İNSAN
SAĞLIĞINI ETKİLEYEBİLECEK UNSURLAR KONUSUNDA TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ GÖRÜŞÜ
Risk, zarar görme
olasılığı olarak tanımlanabilir. Çevresel kirleticilere bağlı olarak ortaya çıkan
riskler, kirletici maddenin insan sağlığı ve doğa üzerinde yarattığı potansiyel
tehlike ile insanın ve toplumun bu maddeyle karşılaşma olasılığının birlikte göz
önünde bulundurulmasıyla değerlendirilebilir. Risk kavramı tehlike kavramıyla
karıştırılmamalıdır. Risk, bir tehlikenin gerçekleşme olasılığının toplumsal
düzeyde niceliksel olarak ifade edilmesidir.
Sıfır risk
diye bir şey söz konusu değildir. Yani tehlike yaratan bir etken, toplumla
karşılaşma şansı olduğu sürece risk oluşturur ve ancak riskin (etkenin
yarattığı tehlike düzeyine ve bu karşılaşma şansının az ya da çok olmasına
bağlı olarak) az ya da çok olmasından söz edilebilir. Buradan yola çıkılarak da
toplumda kabul edilebilecek risk düzeyinden söz edilebilir. Bu düzey Batı ülkelerinde
genellikle milyonda bir düzeyinin altıdır.
Sıfır riskin söz
konusu olmadığı göz önünde bulundurularak her zaman koruma ilkesi (önlem ilkesi) işletilmelidir.
Yani toplum üzerinde sağlık yönünden tehlike yaratan bir etkenin yaratacağı risk,
etkene maruziyet olasılığı mümkün olan en düşük düzeye dek azaltılarak (olası
ise maruziyet tümüyle ortadan kaldırılarak) en düşük düzeye çekilmelidir.
Öte yandan
tehlikesiz olarak bilinen bir çok maddenin sağlık üzerinde zararlı etkisi
olabileceği de unutulmamalıdır. Toksisitesi zayıf ve maruziyet olasılığı düşük
bir maddenin zararlı etkilerini ortaya koymak son derece zordur. Bir etkenin zararlı
etkisi esas olarak epidemiyolojik araştırmalarla ortaya konur. Ancak risk
değerlendirmesinin birinci aşaması olan tehlikeli etkenin saptanması çok uzun zaman
alabilir. Örneğin kanserojen olduğundan şüphe edilen bir maddenin etkisini görmek
için 5-15 yıl beklemek gerekir.
Riski yüksek
maddelerin sağlık üzerine zararlı etkileri gerek mesleki maruziyetler nedeniyle,
gerekse kazalardan sonra yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Günümüzde
çevresel risklerin ortaya konulmasında zaman seri analizleri ve ekolojik araştırma yöntemleri
de kullanılmaktadır. Hayvan deneyleri de zararlı etkiyi ortaya koymak için kullanılan
bir diğer yöntemdir.
Çevreye bağlı
risklerin değerlendirilmesinde düşük dozlara bağlı risklerin saptanması da güçlükler
gösterir. Ayrıca maruziyetin tanımlanmasında kişisel faktörler de çevresel
faktörler kadar önem taşır. Aynı dozda maruziyetin oluşturacağı sonuç yaş ve
cinsiyete göre büyük farklar gösterebilir. Çocuklar, yaşlılar, hamileler gibi özel
risk grupları tanımlanır.
Bu arada
maruziyetin birikici olması, yani kümülatif maruziyet de önem taşır. Çok düşük
bir düzeyde kirleticiye çok uzun yıllar boyunca maruz kalmak, bazen daha yüksek dozda
ama çok kısa süreli maruziyetlere göre çok daha ciddi bir risk oluşturabilir.
Maruziyetin kaynağından insanda toksik etki oluşmasına kadar geçilen ve incelenmesi
gereken çok sayıda etap vardır. Bunlar arasında kaynağın kendisi, ortamda
taşınması, başka maddelere dönüşümü, çevrede birikimi, vücut tarafından
alınabilecek doz miktarı, temas şekli, alınan doz miktarı, biyolojik olarak etkili
doz miktarı, hastalığın erken belirtileri ve hastalığın ortaya çıkması
sayılabilir.
Çevresel
kirleticilerin oluşturduğu sağlık riskleri, bu tanım ve ölçütlerden de anlaşılabildiği
gibi, son derece fazla sayıda faktörle ilişkili ve karmaşık bir konudur. Kirletici
maddeler için tanımlanan eşik değerler, riskin varlığı ya da yokluğunun ortaya
konması için tek başlarına hiç bir anlam taşımazlar.
Eşik değer
genellikle herhangi bir işlem sonucu ortaya çıkan, ya da doğada kendiliğinden bulunan
kirleticilerin ortamda bulunan ve toplum için (ya da çeşitli insan toplulukları için)
zararlı olmayacağı varsayılan miktarını gösterir. Eşik değerler toplum için ya
da işyeri ortamı için değişiklikler gösterir. Genellikle zaman içinde maruziyetin
yarattığı sağlık sorunlarının daha iyi tanımlanması ve maruziyeti azaltıcı
önlemlerin gelişmesiyle de eşik değerler düşürülür. Çeşitli ülkelerde çeşitli
kirleticiler için çok farklı eşik değerler verilmesi de bu değerlerin bilimsel
olarak saptanmış ve risk oluşturmayan bir düzey olmaktan çok, ekonomik ve benzeri
nedenlerle saptanan ve değiştirilen, yani çevre sağlığından çok çevre yönetimi
disiplinini ilgilendiren bir düzey olduğunu düşündürür.
Ayrıca günümüzde
insan sağlığı ve çevre için ileri derecede risk oluşturan pek çok maddenin,
özellikle de kanserojen, mutajen ve teratojen etkilere sahip maddelerin eşik değeri
"0" olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Radyasyon bunların içinde en iyi
bilinen örnektir.
Kısaca bir
kirleticinin eşik değeri, yani ortamda izin verilen en yüksek bulunma miktarı o düzeyin
bütünüyle güvenli olduğunu ve hiç bir risk oluşturmadığını değil, sadece bu düzeyin
hiç bir şekilde aşılmaması gerektiğini gösterir. Kaldı ki yukarıda da belirtmeye
çalıştığımız gibi maruz kalınan düzey maruziyetin yaratacağı riskin
saptanmasında göz önünde bulundurulacak faktörlerden sadece bir tanesidir. Risk değerlendirilmesinde
bu bilimsel ilkelerden hareket edilmesi zorunludur.
SİYANÜR VE DİĞER
KİMYASAL ATIKLARIN İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ:
Bergama-Ovacık
altın madeni cevher içeriğinde altın ve gümüş dışında şu elementler
bulunmaktadır: Arsenik, Antimon, Bakır, Cıva, Çinko, Kadmiyum, Krom, Kurşun, Kükürt.
Atık bileşimi de bu maddeler ve bunlara ek olarak demir ve siyanürden oluşmaktadır.Halk
sağlığı uzmanları, kamuoyunda çok konuşulan siyanürün yanı sıra ağır
metallerin oluşturacağı riskler üzerinde de durmaktadır
1. SİYANÜR: Siyanür,
hidrojen siyanür (HCN), sodyum siyanür (NaCN) ve potasyum siyanür (KCN) gibi bileşikler
halinde ya da serbest olarak bulunur. HCN, renksiz bir gazdır, keskin ve bayıltıcı,
bademe benzer bir kokusu vardır. Beyaz katı maddeler olan sodyum ve potasyum siyanür
ise nemli havada aynı keskin kokuyu yayar. Havada daha çok gaz formunda hidrojen
siyanür olarak bulunan siyanür küçük miktarda ince toz partikülleri olarak da
bulunabilir. HCN havada 1-3 yılda yarılanır. Su yüzeyinde bulunan siyanür de HCN
formuna dönüşür ve buharlaşır. Siyanür yüksek konsantrasyonlarda toprak
mikroorganizmaları içim toksiktir ve toprak yoluyla yeraltı sularına geçebilir.
Siyanür havadan, içme sularından, toprağa değen cilt yoluyla ve siyanür bulaşmış
yiyeceklerin yenmesi yoluyla vücuda alınabilir. Solunum yoluyla alınan siyanür
kaynakları arasında sigara içimi, yangın dumanının solunması ve siyanür içeren atıkların
depolandığı atık depolanma alanların yakınındaki havanın solunması sayılabilir.
Siyanür kullanılan işyerlerinde çalışan işçiler de siyanüre maruz kalma
yönünden risk altındadırlar.
Solunum yoluyla
alınan yüksek miktarda siyanür insan için son derece zararlıdır, kısa sürede beyin
ve kalbi etkileyerek koma ve ölüme neden olur.
Düşük
düzeyde siyanüre uzun süre maruz kalma sonunda solunum güçlükleri, kalp ağrısı,
kusma, kan değişiklikleri, baş ağrısı ve tiroid bezinde büyüme ortaya çıkabilir.
Besinlerle alınan yüksek miktarlardaki
siyanür de yine solunum darlığı ve derin nefes alıp verme, konvülsiyon, bilinç kaybı
ve ölümle sonuçlanır. Kanda siyanür düzeyi yüksek olan kişilerde ayrıca el ve
ayak parmaklarında zayıflama, yürüme güçlüğü, görmede bozukluk, sağırlık,
tiroid bezi fonksiyonlarında azalma görülebilir. Cilde siyanür teması irritasyon ve
yaralar açılmasına neden olur. İnsanda gösterilememekle
birlikte hayvan deneylerinde siyanürün doğumsal bozukluklara neden olabildiği ve
üreme sisteminin etkilendiği gösterilmiştir.
Siyanürün
insan ya da hayvanlar için kanserojen olduğuna dair bir bulgu yoktur.
Siyanür kan ve
idrarda bazı tahlil yöntemleriyle saptanabilir. Ancak kısa sürede vücuttan uzaklaştırılabilmesi
nedeniyle bu tahlillerin maruziyetten kısa bir süre sonra yapılması gerekir.
EPA'ya göre
içme suyunda litrede 0,2 mg'ın (0,2 mg/l)
üzerinde siyanür bulunamaz.
2. ARSENİK: Doğada çok az
miktarda bulunan arsenik genellikle oksijen, klor ve kükürtle bileşik halde bulunur.
Bitki ve hayvanlarda ise karbon ve hidrojenle bileşik yapar. Çoğu arsenik bileşiğinin
özel bir tadı ve kokusu yoktur. Çevrede bulunan arsenik buharlaşmaz, çoğu arsenik
bileşiği suda çözünür, arsenik bulaşmış maddelerin yanmasıyla havaya
karışabilir, havadan yere inerek birikebilir, parçalanmaz, ancak bir türden diğerine
dönüşebilir. Solunum ve sindirim yollarıyla vücuda alınabilir.
İnorganik
arsenik insanlar için çok zehirli olup organik arsenik daha az zararlıdır. Besinlerde
ve sudaki yüksek miktarda (60 ppm) arsenik öldürücü olabilir. Arsenik sinir sistemi,
mide-barsak ve cilt dokularına zarar verir. Yüksek miktarlarda solunması akciğer ve
solunum yollarında yaralara neden olabilir.
Düşük
düzeylerde arseniğe maruz kalmak bulantı, kusma ve ishale, kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin
yapımında düşmeye, kalp ritminde bozulmaya, kan damarlarında patolojilere, el ve
ayaklarda iğnelenme ve karıncalanma hissedilmesine neden olabilir. Uzun süre maruziyet
durumunda ciltte kararmaya, el ve ayaklarda ve gövdede siğil ve kabarmaların olmasına
neden olabilir. Doğrudan cilt teması
kızarma ve şişmelere neden olabilir.
Arsenik bilinen
bir kanserojendir. İnorganik arseniğin solunması akciğer kanserine, besin yoluyla
alınması ise cilt, mesane, böbrek, karaciğer ve akciğer kanserine neden olabilir.
Yüksek düzeyde
maruziyet durumunda idrarda saptanabilir, ancak maruziyetten kısa bir süre sonra tahlil
yapılması gerekir. Ancak maruziyetten sonraki 6-12 ay boyunca saç ve tırnakta
saptanabilir. Ancak bu testler düşük düzeyde maruziyetlerde anlamlı değildir ve
olası bir sağlık etkisi konusunda fikir vermez. EPA'nın içme suyu için verdiği en
üst sınır 0,05 ppm'dir, ancak bu düzey ileride düşürülebilir.
3. KADMİYUM: Kadmiyum oksit,
kadmiyum klorid, kadmiyum sülfat ve sülfit şekillerinde bulunabilen ve özel bir tad ve
kokusu olmayan bir maddedir.
Havaya karışan
kadmiyum partikülleri yere ya da sulara düşmeden önce çok uzun mesafeler kat
edebilir. Zehirli atık depo alanlarından gerçekleşen sızıntı ve taşmalar sonucunda
suya ve toprağa karışabilir. Toprak partiküllerine güçlü bir şekilde bağlanır,
bazı kadmiyum bileşikleri suda çözünebilir, ancak doğada parçalanmaz. Vücutta çok
uzun süre kalabilir ve düşük düzeyde maruz kalınsa bile yıllar içinde birikebilir.
Kadmiyum havadan
solunarak, kadmiyum bulaşmış yiyeceklerin yenmesiyle, sigara dumanından, kadmiyumla
kirlenmiş suların içilmesiyle vücuda alınabilir.
Yüksek düzeyde
kadmiyumun solunması akciğer hasarına bağlı olarak ölüme neden olabilir. Çok
yüksek düzeyde kadmiyumun yiyeceklerle alınması kusma ve ishale neden olur. Hava, su
ya da besinler yoluyla düşük düzeyde kadmiyuma uzun süre maruziyet sonucunda kadmiyum
böbreklerde birikir ve böbrek hastalıklarına neden olabilir. Akciğerde hasar ve
kemiklerin kırılganlığının artması diğer etkileridir. Hayvan deneylerinde
kadmiyumun tansiyon yükselmesine, kandaki demir düzeyinin düşmesine, karaciğer
hastalıklarına, sinir sistemi ve beyinde hastalıklara neden olduğu gösterilmiştir.
Cilt temasının neden olduğu bir hastalık bilinmemektedir.
Kadmiyum
bileşikleri kanserojen olması beklenen maddeler grubundadır. Hayvan deneylerinde
kadmiyumun akciğer kanserine neden olduğu saptanmış, insanda bu konuda daha zayıf
kanıtlar elde edilmiştir. Kadmiyumun sindirim sistemi yoluyla ya da cilt temasıyla
kansere neden olup olmadığı bilinmemektedir.
Kadmiyum kan,
idrar, saç ve tırnakta saptanabilir. Kan düzeyleri yakın zamandaki maruziyeti, idrar düzeyleri
ise hem yakın zamandaki, hem de daha önceki bir maruziyeti ortaya koyabilir.
EPA içme sularında
5 ppb (milyarda 5)'in aşılmaması gerektiğini bildirmektedir. FDA'ya göre yiyecekler
için bu düzey 15 ppb'dir.
4. KROM: 3 ana
şekilde(Krom 0, Krom III, Krom IV) bulunabilen krom bileşikleri tatsız ve kokusuzdur. Sadece Krom III bileşikleri vücut için diyetle
eser miktarlarda alınması gerekli elementlerdir. Diğer formlardaki kroma vücudun
ihtiyacı yoktur.
Krom partikülleri
havaya karıştığında 10 gün kadar kalabilir. Toprak partiküllerine sıkıca
yapışır. Suda dibe çöker, topraktan küçük miktarlarda sulara karışabilir.
Havadan
solunarak, suyla ve besinlerle vücuda alınabilir.
Krom
bileşiklerinin tümü yüksek miktarlarda alındığında toksik olabilir, ancak Krom IV,
Krom III'e göre daha toksiktir. Yüksek miktarlarda solunması burun, akciğer, mide ve
barsaklara zarar verebilir. Kroma allerjisi olan kişilerde astım krizlerine neden
olabilir. Uzun süre yüksek ve orta düzeylerde maruziyet burun kanaması, yaraları,
akciğer hasarı ve kanser dışındaki akciğer hastalıklarında artışa neden
olabilir. Sindirim yoluyla yüksek düzeylerde alınırsa mide şikayetleri ve ülsere,
konvülsiyonlara, böbrek ve karaciğer hastalıklarına, hatta ölüme neden olabilir.
Cilde temas durumunda cilt ülserleri oluşabilir. Ayrıca ciltte allerjik reaksiyonlara
yol açabilir.
Bazı Krom IV
bileşikleri kanserojendir. Akciğer kanserine neden olduğu bilinmektedir,
Krom saç,
idrar, serum, kırmızı kan hücreleri ve kanda tespit edilebilir.
EPA'ya göre
içme suyundaki krom miktarı (III ve IV) litrede 100 mikrogramı geçemez. (100 mg/l)
5. KURŞUN: Özel bir tadı ve
kokusu olmayan mavimsi gri renkli bir metaldir.
Çevreye yayılmış
bulunan kurşun kendiliğinden parçalanmaz, havada 10 gün asılı kalabilir, topraktaki
kurşunun çoğu havadan kaynaklanır. Kurşun toprak partiküllerine yapışır ve
topraktaki kurşun asidik ve yumuşak olmadıkça yeraltı ve içme sularına karışmaz.
Toprak ve suda uzun süre kalabilir.
Vücuda havadan
solunarak, içme suları ve besinlerle, ayrıca sigara dumanından alınabilir.
Kurşun vücuttaki
hemen hemen tüm organ ve dokuları etkilemektedir. En duyarlı sistem, özellikle de
çocuklar için, merkezi sinir sistemidir. Kurşun ayrıca böbreklerde ve bağışıklık
sisteminde de hasara neden olur. Etkiler kurşunun solunum ya da sindirim yoluyla
alınmış olmasına göre değişiklik göstermez. Özellikle çok küçük ve doğmamış
çocuklar üzerinde çok tehlikeli etkileri vardır. Erken doğum, düşük doğum
ağırlığı, yeni doğanda mental gerilik, öğrenme güçlükleri ve küçük
çocuklarda gelişme geriliğine neden olabilir. Yetişkinlerde ise bellekte zayıflama,
reaksiyon zamanında düşme, parmaklarda ve el ve ayak bileklerinde zayıflama,
kansızlık, kan hastalıkları, düşükler ve erkeklerde üreme sisteminde bozukluklara
neden olabilir.
Hayvan deneyleri
kurşun asetat ve kurşun fosfatın kanserojen olduğunu düşündürmektedir. İnsanda
yeterli kanıt yoktur.
Kurşun kanda
ölçülebilir.
EPA'ya göre
havada kurşun miktarının 1,5 µg/m3'ü, içme suyunda ise 15 µg/m3'ü geçmemesi
gerekir.
6.CIVA: Parlak, gümüş
beyazı renkte, kokusuz bir sıvıdır. Isıtıldığında kokusuz bir gaz halini alır.
İnorganik tuzları oluşturmak üzere klor, sülfür ve oksijenle bileşik
oluşturabilir.
Çevreye yayılan
cıva hava, toprak ve suda bulunabilir. Solunum ve sindirim yoluyla vücuda alınabilir.
Sinir sistemi
cıvanın tüm formlarına karşı çok duyarlıdır. Yüksek miktarlarda maruziyet
beyinde, böbreklerde ve fetus gelişiminde kalıcı zararlara neden olabilir. Beyin
fonksiyonlarına yapacağı etkiyle irritabilite, ürkeklik, titreme, görme ve duyma
kusurları ve bellekte zayıflama ortaya çıkabilir. Kısa süreli ve yüksek düzeyde
maruziyet durumunda akciğer hasarı, bulantı, kusma, ishal, tansiyon yüksekliği, deri
döküntüleri ve gözde irritasyon meydana gelebilir.
Cıvanın hayvan
deneylerinde kansere neden olduğu gösterilmiştir. İnsanda olası kanserojenler
arasında sınıflandırılmaktadır.
Yeni doğan ve
fetusta, cıva, beyin gelişiminde gerilik, zeka geriliği, körlük, ve konuşamamaya
neden olabilir. Çocukta sinir ve sindirim sistemleriyle böbrekler etkilenir.
Cıva kan ve
idrarda ölçülebilir. Saçta da saptanabilir.
EPA'ya göre
içme suyunda 2 ppb'yi geçmemesi gereklidir. FDA'ya göre maksimum sınır 1 ppm'dir.
TÜBİTAK raporu
başta olmak üzere siyanürlü altın madenciliğini aklamak üzere yazılmış tüm yazılar
siyanür kullanılan bu tür işletmelerde yaşanan kazaları görmezden gelmekte, hatta
inkar etmektedir. Ne acıdır ki, TÜBİTAK raporunun yayınının üzerinden henüz 4 ay
geçmeden bu alanda yaşanan en ağır kazalardan biri Romanya'da meydana gelmiştir.
Bu kaza
Romanya'nın Baia Mare bölgesinde yer alan ve eski bir altın madeninin atık depo
alanında yıllar önce işletilen eski bir madenin bırakmış olduğu atıkları yeniden
işleyen ve altın ve gümüş elde eden bir tesiste 30 Ocak 2000 tarihinde meydana
gelmiştir. Baraj göletinde birikmiş kar nedeniyle gövdede açılan bir gedikten
100.000 m3 atık su taşmış ve çevredeki alanlara ve Lapus nehrine ulaşmıştır. Bu
nehir Tuna nehrinin bir kolu olan Tisza nehrine karışmaktadır ve atıklar Tuna nehrine
kadar sınır ötesi bir kirlilik yaratmıştır. Tuna'nın su toplama havzasında 2000
km.'lik bir bölüm etkilenmiştir. Nehir ortamına 50-100 ton arasında siyanür karıştığı
hesaplanmaktadır. Yöredeki içme sularının da etkilenebileceği, nehirlerdeki canlı
yaşamın büyük ölçüde zarar gördüğü bildirilmektedir.
Daha önceki yıllarda
yaşanan bazı kazaları hatırlatmak gerekirse:
1986-89
yılları arasında 7915; 1990 yılında 1645; 1991 yılında 794 vahşi hayvanın siyanürlü
madenlerden zehirlenerek öldüğü, Nevada vahşi Yaşamı Koruma Kurumu'nun iç dönem
içinde yaptığı araştırmalarda bildirilmiştir.
1965'de Güney
ABD ve Şili'de 14 atık barajının 10'unda deprem sonucunda çatlak tespit edildiği,
bunun sonucunda 200 kişinin öldüğü bildirilmektedir.
1972'de ABD'de
Batı Virginia Buffalo Creek'te yoğun yağmurlar sonucunda atık barajı çökmüş ve
155 kişi ölmüştür.
1984'te Papua
Yeni Gine'de Ok Tedi altın madeni için 2100 metrelik dağ traşlanmış, yoğun
yağışlar nedeniyle siyanürlü toprak akmış ve yöre halkı başka yere taşınmış,
siyanür taşıyan bir gemi batmıştır.
1985'te
Guyana'da Omai altın madeni zehirli atık
havuzu patlamış, iki gün içinde ülkenin iki büyük nehrine 4 milyar ton atık çamur
karışmış, 18 bin yerli çiftçi balık ve su ürünleri yememeleri, hayvanlarına su içirmemeleri
konusunda uyarılmıştır.
1990'da Güney
Caroline'de yağmurlar sonucu Brever altın madeninde süzme altın rezervi çökmüş,
onbinlerce balık ve canlı ölmüştür.
1992'de ABD New
Mexico'da tehlikeli atık alanında yapılan tetkikler sonucunda bunların 800'den
fazlasında sızıntı saptanmıştır.
1993'de
Ekvator'un Azvay bölgesindeki madende meydana gelen heyelan sonucu 300 kişi, Nobnibya'da
100 kişi ölmüştür.
1993'te
Bolivya'daki bir kasabada maden artığının aşağı kayması sonucu yüzlerce insan
ölmüştür.
1993'te ABD'de
Idoha'da Silver madeninde tonlarca atığın madendeki, hav8uzdan çevre sularına
karıştığı tespit edilmiş, 1200 yerli başka yerlere taşınmıştır.
1994'te Güney
Afrika'de siyanürlü atık içeren bir havuz yağmurlarla taşarak 150 kişinin
ölümüne neden olmuştur.
1995'te
Guyana'daki Omai altın madeninde yine siyanür barajında taşma meydana gelmiştir.