e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Mart 2004  Sayı: 117

 

Ortak Kullanımın Kaderi

Dr. Osman Öztürk - AKP Hükümeti’nin yedi aydır sağlıkta(n) yaptığı hamledeki en önemli girişim “Sağlık Bakanlığı-SSK Tesislerinin Ortak Kullanım Protokolü”ydü, kuşkusuz. Protokolün asıl hedefi SSK’lıların devlet hastanelerinden yararlanması ve böylece SSK’daki kuyrukların ortadan kalkmasıydı.

Yedi aylık uygulamaya bakıldığında bu beklentinin gerçekleşmediği görülüyor.

Geçmişte, ihtiyacı olduğu halde SSK’dan faydalanamayanlardan bir bölümü şimdilerde devlet hastanelerinden hizmet alıyor. Sağlık  Bakanlığı, SSK’nın bir çeşit “kapasite fazlası”nı absorbe ediyor, yani. Üstelik bu absorpsiyonun doygunluk noktasına gelmesi için en azından birkaç kat daha artması gerekiyor.

Peki, SSK’lı hastalar, bu olanağı niçin ancak sınırlı bir biçimde kullanıyorlar?

Birinci neden, SSK’lılarda oldukça güçlü bir kurum kimliğinin var olması ve Sağlık Bakanlığı kurumlarında karşılaştıkları bürokratik zorluklar.

En önemli engel ise ilaç sorunu.

Protokolle birlikte devlet hastanelerinde de SSK eczanesi açıldıysa da, bunlar göstermelik olmanın ötesine geçemediler. SSK’lı bir hastanın ilaç almak için tekrar SSK hastanesine gitmesi gerekiyor. Bu durum o kadar fazla şikâyete sebep oluyor ki; Hükümet çözüm için aylardır formüller arıyor.

Bu sorunun gerçekçi ve kalıcı çözümü için SSK’lardaki eczacı ve diğer personel eksikliğini gidermek gerekiyor. Fakat Sağlıkta Dönüşüm Programı SSK’nın Sağlık Bakanlığı’na devredilerek tasfiye edilmesini öngörüyor. Bu koşullarda eczacılık hizmetlerine yatırım yapılması mümkün görünmüyor.

AKP Hükümeti, bu durumda, aslında çok daha pahalıya mal olacak ikinci yolu deniyor. SSK’nın poliklinik eczanelerini tasfiye ederek, hizmeti dışarıdan satın almak. Yaklaşık altı aydır İlaç İşverenleri Sendikası ve Türk Eczacıları Birliği ile yerli ilaçlarda %25, yabancı ilaçlarda %12,5 indirim yapacak bir  protokol için görüşüyor. Her iki kurum da anlaşmaya çok niyetli, ama SSK yönetimi bir türlü karar veremiyor.

Asıl sorunun başka yerde olduğunun herkes farkında. Eğer bu anlaşma yapılırsa SSK ilacı eskisinden daha pahalıya mal edecek, bir kez. Üstelik uygulama eğer yaygın olarak gerçekleştirilirse, bundan sonra çok daha fazla SSK’lı Sağlık Bakanlığı’ndan faydalanacak demektir. Bu ise SSK sağlık harcamalarını müthiş arttıracak. 

Eğer bu protokol gerçek anlamda uygulanırsa SSK’daki kişi başı sağlık harcamasının yılda 75 dolardan Emekli Sandığı’nda olduğu gibi 300 dolara çıkması ihtimal dahilinde. Değişik etmenleri göz önüne alarak bu rakamın 175 dolarda kalacağını  varsayalım. Yani, her bir SSK’lı için yılda 100 dolar artsın.

Türkiye’deki SSK’lıların sayısının da resmi raporlardaki gibi 32 milyon değil 25 milyon olduğunu öngörelim.

Sonuçta; ortaya 2.5 milyar dolarlık (yaklaşık 3.2 katrilyon TL.) bir hesap çıkıyor. Eğer bu para bulunamazsa bu protokolün sorunsuz olarak uygulanma şansı yok.

Peki o zaman ne olacak?

Muhtemel senaryolardan biri protokolü uygular gibi yapıp uygulamamak. SSK’lıların Sağlık Bakanlığı’ndan yararlanma hakkı güya baki kalır. Fakat uygulamada öyle engeller   konur ki; Sağlık Ocağı, SSK Dispanseri, Devlet ve SSK Hastanesi arasındaki “protokol dolambacı”nda gidip gelmekten başı dönen SSK’lılar bu durumdan bezip tekrar SSK’ya dönerler. 

Bir diğer ihtimalse AKP’nin bir yandan protokolle zaman kazanırken, bir yandan da Sağlıkta Dönüşüm Programı’nda mesafe alması ve SSK’yı Sağlık Bakanlığı’na devretmesi. Bir çeşit “ver kurtul”, yani.

Son olarak protokoldeki önemli bir değişikliğe değinelim. Bilindiği gibi 1 Temmuz 2003’te protokol kapsamındaki bütün hastalara birinci basamak sağlık kurumlarına müracaat etme zorunluluğu  getirilmişti. Bu zorunluluk Bağ-Kur’lular için kısa süre sonra kalktı. SSK’lılar ve Emekli Sandığı üyeleri içinse ısrarla devam ediyordu.

Bu tedbir hem SSK harcamalarını kontrol etmek, hem de Aile Hekimliği’ne geçişin altyapısını oluşturmak için gerekliydi. Bu nedenle Sağlıkta Dönüşüm Programı için fevkâlade önemliydi.

Sağlık Bakanı gelişmiş ülkelerde sağlık sorunlarının yüzde sekseninin birinci basamakta çözüldüğünü, kendi kurdukları sistemde de böyle olacağını anlatıp duruyordu. Üstelik gerekli tedbirleri zaten almışlar, sağlık ocaklarını takviye etmişlerdi, güya.

Gerçeğin hiç de öyle olmadığı ortaya çıktı. Şikâyetler öyle arttı ki; aynı Bakanlık 1 Ocak 2004’te sevk zorunluluğunu sessiz sedasız kaldırıverdi.

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nda ilk fiyasko gerçekleşti, böylece. Sağlık Bakanlığı yedi ay önce başladığı noktaya geri döndü.

Bakalım, bu reform(!) hikâyesinde daha ne fiyaskolar göreceğiz?

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön