölüm IV.D.2f ve V.F)
2) Eziyet/baskı
3) Yerinden
yurdundan edilme (mültecilik/göçmenlik)
4) Diğer
travmatik deneyimler
Değerlendirmenin bu kısmı,
değerlendirilen kişi için genellikle oldukça yorucudur. Bu yüzden, bir kaç seansa
bölerek ilerlemek gerekli olabilir. İşkence yaşantılarının ayrıntılarını
sormadan önce olayların genel bir özetini almak düşünülebilir. Görüşmecinin adli
konuyu/soruyu bilmesi, bu yasal standarda ulaşmak için gereken bilgilerin doğasını ve
miktarını belirlemek açısından gereklidir.
3c) Halihazırda varolan psikolojik
şikayetler
Mağdurun şimdiki zamanki psikolojik
işlevselliğin tayini, değerlendirmenin özünü oluşturur. Gaddarca muamelelere maruz
kalmış savaş esirlerinde ve tecavüz mağdurlarında görülen yaşam boyu TSSB
prevalansları %80 ile %90 arasında değiştiği için,[25],[26]
TSSB’nin üç DSM-IV kategorisine (travmatik olayın yeniden yaşantılanması,
kaçınma veya unutkanlık dahil tepkisizleşme ve aşırı uyanıklık) yönelik spesifik
soruların sorulması gerekir. Duygulanımsal, bilişsel ve davranışsal belirtiler
ayrıntılı olarak tasvir edilmeli ve ne sıklıkta yaşandıkları, örnekleriyle
(kabus, varsanı, irkilme tepkisi, vb. örnekleri) birlikte belirtilmelidir. Belirtilerin
mevcut olmayışı, TSSB’nin hecmeli ve sıklıkla gecikmeli doğasına veya utanç
yüzünden belirtilerin inkar edilmesine bağlı olabilir.
3d) İşkence-sonrası öykü
Psikolojik değerlendirmenin bu
parçasında şimdiki yaşam koşullarıyla ilgili bilgiler alınır. Sevdiklerini
kaybetme ya da onlardan ayrılma, ülkesinden kaçmış olma, sürgün hayatı gibi
şimdiki stres kaynakları hakkında bilgi edinmek önemlidir. Görüşmecinin aynı
zamanda mağdurun üretkenlik düzeyi, hayatını kazanabilme, ailesine bakabilme
durumları ve aldığı sosyal destek hakkında da soru sorması gereklidir.
3e) İşkence-öncesi öykü
1) Gelişim
öyküsü: Konuyla ilgiliyse, çocukluk, ergenlik ve genç erişkinlik dönemlerini tasvir
edin.
2) Aile
öyküsü: Aile özellikleri, hastalıkları, üyeleri
3) Eğitim/okul
öyküsü
4) İş/meslek
öyküsü
5) Geçmiş
travma öyküsü: Çocukluk döneminde yaşanmış tacizler, savaş travması, ev-içi
şiddet, vb.
6) Kültürel
ve dinsel arkaplan
Travma-öncesi öykünün özeti,
mağdurun travmatik olaylardan önceki ruhsal sağlık durumunu ve psikososyal
işlevselliğini değerlendirmek açısından önemlidir. Bu şekilde görüşmeci,
mağdurun şimdiki ve işkenceye maruz kalmadan önceki ruhsal sağlık durumlarını
karşılaştırabilir.
Görüşmeci, arkaplan bilgilerini
değerlendirirken travmaya verilen tepkilerin süresi ve şiddetinin bir çok faktör
tarafından belirlendiğini unutmamalıdır. Bu faktörlerin bir kısmı aşağıda
sunulmaktadır:
1) İşkencenin
koşulları;
2) İşkencenin
mağdur tarafından nasıl algılanıp yorumlandığı;
3) İşkence
öncesinde, sırasında ve sonrasındaki toplumsal bağlam;
4) Mensubu
olunan topluluğun ve arkadaş çevresinin travmatik deneyimlere yönelik destek
kaynakları, değer yargıları ve tavırları;
5) Politik ve
kültürel faktörler;
6) Travmatik
olayların şiddeti ve süresi;
7) Genetik ve
biyolojik yatkınlık;
8) Mağdurun
içinde bulunduğu gelişimsel düzey ve yaşı;
9) (İşkenceden) önceki travma öyküsü;
10) Önceden varolan kişilik yapısı.
Bir çok görüşmede, zaman
kısıtlılığı ya da başka sorunlara bağlı olarak, yukarıdaki bilgilerin çoğunu
edinmek zor olabilir. Ancak, mağdurun travma-öncesi ruh sağlığı ve psikososyal
işlevselliğiyle ilgili yeterince bilgi almak, mevcut psikolojik problemlere, işkencenin
ne derece katkıda bulunduğu konusunda bir izlenim edinmek açısından önemlidir.
3f) Tıbbi öykü (Bakınız Bölüm VI.C)
Tıbbi öykü, travma öncesi ve
şimdiki sağlık durumunu, bedensel ağrıları, şikayetleri, ilaç kullanımını ve
yan etkileri, ilgili cinsel öyküyü, geçmiş cerrahi girişimleri ve diğer tıbbi
bilgileri özetler.
3g) Geçmiş psikiyatrik öykü
Görüşmeci, mağdurun geçmişte her
hangi bir zihinsel ya da psikolojik bir rahatsızlık geçirmiş olup olmadığını, bu
yüzden tedavi görüp görmediğini veya hastaneye yatırılıp yatırılmadığını
sormalıdır. Bu sorular arasında tedavi amaçlı psikotropik ilaçların kullanılıp
kullanılmadığı da yer almalıdır.
3h) Madde kullanımı ve
bağımlılığı öyküsü
Klinik hekim işkence öncesi ve
sonrası için madde kullanımını, kullanma ve bağımlılık örüntülerindeki
değişiklikleri, maddenin uykusuzluk ya da psikolojik/psikiyatrik sorunlarla başetmek
için kullanılıp kullanılmadığını sormalıdır. Sorulacak maddeler yalnızca alkol,
esrar ve eroini değil, betel fındığı[27]
ve başka bir çokları gibi bölgesel olarak kullanılanları da kapsamalıdır.
3i) Ruhsal durum muayenesi
Ruhsal durum muayenesi, klinik hekim
görüşülecek kişiyle karşılaştığı anda başlar. Görüşmeci, kişinin
görünümünü (yetersiz beslenmeyi, temizlenme koşullarının olmadığını vb.
gösteren işaretler gibi), görüşme süresince motor etkinlikteki değişimleri, dilin
kullanımını, göz temasının sağlanıp sağlanmadığını, görüşmeciyle ilişki
kurma yeteneğini ve iletişim kurma yollarını not etmelidir. Aşağıdaki liste bu
muayenenin unsurlarını özetlemektedir. Ruhsal durum muayenesinin tüm unsurlarına
psikolojik değerlendirme raporunda yer verilmelidir:
1) Genel
görünüm
2) Motor
etkinlik
3) Konuşma
4) Mizaç ve
duygulanım
5) Düşünce
içeriği
6) Düşünce
süreçleri
7) İntihar ve
cinayete dair düşünceler
8) Bilişsel
muayene: Yönelim, uzun dönemli bellek, orta dönemli hatırlama, anında hatırlama.
3j) Toplumsal işlevselliğin
değerlendirilmesi
Travma
ve işkence, dolaysız ya da dolaylı olarak kişinin hayatını idame ettirme yeteneğini
etkileyebilir. İşkencenin psikolojik etkileri, kişinin kendine bakma, hayatını
kazanma, ailesini geçindirme, eğitim alma yeteneklerini zedelerse, işlev kaybı ve
maluliyete de neden olabilir. Klinik hekim, kişinin günlük faaliyetlerini, toplumsal
rol işlevini (ev kadını, öğrenci, işçi vb. gibi), toplumsal ve boş zaman
faaliyetlerini ve sağlık durumuna dair algısını sorarak mevcut işlevselliğini
değerlendirmelidir. Görüşülen kişiye kendi sağlık durumunu nasıl
değerlendirdiği, kronik yorgunluk hissedip hissetmediği ve genel işlevselliğinde
potansiyel değişikliklerin olup olmadığı sorulmalıdır.
3k) Psikolojik testler, kontrol
listeleri ile soru formlarının kullanımı
İşkence
mağdurları, yaşadıklarını ve psikolojik belirtileri sözle ifade etmekte zorluk
çekebilirler. Bazı durumlarda travmatik olay ve belirti ölçeklerini veya soru
formlarını kullanmak yararlı olabilir. Görüşmeci bu tür ölçekleri kullanmanın
yararlı olacağına inanıyorsa, hiç biri işkenceye özgü olmamasına rağmen bir çok
ölçek mevcuttur.
İşkence
mağdurlarının psikolojik değerlendirmesinde, psikolojik testlerin (projektif ya da
nesnel kişilik testleri) kullanımına konusunda çok az veri yayınlanmıştır. Ayrıca
kişilik testleri, kültürler-arası geçerliliğe sahip değildir. Bütün bu
faktörler, işkence mağdurlarının değerlendirilmesinde psikolojik test kullanımını
ciddi derecede kısıtlamaktadır. Öte yandan nöropsikolojik testler, işkenceye bağlı
olarak meydana gelmiş beyin hasarlarını saptamada yardımcı olabilirler. Bakınız
Bölüm VII.C.4.
3l) Klinik izlenim
İşkencenin
psikolojik kanıtlarını belgelemek amacıyla klinik izlenim formüle edilirken sorulacak
altı önemli soru vardır:
1) Psikolojik
bulgularla işkence iddiaları arasında tutarlı bir ilişki var mı?
2) Psikolojik
bulgular, kişinin kültürel ve toplumsal bağlamı içinde aşırı strese karşı
umulan ya da tipik tepkiler mi?
3) Travmaya
bağlı ruhsal bozuklukların zaman içinde değişkenlik gösterdiği
düşünüldüğünde, işkence olaylarıyla ilgili olarak zaman açısından durum nedir?
Kişi iyileşme sürecinin neresindedir?
4) Kişiyi
etkilemekte olan stres faktörleri nelerdir? (Örneğin; süregiden baskı, göçe
zorlanma, sürgün, ailenin ve toplumsal rolün kaybı, vb.) Bu faktörlerin kişi
üzerindeki etkisi nedir?
5) Fiziksel
durumla ilgili ne tür faktörler klinik tabloya etki etmektedir? İşkence ve/veya
tutukluluk sırasında olmuş kafa travmalarına özellikle dikkat edin.
6) Klinik
tablo, sahte bir işkence iddiasına işaret ediyor mu?
Klinik
hekimler, psikolojik bulgularla iddia edilen taciz arasındaki tutarlılık derecesi
hakkında yorumda bulunmalıdırlar. Kişinin görüşme sırasındaki duygusal durumu ve
ifadesi, belirtileri, tutukluluk ve işkence öyküsü ve işkence öncesindeki kişisel
öyküsü tasvir edilmelidir. Travmayla bağlantılı olarak spesifik belirtilerin ortaya
çıkışı, belli bir psikolojik bulgunun spesifikliği ve psikolojik işlevsellik
örüntüleri gibi faktörler kaydedilmelidir. Zorunlu göç, yeniden yerleşim, yeni bir
kültüre uyum sağlama zorlukları, dil problemleri, ev, aile, sosyal statüyü yitirme
ve de işsizlik gibi ek faktörler dikkate alınmalıdır. Olaylarla belirtiler
arasındaki ilişki ve tutarlılık değerlendirilmeli ve tanımlanmalıdır. Kafa
travması ve beyin hasarı gibi fiziksel durumlar ileri tetkik gerektirebilir. Mümkünse
bu tür mağdurlar nörolojik ve/veya nöropsikolojik değerlendirme için uygun yere sevk
edilebilirler.
Mağdurun
belirti düzeyleri, her hangi bir DSM-IV veya ICD-10 psikiyatrik tanısıyla uygunluk
gösteriyorsa, tanı konmalıdır. Birden fazla tanı konabilir. Tekrarlamak gerekirse,
travmayla ilişkili bir ruhsal bozukluk tanısı işkence iddiasını desteklese bile, bir
psikiyatrik tanı koymak için gereken ölçütlere ulaşılamıyorsa bu durum, kişinin
işkence görmediğini göstermez. Bir işkence mağduru, herhangi bir DSM-IV veya ICD-10
tanısını tamamen karşılayacak derecede belirti düzeyine sahip olmayabilir. Bu
vakalarda, her vakada olduğu gibi, mağdurun belirtileriyle yaşadığını iddia ettiği
işkence öyküsü bir bütün olarak düşünülmelidir. İşkence öyküsüyle
belirtiler arasındaki tutarlılık derecesi değerlendirilmeli ve rapora geçirilmelidir.
Bazı
insanların bir çok nedenle sahte işkence iddialarında bulunduklarını ve
bazılarının da kişisel ya da politik nedenlerle görece küçük yaşantıları
abartabildiklerini kabul etmek gerekir. Araştırmacı her zaman bu olasılıkların
farkında olmalı ve abartma ya da uydurma için potansiyel sebepleri saptamaya
çalışmalıdır. Ancak klinik hekim, böylesi bir uydurmanın travmayla ilgili
belirtiler hakkında insanların nadiren sahip olduğu derecede ayrıntılı bir bilgi
gerektirdiğini de hatırlamalıdır. Görüşülen kişilerin ifadelerindeki
tutarsızlıklar, beyin hasarına bağlı hafıza bozukluğu, kafa karışıklığı
(konfüzyon), disosiyasyon, zaman algısındaki kültürel farklılıklar ya da travmatik
anıların parçalanması ve bastırılması gibi bir çok geçerli nedene bağlı
olabilir. İşkencenin psikolojik kanıtlarının etkili bir şekilde belgelenmesi,
klinisyenin tutarlılık ve tutarsızlıkları değerlendirme kapasitesine sahip
olmasını gerektirir. Görüşmeci eğer öykünün uydurma olduğundan kuşkulanıyorsa,
ek görüşmelerle tutarsız noktaları açıklığa kavuşturmaya çalışmalıdır.
Öykünün ayrıntılarını görüşülen kişinin aile üyeleri ve arkadaşları teyit
edebilir. Klinik hekim, ek muayeneler sonucunda hâlâ öykünün doğruluğundan
kuşkulanıyorsa, kişiyi başka bir klinik hekime sevk etmeli ve o klinisyenin fikrini
almalıdır. Öykünün uydurma olduğu kuşkusu, iki klinisyenin görüşleriyle
belgelenmelidir.
3m) Öneriler
Psikolojik
değerlendirmeden çıkarılacak öneriler, değerlendirme istenirken cevabı aranan
sorulara bağlıdır. Düşünülmesi gereken konular, değerlendirmede
cevaplandırılması beklenen sorulara göre büyük değişkenlik gösterebilir. Bunlar
arasında yasal ve adli konular, sığınma/yeniden yerleşim ve tedavi ihtiyacı
olabilir. Öneriler, nöropsikolojik testler gibi ileri değerlendirmeleri, tıbbi ve
psikiyatrik tedaviyi ve/veya güvenlik ve sığınma ihtiyacını kapsayabilir.
4. Nöropsikolojik Değerlendirme
Klinik
nöropsikoloji, beyin işlev bozukluklarının davranışsal dışavurumlarıyla ilgilenen
uygulamalı bir bilim dalıdır. Nöropsikolojik değerlendirme özel olarak organik beyin
hasarıyla ilgili davranışsal bozuklukların ölçülmesi ve sınıflandırılmasıyla
ilgilenir. Bu disiplin uzun zamandır nörolojik ve psikolojik durumların ayırdedilmesi
ve değişik derecelerde beyin hasarına bağlı sonuçlardan muzdarip hastaların
rehabilitasyonunda yararlı olarak kabul edilmektedir. Nöropsikolojik değerlendirme,
işkence mağdurları için nadiren kullanılır ve şimdiye dek işkence mağdurları
üzerine yayınlanmış nöropsikolojik bir çalışma bulunmamaktadır. O yüzden
aşağıdaki mülahazalar, işkence gördüğünden kuşkulanılan kişilerde
nöropsikolojik değerlendirmenin kullanımını ve gerekli olduğu durumları anlamada,
sağlık hizmeti sunanlara rehberlik edebilecek genel ilkelerin tartışılmasıyla
sınırlıdır. Bunları tartışmaya geçmeden önce, nöropsikolojik değerlendirmenin
işkence mağdurları için sınırlarını saptamak gerekir.
4a) Nöropsikolojik değerlendirmenin
sınırlılıkları
Bu el
kılavuzunun başka yerlerinde değinildiği gibi işkence mağdurlarının
değerlendirilmesini genel olarak karmaşıklaştıran bir çok faktör vardır. Bu
faktörler, tıbbi ve psikolojik muayenede olduğu gibi nöropsikolojik değerlendirme
için de geçerlidirler. Nöropsikolojik değerlendirmeleri sınırlayan bazı ek
faktörler de söz konusu olabilir: 1) İşkence mağdurları üzerine araştırma
yapılmamış olması; 2) genel nüfus temelli normalara dayanıyor olması; 3) kültürel
ve dilsel farklılıklar; 4) işkence görmüş olanların yeniden travmatize edilmeleri.
1) İşkence mağdurları üzerine araştırma
yapılmamış olması: Yukarıda belirtildiği gibi, işkence mağdurlarının nöropsikolojik
değerlendirmesiyle ilgili literatürde yalnızca bir kaç çalışma mevcuttur. Konuyla
ilgili literatür, değişik tipte kafa travmaları ve genel olarak TSSB’un
nöropsikolojik değerlendirmesi üzerinedir. O yüzden aşağıdaki tartışmalar ve
izleyen yorumlar, diğer hasta grupları üzerinde inşa edilmiş olan genel ilkelerin,
işkence mağdurlarına uygulanmasına dayanmaktadır.
2) Genel nüfus temelli normalara dayanıyor olması:
Batılı ülkelerde geliştirildiği ve uygulandığı biçimiyle nöropsikolojik
değerlendirme büyük ölçüde istatistiki bir yaklaşıma dayanmaktadır. Bu
yaklaşımda bir grup standardize edilmiş testin sonuçlarını genel nüfus temelli
normalarla karşılaştırılmaktadır. Nöropsikolojik değerlendirmenin norma gönderme
yapan yorumlarına Lurian yaklaşımın kalitatif (nitel) analizi[28],[29]
eklenebilse bile, klinik durum gerektirdiğinde istatistiki yaklaşıma ağırlık
verilir. Dahası, test puanlarına dayalı yorumların ağırlığı, beyin hasarı
ciddiden ziyade hafif ve orta şiddetteyse veya nöropsikolojik sorunların psikiyatrik
bozukluklara bağlı olarak geliştiği düşünülüyorsa artar.
3) Kültürel ve dilsel farklılıklar: Kültürel ve
dilsel farklılıklar, işkence mağduru olduğundan kuşkulanılan kişilerde
nöropsikolojik değerlendirmenin kullanımını ve gerekliliğini ciddii bir şekilde
sınırlandırabilir. Aşağıdaki durumlarda nöropsikolojik değerlendirmelerin
geçerliliği sorunludur:
· Testlerin
standart çevirileri yerel dilde mevcut değilse ve klinik muayeneyi yapan yerel dile
hakim değilse: Testlerin standart çevirileri yerel dilde mevcut olmadıkça ve klinik
muayeneyi yapan yerel dile hakim olmadıkça, sözel testler ya hiç uygulanamaz ya da
anlamlı bir şekilde yorumlanamaz. Bu durum, yalnızca sözel olmayan testlerin
kullanılabileceğini ve sözel yeteneklerle, sözel olmayanların
karşılaştırılamayacağını gösterir. Buna ek olarak, hasarların beyindeki yerini
saptamak daha da zorlaşır. Oysa bu tür bir analiz, beyinin asimetrik organizasyonu (sol
yarıküre tipik olarak konuşma faaliyetlerinde baskındır) nedeniyle genellikle
yararlıdır.
· Test edilecek
kişininin mensup olduğu kültürel ve dilsel grup için genel nüfüsu temel alan
normların olmayışı: Zeka puanını (IQ) tahmin etmek, nöropsikolojik test
sonuçlarını anlamlı bir perspektife yerleştirmenin köşe taşlarından biridir.
Örneğin ABD toplumunda bu tür tahminler, Wechsler ölçeklerinin sözel alt-testlerine,
özellikle de “Bilgi” alt-ölçeğine, dayanılarak yapılır. Çünkü organik beyin
hasarı durumunda, edinilmiş olgusal bilgi, diğer beyin işlevlerine göre daha az
etkilenir ve geçmişteki öğrenme becerisini temsil eder. Aynı zamanda eğitim, iş
öyküsü ve demografik veriler de bu ölçeği etkileyebilir. Genel nüfus temelli
normların olmadığı durumlarda bu değinilen iki değerlendirmenin de test edilen
kişilere uygulanamayacağı açıktır. O yüzden travma öncesi dönemde zihinsel
işlevselliğin düzeyine ilişkin yalnızca kaba tahminlerde bulunulabilir. Sonuç
olarak, hafif veya orta şiddette nöropsikolojik hasarlarda yorum yapmak güçleşebilir.
4) Yeniden
travmatize olma:
Nöropsikolojik değerlendirme işkence görmüş kişileri yeniden travmatize edebilir.
Tanı koyma sürecinde uygulanan her hangi bir işlemde, yeniden travmatize etme
potansiyelini en aza indirmek için çok dikkat edilmelidir. Bölüm V.I’e bakınız.
Nöropsikolojik testlere özgü net bir örnek vermek gerekirse; Halstead-Reitan
testlerini, özellikle de “Dokunsal Performans Testi”ni, test edilen kişinin
gözlerini bağlayarak standart bir şekilde uygulamak oldukça zarar verici olabilir.
Tutukluluk ve işkence sırasında gözleri bağlanmış olan mağdurlar için ve hatta
bağlanmamış olanlar için de, bu teste içkin olan çaresizlik yaşantısıyla
karşılaşmak oldukça travmatik olacaktır. Aslında nöropsikolojik testlerin her hangi
bir biçimi, kullanılan ölçekten bağımsız olarak kendi içinde sorunlu olabilir.
Aşina olunmayan bir konuda/işlemde en yüksek çabanın gösterilmesini istemek,
gözlemlemek ve bir kronometre ile zaman tutmak ve genel olarak diyalog kurmak yerine
faaliyet/başarı talep etmek, oldukça stres yaratabilir veya işkenceyi hatırlatabilir.
4b) Nöropsikolojik değerlendirmenin
gerektiği durumlar
İşkence
mağduru olduğundan kuşkulanılan kişilerindeki davranışsal hasarları incelerken
nöropsikolojik değerlendirme yapılması gereken iki ana durum söz konusudur: 1) Beyin
hasarı ve 2) travma sonrası stres bozukluğu ve ilintili tanılar. Bu iki durumun
kısmen örtüştüğü alanlar olmasına ve ikisi sıklıkla birarada bulunmasına
karşın, yalnızca beyin hasarı klinik nöropsikolojinin tipik ve geleneksel uygulama
alanını oluşturur. TSSB ise görece yeni, iyi araştırılmamış ve oldukça sorunlu
bir tanıdır.
1) Beyin
hasarı
· Nedenleri: Beyin yaralanması ve buna bağlı beyin hasarı,
yakalanma, tutukluluk ve işkence sırasında meydana gelebilen çeşitli türde kafa
travmaları ve metabolik bozukluklara bağlı olarak gelişebilir. Bunlar arasında
ateşli silah yaralanmaları, açlık ya da zararlı maddelerin zorla yutturulması sonucu
zehirlenme ve beslenme bozukluğu, soluksuz bırakma ve suda boğma girişimleri sonucu
hipoksi ve anoksi ve en yaygın olarak dayak sırasında kafaya gelen darbeler
sayılabilir. Kafaya gelen darbeler, en fazla tutukluluk ve işkence sırasında meydana
gelirler. Örneğin bir grup işkence mağdurunda, kafaya yönelik darbeler (%45), bedene
yönelik darbelerden (%58) sonra ikici en sık görülen bedensel taciz biçimiydi.[30] Bu yüzden, işkence
mağdurları arasında beyin hasarı oluşma potansiyelinin yüksek olduğu
düşünülmelidir.
· Değerlendirme: Hafif ve orta düzeyde uzun dönemli beyin hasarlarına
yol açan kapalı kafa yaralanmaları, nöropsikolojik anormallik açısından muhtemelen
en sık değerlendirilen nedendir. Yaralanma işaretleri arasında kafadaki izler
olabilir, ancak beyin lezyonları genellikle
tanısal görüntüleme ile belirlenemez. Tedaviyi yürüten ruh sağlığı uzmanları,
klinik tabloda depresyon ve travma sonrası stres daha baskın olarak yer aldığı için
hafif ve orta şiddette beyin hasarını atlayabilir ya da üzerinde gerektiği gibi
durmayabilirler. Bu da kafa travmasının potansiyel etkisine yeterince dikkat etmemekle
sonuçlanabilir. Mağdurların yaygın görülen spesifik şikayetleri arasında, beyin
hasarı ya da TSSB’na bağlı olarak gelişebilecek dikkat, yoğunlaşma ve kısa
dönemli hafıza zorlukları vardır. Bu şikayetlere TSSB’den muzdarip mağdurlar
arasında oldukça sık rastlandığından, aslında kafa travmasıyla ilgili olup
olmadıklarını sormak akla bile gelmeyebilir.
· Ayırıcı tanı: Tanı koyan klinik hekim, muayenenin ilk aşamasında kafa
travması öyküsüne ve belirtilerin gidişatına dayanmalıdır. Beyin hasarı olan
kişiler için genellikle yapıldığı gibi, üçüncü şahıslardan, özellikle de
akrabalardan bilgi almak oldukça yararlı olabilir. Beyin hasarlı kişilerin, sorunun
“içinde” yaşadıkları için, durumlarını dile getirmede ve hatta sık sık
sınırlılıklarının farkına varmada büyük zorluklar yaşadıkları
unutulmamalıdır. Organik beyin hasarıyla TSSB’nu ayırmada, ilk izlenimlerde,
belirtilerin kronik olup olmadığını değerlendirmek faydalı bir başlangiç
noktasıdır. Dikkat, yoğunlaşma ve hafıza sorunları zaman içinde değişkenlik
gösteriyorsa ve bu değişkenlik anksiyete ve depresyon düzeyleriyle bir ilişki
içindeyse, o zaman bunun TSSB’un aşamalı doğasına bağlı olması daha muhtemeldir.
Öte yandan, eğer şikayetler kronikse, değişkenlik arzetmiyorsa ve hasta yerine aile
üyeleri tarafından gündeme getiriliyorsa, o takdirde ilk anda bir kafa travması
öyküsü bulunmasa bile beyin hasarını bir olasılık olarak hesaba katmak gerekir.
