e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Mart 2004  Sayı: 117

 

aradabir...

Kaan Arslanoğlu*

Avrupa birliği bize sağlık kazandıracak mı?

Halkın büyük çoğunluğunun Avrupa Birliği’ne girmemize istekli olduğu yapılan anketlerden anlaşılıyor. Siyasi iktidarlar zaten on yıllardır bunu ülkenin tek seçeneği gibi görüyor ve gösteriyor. Medyada da AB yandaşlığı ezici bir üstünlükte. O zaman gelin, AB’yle olan ilişkiler ülkeye ve halka neler kazandırıyor; sağlık alanından bütüne bakarak bir irdeleyelim. 

Önce şunu belirtmekte yarar var: Bizde sorun birliğe girelim mi girmeyelim mi tartışmasına hiç dönüşmedi zaten. AB bize henüz böyle bir hakkı vermediğinden fikirler aslında sanal zeminde çarpışıyor. Onlar önümüze bir havuç uzatmışlar, biz de koşuyoruz. Havucu kapmak için ne kadar daha hızlı koşmamız gerektiğini tartışıyoruz kendi aramızda.

Ana çekişmenin son haftalarda gündeme gelen alt başlıklarından biri: Yabancı ilaç şirketleri, aslı kendilerine ait birçok ilacın bizim firmalarımızca üretilmesini engelleyeceklermiş. AB kuralları gereği. Bunun ne anlama geldiğı açık. Orijinalinin üçte biri, dörtte biri fiyattaki çok sayıda ilacı belki de ilerde bulamayacağız. Başka deyişle kamunun ve vatandaşın ilaç yükü katlanarak artabilir.

AB’nin bize yönelik politikasının özü budur. Bilindiği gibi üyelik vaadiyle önce gümrük birliğini kabul ettirdiler. Böylece epeyce zamandır zarardayız. Şimdi ucuza elde ettiğimiz birçok tıbbi cihazı, ilacı bir daha göremeyecek aşamaya yükselmiş bulunuyoruz.  

Ülkedeki liberaller ve sol kesimden birçok insan siyasi kriterlere uyum sağlamamız açısından AB’ni destekliyor. Topluluğa hiç girmesek bile önümüzdeki havucun, ülkeyi yönetenleri insan hakları ve demokrasi alanında toparlanmaya teşvik ettiğini düşünüyor. AB’nin elbette böyle bir yararı var. Ama ne kadar bir yarar? Ya da şöyle soralım, Türkiye’de sınıf mücadelesi 1980 öncesindeki gibi keskinleşseydi veya Kürt sorunu açık çatışma boyutundan siyasal boyuta gerilemeseydi, acaba uyum için gerçekleştirilen reformlar yapılabilir miydi? Yani hastalığın hafifçe iyileşme belirtileri göstermesi, üfürükçünün nefesinden mi, yoksa hastalığın doğal seyrinden mi? Ayrıca Avrupa’daki demokrasi nedir Allah aşkına! Sonuçta Irak’ı işgal eden, değişik ülkelerdeki savaşları kışkırtan bir demokrasi değil mi? Siyasal mücadele her keskinleştiğinde kendi ülkesinde de zora, katliama, işkenceye başvuran, azınlığın hakkını bir ölçüde koruyan, ama ilelebet azınlık kalmaya mahkum eden  bir sistem değil mi?

Hadi “ideolojik” saplantıdan kurtulalım, sağlık alanındaki düzey farklılıklarımıza bakalım. Önce kişi başına yıllık gelir: AB ülkelerinde ortalama 20 bin doların üstü, en düşüğü Yunanistan’da 7400 dolar, bizdeyse 3000 dolar. Hekim başına düşen nüfus: Ortalama 300’ler civarında, en yüksek İngiltere’de 609, bizde 984 (1993). Bebek ölüm oranları: AB ülkeleri arasında en yüksek Yunanistan’da 7.9, bizde 44.4. AB ülkelerinde sağlık harcamalarının GSMH içindeki payı, ortalama %10’a yakın, bizde %3’ler civarında.

Avrupa Birliği’ni oluşturan Roma Anlaşmasında sağlık konusuna değinilmemekle birlikte, sonraki Tek Avrupa Senedi, Maastricht Anlaşması ve Amsterdam Anlaşmasında alanla ilgili ortak görüşler belirlenmiş, White Paper adındaki kitapla da bu konudaki programlar kağıda dökülmüştür. Elbette ülke olarak bu sözleşmelere dayanan uyum yükümlülüklerimiz bulunmakta ve bize o yönden uyarılar gelmektedir. Ama bilindiği gibi Türkiye’yi bağlayan esas belge “Kopenhag Kriterleri” adıyla bilinen belgedir. Bu belge tümüyle siyasi ve ekonomik yaptırımları konu almakta, sağlık konusuna hiç girmemektedir.

Anlaşılan AB, kokoreç üstünde dolaşan söylentiler bir yana, sağlığımızla pek ilgilenmemektedir. Uyum konusundaki göstermelik zorlamalar daha çok “mevzuat” üzerinedir. Aradaki büyük para açığı kapanmadan nasıl sağlıklı Avrupa’ya katışabileceğiz? AB’nce hükümete, bütçeden sağlığa ayırdığın payı artır, diye bir baskı yoktur, IMF aracılığıyla bunun tersi yönde baskı yapılmaktadır.  

Aslında biraz uyanık kafada herkes bilmektedir ki, onların bizi içlerine alma niyetleri bulunmamaktadır. Hıristiyan Demokrat, Sosyal Demokrat veya Yeşilci, tüm iktidar ortakları büyük emperyalist pastayı daha da zenginleştirmek derdindedir, bunu bölüşmek yanlısı değildir. Kapitalizmin doğası gereği işlemektedir her şey. Kapitalizmin insancıl bir restorasyonu oyunun kurallarına aykırıdır.

Ulusal onur gibi kavramlara çok itibar etmem. İnsanlık etiği, akıl, bilim ve içtenlik önemlidir, ister Ugandalı, ister Türk veya Laz, ister İrlandalı olalım. Dünya kaynaklarının büyük bölümünü arsızca tüketeceksiniz, doğayı bitireceksiniz, başkalarını cehalet ve sefalet içinde bırakacaksınız, orayı burayı işgal edeceksiniz, ne diyeyim, arenalarda boğaları öldürtüp alkış tutacaksınız; sonra başka yüzünüzle karşımıza geçip kokoreçten, işkembeden atacaksınız. Yoksul da kalsak onlarınkinden çok daha üst düzey “kriterler” için mücadele edebiliriz diye düşünüyorum.

*Psikiyatri Uzmanı                    

 

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön