.......

.........
 
 
 

Günlüğümden


1 Temmuz Çarşamba

Cuma zorunlu hizmet kurası çekeceğim, Ankara'dayım. Acaba nereye düşeceğim? "Kanun işte" deyip beni kuşatan ve içimi kemiren kasvetli havadan sıyrılmaya çalışıyorum.

3 Temmuz Cuma

Mübarek gün. Benim için ise... SSK Genel Müdürlüğü konferans salonu hınça hınç dolu. Görevlinin elindeki torba benim için torbadan çok kapana benziyor. Heyecan tam dorukta. Belirsizliğe yol alıyorum. Belirsizliğin seçkisi. Zonguldak Kurtlar Köyü Sağlık Ocağı.

Nasıl bir yer bu Kurtlar Köyü? Nasıl bir Sağlık Ocağı? Sağlık Bakanlığı'ndan ocağın lojmanının olduğunu ancak suyunun olmadığını öğreniyorum. “İçinde su olmayabilir, önünde muhakkak suyu vardır” diye düşünüyorum.

28 Temmuz Salı

Akşam bazı eşyalarımı, kitaplarımı ve öğrenciliğimden ev eşyası olarak tek geriye kalan battaniyemi yanıma alıp hep görev yapmayı düşlediğim kara bahtlı bu şehirden, Diyarbakır'dan Ankara'ya doğru otobüsle yola çıkıyorum. Zaman yitirmeden kaderimle yüzleşmek istiyorum. Ankara-Bolu üzerinden Karadeniz Ereğlisi’ne yola koyuluyorum. Dağlar yemyeşil, içime bir yabancılık hissi pompalıyor. Düzce'den Karadeniz’e giden yola sapıyoruz. Akşama doğru Karadeniz tüm görkemi, sonsuzluğuyla karşımda. Gözümü denizden ayırmıyorum. Hırçın dalgalarıyla deniz kendine çekiyor. Yunusların gösterilerine tanık oluyorum.

Karadeniz Ereğlisi çok güzel ve şirin bir ilçe. Zonguldak arabasına biniyorum. Akşam vakti Zonguldak'tayım.

Burası iki korkunç vadinin ayırdığı üç yüksek tepe ve merkezi sevimsiz köprülerle örülmüş ilk gören için oldukça ürkütücü gelebilen bir kent. Geceyi bir otelde geçiriyorum. Sabahleyin muhasebede Bülent isimli memur sanki içimdekileri okuyormuşcasına "Doktor bey, ilk etapta sana garip gelebilir, göreceksin buraları seveceksin" diyor. Bu söz içimi biraz ferahlatıyor. Kdz. Ereğlisi’ne geri dönüyorum. Devlet memuru olduk. Bakalım devlet doktoruna hangi koşullarda hizmet vermesini uygun görüyor?

29 Temmuz Çarşamba

İlk sabah. Etrafım yemyeşil. Sağlık ocağının üstünde halen SSYB (Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı) yazıyor. İsmine uygun biçimde sosyal yardım diye bir şey yok. Bakanlığın ismi Sağlık Bakanlığı olalı yıllar geçti. Koridorda iki bank var. Tezgahın üstü çiçeklerle donatılmış. Lavaboda musluğun hizasında mini musluklu bir plastik bidon konmuş. Ocağın suyunu hizmetli her gelişinde birlikte getirdiği bir bidonla sağlıyormuş. Ne sağlık ocağının içinde ne de yakınında su var. Keşke ismini "susuz sağlık ocağı" koysalarmış. Duvarlardaki posterlerden birinde kızamık aşısı için hazırlanmış sevimli olduğu kadar derinden gelen bir hüznü yüzünde yansıtan iki yaşlarındaki bir erkek çocuğundan gözümü alamıyorum.

Lojmanın üst dairelerinden birinde kalacağım. Savaştan kalma bir yer. Hemşire Şükran hanım ve Mehmet beyin yakın ilgilerini hiçbir zaman unutmayacağım. Lojmanımızın çok önemli bir özelliğini yine bir ayrılık olayıyla fark ediyorum. Akşamları artan kuşun figanvari ötüşlerinden çatıda bir baykuş yuvası olduğunu anlıyorum. Oysa baykuşların mezarlıkları ve harabeleri mesken tuttuğu söylenir. Zamanla baykuşun feryatları kesiliyor. Öğreniyorum ki kendine eş bulmuş.

6 Nisan Salı

Sağlık grup başkanlığından posta yoluyla bir yazı geldi. Çok uzaktaki bir köyde okulda döküntülü bir hastalık çıktığını bir köylünün verdiği dilekçe nedeniyle o köye gidilmesi ve gerekli önlemlerin alınmasını ve sonucun bildirilmesini belirtiyordu yazı.

Gitmeliyim ama nasıl? Bu köyün yolu çok kötüymüş. Düşünün başka bir ilçenin ötesindeki köy benim sağlık ocağıma bağlı. Bunu böyle düzenleyenler acaba coğrafya bilmiyorlar mı? Durumu Belediye Başkan’ına anlatıyorum. Çaresiz ayrılıyorum. Daha önce tanıştığım bir esnafa gidiyorum. Tavırları bana çok babacan gelmişti. Ona sorunu aktardım. Hiç tereddüt etmeden kamyonetini verdi.