· Nörolojik
değerlendirme ve sevk: Organik beyin hasarından kuşkulanıldığında, ruh
sağlığı uzmanı için ilk adım, hastayı ileri nörolojik muayene için bir hekime
sevketmeyi düşünmektir. İlk bulgulara bağlı olarak hekim bir nöroloğa
danışabilir ya da tanı koyucu testler isteyebilir. Kapsamlı bir tıbbi incemele,
spesifik nörolojik konsültasyon ve nöropsikolojik değerlendirme düşünülmesi
gereken olasılıklar arasındadır. Nöropsikolojik değerlendirme genellikle şu üç
koşulda gereklidir: 1) Büyük bir nörolojik bozukluk yoksa; 2) Belirtiler ağırlıklı
olarak bilişsel nitelikliyse; 3) Beyin hasarıyla TSSB arasında ayırıcı tanı
konması gerekiyorsa.
· Test seçimi: Nöropsikolojik testlerin seçiminde de yukarıda
açıklanan kısıtlılıklar geçerlidir. Bu yüzden standart test grupları
kullanılamaz. Vakaya özgü ve bireyin özelliklerine duyarlı bir şekilde davranmak
gerekir. Test seçmede gösterilmesi gereken esneklik, klinik hekimin çok tecrübeli,
bilgili ve dikkatli olmasını şart koşar. Daha önce belirtildiği gibi, kullanılacak
testler çoğunlukla sözel olmayanlarla sınırlı olacak ve genel nüfus temelli
normların test edilen kişiye uygulanamadığı durumlarda, standart testlerin
psikometrik niteliklerinde zorlanmalar olacaktır. Sözel ölçeklerin yokluğu çok ciddi
bir sınırlılığa işaret eder. Bilişsel işlevselliğin bir çok alanı dil
aracılığıyla çalışır ve hasarların doğasına dair sonuçlara ulaşmak için
çeşitli sözel ve sözel olmayan ölçeklerin sistematik bir şekilde
karşılaştırılması gerekir.
Konuyu daha da
karmaşıklaştıran bir olgu da görece yakın kültürler arasında sözel olmayan
testlerin sonuçları açısından anlamlı gruplar-arası farklılıkların bulunmuş
olmasıdır. Örneğin Jacobs ve diğerleri[31]
genel nüfus temelli ve tesadüfi örnekleme yoluyla seçilmiş 118 İngilizce ve 118
İspanyolca konuşan yaşlıyı, kısa bir nöropsikolojik test modülündeki
performansları açısından karşılaştırmıştır. Örneklemler tesadüfi olarak
seçilmiş ve demografik değişkenlere göre eşleştirilmiştir. Ancak iki grubun sözel
testlerdeki puanları benzer olmasına rağmen, İspanyolca konuşan grup hemen hemen
bütün sözel olmayan ölçeklerde anlamlı derecede düşük puanlar almıştır. Bu
sonuçlar, normları İngilizce konuşan insanlar için oluşturulmuş testlerin, diğer
dilleri konuşan insanlara uygularken, hem sözel hem de sözel olmayan ölçekler için
oldukça dikkatli davranılması gerektiğini göstermektedir.
İşkence
mağduru olduğundan kuşkulanılan kişilerin nöropsikolojik değerlendirmesini yaparken
kullanılacak testlerin seçimi, durumun gereklerine ve olasılıklara göre karar verecek
olan klinik hekime bırakılmalıdır. Nöropsikolojik testler, beyin-davraniş
ilişkileri üzerine geniş bir eğitim ve bilgi birikimi olmadan düzgün bir şekilde
kullanılamazlar. Nöropsikolojik testler ve uygulama biçimlerine dair kapsamlı bilgi
standart kaynaklarda bulunabilir.[32]
1. Travma
sonrası stres bozukluğu (TSSB)
· TSSB ve beyin hasarı:
Yukarıda aktarılan mülahazalar, işkence mağduru olduğundan kuşkulanılan kişilerde
beyin hasarının nöropsikolojik değerlendirmesinde ciddi dikkat gösterilmesi
gerektiğini açığa çıkarmış olmalıdır. Bu durum, nöropsikolojik değerlendirme
aracılığıyla TSSB’nin belgelenmesi amaçlanıyorsa daha da önem kazanır. Genel
nüfus temelli normların mevcut olduğu toplumlardan gelen, TSSB olan kişilerin
değerlendirmesinde bile hesaba katılması gereken bir takım zorluklar vardır. TSSB,
psikiyatrik bir bozukluktur ve geleneksel olarak nöropsikolojik değerlendirme TSSB
üzerinde odaklanmamıştır. Daha da önemlisi, TSSB, tıbbi tekniklerle
doğrulanabilecek, ayırdedilebilir bir beyin lezyonunun analizine dayanan klasik
paradigmaya uymamaktadır. Genel olarak psikiyatrik bozukluklardaki biyolojik
mekanizmaların giderek daha çok anlaşılması ve vurgulanmasıyla, nöropsikolojik
paradigmalar geçmişte olduğundan daha fazla çekicilik kazanmıştır. Ancak,
Knight’ın belirttiği gibi, “şimdiye kadar nöropsikolojik açıdan TSSB üzerine
çok az şey yazılmıştır.” [33]
Travma sonrası
streste kullanılan nöropsikolojik ölçeklerin incelenmesinde kullanılan örneklemler
arasında büyük farklılıklar vardır. Bu durum, bu çalışmalarda bildirilen
bilişsel problem farklılıklarını açıklayabilir. Knight’ın belirttiği gibi,
“klinik gözlemler, TSSB belirtilerinin en çok dikkat, hafıza ve icra edici işlevler
gibi nörokognitif alanlarla örtüştüğü yönündedir.” Bu gözlem, işkence
mağdurlarından sıkça duyulan şikayetlerle uyum içindedir. Mağdurlar, yoğunlaşma
zorluklarından, bilgiyi akılda tutamamak ve planlı, amaç-yönelimli faaliyetlerde
bulunamamaktan şikayet etmektedirler.
· TSSB’nun diğer bozukluklardan ayırdedilmesi: Hasarın
spesifikliğini belirlemek daha zor olsa bile, nöropsikolojik değerlendirme
yöntemleriyle TSSB’unda nörokognitif bir hasarın var olup olmadığını tesbit etmek
mümkün gözükmektedir. Bazı çalışmalar, TSSB vakalarında normal kontrol
gruplarıyla karşılaştırıldığında bu tür hasarların var olduğunu göstermiş,
ancak bu vakaları diğer psikiyatrik kontrol gruplarından ayırdedememiştir.[34],[35]
Diğer bir deyişle nörokognitif hasarları, TSSB vakalarında test sonuçları
üzerinden tesbit etmek mümkünken, bu hasarların varlığı TSSB tanısı koymak için
yeterli değildir. Diğer bir çok değerlendirme yönteminde olduğu gibi, test
sonuçlarının yorumu, görüşme verileriyle ilgili daha geniş bir bağlamla ve
muhtemelen kişilik testleriyle bütünleştirilmelidir. Bu anlamda spesifik
nöropsikolojik değerlendirme yöntemleri, belli nöropsikiyatrik hasarlarla birlikte
giden diğer psikiyatrik bozukluklarda olduğu gibi TSSB’nin belgelenmesinde de bir
katkı sunabilir.
4c) Sonuç
Önemli
kısıtlılıklara rağmen nöropsikolojik değerlendirme, beyin hasarından
kuşkulanılan durumların incelenmesinde ve beyin hasarını TSSB’dan ayırt etmede
yararlı olabilir. Nöropsikolojik değerlendirme aynı zamanda, TSSB ve ilişkili diğer
bozukluklarda görülen hafıza zorlukları gibi spesifik belirtilerin saptanmasında da
kullanılabilir.
5. Çocuklar ve İşkence
5a) Giriş
İşkence
bir çocuğu doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyebilir. Bu etki, çocuğun işkence
görmesine ya da tutuklanmasına, ana babasının veya yakın akrabalarının işkence
görmesine, işkenceye ve şiddete tanık olmasına bağlı olabilir. Çocuğun
çevresindeki insanlardan biri işkence gördüğünde, işkence dolaylı yoldan bile olsa
kaçınılmaz olarak çocuğu etkileyecektir, çünkü işkence, mağdurların tüm
ailesini ve mensubu bulundukları toplulukları etkilemektedir. İşkencenin çocuklar
üzerindeki etkilerini bütünlüklü bir şekilde tartışmak ve işkence gören
çocukların nasıl değerlendirilmesi gerektiğine dair bir rehber ortaya koymak bu el
kılavuzunun çapını aşmaktadır. Yine de bir çok önemli noktayı özetlemek
mümkündür.
Öncelikle,
işkence gördüğünden ya da işkenceye tanık olduğundan kuşkulanılan bir çocuğu
değerlendirirken, klinik hekimin, çocuğun ilgili kişilerden destek alıp
almadığından ve değerlendirme sırasında kendisini güvende hissedip etmediğinden
emin olması gerekir. Bu, değerlendirme sırasında bir ebeveynin ya da çocuğun
bakımından sorumlu güvenilir birinin mevcudiyetini gerektirebilir. İkinci olarak,
klinik hekimin çocukların travmayla ilgili duygu ve düşüncelerini sözden çok
davranışlarla ifade ettiklerini unutmaması gerekir.[36] Çocuğun duygu ve düşüncelerini ne derece dile
getirebildiği yaşına, gelişimsel düzeyine ve de aile dinamikleri, kişilik
özellikleri, kültürel normlar gibi diğer faktörlere bağlıdır.
Eğer
çocuk fiziksel ya da cinsel olarak bir saldırıya uğramışsa, mümkün olduğu
koşullarda çocuk istismarı konusunda uzman biri tarafından görülmesi önem kazanır.
Çocuk tarafından muhtemelen travmatik olarak yaşantılanacak olan cinsel organ
muayenesi, bulguları yorumlamada tecrübeli bir klinisyen tarafından yapılmalıdır.
Bazı durumlarda muayeneyi videoya çekmek, çocuğu yeniden muayene edilmek zorunda
bırakmadan başka uzmanların da bulgular hakkında görüş belirtmesi açısından
uygundur. Genel anestezi verilmeden tam bir cinsel organ ve anüs muayenesi yapmak uygun
olmayabilir. Ayrıca klinisyenin, muayenenin çocuğa tacizi hatırlatabileceğinin ve
çocuğun kendiliğinden bir şekilde çığlık atabileceğinin ve muayene sırasında
psikolojik olarak dağılabileceğinin farkında olması gerekir.
5b) Gelişimin Değerlendirilmesi
Bir
çocuğun işkenceye tepkisi yaşına, hangi gelişimsel aşamada olduğuna ve bilişsel
yeteneklerine bağlıdır. Çocuğun yaşı küçüldükçe, travmatik olayı nasıl
yaşadığı ve ne anladığı, çocuğun bakımından sorumlu kişilerin olaydan hemen
sonraki tepkilerinden ve tutumlarından daha çok etkilenir.[37] İşkence görmüş ya da işkenceye tanık olmuş
üç yaşından küçük çocuklar için çocuğa bakan kişinin oynadığı koruyucu ve
güven verici rol çok önemlidir.[38]
Çok küçük çocukların travmatik yaşantılara tepkileri arasında tipik olanı,
huzursuzluk, uyku bozukluğu, sinirlilik, abartılı irkilme tepkisi ve kaçınma gibi
belirtilerle ortaya çıkan artmış uyanıklık durumudur. Üç yaşından büyük
çocuklar çoğunlukla içe kapanmaya ve travmatik olaylar üzerine doğrudan konuşmamaya
eğilimlidirler. Sözel ifade yeteneği gelişim boyunca artar. Somut işlem döneminde
(8-9 yaş), çocuklar olayları güvenilir bir şekilde kronolojik olarak sıralamaya
başlayabildiklerinde bu yetenekte ciddi bir artış görülür.
Bu
dönemde somut işlemler ve zamansal/mekansal kapasiteler gelişir.[39] Bu yeni yetenekler hala
kırılgandır ve soyut işlem döneminin başlangıcına (12 yaş) kadar çocuklar,
sürekliliği olan bir tarzda tutarlı bir anlatı kurmayı beceremezler. Ergenlik
fırtınalı bir gelişim dönemidir. İşkencenin etkileri çok farkli olabilir.
İşkence yaşantıları ergenlerde anti-sosyal davranışlarla sonuçlanan derin kişilik
değişimlerine yol açabilir.[40]
Öte yandan işkencenin ergenler üzerindeki etkileri daha küçük çocuklarda
görülenlere de benzeyebilir.
5c) Klinik Değerlendirmeler
TSSB belirtileri
çocuklarda görülebilir. Bu belirtiler erişkinlerde gözlemlenenlere benzeyebilir,[41],[42],[43],[44] ancak klinik hekimin sözel ifadeler yerine
çocuğun davranışlarına daha çok ağırlık vermesi gerekir. Örneğin çocuk yeniden
yaşantılama belirtilerini, travmatik olayın özelliklerini temsil eden tekdüze
oyunları tekrar tekrar oynayarak, oyun sırasında ya da oyun dışında olayı görsel
bir şekilde hatırlayarak, travmatik olayla iligili sürekli soru sorarak ve konuşarak
ve kabuslar görerek sergileyebilir. Çocuk, altını ıslatma, bağırsak hareketlerinin
kontrolunu yitirme, içe kapanma, duygulanım kısıtlılığı, kendine ve başkalarına
yönelik tavırlarında değişiklikler ve geleceksizlik hissi gibi belirtiler de
geliştirebilir. Aşırı artmış uyanıklık durumu yaşayabilir ve tabloya gece
terörü,[45] yatağa yatma zorlukları,
uyku bozuklukları, abartılı irkilme tepkisi, sinirlilik ve ciddi düzeyde dikkat ve
yoğunlaşma zorlukları eklenebilir. Travmatik olaydan önce var olmayan korkular ve
saldırgan davranışlar, akranlara, yetişkinlere, hayvanlara yönelik saldırganlık,
karanlıktan, tuvalete yanlız gitmekten korkma ve fobiler şeklinde tezahür edebilir.
Çocuk, yaşına uygun olmayan cinsel davranışlarda bulunabilir ve somatik tepkiler verebilir. Abartılı bir yabancı korkusu,
ayrılık anksiyetesi, panik, aşırı heyecan, hiddet nöbetleri ve kontrolsuz ağlama
gibi anksiyete belirtileri de görülebilir. Ayrıca yeme problemleri de gelişebilir.
5d) Ailenin Rolü
Çocuklardaki
ısrarlı belirtiler açısından aile, önemli ve dinamik bir rol oynar. Aile ahengini
korumak için işlev bozukluğuna tekabül eden davranışlar ve aile içindeki rol
dağılımında değişiklikler ortaya çıkabilir. Belirli aile üyelerine ve de
sıklıkla çocuklara hasta rolü verilip, daha da ciddi rahatsızlıklar
geliştirmelerine neden olunabilir. Başka durumlarda ise çocuk aşırı korunuyor ve
travmayla ilgili önemli bilgiler ondan saklanıyor olabilir. Ya da çocuk ebeveyn yerine
konup, ana babasına bakması beklenebilir.
Çocuğun işkenceden doğrudan değil de dolaylı
olarak etkilendiği durumlarda ise, yetişkinler çoğunlukla olayın çocuğun ruhsal
durumu ve gelişimi üzerindeki etkisini hafife almaya eğilimlidirler. Çocuğun
çevresinde sevdiği kişiler işkence gördüğünde ve tecavüze uğradığında veya
çocuk ciddi bir travmaya ya da işkenceye tanık olduğunda, çocuk kötü olaylardan
kendisinin sorumlu olduğu veya ebeyevlerinin sıkıntılarına kendisinin katlanmak
zorunda olduğu gibi inançlar geliştirebilir. Bu tür inançlar, suçluluk, sadakat
çatışmaları, bağımsız bir yetişkin olmaya yönelik kişisel gelişim ve
olgunlaşma gibi alanlarda uzun dönemli sorunlara yol açabilir.
|