e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Ekim 2004  Sayı: 126

 

Ebu Gureyb: Askeri tıp için nasıl bir miras?

“Ebu Gureyb sarsıcı bir miras bırakacaktır. Tıbbi personel,

Amerikan askerlerinin alkol bağımlılığı ve cinsellik içeren kötü davranışlarını psikolojik açıdan yıkıcı hapishane koşullarına bağlamakta ve bu askerlere antidepresan başlamaktadır. Askeri tıbbın, ABD silahlı kuvvetlerinin ve ABD’nin itibarı lekelenmektedir. Ebu Gureyb’ten beri Uluslararası hukukun statüsünün aşınması nedeniyle savaş esirlerinin riski artmakta ve onlar adına uluslararası yüksek mahkemelere yapılan temyizlerin kredisi azalmaktadır.”

Kısaltarak Çevirenler: Dr.Erdem Gönüllü - Dr.Şükrü Hatun

Amerikan askeri tıp personelinin Irak, Afganistan ve Guantanamo körfezindeki tutuklulara yapılan kötü muameledeki suç ortaklığı, insan hakları, tıp etiği ve askeri tıp açısından büyük önem taşımaktadır. Resmi belgeler, Amerikan askeri tıp personelinin tutukluların insan haklarını 4.jpg (18676 bytes)korumadıklarını, zaman zaman sorgucular ve esirlere kötü davranan gardiyanlarla işbirliğine girdiklerini ve dayaktan meydana gelen ölüm ve yaralanmaları örtbas ettiklerini gösteriyor.

Politikalar

Bush yönetimi El Kaide’nin ABD’deki saldırılarına misilleme yapmayı planladığında, El Kaide esirlerine Cenevre Savaş Esirleri Konvansiyonu’na uygun davranmakta gönülsüzdü. ABD Adalet Bakanlığı’ndan Savunma Bakanlığı’na Ocak 2002’de iletilen memorandumda El Kaide’nin uluslararası konvansiyon ve sözleşmelerde imzasının olmadığı, dolayısıyla bu hükümlerin onlara uygulanamayacağı, El Kaide’nin Afganistan üzerine etkisi nedeniyle aynı hükümlerin Taliban esirlerine de uygulanamayacağı belirtiliyordu.

Savunma Bakanlığı 2002 sonlarında, Guantanamo’daki El Kaide şüphelilerinin sorgusunda kullanılmak üzere çıplaklık, izolasyon, köpeklerle korkutmak gibi uygulamaların da yer aldığı “karşı direniş teknikleri”ni onayladı. Nisan 2003’te bu teknikler revize edilerek Cenevre Kovansiyonu’na aykırı olarak tehdit, zarar verme ve gözdağı vermeyi içeren soruşturma yöntemlerinin diğer ülkelerde de kullanılması tavsiye edildi.

Her ne kadar Amerikan askeri personeli en az 36 dakika temel insan hakları eğitimi alsa da Ebu Gureyb askeri personeli ek insan hakları eğitimi almamış ve buradaki sivil soruşturmacılar hiç insan hakları eğitimi almamıştır. Irak ve Afganistan’daki esirlerle ilgili askeri personel, ordunun insan hakları politikası konusunda eğitilmediklerini belirtmektedir. Bölgesel yönetim subayları kötü davranışa karşı Cenevre Konvansiyonu’ndan veya ordu kurallarından haberdar değildir. Ordu kurallarına aykırı olarak Cenevre Konvansiyonu’na Arapça özet kitapçıklar Irak ve Afganistan’a yollanmamıştır.

Esirlere saldırılar

Doğruluğu onaylanmış veya inandırıcı raporlarda Irak ve Afganistan’daki esirlerin vurma, yakma, şok uygulama, vücudu askıya alma, nefessiz bırakma, esirleri ve yakınlarını tehdit etme, cinsellikle ilgili küçük düşürücü davranışlar, izolasyon, uzamış göz bağlama ve zincirleme, soğuk/sıcak uygulama ve gürültüye maruz bırakma gibi kötü davranışlara maruz kaldığı belirtilmiştir. Bunların yanında uyku, besin, giyecek ve kişisel temizlik ürünlerinden mahrum bırakma, İslam inancı ve gerekliliklerine ters şeylere şiddet yolu ile zorlama gibi uygulamalar da yapılmıştır. Esirler mayından arındırılmamış bölgelerde çalışmaya zorlanmış ve ciddi yaralanmalar olmuştur. Kadın esirlere yapılan kötü davranışlar daha az bildirilmekle birlikte cinsellikle ilgili küçük düşürücü davranışlar ve tecavüzü de içeren ciddi ithamlarda bulunulmuştur. 

Tıbbi sistem yetersizdi

ABD ordu müfettişleri Ebu Gureyb’in esirlere yönelik tıbbi sisteminin ekipman ve insan gücü bakımından yetersiz olduğunu belirtmişlerdir. Irak ve Afganistan’daki çok az birim Cenevre Konvansiyonu’nun gerektirdiği aylık sağlık kontrolleri yapmaktadır. Yine tıbbi sistem tutukluların Cenevre anlaşmasına uygun olarak yeterli tıbbi bakım isteklerini karşılamakta da yetersiz kalmıştır. Örneğin, Ebu Gureyb’deki esirlerden birinin kesin ifadesine göre işkence sonucu pürülan el yaralanması tedavi edilmemiştir. Bu birey aynı zamanda ABD için çalışan bir Iraklı hekim tarafından kendine ağır bir dayak sonrası kanayan kulağının bir klinikte tedavi edilemeyeceğinin söylendiğini ve kulağının hapishane koridorunda tedavi edildiğini anlatmıştır.

Tıp sistemi Cenevre Konvansiyonu’nun 30. maddesine aykırı olarak engelli esirlerin yeterli tedavisini sağlamak için gerekli işlemleri yapmada da yetersiz kalmıştır. Ebu Gureyb tutuklularından birinin ifadesine göre kırık bacağı için kullandığı koltuk değneği alınarak bacağı İslam’dan döndüğünü söyleyene kadar tekmelenmiştir. Aynı esir, omzundan yaralandığı için doktor tarafından gardiyana omzunun hareket ettirilmemesinin söylendiği, gardiyanın buna yanıt olarak kendini omuzlarından kaldırdığını belirtmiştir. Tıp sistemi psikolojik ve fiziksel olarak zorlayıcı sorgulamalar geliştirme ve uygulamada işbirliği yapmıştır. Ordu personeli, bir hekim ve bir pisikiyatristin sorgulamaların tasarım, onay ve gözlem aşamalarında yardımcı olduğunu belirtmişlerdir. Bu, Savunma Bakanlığı’nın 2003 notunda sorguculara esirlerin “tıbbi ve cerrahi olarak sorgulamaya uygun” olup olmadıklarının değerlendirilmelerinin emredilmesini akla getirmektedir. Önceden anlaşılarak tıbbi olarak gözlenen b sırasında esirin dayak sonrası bayılması ve bir süre bilincinin kapalı kalması üzerine tıbbi ekip esiri yeniden canlandırmış ve sonra tekrar işkenceye devam edilmesini sağlamışlardır. Tıp personelinin esirlere doğrudan kötü davrandığına ilişkin tek tük raporlar vardır. İki esirin ifadesine göre bir doktor dayak sonrası oluşan bir yarayı diken tıp eğitimi almamış bir gardiyanı engellememiştir.

Tıp sistemi hastalık ve yaralanmaları dürüst bir şekilde bildirmekte yetersiz kalmıştır. Ebu Gureyb yetkilileri ölü ve hasta sahiplerinin ailelerini bilgilendirmemiş, Cenevre Konvansiyonuna uygun olarak tıbbi birimlere transferlerini yapmamıştır. Bir medikal görevli işkence altında ölen bir mahkumun hastaneye vardığında yaşadığı izlenimi yaratmak için damar içi kateter takmıştır. Bir başka örnekte, ABD askerleri tarafından gözaltına alınan bir ıraklı erkek bir ırak hastanesinde bulunmuştur. Bulunduğunda bilinci kapalı durumda, üç kafatası kırığı ve ciddi başparmak kırığı ve ayaklarının altında yanık izleri saptanmıştır. Amerikalı hekimlerce düzenlenmiş raporda ise, yanığa bağlı şok ve kalp krizine bağlı komada olduğu belirtilmiş fakat kırıklar ve yanıklar hakkında kayda rastlanmamıştır.