Dağlar arasında bir vadide, dere kenarından 30-40 evlik köye varıyoruz. Okulda ses-seda yok. Öğretmenin de köyde olmadığını öğreniyoruz. Kısa sürede birkaç öğrenci geldi. İncelemelerinde deride değişik çaplarda küçük yuvarlağımsı açık kahverengi deskuamasyonlar var. Su çiçeğiydi.

Sağlık ocağına döndüğümde, "bilindiği üzere" diye başlayıp döküntülü hastalıkların yayılmasının önlenmesi için görevlendirmenin posta yoluyla olamayacağı ve böyle durumlarda daha hızlı yolculuk ve araba sağlanarak görevlendirmenin gerekliliğini bildiren yanıt yazımı gönderdim.

15 gün sonra Sağlık Grup Başkanlığı'na gittiğimde, Sağlık Grup Başkanı’yla selamlaştığımızda yazının tepkisini bekliyorum. Beklenen oldu: "O ne tehditkar yazı, bir daha böyle bir şey olmasın" diye yazmışsın. Durumun belirttiğim gibi olduğunu ve hastanede enfeksiyon uzmanı olduğunu da belirttim. Gülümsemeyle ayrıldık.

15 Haziran Cuma

1990 Dünya kupası futbol karşılaşmaları sürüyor. Kurtlar’a 2-3 km uzaktaki Yukarı Aliler köyünde ilkokul öğretmeni Zülküf Hoca çok yakın bir dostum. Sanatçı ruhu çok gelişkin. Çok güzel bağlama çalıyor ve güzel resim çiziyor. Bütün tabelalar ona yazdırılıyor.

Saat 23’e geliyordu. Zülküf Hocanın motosiklet sesi yaklaşıyor. Evdeyim. Hemen dışarı çıktım. Gelenin kim olduğu belliydi. Dünya kupasını özellikle de Kamerun’u ilgiyle izliyordu. Acaba Kamerun’un aldığı galibiyeti benimle paylaşmak için mi, yoksa acil bir durum için mi gelmişti? Yaklaştıkça sesi motor sesini bastırdı. "Kamerun, Kamerun" diye bağırıyor ve ekliyor "Nasıl yendik!". Bağırırken üçüncü çoğulu değil birinci çoğulu kullanıyor. Zaferimizdi bu, belki de bize öyle geliyordu.

6 Eylül Pazartesi

Göreve başladıktan sonra gerek yazılı olarak gerekse sağlık müdürlüğüne gittiğimde, sağlık ocağının ve lojmanın onarım gerektiğini belirlemiştim. Sonunda yılın sonunda onarım kararı çıktı ancak keşif bedelinin üçte biri ödenek ayrılmış. Yalnızca çatı ve dış cephe onarılacak. Onarım çatıdan başlandı. Çatının sızdıran bölgelerini gösteriyorum. Yağmurun yağış eğilimine göre bacada yapılacak onarıma ve tahliye borularına dikkat edilmesini, bazılarının değiştirilmesi gerektiğini söylüyorum. "Onarmaya gerek yok, zaten sökeceğiz; çünkü yeni bayındırlık kararnamesinde artık oluk ve borular kullanılmıyor." demesin mi? Karşılıklı bakışıyoruz. Gerçeği itiraf ediyoruz. "Bunlar bizim çeşmemiz". Temizlik işlerimizde yağmur suyu kullanıyoruz. Geleli birkaç ay oldu. Saçlarım dökülüyor. Ama ne çare? Taşıyarak getirdiğimiz su kaynak suyu.

Onarım sürüyor. Bugün hava çok soğuk. Sağlık ocağında sobanın etrafında ben, hemşire hanım, hizmetli ve iki işçi ısınıyor ve çay içiyoruz. Sesinden bir arabanın ocağın önünde park ettiğini farkediyoruz. Bağırma işitiyoruz. "Kimse yok mu? Neredesiniz?“ Koridora çıkıyorum. Biri önde ikisi arkada üç kişi. Öndeki selam vermeden yüksek sesle soruyor. "Nedir buranın hali?" Kim olduğunu soruyorum. Müfettiş olduğunu öğreniyorum. Yararı yok. Yine aynı ses tonuyla eleştiriyor. Suçlayıcı değil çözümleyici olması gerektiğini, bu sağlık ocağında suyun bulunmadığını bilip bilmediğini soruyorum. Yanıt yok. İçeri davet edip çay sunuyoruz. Neyse ki çayımızı ret etmedi; çaya herhangi bir eleştiri gelmedi.

Belgeler incelenip rapor defterine kaydedildi. Sağlık ocağımız aşılama konusunda başarısız bulundu. Diğer yerleri bilmem ama burada başarı ancak aylık çalışma raporunda rakamlarla oynamakla olası. Yapılmamış işleri yapılmış gösterseydim belki en başarılı sağlık ocağı seçilebilirdik. Böyle başarı olmaz olsun. Bundan dolayı olacak istatistiklere hep çekince koyarım.

....................................................