Ölüm raporları tahrif edildi

Afganistan ve Irak’taki esirlerin ölüm raporları tahrif edilmiş veya raporlar ölümden aylar sonrasına geciktirilmiştir. Tıbbi müfettişler hem Irak hem Afganistan’daki beklenmeyen ölümleri araştırmakta ya yetersiz kalmış ya da gelişigüzel incelemeler yapmış; hekimler de esirlerin ölüm raporlarını rutin olarak değiştirerek doğal olmayan ölüm nedenlerine yer vermeden ölüm nedenlerini kalp krizi, sıcak şoku veya doğal nedenlere bağlamışlardır. Bir örnekte, askerler dövülmüş bir esiri hücre duvarına asarak ağzını tıkamışlar, ölüm raporunda ise ölüm nedeni “uyku sırasında oluşan doğal nedenlere” bağlanmıştır. Haberin basında ayyuka çıkmasından sonra Pentagon ölüm raporundaki ölüm nedenini “künt cisimlerle dövülme ve boğulma” nedeniyle meydana gelen “cinayet” olarak değiştirmiştir.

Kasım 2003’te Irak’lı general Mavhuş’un kafası soruşturmacılar göğsüne oturmuş durumdayken bir poşete sokulmuştur. Esir ölmüştür, tıbbi personel esire yeniden canladırma işlemi yapılmamış ve bir cerrah doğal yollardan öldüğünü bildirmiştir; 6 ay sonra ise pentagon ölüm ir sorgulama raporunu değiştirerek ölüm nedenini boğulmaya bağlı cinayet olarak değiştirmiştir.

Son olarak, Ebu Gureyb’deki yaygın işkence ve aşağılayıcı davranış tıbbi personelin bilgisi dahilinde sürmekte iken, bu durum hakkında Ocak 2004’teki ordunun yaptırdığı tıp personeli’nin kötü ve aşağılayıcı davranış ve işkence incelemesi raporuna kadar hiç bildirim olmamıştır.

Kötü miras

Pentagon görevlileri bu kötü davranışlara neden olarak kötü eğitim, personel yetersizliği, esirlerin ve askeri personelin kalabalıklığı, İslam karşıtı önyargı, ırkçılık, bilgi edinmek için üstten gelen baskı, birkaç suça karışmış asker, savaş stresi ve süresi belli olmayan işgali göstermektedir. Bununla birlikte saldırıların bu düzeyde olması, insan hakları ihlallerine geçit veren veya umursamayan politikalar ve insan haklarına duyarsız bir askeri yönetim sayesinde gerçekleşmektedir.

Tutukluların savaş suçlusu, asker, düşman savaşçısı, terörist, yenilmiş bir ülkenin vatandaşı, asi ya da suçlu olup olması, bir noktanın gözden kaçmasına izin vermemelidir. ABD, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, BM Her Türlü Tutsak ve Tutukluluk Durumundaki Bireylerin Korunmasına Dair Prensipler, BM Tutukluların Tedavisinde Standart Minimum Kurallar, işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ve küçültücü davranışa karşı konvansiyonu içeren sayısız uluslar arası anlaşmayı imzaladığı gibi, askeri gözaltı ve sorgu politikalarını belirleyen kendi belgelerinin de sahibidir. Bu belgeler bir bütün olarak işkence ve aşağılayıcı davranışı engelleyen standartları belirler ve ABD askeri personelini herhangi bir bireye karşı işkence ve küçültücü davranıştan alıkoyar.

Örneğin, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi “Hiç kimseye işkence yapılamayacağını, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamayacağını ve ceza verilemeyeceğini” belirtirken, Cenevre Konvansiyonu’nda, “savaşta aktif rol almayan kişilerin, silah bırakan, çatışma sırasında hastalık,yaralanma, tutsaklık nedeni ile veya herhangi bir nedenle ele geçen ordu mensupları dahil herkesin her koşulda herhangi bir ayrıma tutulmaksızın insanca tedavi edilmesi gerektiği”, “belirtilen bireylere karşı her zaman ve her yerde… cana veya vücut bütünlüğüne zarar veren durumlar, tüm cinayetler, sakatlamalar, zalim ve kötü davranış… bilgi almak için fiziksel veya psikolojik işkence ile her türlü baskının yasaklandığı… soruları cevaplamayı reddeden savaş esirlerinin tehdit edilemeyeceği, bu bireylere hakaret edilemeyeceği, herhangi bir şekilde aşağılayıcı ya da ayrımcı davranış uygulanamayacağı…” belirtilmiştir.Bundan başka, ABD savaş suçları yasası, ABD güçlerinin Hague konvansiyonu ve Cenevre Sözleşmesine uyarak işkence ve insanlık dışı davranışlarda bulunmasını yasaklamıştır.

5.jpg (17619 bytes)Askeri tıbbın bu kötü davranışlardaki rolü tıp profesyonellerinin işkenceyle ilgili ahlaki sorumlulukları ve sağlık çalışanlarının korkudan ötürü işkenceye sessiz kalmaları ya da aktif suç ortaklıkları nedeniyle özel önem taşımaktadır. Dünyanın her yerinde işkence ile tıbbın aktif suç ortaklığı görülmektedir. Saddam Hüseyin rejiminde hekimler işkenceye aktif olarak katılmıştır. Hekim ve hemşirelerin mesleki örgütleri, işkence eylemine bulaşmayı yasaklayan kurallar koymuşlardır. Şili, Mısır, Türkiye ve diğer ülkelerdeki hekimler devlet desteğindeki işkenceyi açığa çıkararak büyük kişisel riskler üstlenmişlerdir. Sağlık çalışanları İnsan Hakları İçin Hekimler Birliği ve Af Örgütü gibi organizasyonlar da kurmuşlardır. Dünyadaki birçok tıp dışı grup sağlık görevlilerinin işkence riski altındaki kişilerin aynı zamanda koruyucusu olması gerektiğini savunmaktadır.

Tutukluları tedavi eden askeri personel “iki bağlılığın(sadakatın) çatışması” ile yüz yüze gelmektedir. Cenevre konvansiyonu bu ahlaki ikileme “…tıbbi personel, bulunduğu birliğin askeri disiplinine uymakla birlikte, tıbbi görevleri dışında hiçbir iş görme­ye mecbur edilemeyecektir” şeklinde açıklama getirmiştir. Bu standart; askerin tıbbın, terörle savaşta ele geçen esirlere ahlaki koruyucuk yapması durumunda aksamaktadır.

Eğer Ebu Gureyb bir reform miras bırakacaksa, bu ahlaki çöküntünün nasıl başladığının iyice açıklığa kavuşması gerekir. Ortaya çıkan kanıtlar, politikalar ve yürütmedeki aksaklıkları işaret etmektedir. Üst düzey savunma bakanlığı politikaları, esirlerin insan hakları ve zorunlu tıbbi bakımına ilgisiz kalmıştır. Bir yönetmelik soruşturmacılara, soruşturulan bireyin tıbbi değerlendirme isteğini inceleme ve reddetme hakkını vermiştir. Klinisyenlere yönelik bir diğer yönetmelikte soruşturmaları bir gardiyan gibi yönetme ve gözleme ve klinik yargılarını işkencenin ne kadar ağır olabileceğine karar verme yönünde kullanma iznini vermiştir. Kıdemli askeri doktorların bu kuralları eleştirip eleştirmediği, bu kurallara karşı çıkıp çıkmadığı, yumuşatmaya çalışıp çalışmadığı ve bunu ne kadar yaptıklarının belirlenmesi çok önemlidir.

Ahlaki olarak sorumlu

Operasyon düzeyinde, tıbbi personel esirleri soruşturma öncesi muayene etmiş ve zorlayıcı sorgu sırasında gözlemiş, sorgulayıcıların tıbbi kayıtları kullanarak değişik sorgulama yöntemleri kullanmasına izin vermiş, tıbbi kayıtları ve ölüm raporlarını tahrif etmiş ve temel sağlık hizmeti sunumunu yapmakta yetersiz kalmıştır. Bu kötü ahlak dışı davranışlardan hangi tıbbi personel sorumludur? ABD silahlı kuvvetleri, hekimleri, stajyer hekimleri, hemşireleri, (birkaç ay eğitim görmüş) hastabakıcıları ve değişik komuta ve yönetim kademesini istihdam etmektedir. Uluslararası anlaşmalar her sağlık çalışanının işkenceyi önlemekle ahlaki açıdan görevli olduğunu belirtmektedir. Örneğin, BM’in Tutukluların işkenceden korunmasına dair tıbbi etikle ilgili prensipleri “sağlık personeli”ni, yani “özelikle hekim” olmakla birlikte stajyer hekimleri, paramedikal personeli, fizik tedavicileri ve stajyer hemşireleri de bağlamaktadır. Aynı şekilde, Cenevre Konvansiyonu orduda görevli hekimleri, cerrahları, diş hekimlerini, hemşireleri ve hastabakıcıları ilgilendirmektedir. Bundan başka, ABD silahlı kuvvetleri tıp hizmetleri doktor kumandanlar tarafından yönetilmektedir ve her sağlık personeli, yardımcı doktorlar gibi , birlikte çalıştığı doktora karşı sorumludur. Sonuçta, doktorlar tıbbi sistemin uygulamalarından sorumludurlar ve askeri tıp personeli de işkenceyle ilgili tıp etiği ilkelerinin gereğini yapmaya katlanmak zorundadırlar.

Reform gerekli

Ebu Gureyb sarsıcı bir miras bırakacaktır. Tıbbi personel, Amerikan askerlerinin alkol bağımlılığı ve cinsellik içeren kötü davranışlarını psikolojik açıdan yıkıcı hapishane koşullarına bağlamakta ve bu askerlere antidepresan başlamaktadır. Askeri tıbbın, ABD silahlı kuvvetlerinin ve ABD’nin itibarı lekelenmektedir. Ebu Gureyb’ten beri Uluslararası hukukun statüsünün aşınması nedeniyle savaş esirlerinin riski artmakta ve onlar adına uluslararası yüksek mahkemelere yapılan temyizlerin kredisi azalmaktadır.

Her ne kadar ABD silahlı kuvvetleri tıp servislerinde çoğunlukla insancıl ve yetenekli personel çalışsa da, tanımlanan saldırılar yalnızca tıbbi ideallerden uzak olmakla kalmayıp çoğu uluslararası ve ABD yasalarının ciddi şekilde ihlaline neden olmuştur. Mahkemelerden, bazı savcılardan, bazıları da tazminat için olmak üzere askeri personele yönelik mahkeme çağrıları gelmektedir. Bu gayretler eğer ciddi bir reform çağrısı ile desteklenmezse yetersiz kalacaktır.

Böylesi bir reform kapsamlı bir soruşturma ile başlamalıdır. Şu anda, değişik ihlallerin kesin veya göreli sıklığını bilmek ya da askeri tıp personelinin insan hakları ihlalleri karşısındaki performanslarını tam olarak değerlendirmek mümkün değildir. Ordu soruşturmaları insan hakları ihlallerinin küçük bir kısmı ile ilgilenmektedir, fakat insan hakları örgütlerinden gelen raporları değerlendirmeye almamaktadır, ordu tarafından çalıştırılmayan merkezlerin ve tıbbi personelin rolüne odaklanmamışladır. ABD askeri tıp servisleri, insan hakları grupları, hukuk ve tıp akademisyenleri ve sağlık çalışanlarının mesleki birlikleri bir araya gelerek bu malzemeleri ABD hukuku ve uluslararası hukuk, tıp etiği, askeri adalet yönetmeliği, askeri eğitim yönetmeliği, insan hakları ihlallerinde rapor düzenleme sistemi ve tutsakların tedavisi yönetmeliği ışığı altında değerlendirmelidir. Ancak böyle bir soruşturmaya dayanan reformlar Ebu Gureyb’in enkazı üzerinde değerli bir miras bırakabilecektir.

Prof.Dr.Steven H. Miles

Minnesota Üniversistesi Tıp Fakültesi

Biyoetik Bölümü

The Lancett/İngiltere

21 Ağustos 2004

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön